No.213 - Şiddet, şiddet...

-
Aa
+
a
a
a

Merhaba kâinat!..

Endonezya’nın, ‘turizm cenneti’ olarak nitelenen Bali adasında, tıklım tıklım dolu Sari gece kulübünün önünde infilak eden otomobil, ülke tarihinin en büyük terör saldırısının yaşanmasına neden oldu. Ölenlerin büyük bir kısmı Avustralyalı ve İngiliz’di. Bu büyük patlama olurken, hemen hemen aynı dakikalarda, gene Bali’de Amerikan konsolosluğunun yakınında bir bomba patladı. Birkaç saat önce de, Cakarta’nın kuzeydoğusundaki Sulawesi adasında, Filipin konsolosluğunda el yapımı bir başka bomba patlamıştı.

Ancak, büyük facia Sari kulübünün etrafında yaşandı. 188 kişi öldü. Yaralıların sayısı ise yüzlerle ifade ediliyor.

Bir de, Başbakan Paavo Lipponen’e, “Finlandiya’da daha önce hiç böyle bir şey olmadı,” dedirten, bir başka bombalı saldırı. Helsinki’de, bir alışveriş merkezinde patlayan bomba, 7 kişinin ölümüne, 8 kişinin yaralanmasına neden oldu. Bombayı yerleştiren delikanlı da ölenler arasında. Sebep? Bilinmiyor...

Ortadoğu’yu, Kuzey Irak’ı ayrıca anmaya gerek var mı? Oralardan ölüm ve kan haberlerinin gelmesi kanıksandı artık. Gazze Şeridi’nde, biri 2 yaşında, iki çocuk öldürüldü, İsrail askerlerinin açtıkları ateş sırasında.

Endonezya’daki büyük saldırıya dönersek Avustralya Başbakanı John Howard’ın şunu söylediğini görüyoruz: “Terörle savaş, azim yitirilmeksizin ve koşulsuz bir taahhütle sürdürülmeli.” Başbakan Howard, 11 Eylül saldırılarından sonra da ‘terörle savaş’ hizasına ilk geçen siyasetçilerden biriydi. Tam da bu sebeple, diyor Robert Fisk, bu saldırının ardında El-Kaide’nin ya da onun uydusu şebekelerden birinin bulunduğunu tahmin etmek hiç zor değil. Avustralya’nın özel kuvvetlerinin Afgan dağlarında El-Kaide’ye karşı savaştığını da unutmayalım. ‘Terörle savaş’ tabelası altında toplanan bütün ülkeler terörle mutlaka karşı karşıya kalıyorlar. Karaçi’de öldürülen 11 Fransız denizaltı teknisyeninden sonra Yemen açıklarında alev topuna dönen Limburg isimli tanker de Fransa bandıralı değil miydi? Şaşıracak bir şey yok, diyor Fisk. Hatta, ürpertici ama, bundan sonraki saldırının hedefin İngilizler olabileceğini de söylüyor. Sonra Belçika’nın da, Kanada’nın da, yani ABD askeri makinesine destek veren ülkelerin de sırada olabileceklerini vurguluyor. Bunlarla beraber söylediği çok önemli bir şey daha var: “Bireysel masumiyet artık bizi korumuyor; farkında olsak da, olmasak da, dehşet verici yeni bir çağda yaşıyoruz artık.”

Kilolarca bombanın patlamasının yanı sıra ABD’de bir keskin-nişancının cinayetlerinin yarattığı korku da devam ediyor. 2 – 11 Ekim arasında 8 kişiyi uzaktan attığı birer kurşunla öldüren bir katil, Washington’da insanların içine korkuyu tohumlamış durumda. Kimsenin gönül huzuruyla açık havaya çıkamadığı belirtiliyor haberlerde.

Şiddetin şiddeti doğuracağı ve şiddetin günümüzde aldığı biçimden kimsenin muaf olmadığı uzun zamandır konuşuluyordu; biz bir defa daha söyleyelim. Daima terörden bahsetmek, ama terörü besleyen nedenlerden -bu sefer de olduğu gibi- hiç bahsetmemek, şiddeti şiddet ile durdurabileceğini düşünmek, kuyruğunu yiyen yılan hikayesi bir tür...

Bali adasında işlenen insanlık suçu, ABD’ye asıl hedefi, El-Kaide’yi hatırlatacak mı acaba? Bilinmez. Bizim bilebildiğimiz, Irak’ı işgal için ayrıntılı bir planın hazırlanmakta olduğu. Hafta sonunda, bütün planların hızlandırılması için bir talimat verildiğini okumuştuk, ama bu işgal planının ayrı bir yeri var.

Bu plana göre, Saddam devrildikten sonra Irak’ta bir savaş suçları mahkemesi kurulacak ve seçilmiş bir hükumete görevin devredilmesi için de acele edilmeyecekmiş pek. İlk aşamada, Irak’ın başına Amerikan ordusundan bir generalin -mesela, Körfez’deki ABD kuvvetlerinin komutanı General Tommy Franks’ın- vali olarak getirilmesi planlanıyormuş. 1945 yılında, Japonya’nın teslim olmasının ardından General Douglas MacArthur’un yaptığına benzer bir iş...

Şimdilik bu planın eksisini artısını tartışmakla meşgulmuş Amerikan yönetimi. Burada, Robert Fisk’e bir kez daha atıfta bulunarak, onun sorularını tekrarlayalım: “Ya camiler Amerikan işgaline kafa tutarsa? Ya güneydeki Şiiler ile kuzeydeki Kürtler kendi gizli yönetimlerini kurarlarsa? ABD, Amerikan hegemonyasına karşı vaaz veren bütün imamları tutuklayacak mı?” Velhasıl, General Tommy Franks, bütün Iraklı grupları birarada tutmayı becerebilecek bir vali olabilecek mi?

Anlayamıyoruz.

Her şeyi tam olarak anlayamayan sadece biz değiliz, ne var ki... Başbakan Ecevit de seçime yönelik konuşmalarından birinde, Kars’ta, Türkiye’nin ABD’nin stratejik müttefiki olması ile bugün içinde bulunulan durumun yarattığı tenakuzu tam olarak anlayamadığını söylemiş. Öyle ya; Türkiye, Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devletine doğru giden ‘oluşum’u onaylamıyor, ama bu oluşum bizzat ABD’nin gözetiminde ve desteğiyle oluyor. ABD’nin bu yaptığı, stratejik müttefikinin çıkarına değil. O halde, Türkiye’nin de karşı çıkması ve Irak savaşında üslerini kullandırtmayacağı kozunu öne sürmesi lazım gibi görünüyor, değil mi? Ama o zaman da, IMF ile Dünya Bankası’nın isimleri geçmeye başlıyor kurulan cümlelerde. Peki, ne ilgisi var? IMF ile Dünya Bankası, zor durumda olan ekonomilere yardım etmek için var. Müstakbel savaş sırasında, Türkiye’nin ekonomisi de zarar göreceğine göre bu iki isim neden Türkiye’yi caydırıcı anlamda gündeme geliyor?

Mantıklı olma çabası ne kadar gülünç.

Ecevit, ilaveten, "Savaşa sürüklenirsek gençlerimiz ölebilir,” demiş. Turizm ile ticaret alanlarında yaşanılması muhtemel kayıpların yanı sıra insan kaybı faktörü de anılınca annelerin yüreği oynamış. Halbuki en çok annelerin yüreği yanar; unutmuşuz...

Bu arada, seçimlerde kaybetmeyi garantileyen DSP’nin genel başkanı ister misiniz sıkı bir muhalefete soyunsun (karaoğlan çarpanı)?

Devamı yarın...