No.107 - Uggianaqtuq

-
Aa
+
a
a
a

Merhaba kâinat!

Tefrikamızı yazarken yüksekçe binaların damlarına oturmuş sisin arasından fırlayan yağmur damlaları, pencerelerin camlarını çiziyor. Bir süre sonra kuruyorlar ve yerlerinde belli belirsiz bir çamur izi kalıyor. Hava serin. Herkes baharı ne kadar özlediğini anlatıyor birbirine. Seattle Times gazetesi de Rusya, Alaska, Kanada ve Grönland’ın tundralarında yaşayanların eskiyi özlemeye başladıklarını anlatıyor. Yerli halk kadar bilimadamları da şaşırıyorlarmış olup bitenlere. Bir zamanlar kimsenin pek rastlamadığı gökgürültüsü ve şimşek alelade olaylar haline gelmiş oralarda. Ilık rüzgârlar esiyor, avcılar eskiden yaptıkları gibi gökyüzüne bakıp havayı tahmin edemiyorlarmış. Sonunda avcılardan biri, “Dünya,” demiş, “Daha hızlı dönüyor.”

Kıyıya sürüklenen binlerce denizkuşu, ayıbalıklarının yavrularında giderek artan sayıda doğum bozuklukları, sağlıksız ya da zayıf balinalar... Dünyanın uçlarında, buzsuz bir kış denizi ancak masallarda geçerken, avcılıkla geçinen köylerden birindeki bir öğretmen, geçen kış kasvetli bir günde mutfak penceresinden bakarken Bering Denizi’nin yükselip alçaldığını görmüş hayretle. O yükselip alçalan yerde kaskatı buz olurmuş eskiden.

İklimdeki bu değişiklik dilde de gösteriyormuş etkisini. ‘Kar’ ve ‘buz’ kelimelerinin, hava durumunu tanımlamak için fazlasıyla yeterli olduğu dillerde, yeni yeni kelimeler varmış şimdi. Mesela, Çukotka’da konuşulan Sibirya Yupik dilinde, ‘sulu kar’ anlamına gelen ‘misullijug’ kelimesi daha çok, ama ‘üstünde yürünebilecek kadar sağlam buz’ anlamındaki ‘umughagek’ kelimesi daha az kullanılıyormuş. Kanada, Nunavut’ta, Eskimo halkı havada ‘uggianaqtuq’ bir hal olduğunu söylüyorlarmış; tuhaf davranışlarda bulunan eski dost anlamında.

Biz, Bering Denizi’ne bakan öğretmenin hikayesini okurken Usame Bin Laden’in televizyonda göründüğü haberi geldi. Afganistan’daki ‘Kalıcı Özgürlük’ operasyonundan sonra, Tora Bora dağları tozduman edilmişken Usame Bin laden’in, Katar’ın El-Cezire televizyonunda, yanında yardımcısı Ayman El-Zevahiri ile beraber görünmesi herkesi şaşırtmış. Öldüğü sanılmasına rağmen bu konuda kesin bir bilgi yoktu çünkü. En son, geçen Aralık ayında, gene El-Cezire televizyonunda yayınlanan görüntülerinde solgun, yorgun ve sol kolunu kıpırdatmayan bir Usame bin Laden vardı. Seyredenler bu sefer sağlık durumunun biraz daha iyi göründüğünü, ancak hiç konuşmadığını ve sadece 11 Eylül saldırılarından ‘büyük zafer’ diye bahseden Zevahiri’yi dinlediğini söylüyorlar. ABD savunma Bakanı Donald Rumsfeld, görüntülerin eski olduğunu ifade etmekle yetinmiş. El-Cezire yetkilileri ise bandın bir hafta önce kendilerine elden teslim edildiğini belirtiyorlar. Hatta, banttaki konuşmalarda, 27 – 28 Mart tarihlerindeki Arap Zirvesi’ne atıfta bile bulunuluyormuş.

Bu arada, İsrail hani çekiliyordu ya. İşte bu çekilmenin bir aşamasında tanklar ve zırhlı araçlarla Tulkarim’e girmiş. Ancak İsrail ordusu bunun bir ‘yeniden yeniden-işgal’ olmadığını söylüyormuş. Filistinli militanları tutuklamak için düzenlenen ‘sınırlı bir operasyon’muş bu meğerse. İsrail Başbakanı Şaron, hangi şehirden ne zaman çıkacaklarını da somutlaştırmış. Nablus’tan çıkış bir haftadan fazla sürmeyecekmiş. Cenin’den çıkılmasına ise birkaç gün kalmış. Ancaak, Ramallah ile Beytüllahim’den, Filistinli “teroristler” teslim edilinceye kadar çıkılmayacakmış. Söylemeden geçmeyelim: Arafat’ın Fetih hareketinin Batı Şeria’daki başı Mervan Barguti tutuklandı. Şaron bu konuda da şunu söylemiş: “Her demokratik ülkede olduğu gibi, İsrail’de de yargılanacak ve hapse konacak.”

Bunlar konuşulurken ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın umutsuz koşusu devam ediyor. Şaron’un bölgesel barış konferansı önerisini hatırlayacaksınız. Tek şartı, Arafat’ın katılmamasıydı. Powell, bu şartın üzerine, “O zaman bakanlar düzeyinde yapalım; Şaron’un da katılması gerekmesin,” demiş. Ama bu yaklaşımın herhangi bir ciddiyet içermediğine inanılıyormuş, başta Britanya olmak üzere hemen bütün Avrupa’da.

Bu konuşmaların Cenin’de sağ kalanlara ve neden sonra Cenin’e girmelerine izin verilen gazetecilere ne ifade ettiğini kestirebilmek çok zor. Independent gazetesinden Phil Reeves, “İsrail’in onbeş gündür örtmeye çalıştığı canavarca bir suç artık görünür hale geldi,” diyor yazısında. “Binlerce insan yıkıntılar arasında yaşıyor. Cesetlerin kokusu dayanılır gibi değil. Zemin katlarda sıkışıp kalmış insanlar, tozun toprağın altında yüzlerce cesedin yattığını söylüyorlar. Ağzını bıçak açmayan, Kemal Enis isimli birisi bize buraları gezdiriyor. Eliyle bir toplu mezarı işaret ediyor. Otuz cesedin İsrailli askerler tarafından bir yıkıntının altına itildiğini ve bina tamamen yıkılarak cesetler örtüldükten sonra tanklarla alanın düzleştirildiğini anlatıyor.

Cenin’de görülenler... Nablus’ta neler göreceğiz? Birkaç gün önce, Cenin’den kaçanların anlattıklarını dinlerken duyduklarıma inanamayabilirdim, ama duyduklarımın beni bu gördüklerime hazırlamadığını düşünüyorum şimdi.”

Nablus’ta da (Şaron’un, bir haftadan kısa bir sürede çıkacaklarını söylediği Nablusta’da) durum pek farklı değil anlaşılan. Kristin Schurr, Znet’te ‘Nablus Raporu’ başlıklı yazısında şunları söylüyor: “Burada Nablus’ta, İsrail ordusu telefon hatlarını kesti ve su kaynaklarını yok etti. Cenin’de olduğu gibi sadece buldozerlerle evleri yıkıp, işkence edip öldürmekle kalmıyor; doğrudan şehrin altyapısını da hedefliyorlar. Bu da açlık ve daha fazla ölüm getiriyor. Nablus’un doğusunda ve mülteci kamplarında yaşayanlar için tıbbi yardıma ulaşabilmek neredeyse imkânsız.”

* * *

FLAŞ FLAŞ! KT Özel Haber:  5 Gün Sonra Bir Uluslararası Darbe Olacak!

Önümüzdeki Pazar günü Amerika Birleşik Devletleri bir uluslararası darbe düzenleyecek! Kimyasal Darbe!

Tefrikanız, Guardian gazetesinin ünlü yazarlarından George Monbiot’yu özel muhabir olarak kullanıyor ve onun yazısını Flaş haber olarak veriyor. Monbiot’nun yazdığına göre, Amerika bu “hükümet darbesi”ni başarırsa, yeryüzü tarihinde ilk kez bir uluslararası örgütün yönetimi bir dış müdahale ile alaşağı edilmiş olacak. 60 yıllık çok taraflılık ilkesi, yerini, kuvvete dayanan bir küresel rejime bırakmış olacak böylece.

Dünyanın kimyasal silâhlardan arındırılması için kurulmuş uluslararası OPCW teşkilâtı, ‘anayasası’ olan uluslararası kimyasal silâhlar sözleşmesi uyarınca çalışmalarını yürütüyor. Örgütün Brezilyalı bir diplomat olan “işkolik” başkanı (genel müdürü) Jose Bustani, muhtemelen son beş yılda dünya barışına en çok katkıda bulunmuş kişi. Çünkü, o “az zamanda çok ve büyük işler yapmış.” Örgütündeki denetçiler yeryüzündeki kimyasal ve biyolojik silâh üretilen yerlerde yaptıkları faaliyetler sonucu 2 milyon kimyasal silâh bulup yoketmişler ve kimyasal silâh tesislerinin de üçte ikisini ortadan kaldırmışlar. Bu başarılara örgütü adına imza atan başkan Bustani, isteksiz ülkeleri de ikna edince, örgüt üyesi ülkelerin sayısı, aynı süre içinde 87’den 145’e çıkarken, örgüte de son yılların en önemli rekorunu kırma olanağı sağlamış.  Başkan Bustani de, 2000 yılı Mayısı’nda, daha süresi bitmeden, oybirliği ile bir beş yıl süre ile yeniden başkan seçilmiş tabiatıyla. Başarı öylesine tam ki, geçen yıl ABD Dışişleri Bakanı Powell, kendisine bir mektup yazıp “çok etkileyici” çalışmaları dolayısıyla özel olarak teşekkür etmiş.

Buraya kadar herşey güzel. Ama, bundan sonra işler değişmiş: Başarıları dolayısıyla “teşekkür alan” bu adam, birdenbire, halk düşmanı ilan edilmiş. Şöyle: Önce, bu yılın başında, ABD, hiçbir uyarı ya da açıklama getirmeksizin, Brezilya’dan bu adamını geri çekmesini talep etmiş. Gerekçe? “Yönetim tarzı”nı beğenmiyormuş. Brezilya, “genel müdüre hiçbir ülkeden talimat gelemez” şeklinde hükümler içeren uluslararası kimyasal silâh sözleşmesine aykırı bu isteği reddetmiş tabii. aradan iki ay geçmiş geçmemiş ki, ABD (Bush) yönetimi, Bustani aleyhine 4 ayrı suçlama getirmiş: “kusurlu mali yönetim”, personeline karşı “taraflı davranmak”, “personelin moralini bozmak”, ve  “nâhoş inisiyatifler”de bulunmak... Şöhretine leke düşmesin istiyorsa, çekilsin demiş ABD.

Başkan Bustani, sözleşmeye aykırı bu talebi reddetmiş, çekilmemiş. Bunun üzerine ABD örgütte güvensizlik oylaması başlatmış. Güvenoyu çıkmış.  O zaman ABD, çok taraflı diplomatik ilişkiler tarihinde ilk kez görülen bir girişimde bulunmuş: Üyeleri, başkanı azletsinler diye “özel oturum”a çağırmış. İşte önümüzdeki Pazar bu özel oturum yapılacak. Ve bu kez ABD, istediğini alacağa benziyor, diyor Monbiot. Çünkü, ABD, örgütün en büyük finans kaynağı olarak, daha zayıf ve yoksul ülkeleri para vermemekle tehdide başlamış. Üstelik, tek taraflı bir kararla kendi aidatlarına sınır getirmiş. Dahası, örgüte biriken borçlarını da vermemeye başlamış. ABD’nin, diğer sözleşmelerde olduğu gibi bundan da tek taraflı olarak çekileceğinden ürken Avrupa ülkeleri de, ne yapsınlar, genel müdürlerini gözden çıkarmışlar. Bustani’nin son umudu, Birleşik Krallık imiş şimdi. Örgütün faaliyetlerini bugüne kadar en çok canla başla destekleyenlerden Britanya hükûmeti, ‘tragedya’nın ‘peripeteia’ yani ‘kader dönüşümü’ noktasında görünüyor: Ya çok taraflı ilişkilerden yana olacak, ya da Atlantik ötesi meşhur “özel dostluğu”nu yeğleyecek!

ABD, Başkan Bustani hakkındaki iddialarını kanıtlama zahmetine katlanmamış bile: Mali durum iyi değilmiş gerçi, ama bu sebebi işte ABD’nin muslukları kapatmasından. Yoksa, tam tekmil bir mali denetimden geçen örgüt, bu sınavdan yüz akıyla çıkmış. Personelin moraline gelince, doğrusu, beklenenin ötesinde iyiymiş.

Taraflılık iddiasına gelelim: Özellikle tarafsızlığından dolayı taraflılıkla suçlanıyormuş örgüt. Çünkü, bütün ülkelerin kimyasal silah tesislerini izlediği gibi izlemekte israr ediyormuş --ABD’ninkileri de! Ama ABD, tıpkı Irak gibi, “kendi çıkarlarına aykırı olabilecek” ülkelerden gelen denetçileri kapıdan içeri sokmuyormuş. Kapı demişken, yeni çıkardığı yasalar sayesinde, hangi denetçi olursa olsun, bazı kapılardan geçirip bazılarını yüzüne kapatıyormuş artık kapıların. Ani denetlemelere hayır, kimyasal örnek alınmasına hayır diyormuş ABD.

Geriye kalıyor “nâhoş girişimler” meselesi. Bu da bir kod adı aslında: Başkan Bustani’nin, Saddam nezdindeki girişimlerinin kod adı. Saddam’a kimyasal silâh sözleşmesini imzalatma girişimlerinin. Bunu henüz başaramamış gerçi, ama, Bustani’nin söylediği şu: En büyük engelin bizzat, buna onay vermeyen BM Güvenlik Konseyi’nden geldiği. Konsey yeni denetim örgütüne (Unmovic, onun için ayrıca bkz.: aşağıda, küçük flaş haberimiz - 2 ) azıcık destek verse, Saddam’ı ikna ederdi diyor Bustani. Konsey’in daha önce desteklediği UNSCOM’da ABD casusları tespit edilmişti. Şimdikini casussuz istiyormuş da Saddam.

“Amerikalılar’ın yaptığı bir hükûmet darbesi,” diyor Bustani. ABD’nin Irak’a savaş dışında barışçı bir çözüm getirmeyi öngören OPCW teşkilâtını kendi önünde bir engel olarak gördüğünü ve darbe ile başkanını devirip, örgütü tamamen etkisiz hale getirmek istediğini söylüyor. O zaman, bütün uluslararası örgütler için de aynı olacak: Bağımsızlık elden gidecek yani.

Britanya teb’ası Monbiot, şöyle bitiriyor yazısını: “Hükûmetimizin büyük bir fark yaratacağı ender kavşaklardan biri bu. Hükûmet, ya en yakın müttefikini desteklemeyi seçecek, çok taraflı ilişkiler ilkesini yerle bir edecek, savaş karşısındaki alternatiflerin yolunu tıkayacak.Ya da, ABD’ye meydan okuyarak dünya barışını ve uluslararası hukuku savunacak... Gücünü aldığı insanlardan, yani bizden çok gürültü çıkarsa, hükûmet de kulak vermek zorunda kalacaktır... ABD’nin zorbalıkla savaş yolunu açmasını durdurmak için beş günümüz var.” (The Guardian, 16 Nisan 2002)

Flaş flaş! KT özel haber2: ABD’li şahinin Irak’ı denetleyecek kişiyi ‘lekeleme’ yolundaki mini darbesi başarısız oldu. Velociraptor (çok yırtıcı küçük dinozor) diye adlandırılan, ABD Savunma Bakanı yardımcısı Paul Wolfowitz, BM Gözlem ve Denetleme Komisyonu (Unmovic) Başkanı İsveçli diplomat Hans Blix’in Irak’ın potansiyel nükleer silâh geliştirme konusundaki denetimini yetersiz buluyormuş. Irak’a savaş açmak için acele kanıt da istediğinden, ne yapsın, adamı devirmek için Atom Enerjisi ajansındaki sicilini CIA’ya inceletmiş. Washington Post’a göre CIA raporu adamı tamamen aklayınca, bizim velociraptor “tavana vurmuş” – öfkesinden! (Guardian, Julian Borger) Tabii, Wolfowitz’in öfkesi kadar Blix’in durumu da ağır. Bağdat denetimi kabul ederse, yaptırımlar kalkacak, o zaman da savaş için legal gerekçe ortadan kalkacağından Velociraptor öfkeden kudurup 73 yaşındaki tecrübeli diplomatı ham yapabilir...

Gökten üç soru düştü:

1) İki güne kadar, tıpkı velociraptor kadar yırtıcı Radyo-Televizyon yasası Meclis’ten – el değmeden – geçecek mi?

2) Beş güne kadar Kimyasal Silâhlar Örgütünde haşin bir darbe olacak mı?

3) Altı aya kadar Irak’a dehşetengiz taarruz başlayacak mı?

Tefrikacılarınız, ne yapsınlar, korku içinde bekleşiyorlar ve diyorlar ki: Uggianaqtuq?!

Devamı yarın...