Merhaba kâinat!
Dolunay bütün haşmetiyle gökyüzündeki yerini alınca öyle anlar geldi ki topraktan yansıyan ışığın beyazı, evleri, tepeleri ve de ağaçları çevirip birer siluete, şehrin umumiyetle sevimsiz gündüz hallerini unutturuverdi.
O yaldızlı manzara olmasaydı rutubetten yapış yapış balkon demirlerine tutunduğumuzu unutabilir miydik kolaylıkla? Unutabilir miydik İtalya’da ve Macaristan’da sıcaklardan onlarca kişinin öldüğünü, ihtiyarlar korunup kollansınlar diye belediyelerin çağrılar çıkardığını?..
Kandilli Rasathanesi’nden meteoroloji uzmanları da bu sıcaklıkların, daha doğrusu havadaki bu ani değişikliklerin çok ‘normal’ olmadığını; bunun küresel ısınmanın işareti olduğunu -elbette isabetle- tespit etmişler.
Onlar -elbette isabetle- tespit etmeden bir şey daha söyleyelim; yeni bir araştırmaya göre yerküremiz insan evladının bitmek tükenmek bilmez taleplerine yetişemiyormuş artık. Ulusal Bilimler Akademisi Uygulamaları (PNAS) kapsamında bir araya gelen bir grup yazar, İnsan Ekonomisinin Ekolojik Aşırılığının İzinde başlıklı makalelerinde, 1999 yılı itibariyle insanın yerküreden taleplerinin kaynakların yüzde 120’si olduğunu belirlemiyşler. 1961 yılında bu oran yüzde 71’miş. Ancak, bilhassa 1980’lerden itibaren insanlığın taleplerindeki dizginlenemez artış yorgun düşürmüş gezegenimizi. Dünyanın bir ‘sigorta poliçesi’ne ihtiyacı olduğunu söylüyorlarmış araştırmacılar, ama hangi sigorta şirketinden ve kimin ödeyeceği primlerle?.. Bilinmez.
Bu arada Bush, Ortadoğu’yla ilgili beklenen konuşmasını yaptı ve Filistinliler demokrasi istiyorlarsa hemen seçimlere gitmeli ve Arafat’tan kurtulmalılar, dedi. İsrail’e de 1967’deki savaştan önceki sınırların gerisine çekilmeyi kabul etmesini önerdi. Bush bunları söylerken İsrail yedinci Filistin şehrini işgal ediyordu.
Bush’un beklenen konuşmasının ardından Filistin tarafından bir sevinç ya da memnuniyet işaretine rastlanmadı maalesef. Beklenen konuşma, Şaron’un beklentilerine cevap vermekten başka bir işe yaramadı çünkü. Arafat’ı muhatap kabul etmeyen Şaron için bundan daha ‘beklenen’ bir konuşma olamazdı herhalde.
Kanada’nın Kananaskis nam cennet köşesinde birkaç güne kadar G8 zirvesi başlayacak. Dünyanın en zengin ülkelerinin liderleri, protestocuların gösterilerinden mümkün mertebe uzakta, dünyanın en fakir ülkelerinin dertlerini nasıl bertaraf edebileceklerini konuşacaklar. Bunu belli aralıklarla konuştukları hepimizin malumu ve bu konuşmaların cümlemizin çenesini yorduğu da... Bu zirvede bilhassa Nepad konuşulacak. Nepad, “Afrika’nın Gelişimi için Yeni Ortaklık’ anlamına geliyor (New Partnership for Africa’s Development). Afrikalı liderler tarafından kaleme alınan ve G8’in de üzerine titrediği bu planın enteresan bir tarafı var (daha doğrusu böyle olduğunu George Monbiot söylüyor); Afrika kıtası halihazırdaki sefaletin asıl sorumluluğunun kendisinde olduğunu söylüyormuş. Evet, diyorlarmış, sömürgecilik, soğuk savaş, uluslararası ekonomik sistemin işleyişi kıtaya çok zarar verdi, ama şu yozlaşmış rejimlerimiz yok mu; onlar olmasaydı bugün çok daha iyi olurdu halimiz...
Afrikalı liderlerin, G8 liderlerinin tertemiz masalarının önünde “asıl kabahatli sizsiniz” diye babalanmaları pek beklenmiyordu elbette, ama milyarlarca dolarlık borçlarını yeniden ve yeniden borçlanarak ödemekten, subvanse edilen tarım ürünleriyle beyhude bir rekabete kalkışmaktan, kamu sektörünü daraltmaktan ve mütemadiyen özelleştirmeye gitmekten başka çare önerilmediği sürece, kabahati efendi gibi üstlenmekten başka çıkar yol var mı zaten?
Devamı yarın...