Merhaba kâinat!..
Avrupa Birliği’nin yürütme organı raporunu açıkladı:
Tarihin en büyük ve en iddialı uluslarüstü bölgesel örgütü, tarihinin en büyük genişleme kararını alıyor. Son dakika aksilikleri – meselâ İrlanda’nın önümüzdeki günlerdeki referandumda ‘ben oynamıyorum’ demesi – dışında, Atlantik Okyanusu’ndan Rusya sınırlarına kadar uzanan 475 milyonluk dev bir birim çıkıyor karşımıza. Dünyanın geri kalan (geri kalmış) kısmının sırtından neler elde edilmiş ve daha da edilecek olduğunu - biraz yutkunarak - bir yana bırakırsak, acaip bir oluşumla yüzyüze olduğumuzu söyleyebiliriz:
Dünyanın dünyanın en büyük demokratik topluluğu, en büyük pazarı, dünyanın en büyük barış bölgesi... Demokrasi, refah ve barış.
10 yeni ülke, iki yıl sonra, geleneksel ulus devletin simgelerinden biri olan egemenlik haklarından bazılarını yukarıya, yani topluluğa devrederek bu sayıyı 25’e çıkaracaklar... Romanya ve Bulgaristan sırada... Türkiye ise “limbo”da.
Raporun Türkiye ile ilgili bölümünü hakkındaki en önemli değerlendirme, Sabah gazetesinin manşetinde yer alıyor: “İş Görür Raporu”. Manşetaltında da yorum sürüyor: “AB raporu Türkiye’yi çürüğe çıkarmadı; ama eksikleri sıraladı. Türkiye 12 Aralık’a [Kopenhag Zirvesi] kadar ‘iyileşmek’ zorunda.
Başta Hürriyet olmak üzere birçok gazetede de “topun Türkiye’de olduğu” yolunda yorumlar yer alıyor. Burada, geleneksel Sevr korkusunun terkedilmekte olduğunun işaretleri görüldüğü gibi, “iyileşme”nin zorunlu olduğunun kabulü gözleniyor. Hatta, birazcık iyimser bir zorlama ile, aldatmacalarla ya da “Şarkkâri kurnazlıklar”la işin pek idare edilemeyeceğinin bir tür zımni kabulünü bile “okumak” mümkün satır aralarında. “Son düzenlemelerle düşünce suçlusu kalmamıştır memlekette” gibilerinden resmi makamların kendilerinin bile inanmayacakları resmi açıklamaların kıymet-i harbiyesinden söz ediyoruz.)
“İyileşmek”.
Yani, düşünce ve ifade özgürlüğünün kısıtlanması, işkence (‘Manisalı çocuklar’ gibi uluslararası boyuttaki kepazeliklerin artık bizi mahçup etmemesi), saydamlık, hesap verilebilirlik, yolsuzlukların önlenmesi, insan ve azınlık haklarının tanınması, çoğulcu demokrasi, özgürlüklerin önündeki demirbetondikenlitelli setlerin kaldırılması vesaire... O mahut “Kopenhag kriterleri”. Karmaşık görünüyorsa da hepsi tek bir kelime aslında: İyileşmek. Toplumca iyileşmek. Nekahat. Var mı şu âlemde bir his o kadar tatlı...
Bir başka kelimeyle yer değiştirebiliriz aslında:
Bakınız, tam üyeliğe girişi artık kesinleşmiş sayılan iki milyon nüfuslu küçük Slovenya’nın Dışişleri Bakanı nasıl ifade etmiş bunu: “Slovenya, daha 12 yıl öncesine kadar hâlâ sosyalist bir ülkeydi. Oysa, bugün modern bir ekonomi ve işte şimdi de iyi bir öğrenci olduğumuzu gösteren bu karneyi aldık.” Yani, siyasi (Kopenhag) ve ekonomik (Maastricht) kriterleri yerine getirdik diyor minik Slovenya temsilcisi. Sonra da ‘canalıcı darbe’yi vuruyor:
“Ama, ilk ve en önemlisi, biz artık saygın bir ülkeyiz."
Saygınlık.
12 yılda da kazanılabiliyor, 200 küsur yılda da.
***
İhtiyar kıt’a Avrupa’dan doğan Avrupa Birliği yüzünü geleceğe dönmüş acaip bir bir “entite” olma yolunda. Yeni Dünya’da bundan sadece 225 yıl kadar boy gösterip, her zaman bilumum ileriliklerin timsali olan gördüğümüz ABD ise, petrol, savaş, terör derken yüzünü iyiden iyiye geriye dönmüş görünüyor.
Avrupa Birliği’nin tarihî genişleme kararı ile aynı günde çıkması bizce hiç de tesadüf olmayan ilginç yazısında Amerikalı bilim yazarı Jeremy Rifkin Guardian’da, yeryüzünde medeniyet ve çağ değişikliklerinden, kıtalararası “tsunami”lerden sözediyor:
“Şimdi Avrupa Birliği, karbon temelli yakıtlardan hidrojen çağına uzun vadeli geçişi ilk gerçekleştirecek süpergüç olarak geleceğe hükmetme iddiası açısından benzersiz bir konumda bulunuyor. Önümüzdeki yarım yüzyıl içinde enerji rejimlerinde bu büyüklükte bir değişiklik, insan toplumları üzerinde muhtemelen üç yüzyıldan önce kömür ve buhar kuvvetinin dizginlenmesinin yarattığı etkiye benzer derinlikte bir etki doğuracaktır. Fosil yakıt çağı yaşama biçimlerimizi, ticaret ve yönetim/yönetişim kavramlarımızı ve hayatımıza yön veren değerleri sonsuza kadar değiştirdi. Gelen hidrojen ekonomisi de aynen böyle değiştirecek.
Bir nokta gelecek, Avrupa’nın yeni bir enerji geleceğine doğru yelken açtığı gerçeği kafalara dank edecek. Bu olduğu zaman, suyun üzerindeki dalgalanma etkisi havuzu boylu boyunca kat edecek ve büyük bir tsunami dalgası gibi ABD’yi de etkileyip onu kendi enerji geleceği konusunda düşünmeye zorlayacak. ABD’nin uyurgezerliğinden son uyanışı, 1957’de Rusların dış uzaya uydu göndermesiyle olmuştu. Şoka giren Amerika’da, toplumun her noktası, Rusları yakalamak ve geçmek görevi uğrunda seferber olmak zorunda kalmıştı. Belki yeni bir dev dalgayla sarsılmanın zamanı gelmiştir.”
***
Sıkı bir nekahet dönemine ihtiyaç var galiba: Türkiye için de, Amerika için de...
Devamı yarın...