Merhaba kâinat!..
Tarihin en büyük terör saldırılarından birinin gerçekleşmesinin üzerinden 1 yıl geçti. Geçen sene bugün, New York’ta, sabah herkes işinin başına yerleşmişken iki yolcu uçağı Dünya Ticaret Merkezi’nin önce kuzey, sonra da güney kulesine saplandılar. Bir süre sonra bir başka yolcu uçağı da Washington’daki Savunma Bakanlığı’nın Pentagon olarak bilinen binasına çarptı. Saldırılarda üç binden fazla insan hayatını kaybetti, New York şehrinin silueti çok acı bir şekilde değişti ve büyük bir ıstırap kaldı geride. Hayatlarını yitiren masum insanların yakınları (Amerikalılar ve onların duygudaşı olan diğer dünya vatandaşları, hepimiz) bu ıstırabın üstesinden kolay kolay gelemeyecekler. Bunun tartışma götürür bir tarafı yok. Bu duygudaşlığın, canı fazlasıyla yanan Amerikan halkı ile kurulduğunun; Amerikan hükumetiyle, öte yandan, böyle bir fikir ve duygu birliğinin bulunmadığının da tartışma götürür bir tarafı yok.
Dünya, o günden bugüne hiç şüphesiz çok fazla değişti, ama iyiye doğru değil.
Bunu, geçen bir sene boyunca büyük bir feraset göstermek suretiyle tefrikacılarınız tespit etmiş değiller elbette, ama ellerinden geldiği kadar bu tespitlere yer verdiler. Dünyanın sağduyu sahibi, önde gelen bilim insanları, sanatçıları mürekkepleri, sesleri yettiği kadar ‘küresel köydeki büyük ayrımın’ sebeplerini ve sonuçlarını anlatmaya çalıştılar.
Bugün, onları kısa kısa hatırlamaya çalışmaktan daha iyisi gelmiyor elimizden!
“Dünkü saldırı barışın ve refahın arkasına saklanamayacağımızı anlamamızı sağladı. Bunun işaretleri giderek artıyordu ancak liderlerimiz onları görmek istemedi. Yerkürenin güneyindeki, uzaktaki savaşların, ölümlerin dehşeti dikkate alınmadı. Füze rampaları da bizleri koruyamıyor. Güçlü devletler kaynağı belirsiz terörizmden, atılan bombalardan, ilkel nükleer silahlardan, ev yapımı biyolojik silahlardan kaçamıyorlar.Artan borçlar ve işsizlik, klasik ekonomik sektörlerin çöküşü, gelişmiş ülkelere doğru insanların gelişmiş ülkelere doğru yaptıkları kanun dışı ticaretin yoğunlaşmasını sağladı. Güneyin rahatsızlıkları, hastalıkları şimdi aynı şekilde Kuzeyde görülüyor. Verem ABD ve Birleşik Krallığa geri döndü. Nil sivrisineklerinden bulaşan beyin iltihabına kuzeyde ilk kez rastlandı. Gittikçe yoksullaşan hükümetler kuzeyde göçmenlerin parasına ihtiyaç duydular, mülteci trafiğini, kaçakçılığı yönlendirmeye başladılar. Diğer ülkelerle girilen yarış yoksul ülkelerde hükümetlerin sağlık, eğitim gibi sosyal harcamalara ayırdıkları bütçelerden kısıntıya gitmelerine, dahası kalkınmayı askıya alıp, mülteci akınlarını teşvik etmelerine neden oldu.Güneyde artan borçlar, yoksulluk ve sorunlar kuzeydeki zengin ülkelerde de derinden hissedilmeye başladı.Bu sefalete daha fazla sırtımızı dönemeyiz. Bu sorunlarla insancıl amaçlarla ilgilenmekten hoşlanmıyorsak, en azından kendi çıkarımız için ilgilenmeliyiz.Artık piyasaların her şeyde belirleyici rol üstlenemeyeceğini kabul etmeliyiz. Hükümetlerin daha fazla hükmetmesi gerekecek. Ancak ülkelerin koruyucu duvarlarla kendilerini çevreledikleri eski sisteme de dönemeyiz. Bu ilerde çok cephelilik ve evrenselliğin; köktenci buluşların yanı sıra sivil toplumla ve milletler üstü kuruluşlarla yeni işbirliği şekillerinin gerçekleşmesini sağlayacak. Açlığın ve yoksulluğun şiddeti; bereketli toprakların yok olması; aşırı silahlanmış ülkelerin zayıf ülkelere yaptığı zulüm; bunların hepsinin birleşimi o büyük zulüm, yavaş ama emin adımlarla kuzeye doğru yöneldi. Zararın çoğuna kuzey neden olmuştu ve bu zararı telafi edecek kaynakların çoğuna da kuzey sahipti. Sorunun bir kısmı ise bugüne kadar bağlantılı olduğunu anlamadığımız şiddet biçimlerinin kendi içlerindeki bağlantılarını, hiç görmediğimiz şiddet biçimlerini tanımamız gerekiyor. Biz bir çeviri sıkıntısı yaşıyoruz. Yoksulluğun ve sefaletin dili anlaşılmıyor, kulağı tırmalıyor. Dünkü saldırının diliyse gayet açık.”
Saskia Sasken / 12 Eylül 2001 (‘ertesi’ gün!) / The Guardian (Çeviri: Özgür Oğuz)
“Şu sıralar, insanoğlunun diğer yaratıklardan daha üstün bir zekaya sahip olmasının kendisi için ne kadar hayırlı olup olmadığı sorusuna yanıt olabilecek bir döneme girmekteyiz. En ümit verici ihtimal ise bu sorunun yanıtlanmayacak olmasıdır. Eğer bu soruya net bir cevap vermek gerekirse, bu cevap sadece ve sadece, insanların kendilerine tahsis edilmiş yüz bin yılı birbirlerini yok etmeye harcamış olan ve hâlâ bundan da fazlasını yapmaya çabalayan, bir tür biyolojik hata olduklarıdır. Bu biyolojik tür tarih boyunca birbirini yok etme kapasitesini arttırmıştır. Dünya dışı bir gözlemci, tabi eğer böyle bir gözlemci var olsaydı, insanların tarihleri boyunca dramatik bir şekilde bu kapasitelerini, onları besleyen doğaya, doğada barınan karmaşık organizmaların çeşitliliğine ve aynı zamanda da birbirlerine karşı gerçekleştirdikleri soğukkanlı vahşi saldırılarla ispatladıkları sonucuna varabilirdi.
11 Eylül ve getirmiş olduğu sonuçlar konumuz açısından yerinde bir örnek teşkil etmektedir. 11 Eylül’ün şok edici vahşetine büyük ölçüde tarihsel bir olay olarak bakılması, benim kanaatimce de doğru bir yaklaşım tarzıdır. Fakat öncelikle bunun neden doğru olduğu konusunda düşünmeliyiz. Bu cinayetler belki de savaş dışında gerçekleşen, kayıtlara geçmiş en büyük çaplı âni insan katliamı olarak değerlendirilebilir. Fakat buradaki “âni” sözcüğünün taşıdığı anlam gözden kaçırılmamalıdır. 11 Eylül vahşeti, gerçekten de talihsiz bir olay olmasına karşın savaş dışı şiddet açısından görülmedik ve alışılmadık bir deneyim olmaktan da uzaktır. 11 Eylül olayı, bu konuya dair sayısız örnekten yalnızca biridir.
Her ne kadar Afganistan’da yaşanmakta olan felaketin boyutunu sadece tahmin edebiliyor olsak da bir sonraki adımın ne olacağı konusunda tahminler yürütmekten daha fazlasını yaparak politik kararların temelini oluşturan tasarılarla ilgili akıl yürütebiliriz. Buradan da dünyanın nereye gitmekte olduğuna dair ipuçları edinebiliriz. Yanıt, ne yazık ki, her ne kadar bazı değişmeler olsa da, daha önce birçok kez üzerinden geçilmiş yolların hâlâ izlenmekte olduğudur. 11 Eylül vahşeti gerçekten de tarihi açıdan bir dönüm noktasıdır; fakat felaketin boyutları yüzünden değil, daha çok seçilen hedef açısından.
ABD’yi düşündüğümüzde, ulus toprakları 1814’te İngilizlerin Washington’u harap etmelerinden beri ilk defa bu kadar büyük çaplı bir saldırıya veya tehdide maruz kaldı. Bu iki yüzyılda olup bitenleri yeniden incelemeye gerek olmadığını düşünüyorum. Kurban sayısı gerçekten de inanılmaz. Ve şimdi ilk defa, silahlar tam olarak karşı yönü işaret ediyorlar ve bence dramatik olan değişim de işte budur."
Noam Chomsky / Hindistan, Chennai (Madras), Müzik Akademisi’nde düzenlenen 10 Kasım 2001 tarihli konferansta yaptığı konuşmadan (Çeviri: Özlem Özbek)
"İster köktendinciler, özel milisler ya da halk direniş hareketleri tarafından; ister meşru bir hükûmetin misilleme savaşı kisvesi altında yapılsın, hiçbirşey bir terör eylemini suçsuz ya da haklı kılamaz. Afganistan'ın bombalanması, New York ve Washington'ın intikamı değil. Bu olay, dünya halklarına yönelik bir diğer terör eylemi. Öldürülen her masum insan, New York ve Washington'da ölenlerin karşılığı olarak görülmek yerine, bu korkunç sivil ölümler listesine eklenmeli .Savaşları nadiren halklar kazanır; hükûmetler nadiren savaş kaybederler. İnsanlar ölür. Hükûmetler deri değiştirip, yeni gruplar altında toplanırlar; onlar çok başlıdırlar. Önce bayraklar kullanarak insanların zihinlerini sıkıca ambalajlayıp gerçek düşünceleri boğar, sonra da o bayraklardan gönüllü şehitlerin parçalanmış cesetlerini örtmek için kefen yaparlar. Şimdi, her iki tarafta da -- Amerika'da olduğu kadar Afganistan'da da -- sivil halk, kendi hükûmetlerinin eylemlerinin rehinesi. İki ülkede de sıradan insanlar farkında olmadan ortak bir kaderi paylaşıyorlar: Sonunun nereye varacağı bilinemeyen kör bir terör gerçeğiyle yaşamak zorundalar. Afganistan'a atilân her bomba; şarbon vak'aları, uçak kaçırmalar ve diğer terör eylemlerinin yolaçtığı toplu histerinin tırmanışıyla Amerika'da karşılığını buluyor.Dünyanın bugün karşı karşıya olduğu, giderek derinleşen vahşet ve terör bataklığından kurtulmanın kolay bir yolu yok. Şimdi insanlık bir an için durup düşünmek, eski ve yeni ortak aklın artezyen kuyularına dalmak durumunda. 11 Eylül tarihinde olanlar dünyayı sonsuza dek değiştirdi. Özgürlük, ilerleme, refah, teknoloji, savaş - bu sözcükler yeni bir anlam kazandı. Hükûmetler de bu dönüşümü kabullenmek ve yeni görevlerine bir nebze olsun dürüstlük ve tevazuyla yaklaşmak zorunda. Ne yazık ki, şu ana kadar Uluslararası Koalisyon liderlerinin kendini sorguladığına dair tek bir belirti yok. Tabii Taliban'ın da.Başkan George Bush hava saldırılarının başladığını ilân ederken şu sözleri söyledi; "Biz barışçıl bir milletiz." Amerika'nın en sevdiği büyükelçisi (ve bunun yanı sıra Britanya Başbakanlığı görevini de yürüten) Tony Blair de onun sözlerini neredeyse tıpatıp tekrar ediyordu, "Biz barışçıl bir halkız".O zaman anlaşıldı. Domuzlar attır. Oğlanlar kızdır. Savaş Barıştır.”
Arundhati Roy / Znet / 18 Ekim 2001 Çeviri: Ömer Madra, Sona Ertekin)
“Kıyamet gününü andıran korkunç suçun Amerikan halkına getirdiği muazzam acıya, dayanılmaz kayıplara rağmen, acaba diye düşünüyorum, bu tecrübe, zaman zaman kimi uluslara tanınan o yeniden doğma ve kendini bilme şanslarından biri olamaz mı? Bu büyüklükteki bir kriz yenilenmeye de götürebilir, yıkıma da; iyilik için de kullanılabilir, kötülük için de; barış için de, savaş için de; saldırı için de, uzlaşma için de; intikam için de, adalet için de; bir toplumun militerleştirilmesi için de, insancıllaştırılması için de.Amerikalıların travmalarını atlatmak, korkularını aşmak ve kendilerini birdenbire yutuveren güvensizlik denizinin ortasında ayağa kalkıp dirilmek için önlerindeki yollardan biri, çektikleri acıların ne benzersiz ne de sırf kendilerine özgü birşey olduğunu, bu acıların dünyanın çok uzan başka yerlerinde benzer şekilde beklenmedik ve genellikle uzun süren acı ve öfke durumları yaşadıklarını kabul etmelerinden geçer -- tabii, eğer kendilerini şu bizim insanlığın devasa boy aynasında seyretmeye razı gelirlerse.Teroristler, Amerika Birleşik Devletleri'ni ayırıp bir şeytan devlet olarak tecrit etmek istediler. Yerkürenin geri kalan kısmı (ki Amerikan kibrine ve müdahalesine hedef olmuş birçok ulus, erkek ve kadın da bu kısma dahildir), bu iblisleştirme çabasını - benim de kategorik bir şekilde reddettiğim gibi - reddediyor.Dünyanın çok büyük bir kısmından neredeyse tek bir ağızdan çıkarmışçasına fışkıran acı çığlıklarına, yardım tekliflerine, dayanışma ifadelerine, bu kitle cinayetlerinin kurbanlarına kendi ölülerimiz gibi sahip çıkma kararlığına bir kulak vermek yeter. Bu gezegen üzerindeki en büyük güce gösterilen bu merhamet, karşılığını bulacak mı, işte onu göreceğiz.”
Ariel Dorfman / The Independent / 3 Ekim 2001 (Çeviri: Ömer Madra)
“Sorun, bugünkü işleyiş biçimiyle insanlığın büyük bölümüne umut değil korku veren küresel düzene alternatif oluşturacak bir vizyonun geliştirilememesinden ve daha kabul edilebilir bir küresel düzen projesinin ortaya konamamasından kaynaklanıyor. Kendi geliştirdiği kapitalizme alternatif olarak sosyalizmi de üreten Avrupa’nın, reel sosyalizmin çöküşü sonrasında, hemen her alanda ABD’nin gölgesinde kalması ve küreselleşme sürecini de içeren kapsamlı dönüşümün öncülüğünü ABD’ye bırakmış olması, yeni bir ‘küresel düzen’ paradigmasının ortaya konmasını zorlaştırıyor.
"Batı uygarlığı”nın asıl beşiği olan Avrupa’nın küresel düzenin ağalığını ABD’ye bırakmış olması, “Batı uygarlığı” kavramıyla ABD’nin temsil ettiği ekonomik ve sosyal model arasında yanıltıcı bir özdeşlik kurulmasına da yol açabiliyor. Bu düşünce zinciri içinde, küresel düzendeki adaletsizliklerden ve ABD’nin buyurgan tavrından yola çıkılarak “Batı uygarlığı”nın suçlanmasına varılabiliyor. İlk bakışta “İslami terör” olarak algılanan 11 Eylül eyleminin ardında da bu düşünce zincirinin izlerini görmek mümkün bence.
ABD’nin 11 Eylül sonrasındaki tavrının en kaygı verici yanı, bugünkünden farklı bir küresel düzen arayışını adeta yasaklamak istemesi ve kendi hegemonyasındaki mevcut düzeni tek seçenek empoze etmeye kalkışması.”
Osman Ulagay / Hedefteki Amerika "11 Eylül Şoku” / Timaş Yayınları, 2002
Devamı yarın...