Merhaba kâinat!
Bir kere daha, büyük sözü dinlemek üzere kalemi bırakıyoruz:
İleriyi düşünmek: Ayakta kaldıktan sonra ne olacak?
"Filistin'le herhangi bir bağlantısı olan biri bugün şaşkın bir öfke ve şok halinde. 1982'de olanların neredeyse tam bir tekrarı olmakla birlikte, gerçekte İsrail'in şu anda Filistin halkı üzerine giriştiği topyekûn taarruz (ve George Bush'un buna verdiği akıl almaz cahillikteki grotesk destek) Şaron'un Filistin halkına karşı 1971'de ve 1982'de giriştiği kitle çapulculuğundan daha kötü. Bugünkü siyasi ve ahlâki iklim eskisinden bir hayli daha kaba saba ve kestirmeci, medyanın yıkıcı rolü (ki neredeyse tamamen Filistin intihar saldırılarını ayırıp ön plana çıkartmak ve bunları İsrail'in Filistin topraklarını 35 yıllık illegal işgâli bağlamından soyutlamak rolüne soyundu medya) İsrail'in bakışını desteklemekte daha belirgin, ABD'nin gücü daha karşıkonulmaz, terorizme karşı savaş dünya gündemini daha da tam olarak ele geçirmiş durumda, ve, şu ana kadar, Arap iklimi açısından bakılırsa, bu cephede de şimdiye kadar görülmemiş derecede büyük bir tutarsızlık ve parçalanma göze çarpıyor.
Bütün bunlar, Şaron'un cinayet içgüdülerini (eğer bu doğru kelime ise) genişletmiş ve büyütmüş durumda. Fiiliyatta bu, Şaron'un eskisinden daha fazla zararı eskisinden daha büyük bir dokunulmazlıkla yapabileceği anlamına gelir; her ne kadar, sırf inkâra ve nefrete saplanıp kalmanın, sonunda ne siyasi ve hatta ne de askeri başarı getirmesi mümkün olmadığı için, bütün çabalarında ve tüm kariyeri boyunca yapmaya çalıştıklarında kendi konumu çok daha derin bir biçimde zayıflıyor olsa da. Bunun gibi halklar arasındaki çatışmalar, tanklarla, hava kuvvetleriyle ve silahsız sivillere karşı girişilen bir savaşla ortadan kaldırılamayacak kadar çok ve başka unsurları içerir - Şaron kafasızca paldır küldür terör hakkındaki o aptalca şiarlarını kimbilir kaçıncı defadır haykırıyor olursa olsun - bunlar hiçbir zaman onun düşlerinde kulağına üflenen türden kalıcı siyasi çözümleri getiremez. Filistinliler bir yere gitmeyecekler. Dahası, şurası hemen hemen muhakkak ki, Şaron gözden düşmüş ve kendi halkı tarafından reddedilmiş biri olarak bitmeye mahkûm. Onun, Filistin hakkındaki herşeyi ve Filistinlileri yoketmekten başka herhangi bir planı yok. Arafat ve terör konusundaki gazaplı saplantısı içinde dahi, kendi konumunun kör monomanisine dikkatleri çekmekle, Arafat'ın prestijini yükseltmenin pek ötesine gitmeyi başaramıyor.Eninde sonunda Şaron, İsrail'in halletmesi gereken bir sorun. Bizim içinse, asıl kaygı şimdi manevi ve ahlâki olarak elimizden gelen herşeyi yapmak, câniyane bir savaşın getirdiği muazzam acılara ve yıkıma rağmen, yolumuza devam etmek. Zbigniew Brzezinski gibi tanınmış ve saygın bir emekli politikacı, ulusal televizyona çıkıp İsrail'in apartheid Güney Afrikası'nın ırk üstünlüğüne dayalı beyaz rejimi gibi davranmakta olduğunu söylerse, bu görüşü tek başına ileri sürmediğinden, gittikçe artan sayıda Amerikalının ve başka uluslardan insanların yavaş yavaş İsrail'den sıdkının sıyrılmasının yanı sıra İsrail'in ABD için muazzam pahalıya mal olan bir pis su gideri olarak, müthiş maliyetli, Amerika'nın yalnızlık ve izolasyonunu arttıran ve ülkenin adına hem müttefikleri hem de yurttaşları nezdinde leke süren bir şey olarak İsrail'den tiksinmeye başladığından da emin olabilir insan. Soru şu ki, şu en zor anda biz bu mevcut krizden rasyonel olarak ne öğrenebiliriz ki bu dersleri geleceğe ilişkin planlarımıza dahil edebilelim.Şimdi söyleceklerim son derece seçilmiş ve dar bir kapsamda, ama bunlar hem Arap, hem de Batı dünyalarından gelen bir insan olarak Filistin davası için yıllardır çalışmış olmanın mütevazı meyvası. Her şeyi bilmem ya da söylemem mümkün değil, ama işte bu çok zor zaman diliminde katkıda bulunabileceğim bir avuç düşünce bunlar. Aşağıda dile getirilen dört noktanın her biri, birbiriyle bağlantılı.
1. İyisiyle kötüsüyle, Filistin sadece bir Arap ya da İslam davası değildir; Filistin, birbirinden farklı, birbiriyle çelişen ve fakat birbiriyle kesişen dünyalar için önemlidir. Filistin için çalışmak, bu çeşitli boyutların farkında olmayı ve insanın kendisini bu konularda sürekli eğitmesini zorunlu kılar. Bunun için de, iyi eğitilmiş, uyanık ve sofistike bir liderliğe ve bunun demokratik destek almasına ihtiyacımız var. Hepsinden önemlisi, Mandela'nın kendi mücadelesi hakkında bir an usanıp yorulmadan söylediği gibi, biz de Filistin'in içinde yaşadığımız çağın büyük ahlâk mücadelelerinden biri olduğu bilincini korumalıyız. Dolayısıyla, meseleyi bu anlayışa uygun şekilde ele almalıyız. Bu bir ticaret, görüşmelerde yapılacak mübadele, ya da bir kariyer meselesi değildir. Filistinlilerin yüksek moral pozisyonu yakalayıp korumasına izin verecek bir haklı davadır.
2. Kuvvetin farklı türleri vardır; askeri güç elbette ki bunların en belirgin olanı. İsrail'in son 54 yıldan beri Filistinlilere yaptıklarını yapabilmesine olanak veren şeyse, İsrail eylemlerini haklı gösterecek ve bununla eşzamanlı olarak Filistinlilerin eylemlerini değersizleştirecek ve silecek dikkatli ve bilimsel olarak planlanmış bir kampanyadır. Bu, yalnızca güçlü bir ordu bulundurmak meselesi değil; aynı zamanda özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nde ve Batı Avrupa'da kamuoyunu örgütlemek meselesidir; İsrail'in pozisyonunun insanın kendisiyle kolayca özdeşleştirebileceği, Filistinlilerin ise İsrail'in düşmanları olarak görülmesi ve dolayısıyla iğrenç, tehlikeli ve "biz"e karşı insanlar olarak algılanması amacıyla yürütülen yavaş, metodik bir çalışmadan türemiş bir kuvvettir. Kamuoyunun, görüntülerin ve fikirlerin örgütlenip düzenlenmesi açısından bakıldığında, Soğuk Savaş'ın sonundan bu yana Avrupa neredeyse tamamen önemsiz bir konuma indirgenmiş durumda. Başlıca muharebe alanı (Filistin'in kendisi dışında) Amerika'dır. Basit bir gerçek olarak söylenebilir ki, biz Filistinliler, Amerika'daki politik çalışmalarımızı kitle düzeyinde sistemli olarak örgütlemenin ve meselâ ortalama Amerikan vatandaşının "Filistinli" lâfını duyar duymaz "terorizm"i düşünmesini önlemenin önemini hiç öğrenemedik. Bu tür çalışma, İsrail işgaline karşı yer üstündeki direnişle elde etmiş olabileceğimiz ne kazanç varsa onu resmen koruma altına alır. İsrail'in bize karşı dokunulmazlık zırhı ile saldırı yürütebilmesi de bu yüzden: Şaron'u savaş suçları işlemesinden ve tek yaptığı şeyin terorizmle mücadele etmekten ibaret olduğunu söylemekten alıkoyacak bir kamuoyunun korumasından yoksun kaldık. Meselâ CNN'in yayınladığı görüntülerin yaygınlıktan, ısrardan ve tekrardan kaynaklanan muazzam gücü - ki, örneğin "intihar bombası" cümleciğinin Amerikan tüketicisi ve vergi vereni için beyni dumura uğratacak ölçüde her saat yüzlerce kere tekrarlanması - karşısında, Hanan Aşrawi, Leyla Şahid, Hassan Hatib, Afif Safie gibi insanlardan (bu isimleri sadece örnek olarak verdim) oluşan bir ekip kurulmaması, bu ekibin Washington'da konuşlandırılıp, sadece Filistin'in hikâyesini anlatmak, olayın bağlamını vermek, anlaşılmasını sağlamak, sırf negatif değerler yerine pozitif değerlerle bize moral ve anlatısal varlıklarını sunmak üzere CNN'e veya öteki TV kanallarına gidip ekrana çıkacak şekilde hazırlanmaması, ihmallerin en büyüğü olmuştur. Bunun, elektronik iletişim çağında çağdaş politikanın temel derslerinden biri olduğunu kavrayan bir liderliğe ihtiyacımız var gelecekte.
3. Bir süperdevletin tahakküm ettiği dünyada o süperdevlet, yani Amerika hakkında, onun tarihi, kurumları, akımları ve karşı-akımları, politikası ve kültürü hakkında derinlemesine bir âşinalık ve bilgi sahibi olmaksızın; ve, herşeyden önemlisi, onun dilinin işleyişine dair mükemmel derecede vukuf sahibi olmaksızın çalışma yapmak, siyaset ve sorumluluk açısından hiçbir işe yaramaz. Sözcülerimiz ve diğer Arap sözcüleri, Amerika hakkında en saçma sapan sözleri söylerlerken, kendilerini onların insaf ve merhametine teslim ederlerken, bir yandan onlara küfredip aynı anda onlara yakarırlarken ve bütün bunları sefil derecede yetersiz kırık dökük bir İngilizce paralayarak yaparlarken öyle ilkel bir âcizlik durumu sergiliyorlar ki, onları seyrederken insanın içinden ağlamak geliyor. Amerika yekpare bir bütün değildir. Bu ülkede dostlarımız ve muhtemel dostlarımız var. Burada yaşayan cemaatlerimizi ve onların yakın olduğu cemaatleri işleyebilir, seferber edebilir, kendi kurtuluş siyasetimizin ayrılmaz bir parçası haline getirebiliriz; tıpkı Güney Afrikalıların, ya da kendi kurtuluş mücadeleleri sırasında Cezayirlilerin Fransa'da yaptıkları gibi. Planlama, disiplin, koordinasyon. Şiddete dayanmayan politikayı hiç mi hiç kavrayabilmiş değiliz. Dahası, İsraillilere doğrudan hitap etmeye çalışmanın gücünü de idrak edebilmiş değiliz biz: Afrika Ulusal Kongresi'nin (ANC) beyaz Güney Afrikalılara, onları kapsama/katma (inclusion) ve karşılıklı saygı politikasının bir parçası olarak beyazlara hitap ettiği gibi: doğrudan. İsraillilerin dışarıda bırakma (exclusion) ve saldırganlık politikasına vereceğimiz cevap, birlikte yaşamadır. Birlikte yaşama, ödün vermek demek değildir: dayanışma yaratmak ve dolayısıyla, dıştalayanları, ırkçıları ve köktencileri (fundamentalist) tecrit etmek demektir.
4. Kendimizi anlamamız bakımından hepimiz için en önemli ders, İsrail'in şimdi işgal altındaki topraklarda gerçekleştirdiği korkunç mezalim ve trajedidir. Olgu şu: Biz bir halkız ve bir toplumuz; ve İsrail'in Filistin Otoritesi'ne (PA) karşı yürüttüğü vahşi saldırılara rağmen, toplumumuz hâlâ işlev görür vaziyette. Biz bir halkız, çünkü işlevlerini yürüten ve yürümeye devam eden bir toplumumuz var: - son 54 yıldır - her türlü hor görmeye, tarihin her türlü zalim cilvesine, başımıza gelen her tülü talihsizliğe rağmen, bir halk olarak yaşadığımız her türlü trajediye rağmen, yürüyeduran bir toplumumuz var bizim. İsrail karşısındaki en büyük zaferimiz, Şaron ve onun benzerlerinin bunu görme kapasitesine sahip olmamaları; olanca güçlerine ve insanlık dışı korkunç zalimliklerine rağmen gidici olmaları da işte tam bu yüzden. Biz geçmişimizin trajedilerinin ve hatıralarının üstesinden geldik, ama Şaron gibi İsrailliler bunu yapamadılar. Şaron, mezarına bir Arap katili olarak, kendi halkına daha fazla huzursuzluk ve güvensizlik getirmiş başarısız bir politikacı olarak girecek. Şüphesiz, bir liderin mirası, gelecek nesillerin üzerine inşa edecekleri bir şeyler bırakmaktır geriye. Şaron'un, Mofaz'ın ve bu zorbaca, sadistçe ölüm seferinde onlarla işbirliği edenlerin geriye bırakacakları tek şey, mezar taşlarından ibaret. İnkâr, inkâr getirir.
Filistinliler olarak, gelecek nesillere bir vizyon ve, kendisini yok etmek için girişilen her türlü çabanın üstesinden gelerek ayakta kalmış bir toplum bıraktığımızı söyleyebiliriz sanırım. Ve bu, birşeydir. Benim çocuklarım ve sizin çocuklarınız için birşey - buradan kalkarak yürüyedurmaları için: eleştirerek, muhakeme ederek, umutla ve sebatla."
Edward SaidFilistin asıllı Amerikan düşünürü(Znet, 7 Nisan, 2002). Çeviren: Ömer Madra
***
Sesini Yükselt
“Ben bir Yahudiyim. Bir yazarım. 1979 yılından 1989 yılına kadar, İsrail ve Batı Şeria’dan The Village Voice, Mother Jones, Inquiry ve diğer amerikan yayınlarına yazılar yazdım. O yıllar boyunca, İsrail yerleşimlerinin sayısının hızla arttığını, Filistin topraklarının ve suyunun onların elinden alındığını gördüm: Bugün, Batı Şeria topraklarının yarısından fazlası İsrail'’n elindedir. (Gazze’in kaynaklarının üçte biri de aynı kaderi paylaşmaktadır.)
Aşırı sağ kanattan yerleşimciler ve yerleşim liderleriyle kapsamlı mülakatlar yaptım. Şöyle bağırıyorlardı: “Kafalarını eğsinler yoksa İsrail kovar onları.” Yasal yetkileri olmadığı halde zorla düzen sağlamaya çalışanların zulmüne maruz kalan Filistinli köylülerle röportajlar yaptım. Onların anlattıklarını, vicdan sahibi İsrailli-Yahudi gazetecilerin kalemlerinden de Haaretz ve diğer İsrail gazetelerinde okudum.
Bu düzen sağlama faaliyeti, bütün seriyi tamamladı: Mülkün ve ekinlerin keyfi bir biçimde tahrip edilmesi, “Araplar’a Ölüm” naralarıyla köylere sadırılması, otomobil camlarının kırılması, Filistinli sivillerin güpegündüz sokak ortasında aşağılanmaları, dayaklar, cinayetler. İsrail’in içinde, İsrail toplumunda işgalle birlikte giderek artan kutuplaşmayı gördüm; yeni nesillerin büyüyen ve yayılan ırkçılığını.
...
(Haber yazdığım sıralarda, taş atmak ve sokak gösterileri, toplu cezalandırılmaya neden olan olaylardı. İntihar saldırıları, Oslo-sonrası bir olgudur ve ortaya çıkmalarının ardında iki neden vardır: Birincisi, anlaşmanın imzalanmasından sonra yerleşim nüfusunun iki katına çıkması ve ikincisi; Oslo sayesinde Batı Şeria’nın kalıcı Bantustanizasyonu yönünde Güney Afrika tarzı bir planın somutlaştığının ayırdına varılmasıdır.)
...
Ben haberlerimi gönderirken işkence de devam ediyordu. 6 Nisan tarihli Financial Times’da şu yazılıydı: “İsrail insan hakları örgütü B’tselem dün, Ramallah yakınındaki Ofer gözaltı merkezinde işkence yapıldığına dair haberler gelmesi üzerine Yüksek Mahkeme’ye başvurdu.” 80’li yıllar boyunca Filistinli memurlar, doktorlar, avukatlar ve diğer profesyonellerle konuştum. Tümünün kişisel tanıklıkları, 1949 tarihli Dördüncü Cenevre Konvansiyonu’nun işgalle ilgili maddeleri uyarınca yasadışı kabul edilmesi gereken, sürekli ve kasıtlı eylemlerden bahsediyordu.
...
Şimdi yeni bir kâbusa gelip dayanmış bulunuyoruz. Önümüzde duran, benim ve diğer gazetecilerin onyıllardır belgelediğimiz türden bir toplu cezalandırmadır. Batı Şeria’da yapılmış ve Gazze’de yapılmak üzere olan mezalim ile binlerce kez katlanan bir toplu cezalandırma...”
Ellen CantarowYahudi asıllı Amerikalı yazar, gazeteci(Znet, 6 Nisan 2002) Çeviren: Şerif Erol
***
Tom, Dick ve Harry
“George Bush’un üç parlak metin yazarı, Başkan’ın geçen Perşembe günü yaptığı konuşmayı kaleme aldılar. Diyelim ki isimleri Tom, Dick ve Harry olsun.
Tom’un görevi, konuşmanın (hem Yahudi, hem de köktenci Hıristiyan) İsrail yanlısı lobiyi rencide etmemesini sağlamaktı. Dick, Başkan’ın üslubunun ve çokça Batı’dan edinilmiş entelektüel yüksekliğinin konuşmaya yansımasından sorumluydu. Harry, Dışişleri Bakanlığı mensubuydu ve ABD’nin çıkarlarının korunmasından sorumluydu. ABD’nin çıkarları da konuşmada yer almalıydı ne de olsa.
“Başkan müdahale etmeli,” dedi Harry. “Bu iş bizim için çok tehlikeli olmaya başladı.”
"Teröristler! Bütün teröristlerin kökü kurutulmalı,” diye bağırdı Dick.
“Arap hükumetleri panik içinde!” dedi Harry. “Dünyadaki gösterilerin büyüklüğünü tahmin bile edemezsiniz. Her an kontrolden çıkabilirler. Böyle bir şey olmadan Başkan durdurmalı Şaron’u.”
"Abartma," diye araya girdi Tom. “O kadar da uzunboylu değil. Bütün o Arap yöneticileri bizim verdiklerimizle yaşıyor. Onlar için para, Filistinliler’e ne olduğundan daha önemli. Yahudi lobisinden küçücük bir işaretin, Kongre’nin o milyarlarca dolarları geri çekmesine yeteceğini iyi bilirler.”
“Bizim yanımızda yer almayan herkes teröristtir,” diye bağırdı Dick. “Teröristlerin kökü kazınmalıdır! Geleceği yok ediyorlar.”
“Arap kitleleri harekete geçerse mesele çok ciddi bir hale gelir,” diye atıldı Harry. “Köktenciler, bir Arap ülkesinde, mesela Ürdün’de hükumeti devirecek olurlarsa Arap dünyasındaki bütün olumlu isimler de birer birer, domino taşı gibi giderler. Yumuşak konuşmanın zamanı geçti. Şaron’a dur denmesi gerekiyor.”
"Pekâlâ," diye iç geçirdi Tom. "Ama birkaç gün daha vermemiz lazım ona; bir ya da iki hafta.”
“Orasını hallederiz,” dedi Harry. “Mesela, Başkan Powell’ı Ortadoğu’ya gönderir, bu arada da Şaron devam eder. Powell hemen gitmeyecektir, bavul hazırlaması lâzım. Çok titizdir, malum; bavulun hazırlanması bir hafta sürer. Yolu üzerindeki arkadaşlarına nezaket ziyaretleri yapacak ki bir hafta da o alır. Bu arada, Şaron gönlünün çektiği kadar Filistinli öldürebilir.”
“O halde anlaştık,” diye konuşmayı topladı Tom. “Başkan, işgale son verilmesi için çağrıda bulunacak, ama ‘derhal’ ya da ‘şimdi’ demeyecek. Bu, Şaron’a gereken zamanı sağlayacak ve bizim yahudilerimiz de tatmin olacaklar.”
“Ama, Arafat’ı öldürmemesini garanti altına almalıyız,” diye araya girdi Harry. “Feci olur bu. Bütün Ortadoğu’yu ayağa kaldırabilir!"
“Terörist!” diye bağırdı Dick. “Arafat, teröristtir! Terör yolunu seçti o! Filistin halkının geleceğine ihanet etti! Arafat...”
“Bir sorunumuz var,” diye araya girdi Tom. Şaron, Arafat’ı öldürmeyi çok istiyor. Şahsi bir hesabı var, onu kapatmak için. Neydi generalinin ismi... Mofaz... Doğrudan Cennet’e göndermek istiyor Arafat’ı.”
“Tanrım,” diye inledi Harry, “Bir facia olur bu! Dünyanın her yerinde konsolosluklarımız bombalanır. Hiçbir uçağımız emniyetle uçamaz.”
"Belki üstesinden geliriz bunun," diye yüksek sesle düşündü Tom. Zinni’yi Arafat’la görüşmeye yollarız. Sonra bir olay çıkar; İsrailliler, Arafat’ın bürosundaki ‘arananlar’ı tutuklamaya teşebbüs ederler, çatışma çıkar ve Arafat kazayla ölür. Bizi kimse suçlayamaz.”
“Belki,” dedi Harry düşünceli bir sesle, “Ama büyük bir tepki oluşur ve petrol fiyatları fırlar. Bu, ekonomimiz için felaket olur. Avrupa ve Japon ekonomileri için de. Bizim halk ölü Filistinliler’i biryerine takmaz, ama galon başına beş dolar fazla ödemek zorunda kalırlarsa gelecek seçimlerde Bush’u yok bilin."
“Terörizm!” diye araya girdi Dick. “Petrol fiyatlarının yükselmesi, Hür Dünya’ya karşı terördür.”
“En önemli husus, Başkan’ın Arafat hakkında tek bir iyi söz söylemeyecek olması,” diye uyardı Tom. “Lanetlemeli onu. Her şeyin, hatta içinde bulunduğu esaretin bile suçlusunun Arafat olduğunu söylemeli. Tek bir iyi söz bile yok! Aksi takdirde Yahudiler çok kızar.”
“Tamam,” diye cevap verdi Harry. “Ama buna mukabil, Arap onuru, kontrol noktalarındaki aşağılama ve Prens Abdullah’ın ne harika birisi olduğu konusunda biraz hamaset saçmalı. Bıkkın Avrupalılar’ın da ağzını kapatır böylelikle. Filistin Devleti ve yerleşimlerin dondurulmasından da bahsetmeli.”
“Bence mahzuru yok,” dedi Tom. “Yalnız, bundan uzak gelecekteki bir vizyon olarak bahsetmesi şartıyla. Bu arada Şaron ülkeyi yerleşimlerle doldurur ve Filistin liderliğini ortadan kaldırır.”
Harry başka bir konuya temas etti: “Bir de şu Suriye meselesi var. CIA raporlarına bakılırsa Şaron oraya büyük bir saldırıya hazırlanıyor. Tek beklediği, Hizbullah’tan iyi bir provokasyon gelmesi.”
“İyi. Başkan sert bir açıklama yapacak, ama Suriye için aşırı sert ifadeler kullanmayacak. Şaron oraya sahiden saldırırsa bu da bizim mazeretimiz olur.”
"Teröristler!" diye gerekeni söyledi gene Dick. "Bütün Suriyeliler terörist! Hizbullah da! El-Aksa da, Hamas da ve işte neyse isimleri... onlar da! Herkes! Bütün Araplar terörist.”
Uri Avneryİsrailli savaş kahramanı, barış girişimcisi ve gazeteci
(Gush Shalom, 6 Nisan 2002), Çeviren: Şerif Erol
İleriyi düşünmek: Ayakta kaldıktan sonra ne olacak?
"Filistin'le herhangi bir bağlantısı olan biri bugün şaşkın bir öfke ve şok halinde. 1982'de olanların neredeyse tam bir tekrarı olmakla birlikte, gerçekte İsrail'in şu anda Filistin halkı üzerine giriştiği topyekûn taarruz (ve George Bush'un buna verdiği akıl almaz cahillikteki grotesk destek) Şaron'un Filistin halkına karşı 1971'de ve 1982'de giriştiği kitle çapulculuğundan daha kötü. Bugünkü siyasi ve ahlâki iklim eskisinden bir hayli daha kaba saba ve kestirmeci, medyanın yıkıcı rolü (ki neredeyse tamamen Filistin intihar saldırılarını ayırıp ön plana çıkartmak ve bunları İsrail'in Filistin topraklarını 35 yıllık illegal işgâli bağlamından soyutlamak rolüne soyundu medya) İsrail'in bakışını desteklemekte daha belirgin, ABD'nin gücü daha karşıkonulmaz, terorizme karşı savaş dünya gündemini daha da tam olarak ele geçirmiş durumda, ve, şu ana kadar, Arap iklimi açısından bakılırsa, bu cephede de şimdiye kadar görülmemiş derecede büyük bir tutarsızlık ve parçalanma göze çarpıyor.
Bütün bunlar, Şaron'un cinayet içgüdülerini (eğer bu doğru kelime ise) genişletmiş ve büyütmüş durumda. Fiiliyatta bu, Şaron'un eskisinden daha fazla zararı eskisinden daha büyük bir dokunulmazlıkla yapabileceği anlamına gelir; her ne kadar, sırf inkâra ve nefrete saplanıp kalmanın, sonunda ne siyasi ve hatta ne de askeri başarı getirmesi mümkün olmadığı için, bütün çabalarında ve tüm kariyeri boyunca yapmaya çalıştıklarında kendi konumu çok daha derin bir biçimde zayıflıyor olsa da. Bunun gibi halklar arasındaki çatışmalar, tanklarla, hava kuvvetleriyle ve silahsız sivillere karşı girişilen bir savaşla ortadan kaldırılamayacak kadar çok ve başka unsurları içerir - Şaron kafasızca paldır küldür terör hakkındaki o aptalca şiarlarını kimbilir kaçıncı defadır haykırıyor olursa olsun - bunlar hiçbir zaman onun düşlerinde kulağına üflenen türden kalıcı siyasi çözümleri getiremez. Filistinliler bir yere gitmeyecekler. Dahası, şurası hemen hemen muhakkak ki, Şaron gözden düşmüş ve kendi halkı tarafından reddedilmiş biri olarak bitmeye mahkûm. Onun, Filistin hakkındaki herşeyi ve Filistinlileri yoketmekten başka herhangi bir planı yok. Arafat ve terör konusundaki gazaplı saplantısı içinde dahi, kendi konumunun kör monomanisine dikkatleri çekmekle, Arafat'ın prestijini yükseltmenin pek ötesine gitmeyi başaramıyor.Eninde sonunda Şaron, İsrail'in halletmesi gereken bir sorun. Bizim içinse, asıl kaygı şimdi manevi ve ahlâki olarak elimizden gelen herşeyi yapmak, câniyane bir savaşın getirdiği muazzam acılara ve yıkıma rağmen, yolumuza devam etmek. Zbigniew Brzezinski gibi tanınmış ve saygın bir emekli politikacı, ulusal televizyona çıkıp İsrail'in apartheid Güney Afrikası'nın ırk üstünlüğüne dayalı beyaz rejimi gibi davranmakta olduğunu söylerse, bu görüşü tek başına ileri sürmediğinden, gittikçe artan sayıda Amerikalının ve başka uluslardan insanların yavaş yavaş İsrail'den sıdkının sıyrılmasının yanı sıra İsrail'in ABD için muazzam pahalıya mal olan bir pis su gideri olarak, müthiş maliyetli, Amerika'nın yalnızlık ve izolasyonunu arttıran ve ülkenin adına hem müttefikleri hem de yurttaşları nezdinde leke süren bir şey olarak İsrail'den tiksinmeye başladığından da emin olabilir insan. Soru şu ki, şu en zor anda biz bu mevcut krizden rasyonel olarak ne öğrenebiliriz ki bu dersleri geleceğe ilişkin planlarımıza dahil edebilelim.
Şimdi söyleceklerim son derece seçilmiş ve dar bir kapsamda, ama bunlar hem Arap, hem de Batı dünyalarından gelen bir insan olarak Filistin davası için yıllardır çalışmış olmanın mütevazı meyvası. Her şeyi bilmem ya da söylemem mümkün değil, ama işte bu çok zor zaman diliminde katkıda bulunabileceğim bir avuç düşünce bunlar. Aşağıda dile getirilen dört noktanın her biri, birbiriyle bağlantılı.
1) İyisiyle kötüsüyle, Filistin sadece bir Arap ya da İslam davası değildir; Filistin, birbirinden farklı, birbiriyle çelişen ve fakat birbiriyle kesişen dünyalar için önemlidir. Filistin için çalışmak, bu çeşitli boyutların farkında olmayı ve insanın kendisini bu konularda sürekli eğitmesini zorunlu kılar. Bunun için de, iyi eğitilmiş, uyanık ve sofistike bir liderliğe ve bunun demokratik destek almasına ihtiyacımız var. Hepsinden önemlisi, Mandela'nın kendi mücadelesi hakkında bir an usanıp yorulmadan söylediği gibi, biz de Filistin'in içinde yaşadığımız çağın büyük ahlâk mücadelelerinden biri olduğu bilincini korumalıyız. Dolayısıyla, meseleyi bu anlayışa uygun şekilde ele almalıyız. Bu bir ticaret, görüşmelerde yapılacak mübadele, ya da bir kariyer meselesi değildir. Filistinlilerin yüksek moral pozisyonu yakalayıp korumasına izin verecek bir haklı davadır.
2) Kuvvetin farklı türleri vardır; askeri güç elbette ki bunların en belirgin olanı. İsrail'in son 54 yıldan beri Filistinlilere yaptıklarını yapabilmesine olanak veren şeyse, İsrail eylemlerini haklı gösterecek ve bununla eşzamanlı olarak Filistinlilerin eylemlerini değersizleştirecek ve silecek dikkatli ve bilimsel olarak planlanmış bir kampanyadır. Bu, yalnızca güçlü bir ordu bulundurmak meselesi değil; aynı zamanda özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nde ve Batı Avrupa'da kamuoyunu örgütlemek meselesidir; İsrail'in pozisyonunun insanın kendisiyle kolayca özdeşleştirebileceği, Filistinlilerin ise İsrail'in düşmanları olarak görülmesi ve dolayısıyla iğrenç, tehlikeli ve "biz"e karşı insanlar olarak algılanması amacıyla yürütülen yavaş, metodik bir çalışmadan türemiş bir kuvvettir. Kamuoyunun, görüntülerin ve fikirlerin örgütlenip düzenlenmesi açısından bakıldığında, Soğuk Savaş'ın sonundan bu yana Avrupa neredeyse tamamen önemsiz bir konuma indirgenmiş durumda. Başlıca muharebe alanı (Filistin'in kendisi dışında) Amerika'dır. Basit bir gerçek olarak söylenebilir ki, biz Filistinliler, Amerika'daki politik çalışmalarımızı kitle düzeyinde sistemli olarak örgütlemenin ve meselâ ortalama Amerikan vatandaşının "Filistinli" lâfını duyar duymaz "terorizm"i düşünmesini önlemenin önemini hiç öğrenemedik. Bu tür çalışma, İsrail işgaline karşı yer üstündeki direnişle elde etmiş olabileceğimiz ne kazanç varsa onu resmen koruma altına alır. İsrail'in bize karşı dokunulmazlık zırhı ile saldırı yürütebilmesi de bu yüzden: Şaron'u savaş suçları işlemesinden ve tek yaptığı şeyin terorizmle mücadele etmekten ibaret olduğunu söylemekten alıkoyacak bir kamuoyunun korumasından yoksun kaldık. Meselâ CNN'in yayınladığı görüntülerin yaygınlıktan, ısrardan ve tekrardan kaynaklanan muazzam gücü - ki, örneğin "intihar bombası" cümleciğinin Amerikan tüketicisi ve vergi vereni için beyni dumura uğratacak ölçüde her saat yüzlerce kere tekrarlanması - karşısında, Hanan Aşrawi, Leyla Şahid, Hassan Hatib, Afif Safie gibi insanlardan (bu isimleri sadece örnek olarak verdim) oluşan bir ekip kurulmaması, bu ekibin Washington'da konuşlandırılıp, sadece Filistin'in hikâyesini anlatmak, olayın bağlamını vermek, anlaşılmasını sağlamak, sırf negatif değerler yerine pozitif değerlerle bize moral ve anlatısal varlıklarını sunmak üzere CNN'e veya öteki TV kanallarına gidip ekrana çıkacak şekilde hazırlanmaması, ihmallerin en büyüğü olmuştur. Bunun, elektronik iletişim çağında çağdaş politikanın temel derslerinden biri olduğunu kavrayan bir liderliğe ihtiyacımız var gelecekte.
3) Bir süperdevletin tahakküm ettiği dünyada o süperdevlet, yani Amerika hakkında, onun tarihi, kurumları, akımları ve karşı-akımları, politikası ve kültürü hakkında derinlemesine bir âşinalık ve bilgi sahibi olmaksızın; ve, herşeyden önemlisi, onun dilinin işleyişine dair mükemmel derecede vukuf sahibi olmaksızın çalışma yapmak, siyaset ve sorumluluk açısından hiçbir işe yaramaz. Sözcülerimiz ve diğer Arap sözcüleri, Amerika hakkında en saçma sapan sözleri söylerlerken, kendilerini onların insaf ve merhametine teslim ederlerken, bir yandan onlara küfredip aynı anda onlara yakarırlarken ve bütün bunları sefil derecede yetersiz kırık dökük bir İngilizce paralayarak yaparlarken öyle ilkel bir âcizlik durumu sergiliyorlar ki, onları seyrederken insanın içinden ağlamak geliyor. Amerika yekpare bir bütün değildir. Bu ülkede dostlarımız ve muhtemel dostlarımız var. Burada yaşayan cemaatlerimizi ve onların yakın olduğu cemaatleri işleyebilir, seferber edebilir, kendi kurtuluş siyasetimizin ayrılmaz bir parçası haline getirebiliriz; tıpkı Güney Afrikalıların, ya da kendi kurtuluş mücadeleleri sırasında Cezayirlilerin Fransa'da yaptıkları gibi. Planlama, disiplin, koordinasyon. Şiddete dayanmayan politikayı hiç mi hiç kavrayabilmiş değiliz. Dahası, İsraillilere doğrudan hitap etmeye çalışmanın gücünü de idrak edebilmiş değiliz biz: Afrika Ulusal Kongresi'nin (ANC) beyaz Güney Afrikalılara, onları kapsama/katma (inclusion) ve karşılıklı saygı politikasının bir parçası olarak beyazlara hitap ettiği gibi: doğrudan. İsraillilerin dışarıda bırakma (exclusion) ve saldırganlık politikasına vereceğimiz cevap, birlikte yaşamadır. Birlikte yaşama, ödün vermek demek değildir: dayanışma yaratmak ve dolayısıyla, dıştalayanları, ırkçıları ve köktencileri (fundamentalist) tecrit etmek demektir.
4) Kendimizi anlamamız bakımından hepimiz için en önemli ders, İsrail'in şimdi işgal altındaki topraklarda gerçekleştirdiği korkunç mezalim ve trajedidir. Olgu şu: Biz bir halkız ve bir toplumuz; ve İsrail'in Filistin Otoritesi'ne (PA) karşı yürüttüğü vahşi saldırılara rağmen, toplumumuz hâlâ işlev görür vaziyette. Biz bir halkız, çünkü işlevlerini yürüten ve yürümeye devam eden bir toplumumuz var: - son 54 yıldır - her türlü hor görmeye, tarihin her türlü zalim cilvesine, başımıza gelen her tülü talihsizliğe rağmen, bir halk olarak yaşadığımız her türlü trajediye rağmen, yürüyeduran bir toplumumuz var bizim. İsrail karşısındaki en büyük zaferimiz, Şaron ve onun benzerlerinin bunu görme kapasitesine sahip olmamaları; olanca güçlerine ve insanlık dışı korkunç zalimliklerine rağmen gidici olmaları da işte tam bu yüzden. Biz geçmişimizin trajedilerinin ve hatıralarının üstesinden geldik, ama Şaron gibi İsrailliler bunu yapamadılar. Şaron, mezarına bir Arap katili olarak, kendi halkına daha fazla huzursuzluk ve güvensizlik getirmiş başarısız bir politikacı olarak girecek. Şüphesiz, bir liderin mirası, gelecek nesillerin üzerine inşa edecekleri bir şeyler bırakmaktır geriye. Şaron'un, Mofaz'ın ve bu zorbaca, sadistçe ölüm seferinde onlarla işbirliği edenlerin geriye bırakacakları tek şey, mezar taşlarından ibaret. İnkâr, inkâr getirir.
Filistinliler olarak, gelecek nesillere bir vizyon ve, kendisini yok etmek için girişilen her türlü çabanın üstesinden gelerek ayakta kalmış bir toplum bıraktığımızı söyleyebiliriz sanırım. Ve bu, birşeydir. Benim çocuklarım ve sizin çocuklarınız için birşey - buradan kalkarak yürüyedurmaları için: eleştirerek, muhakeme ederek, umutla ve sebatla."
Filistin asıllı Amerikan düşünürü Edward Said. (Znet, 7 Nisan, 2002). Çeviren: Ömer Madra
Devamı yarın...