Merhaba kâinat!
Şizrofeni tefrikacılarınızın kendilerinde mi, hayatta mı, yoksa her ikisinde birden mi?
Başımızı çevirdiğimiz her yönde keskinleşmiş yol ayrımları ile dolu bir atmosfer görüyoruz: Yapılan son açıklama ile Başbakan’ın Milli Güvenlik Kurulu toplantısına katılamayacağı resmen açıklandı. Gerekçe: Başbakanın “uzun süreli” bir toplantıya katılmasının doktorlarca uygun görülmediği yönünde. Böylece, Ecevit’in sağlığının iyi-mi kötü mü olduğu konusundaki uzun spekülasyon yolunun sonu da gözükmüş oldu. Başbakan’ın durumu resmen kötü yani. MGK, kabine, liderler zirvesi ve Meclis Genel Kurulu toplantılarının veya diğer herhangi bir toplantının kısa süreli olacağının garantisini kimse veremez herhalde. Başbakan’ın uzun süreli toplantılara katılmaya kısa sürede hazır olacağının garantisini verecek bir tıp otoritesini de maalesef tefrikacılarınız tanımıyor. MGK toplantısı bittikten sonra, toplantıda konuşulanları Başbakan’a aktarmak için yapılacak toplantının da uzun süreli olmaması gerektiği açık. İşin daha kötüsü, iktidar Partisi DSP’nin zıpkın gibi kadroları arasından çıkacak “veliaht” adayını yalnız tefrikacılarınızın değil, kamuoyu ve diğer partilerin de tanımadığı da daha geçenlerde bizzat Başbakan tarafından kamuoyuna açıklanmıştı. Bu “tanıtma süreci”ne hemen girilse dahi, bunun uzun süreli toplantılarla olamayacağı da açık. Eh, erken seçimi telaffuz etmenin ekonomiyi sağlıksız yönde etkilemeyeceği, bunun bir hayat-memât meselesi olmadığı, hatta sağlıklı bir yaklaşım olabileceği de artık neredeyse her gün ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş tarafından açıklandığına göre? Başbakan’ın yanı sıra siyasi partilerin de bir yol ayrımına gelmiş olduğunu söyleyebiliriz. Yol ayrımı ya da sath-ı mail. Eğik yüzey!
Ülke, içte bu eğik yüzeyde uzun süreli bir kayışa geçerken, dışta da uzun süredir üzerinde slalom yaptığı yamacın kenarına doğru yaklaşıyor gibi: Bütün idam, anadil, Kıbrıs, OHAL tepeciklerinin arasında yol almaya çalışılırken, damalı “finish” bayrağının hemen önünde Kopenhag Kriterleri belâsı heyulâ gibi durmakta. Avrupa Birliği’nin üzerinde durduğu ana kara parçası o: Temel hak ve özgürlüklere dayalı çoğulcu demokrasi. Ortak değer yani. Ortak ‘malvarlığı’. “Muasır medeniyet” de diyebiliriz.
Tefrikacılarınız, kayak takımlarını tekmil donanmış vaziyette, bu büyük slalomu “içerden” izliyorlar. Sonra, o takımları üstlerinden sıyırıp asbestli ve amyantlı kamuflaj kıyafetlerini giyiyor, gaz ve radyasyon maskelerini takarak tam donanımlı bir halde, Hindistan’la Pakistan arasındaki “kontrol hattı”na koşuyorlar. Büyük çoğunluğu BM Güvenlik Konseyi üyesi zengin ve güçlü ülkeleri tarafından satılıp oraya yığılmış havan toplarının, ağır topların, taktik nükleer füzelerin, tankların, savaş uçak ve helikopterlerinin arasına. Tabii bir de askerlerin. (Askerler yabancı ülkelerden gelmiyor tabii.) Kontrol hattında tetikte duran, tayın yiyen ve yedikleriyle içtiklerini kontrol hattı içine dışkılayıp fışkılayan bir milyondan fazla askerin arasına... Kontroldan çıkıp bir günde 12 milyon insanın kavrulup ölmesine yedi milyonunun da kavrulup yaralanmasına yol açacak nükleer savaşı önlemek için oradalar onlar, yani tefrikacılarınız.
Gördüğün gibi ey okur, durum içte ve dışta kontrol altında. Alles in Ordnung! Hem de uzun süreli olarak!
Devamı yarın...