Merhaba kâinat!..
Irak’tan hamle geldi.
Hiç kanıt gösterilmediği halde, kitle imha silâhları ile hür dünyayı tehdit ettiği belirtilen ülke, kitle imha silâhlarını denetleyecek heyete kapılarını kayıtsız şartsız açacağını ilân etti. Irak Dışişleri Bakanı’nın BM Genel Sekreteri’ne gönderdiği resmî mektupta, “BM Güvenlik Konseyi’nin ilgili kararlarının uygulanabilmesinin tamamlanması isteği ve Irak’ın hâlâ bu silâhlara sahip olduğu konusundaki her türlü şüpheyi gidermek amacı ile” hükûmetin bu kararı aldığı belirtildi.
Yaşasın, artık uluslararası örgütler ve diplomasi devreye girecek, savaş bulutları dağılacak!
Öyle mi dersiniz?
ABD’den derhal karşı hamle geldi. Beyaz Saray sözcüsü, öneriyi son derece açık bir dille derhal reddetti. “Sahte umut” veren “kelbî” (cynical) bir oyun”du bu; taktik bir numara. Zaten, korkunç silâhlar denetlense de daha bir yığın konu vardı geride: Irak rejimi: 1) Terorizme destek vermeyi kesmeliydi; 2) Kendi halkını ezmekten vazgeçmeliydi; 3) Körfez savaşından beri kayıp olan insanları bırakmalıydı. Zaten Irak Başkanı da bir zalimdi. Dışişleri Bakanı Powell da, BM’yi Irak’a “mühlet” versin diye sıkıştırmaya, Irak çevresine korkunç bir yığınak (rutin manevralar) yapmaya ve esip gürlemeye devam etti.
Britanya’dan ABD’ye geleneksel İngiliz üslûbu ile derhal destek geldi: “Uluslararası camianın yüksek derecede şüpheyle karşılaması şart olan bir görünürde öneri” dedi Dışişleri Bakanı. Bakana göre, Irak tarihi boyunca zaten böyle oyunlar oynardı.
İsrail’in “güvercin” ve “solcu” Dışişleri Bakanı da derhal ABD ve Britanya’dan yana tavır aldı: Denetçiler ve denetimin ancak dürüst insanlarla bir işe yarayacağını, dürüst olmayan insanların ise denetimden kolayca kaçtığını söyledi. Ve son cümlesiyle günün sentezini yaptı: “Hem zaten unutmayalım ki BM’nin tek talebi bu değildi; geride kalan birkaç talep daha vardı, onların da yerine getirilmesi lâzım.”
Güvenlik Konseyi’nin diğer daimi üyelerinden Rusya “savaş tehdidini önlemeyi başardık” dedi ve ekledi: “[Irak’a] saldırı için tüm sebepler ortadan kalktı.” Öteki daimi üye Çin, rahatladığını söyledi: “Çin’in de dahil olduğu uluslararası camianın daima umutla bekledi karar Irak’tan geldi.” Sonuncusu, Fransa da arada durdu: “BM Güvenlik Konseyi, şimdi, Irak’ın sözünü tutmasını sağlamalıdır.”
Güvenlik konseyi üyeleri dışında, bizi esas ilgilendiren tepki, kendi ülkemizinki idi: Irak’ın BM’ye gönderdiği mektup konusunda Türkiye’nin resmi tepkisi, Irak’ın kararının “memnuniyetle karşılandığı” yolundaydı. “Türkiye dahil, uluslararası toplumun beklentilerinin karşılanması konusunda doğru yönde atılmış bir adım.”
Sonuç olarak, uluslararası camia, biraz karışmış, biraz da yarılmış gibi görülüyor hatta. Uluslararası camia adına bunu ferahlatıcı, barışçı bir adım olarak görenlerle, ayın-oyun olarak gören ve uluslararası camia güvenliğe kavuşuncaya kadar savaşa girişmek isteyenlerin bir tür “maçı”na doğru mu gidiliyor acaba?
İtiraf etmek gerekirse tefrikacılarınız, kendi ülkeleri de dahil insanlık camiasının menfi kanadına değil, ABD’ye ve Britanya’ya hak veriyorlar. Evet, bu kocaman bir oyun! Onbinlerce sivilin hayatına malolabilecek çok ölümcül bir oyun tabii, ama gene de oyun işte. Neyiz ki biz zaten “homo ludens”ten (oyun oynayan insan) başka? İkinci olarak, İsrailli bakanı tutuyor tefrikacılarınız: Evet, Peres çok haklı: Sadece dürüst ve namuslu insanlarla ilgilenmeliyiz biz. Geride kalanları yani bütün namussuzları, halkını ezenleri, zalimleri alaşağı etmeli ve dünyayı savaşla barışa kavuşturmalıyız. Kuvvetin haklılığını ispat etmeliyiz:
KURTLA KUZU
"Hakların en güzeli kuvvetlinin hakkıdır." İşte bu hikâye bunu anlatır: Bir kuzu, eğilmiş, saf bir pınara, Susuzluğunu gidermekte idi. Açlıktı kurdu çeken oralara. Deli gibi bağırdı, kalın kalın:
-- “Suyumu bulandırmak hakkını kimden aldın? Küstahlığını bırakmayacağım cezasız.”“Efendimiz, dedi kuzu, devletmeabınız Hemencecik hiddet buyurmasınlar. Bir de şu noktayı hatırlasınlar. Hatırlasınlar ki su içtiğim yer Yirmi adım daha Zatının içeceği yerden aşağıda.” -- “Kısaca, ne şöyle ne böyle, dedi kuzu, Bulandıramam sizin suyunuzu.”
Canavar, -- “Bulandırıyorsun, diye kükredi. Bıldır hakkımda ne dediğini de bilirim.”
-- “Bıldır daha doğmamıştım, ne diyebilirim? Meme emiyorum, henüz yeni doğdum, yeni.”
-- “Sen değilsen kardeşindir şüphesiz.”
-- “Hiç kardeşim yok.”
– “Anlamam! Sizlerden biridir. Ne mal olduğunuzu âlem bilir. Siz, köpekleriniz, çobanlarınız... Hepiniz. Öcümü almak gerek, boynumun borcudur bu."
Bunun üzerine, kaparak onu, Ormanın ta içlerine götürdü; Hiçbir şey sormadan yedi, bitirdi.
La Fontaine (Orhan Veli çevirisi),Adam Yayınları, 3. Basım, 1995
Şimdi tefrikacılarınız, ağızları süt kokmasına rağmen, kanlı diktatör Saddam’ın bir “süt kuzusu” olduğunu söyleyecek kadar da saf değiller elbette. Ama, doğrusu, ikisinden birinin 75 yaşında, gözleri gazete ve televizyon haberlerini seçmekte çok zorlanan halası, yıllardır yaşamını sürdürdüğü taşradaki evinden geldiği nadir ziyaret anlarından birinde, ABD’nin esas amacının Irak petrollerini kontrol etmek olduğunu, savaş planını da asıl bu sebeple yaptığını söylerse... Irak diktatörünün terörü altında hapislerde sürünmüş, yakınlarının katledilmesine tanık olmuş ve sürgünden ülkesine dönmesine izin verilmeyen Britanya vatandaşı Iraklı (yarı Arap-yarı Kürt) bir hanımefendi, ABD’nin tezgâhladığı, Britanya’nın desteklediği savaş planı karşısında kendisine işkence eden zalim diktatörün yanında yer almak zorunda olduğunu ilân ediyorsa... İskoçya’nın en yüksek tirajlı gazetelerinden Sunday Herald da Bush’un, bütün ekibiyle birlikte, daha iktidara gelmeden önce 2000 yılında Irak’ta mutlaka rejimi değiştirme konusunda planlarını hazırladığını gösteren belgeleri ele geçirip yayınlamışsa eh, nâçiz tefrikacılarınızın da Lafonten’in fabl’inin hiç olmazsa yarısının konuya uygun düştüğünü söylemeleri çok gülünç kaçmaz herhalde!
Bunun yerine Türkiye, daha çok şu konularla içli dışlı görünmekteydi: Seçimlerin barajı aşamayacak partilerin ve milletvekili seçilemeyecek olan küskün milletvekillerinin çabasıyla ertelenmesi, ya da barajın indirilmesi, ya da baraj indirilmeden seçimin ertelenmesi, barajın indirilip seçimin gene de zamanında yapılması, seçimlerde en çok oyu alacağı tüm kamuoyu yoklamalarında tahmin edilen AK Parti Genel Başkanının yıllar önce okuduğu bir Gökalp şiirinden dolayı aldığı cezadan, daha doğrusu bunun getirdiği sabıka kaydının silinmemesinden dolayı seçime katılmasının engellenmesini, hukuki ve siyasi açıdan hayli tuhaf bu duruma rağmen, AK Parti’nin seçimin ertelenmemesinden yana olmasını, sabıka kaydını “silen” DGM kararını “bozan” ya da yok sayan Yargıtay 8. Daire kararı üzerine bu konuda nihai karar olarak YSK kararının beklenmesi, YSK’nın bu karar üzerine bir karar almasıyla yargı organının yerini almış sayılıp sayılmayacağı, eğer eninde sonunda seçim olursa AK Parti ile CHP arasında bir büyük koalisyon kurulup kurulamayacağı, Derviş’in CHP’ye bir yama gibi yapıştırılıp yapıştırılmadığı, AK Parti Genel Başkanı ile ilgili bu kararın Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerini nasıl etkileyeceği, Türkiye’nin bir genelgeyle KKTC vatandaşlarının TC vatandaşlarıyla aynı haklara sahip kılması ile KKTC ile bütünleşmeye, yani KKTC’nin ilhakına doğru bir adım atıp atmadığı, eski Dışişleri Bakanı’nın deyişiyle “intihar teşebbüsü” olan böyle bir adımla Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin nasıl gelişebileceği, DEP milletvekillerinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı uyarınca Türk mahkemelerince yeniden yargılanması gerektiğini ve Türkiye’nin tazminatları ödemesini söyleyen AB ile Türkiye’nin üyelik müzakerelerinin nasıl gelişebileceği...
Evet, ABD ile İngiltere’nin dediği gibi bir oyun bu.
Bizimle oynar mısınız?
Devamı yarın...