No.158 - Yağmurla gelen...

-
Aa
+
a
a
a

Merhaba kâinat!..

Başbakan Ecevit, DSP’den istifaların ardından ‘aktif siyaset’e döndü, farkındasınızdır. Doktorları falan bırakıp bir kenara; merdivenleri çıkmaya, toplantılara katılmaya, memleketin geleceği hakkında görüş üstüne görüş belirtmeye başladı. En son olarak da ortak kararla 3 Kasım’da gerçekleştirilmesi planlanan erken seçimin riskli olabileceğini söyledi. Risk bilhassa iki partiden kaynaklanıyor Ecevit’e göre. Bunlardan bir tanesi, Halkın Demokrasi Partisi (HADEP). TRT1’de katıldığı bir programda, “HADEP aslında bölücü hareketin temsilcisidir. Hapishanede bulunan Apo ile de yakın ilişki içinde olduğu bilinen bir gerçektir,” demiş. Bunlar doğruysa Sayın Ecevit neden daha evvel dile getirmemiş, bilinmiyor. Seçimler normal zamanında yapılsaydı bu ‘risk’ ortadan kalkacak mıydı, o da bilinemiyor. Sayın Başbakan, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) değiştiğine de inanmıyormuş. Erken seçim olmasa bu değişme iddiasının sınanabileceğini, ama artık buna zaman kalmadığını söylemiş Ecevit. Bu nedenle, Parti Meclisi’nde, erken seçimin baskın biçiminde yapılmasından duyduğu rahatsızlığı dile getirmiş ve 2003 Nisan’ının seçim için uygun bir tarih olacağını söylemiş Başbakan. Diğer partiler de, “Bu hükumeti o güne kadar yaşatmazlar,” diye kestirip atmışlar.

Öte yandan, koalisyonun ‘mutabakatı’ da göz yaşartıcı bir sıcaklıkta devam ediyor. Ecevit nasıl HADEP konusunda hassas ise Bahçeli de AB’nin Türkiye’nin ‘hassasiyetlerini anlamaması’ konusunda hassas. “AB, Türkiye’nin terörle mücadelesini yeterince anlamıyor,” demiş MHP lideri. Dünyanın batısı ‘terörle savaş’ konusunhda bu kadar hassasken Türkiye’nin özel durumunu neden anlamıyorlar, bunu da anlamak, bilmek mümkün değil. Bu arada, (müjdeler olsun) Avrupa Birliği sürecini gündeminin birinci sırasına oturtan Yeni Oluşum da partileşti: Yeni Türkiye Partisi.

Şimdi seçim sath-ı mailine girilmişken hazır; Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfasından duyurduğu, akıl durdurucu haberin üstüne de gidilir değil mi? Haber şöyle: Maliye Teftiş Kurulu, aralarında tanınmış isimler ile İslami kesim şirketlerinin de yer aldığı 700 firmanın hesaplarında yaptığı incelemede, 3.5 milyar dolarlık hayali ihracatı ortaya çıkarmış. Raporda, hayali ihracatçılara ‘komisyon’ karşılığı sahte belge düzenleyen çok sayıda bankanın kiminin yönetimlerinin fona devredildiğine de dikkat çekilmiş. Güzel, değil mi?..

Böyle bir havada, yani bu sıcak havalarda, Irak üzerinden gelen sıcak hava dalgasında, Başkan Bush’un aklını Irak operasyonuna fena halde taktığını, savaştan başka bir şey düşünemez hale geldiğini de öğreniyoruz gazetelerden.

Yağmurla gelen: Kısmen serin ve yağışlı hava raporları, genelde içimizi ferahlatmaya yetmedi denebilir: Aynı tarihte savaş da geliyor çünkü galiba. Ağustos ortasında! Üstelik, yarı çöl iklimindeki Irak’ta. Türkiye’de üst düzeyde yapılan hesaplar, yani “ekonomideki zarar nasıl kapatılır” hesapları önemli tabii. Ama cehennemî Ağustos sıcağında kurtlanan ve kokuşan sivil insan bedenleri de akla gelmiyor değil. Başkan Bush, Irak’a karşı “önleyici” (pre-emptive) operasyondan bahseden bir nutuk atmış. Kime? Afganistan’da El Kaide terör şebekesine karşı kahramanca çarpışan Amerikan birliklerine. “Amerika, kitle imha silâhlarını geliştiren ülkerden kendisine yönelen korkunç tehditlere karşı, bunlar tam oluşmadan bir an önce eyleme geçmelidir!” Özbekistan ve Afganistan’a ilk gönderilen seçme birliklerden oluşan 10. Dağ Tümeni’nden bir asker de narayı patlatmış o sessizliğin ortasında: “Hadi alalım şu Saddam’ı!”

10. Dağ Tümeni’nin kahraman askeri haykırırken, Atlantik’in öte yanındaki sadık dost “Cool Brittania”dan İngilizlere özgü o çok serinkanlı açıklamalardan biri de aynı anda gelmiş. Adı açıklanmayan Whitehall (Hükûmet) sözcülerinden biri, "günün sözü"nü yumurta gibi bırakmış önümüze haşlanmış ve lop: “Başkan Bush, kararını vermiş durumda. Bu iş olacak. Verili artık,” demiş en sâkin tonuyla. “Belki beklediğimizden de yakın ... Şu anda tek beklediğimiz, nasıl, ne zaman ve nerede konusundaki ayrıntılar.”

Ülkemizin de “velociraptor” Wolfowitz’den esas istediği buydu zaten: Ayrıntılar. Her aşamada bilgi sahibi olmak.

Bir küçücük ayrıntı da Irak denen ülkeyi belki de Batı dünyasında en iyi bilen birkaç kişiden biri olan Hans von Sponeck’in Guardian’daki yazısı ndan geliyor. 1998-2000 arasında üç yıl BM adına Irak’a İnsani Yardım Koordinatörlüğü yapmış ve Irak’a iki haftalık ziyaretinden de taze dönmüş Sponeck, “Hadi, Bush’un Blöfünü Gör!” diye haykırıyor bugünkü Guardian’da yer alan yazısında. Ayrıntı şu: Irak’ın, değil Amerika’ya, bölgedeki herhangi bir ülkeye hiçbir tehdit oluşturmadığı! Aksini iddia etmenin hiç de dürüst bir tavır olmayacağını yazmış tecrübeli diplomat. Ve, bu gerçeği en iyi bilecek durumda olan iki kurumun da CIA ile Pentagon olduğunu ve fakat tamamen bilmezden gelip, aksine, Amerikan tarihinin en büyük dezenformasyon kampanyalarından birini – hem de artırarak – sürdürdüklerini, ABD merkez medyasının da bu işe fena halde âlet olduğunu yazıyor. Kimyasal, biyolojik ve radyolojik silah potansiyeli taşıyan tesislerin hepsinin berhava olduğunu, bir kısmını kendi elleriyle söktüğünü ve durumu da Alman televizyonculara bizzat gösterip görüntülentiğini söylüyor von Sponeck. İkinci bir ayrıntıcık daha veriyor: Mart ayından beri Irak’ın tecritten tamamen çıktığı gerçeğini: Suudilerle, Kuveytlilerle, Suriyelilerle, İranlılarla, Lübnanlılarla ve Türklerle iyi-kötü bayağı palazlanan ticaret, tarifeli seferler, işadamları arasında gidiş-gelişler, mülteci konularında görüşmeler vesaire. Saddam rejiminin kendi içindeki Kürtlerle de olabildiğince iyi bilimsel, kültürel ve sportif faaliyetler...

Yağmurla veya yağmursuz gelecek savaşa karşı birşey yapamamanın hüsranı ile son bir canhıraş çığlık atıyor von Sponeck: Ey Saddam, demeye getiriyor, Bush’un bölfünü gör, ülkeyi bir süre için denetime aç ve Bush’un “kurgu”sunu boşa çıkar!”

İşte yaklaşan savaş konusunda iki nâra: Biri bir Amerikan askerinden, ötekiyse bir BM üst yetkilisinden. Hangisine isterseniz, ona inanın.

Dört başı mamur bir savaş bütün dertleri unutturur ki unutulmak istenen ne de çok dert var. Bakın, zavallı WorldCom iflastan koruma anlaşmasına dahil olabilmek amacıyla başvuruda bulunmuş ABD’de. Malumunuz, dünyanın yıldız şirketlerinden oluyor kendisi, ama buna rağmen kârlarını da 4 milyar dolar kadar şişirmekten kendini alamamıştı. WorldCom iflastan koruma programına dahil edilirse, bu, şirketin henüz batmayacağı anlamına geliyormuş ve bilhassa Avrupa borsalarındaki uçarcasına düşüşün böylelikle önüne geçilebilmesi bekleniyormuş. Bakalım, göreceğiz... Göreceğiz de, ABD’nin dev şirketlerinde yaşanan mali kriz ve çöküş, Amerikan ekonomi modeli üzerindeki kuşkuları da arttırmış maalesef. Alman Der Spiegel dergisinde, mesela, kapak konusu yapılan bir haberde ekonomi politikalarında geniş kapsamlı bir reforma gidilmediği takdirde yaşanan güven krizinin giderek büyüyeceğine dikkat çekiliyor.

İpin ucunun kaçtığı doğrudur; Guardian gazetesi, petrol şirketi Halliburton’ın bilhassa dümeni Dick Cheney’nin eline geçtikten sonra ihya olduğunu yazmış. Hükumet ihalelerinde hediye gibi pozisyonlardan tutun da banka kredilerine kadar... Bu arada, şirketin anlaşma yaptığı bir Rus şirketi de mafya bağlantıları gerekçesiyle soruşturma altındaymış. Cheney’nin başkanlık yaptığı 1995 – 2000 yılları arasında, Halliburton’un hükumet bankalarından aldığı ya da kendisine garantilenen kredilerin toplamı 1.5 milyar doları bulmuş. Bunda ne var, diye soracak olursanız daha önceki dönemin toplamının sadece 100 milyon dolarda kaldığını söylemekle yetinelim. Şirket, faaliyet alanı geniş bir şirket. En son faaliyeti ne olabilir dersiniz? Küba’daki meşhur Guantanamo üssünde El-Kaide zanlıları için hücreler inşa edilmesi işini de mukaveleyle almış.

Bu kadar para ve servetten bahsettikten sonra birkaç kelimeyle de olsa açlık meselesine temas etmemizi mazur görürsünüz, diye ümid ediyoruz. Tefrikalarımızda daha önce de bahsetme fırsatını bulmuştuk; 1970 – 1985 yılları arasında Afrikea’da 1.2 milyon insanın ölmesine neden olan büyük kuraklık ve açlığı bilirsiniz. İşte bu büyük facianın nedenlerinden birinin hava kirlilği olabileceği belirtilmiş. Commonwealth Bilimsel ve Endüstriyel Araştırmalar Örgütü’nden Leon Rotstayn, Afrika’nın çok uzağında, Kuzey Amerika’da, Avrupa’da ya da Asya’da bulunan fabrika ve enerji santralerinden yayılan kükürtdioksid partiküllerinin bulut formasyonunu değiştirdiğini ve yağışyarı geciktirdiğini söylüyor. Rotstayn ile ekibinin bulguları, Climate dergisinin Ağustos sayısında yayımlanacakmış.

Devamı yarın...