Merhaba kâinat!
Sinyaller uzun zamandan beri veriliyordu zaten. Gaz sıkışması, gribal enfeksiyon, tromboflebit... derken Başbakan Ecevit, nörolojik bir rahatsızlığı olduğunu ifade etti geçen günlerde. Rahatsızlığın ismi tam söylenmediği zaman ‘kısa sürede iyileşebilir’ ya da ‘gelip geçici’ bir rahatsızlık olarak algılanması kolaylaşıyor ve yönetimde bir aksama gelmeyeceğine dair, rahatlatıcı bir kanaat oluşuyordu.
Ecevit’in bu ifadesini izleyen günlerde olaylar hızlı gelişti. Rahatsızlığı izin vermezse Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısına katılmayabileceği ihtimalini dile getiren Başbakan, toplantının hemen öncesinde katılamayacağını bizzat Cumhurbaşkanı Sezer’e bildirdi. Böylelikle, Milli Güvenlik Kurulu toplantısı, tarihinde ilk defa Başbakan’ın katılımı olmaksızın gerçekleştirildi.
Ecevit, benzer bir gerekçeyle, 21 – 22 Haziran tarihlerinde gerçekleşecek AB Sevilla Zirvesi’ne de sağlık sorunları nedeniyle katılamama ihtimali bulunduğunu belirtti. Bu ihtimal gerçekleşirse toplantıya Cumhurbaşkanı Sezer gidecek.
MGK toplantısı, hemen bütün gazetelerde ‘tarihî’ olarak nitelenen kararlara sahne oldu. Özetleyecek olursak Olağanüstü Hâl uygulamasının Tunceli ve Hakkari’de 30 Temmuz itibariyle kaldırılmasına, Diyarbakır ve Şırnak’ta ise son olarak 4 ay daha uzatılmasına karar verildi. Avrupa Birliği süreciyle ilgili olarak MGK bildirisinde yer alan satırlar ise şöyle: “Uluslararası konjonktürdeki gelişmeler değerlendirilerek, Ulusal Program’da öngörülen diğer yükümlülüklerimize ilişkin çalışmaların hızlandırılması uygundur.” Hürriyet gazetesi, bu satırları Ankara’ya yönelik bir “çağrı” olarak niteliyor: “AB için adımları bir an önce atın.” Hürriyet ayrıca, Cumhurbaşkanı Sezer’in MGK’ya ağırlığını koyduğunu da belirterek, “İdamın kişilere indirgenmemesi görüşü, MHP dışında, hem siyasi, hem de askeri kanatta benimsendi. Kürtçe eğitim ile TV’nin mümkün olabileceği, ek kurslar ve TRT-GAP ile bunun çözülebileceği seslendirildi.” diyor.
Milli Güvenlik Kurulu öncesinde, Çin gezisinden 5 koşul öne süren Bahçeli’nin koşulları, bu toplantının sonucunda ‘out’a çıkmış gibi görünüyor doğrusu. Hatta, gazetelere bakılırsa, MHP’den ılımlı sesler yükselmeye başladı birdenbire. MGK toplantısı sırasında Bahçeli’nin yurt dışında bulunması, toplantıda tarihi adımlar atılırken orada olmaması MHP’yi rahatlattı sanki. MHP Grup Başkanvekili, Başkan Yardımcısı ve parti kurmayları, uzlaşma halinde öncülük yapmaya hazır olduklarını, halkın ikna olduğu hususlarda kendilerinin de ikna olmaya hazırlandıklarını söylüyorlar.
Evet, Başbakan Ecevit’in katılamadığı bir MGK toplantısında tarihi kararlar verildi. Bir uygarlık projesi olarak Avrupa Birliği’ne dahil olmanın önemi bir defa daha vurgulandı ve bu yolda atılması gereken adımların hızlandırılması gerektiği konusunda fikir birliğine varıldı. Pürüzler tamamen ortadan kalktı mı? Elbette hayır; Kıbrıs sorununun çözümü konusunda nasıl bir yöne gidileceği net görünmüyor ya da Rauf Denktaş’ın desteklenmesi sorunların çözümünde etkili olacak mı sorusu ortada duruyor, ama üst düzey bir toplantıda -üstelik Başbakan’ın yokluğunda- kararlılık gösterilmesi olumlu.
Bunu böylece tespit ettikten sonra Sabah gazetesinin manşetten verdiği “Maalesef Parkinson” haberine de gelebiliriz. Gazete, kendi istihbaratına dayanarak Başbakan’ın “nörolojik rahatsızlığı”nın parkinson olduğunu yazdı bugün. Habere göre Başbakan’a parkinson teşhisi, 2001 yılının Temmuz ayının ortalarında konmuş ve o günlerden itibaren bunun gizli tutulması için herkes sık sıkı tembihlenmiş. Yani, kamuoyunu fazlasıyla ilgilendiren bir konuda açıklama yapılmamasına karar verilmiş.
Bunun yanı sıra, Ecevit’in MGK’ya katılmama kararında etkili olduğu sanılan “çok ayrıntılı” tıbbi raporu kaleme alan Prof. Dr. Mehmet Haberal da, Radikal’e verdiği beyanatta, “Raporu açıklama yetkisi kendisine ait, benim ettiğim Hipokrat yemini gereğince bilgi vermem söz konusu değil,” diyor.
Tefrikacılarınızın geçen günlerde üzerinde durdukları belersizlik konularında kısmen serahat sağlanırken şimdi de bir başka konu belirsizleşmeye başlıyor: Bu gibi konularda kamuoyu nasıl ve kimden bilgi sahibi olur?
Bunun cevabını bir doktora bırakıyor ve huzurlarınızdan saygıyla ayrılıp tatile çıkıyoruz.
Devamı (öbür) haftaya...
BAŞBAKAN ECEVİT'İN SAĞLIĞIBİLGİ ALMA HAKKI VE BİREYİN MAHREMİYETİ
Yayıncılıkla ilgili temel belge ve sözleşmelerde bilgi alma ve verme hakkı çok net biçimde tanımlanmıştır.Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından 18 Kasım 1998 tarihinde kabul edilen “Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi”nde gazetecinin halka karşı sorumluluğunun başta işvereni ve kamu otoritelerine karşı olmak üzere, öteki tüm sorumluluklarından önce geldiği vurgulanmıştır. Aynı bildirgeye göre, gazeteci tüm bilgi kaynaklarına serbestçe ulaşma ve kamu yaşamını belirleyen, halkı ilgilendiren tüm olayları izleme, araştırma hakkına sahiptir. Ayrıca “Gazetecinin karşısına çıkarılacak gizlilik ve sır gibi engeller, kamusal işlerde yasaya, özel işlerde açık ve ikna edici gerekçelere dayandırılmalıdır” hükmü getirilmiştir.Bu sözleşmenin E-7 maddesinde “Gazeteci; kamuya mal olmuş bir şahsiyet bile olsa, halkın haber alma, bilgilenme hakkıyla doğrudan bağlantılı olmayan hiç bir amaç için, izin verilmedikçe, özel yaşamın gizliliği ilkesini ihlâl edemez” denilmektedir.Sözleşme ekinde yer alan “doğru davranış kuralları” başlıklı bölümde yer alan “özel hayat” konusunda ise getirilen doğru davranış kuralları şunlardır:“Asıl olan kamu yararıdır. Özel hayatın gizliliğinin geçersiz sayılabileceği başlıca durumlar şöyle sıralanabilir:
a)Büyük bir suç yahut yolsuzluk üstüne araştırma ve yayın,
b) Toplumu kötü etkileyici bir tutumla ilgili araştırma ve yayın,
c) Toplumun güvenliğinin ve sağlığının korunması,
d)İlgili kişinin sözleri yahut eylemleri sonucu halkın yanılmasının, yanıltılmasının veya yanlış yapmasının engellenmesi. Bu durumlarda dahi, özel hayatın kamuya açılan kesiti mutlaka doğrudan ilgili olmalı veya ilgili kişinin özel hayatının onun kamusal faaliyetini de etkileyip etkilemediği gözetilmelidir.”Bu kurallar ışığında Başbakan B. Ecevit'in sağlık durumuyla ilgili olarak yayın organlarında haberlerin yer alması, kamunun bilgi alma hakkı kapsamında değerlendirilmelidir.Bu hakkın kullanılmasının ya da yanlış kullanılmasının çeşitli olumsuz sonuçları tarih boyunca çeşitli ülkelerin yöneticilerinin sağlıklarıyla ilgili durumlarda gözlenmiş ve tarihin belleğine kaydedilmiştir: Fatih, Kanuni, Stalin, Brejnev vb. örnekler eğer araştırılırsa ortaya çıkan sıkıntılar öğrenilebilir. Ülkemizin yakın geçmişinde de Atatürk, Cemal Gürsel gibi devlet başkanlarının ölmeden önceki son dönemlerinde kamuya düzenli bilgi verilmesi gibi olumlu örneklerle birlikte, yine yakın geçmişimizde Özal ve Ecevit'le ilgili sağlık bilgilerinin toplumun gündelik ekonomik politik yaşantısında yol açtığı olumsuz örnekler de söz konusudur.Asıl olarak devlet başkanı ve üst düzey yöneticilerinin sağlığıyla ilgili bilgilerin topluma doğru bir şekilde ulaşması, yaratacağı etkiler ve ortaya çıkabilecek bazı toplumsal sorunlar nedeniyle “Haber alma hakkı” kapsamında değerlendirilmek durumundadır.Bu hakkın nasıl yerine getirileceği konusu ise durumu bilimsel ölçütlere göre ortaya koymakla görevli hekimlere bağlıdır. Bu bilgiyi tüm açıklık ve gerçekliğiyle hiçbir soru kalmayacak şekilde ve eğer mümkünse tek kişinin görüş ve değerlendirmesi yerine bir hekimler kurulunun resmi değerlendirmesi olarak, daha sonrasında yapılacak tartışmalarda kanıt ve dayanak olacağı için de mümkün olduğu oranda yazılı olarak sunulmalıdır.Hekimler kurulu bu değerlendirmeyi kamuoyuna açıklarken; öncelikle ilgili kişinin “aydınlatılmış onam”ını (Informed consent: Bilgilendirilmiş rıza) almalı ve mahremiyet hakkını zedelemeden yerine getirmelidir.Bu ikisini düzenleyen kurallar hekimlerin uymakla yükümlü olduğu mesleki deontoloji tüzüğü ile TTB tarafından önceki yıllarda bu tüzüğün genişletilerek geliştirilmesi sonucu oluşturulan “Hekimlik Meslek Etiği Kuralları”nda açıkça tanımlanmıştır. Bu konuda ayrıca tüm sağlık kuruluşlarını bağlayan ve hastalarla hasta yakınlarının haklarını düzenleyen ve 1998 yılında yürürlüğe giren “Hasta Hakları Yönetmeliği" de bir başka yazılı dayanaktır. Söz konusu belgelerden “Hekimlik Meslek Etiği Kuralları”nın 6. ve 9. maddeleri bu durumu açıkça ortaya koymaktadır.
Hekimler mesleki etik ilkeler çerçevesinde ve söz konusu yazılı kurallara göre bu açıklamaları yapmakla yükümlüdürler. Bu bakışla kamuya yapılacak açıklamada durumun ne olduğu ve verilen bilginin güvenirliğinin ortaya konulması asıl olarak yeterli olacaktır. Kamu açısından bakıldığında Başbakan'ın sağlık durumuna ilişkin önemli olan bilgiler şunlardır:
Ø Sağlığıyla ilgili olarak yapılması gerekli olan, koşul ve olanakların sağlanıp sağlanmadığı,
Ø Bu konuyla ilgili karar ve uygulama süreçlerine kendisinin ve/veya çevresindekilerin katılıp katılmadığı,
Ø İlgili bilgi ve kayıtların daha sonra gerektiğinde başvurulacak şekilde tutulup tutulmadığı,
Ø Kendisinin beden ve akıl sağlığının yerine getirmekle yükümlü olduğu görevini geçici veya sürekli olarak engelleyip engellemediği,
Ø Genel sağlık durumunun ne kadar kritik olduğu,
Ø Buna yönelik bir tedavinin uygulanıp uygulanmadığı.
Bunun ötesindeki bilgiler; yakınmaları, muayene ve araştırma bulguları, tanısı, ayırıcı tanısı, uygulanan tedavi, seçenekleri, komplikasyonları vb. kişinin aydınlanma ve bilgilenme hakkının gereklerinin yerine getirilmesi sırasında hekimlerce yanıtlanması ve bildirilmesi gereken tüm hususlar, kendisini ve birinci dereceden yakınlarını ilgilendiren ve mahremiyet sınırları içinde kalması gereken noktalardır. Bunlara ilişkin bilgilerin açıklanması etik olarak mesleki bir kusuru oluşturacak ve mesleki, bazı durumlarda da hukuki takibi gerekli kılacaktır. Diğer yandan sürece doğrudan dahil olmayan diğer hekimlerin bu konuya ilişkin kaygı ve değerlendirmelerini kamuoyuyla değil, ilgili hekimler ve kişilere yönelik olarak yapmaları doğru tavırdır. Kamuoyu önünde bu anlamda yapılacak yorumlar da hekimlerin uyması gereken mesleki kuralları zorlamak anlamına gelecektir.Konuyla ilgili kritik nokta Sayın Başbakan'ın görevini sürdürmekle ilgili karar ve isteğidir. Eğer sağlık yönünden engelleyici bir durum söz konusu değilse bu karar üzerinde yorum dışında zorlamalarda bulunmak temel kişilik ve sağlık etiği anlamında da kişinin “özerklik” ilkesine aykırıdır.Bu noktada yaşanılan durumun tersi durum; yani sağlığı bu görevi yapmaya elverişli değilken, kişi bunun ayrımındayken ve bu görevi sürdürmeyi istemiyorken, herhangi bir neden ve amaçla bunu sürdürmeye zorlanması, hasta hakkı olarak değerlendirilip gereği yapılmalıdır. Başbakan'ın tedavisini üstlenen hekimlerin bu durumda gerekli bilgilendirmeyi yaparak, duruma müdahaleleri, daha sonra kendilerinin sorumlu kılınmasını ortadan kaldıracaktır. Böyle bir duruma göz yummak hekimi mesleki olarak sorumlu kılacaktır.Dr. Mustafa SÜTLAŞKaynaklar:http://www.ttb.org.tr/isak/hukuk/tuzuk2.htmlhttp://www.hayad.org.tr/yontmlik.htm
Bu yazı, Bağımsız İletişim Ağı (BİA) mektup grubuna gönderilen bir makaledir