Merhaba kâinat!
Hintli yazar, aktivist Arundhati Roy Hindistan Yüksek Mahkemesi’ne saygısızlıktan bir günlük sembolik hapis ve 2000 rupilik para cezasına çarptırıldı. Hindistan’ın en büyük ve “korkunç” hapishanesinde 1 gün yatan Roy, özür dilemeyi reddetti, sözlerinin ardında durdu, ama parayı ödeyerek 3 ay yatmaktan kurtuldu. Yargıçlar, çok âlicenap davranmışlar: “İşte hukukun yüceliği,” demişler. “Kadın olduğu için, aslında hakettiği cezayı azalttık.”
Kavramlar arasındaki sınırlar iyiden iyiye ortadan kalkıyor: Romancının sembollere yaslanan engin düşgücü, eylemcinin ilkelere yaslanan keskin anlayışı ile birleşince ortaya adamakıllı “patlayıcı” bir karışım çıkıyor. Kollarını kavuşturup seyre dalan kolluk kuvvetlerinin gözleri önünde 500’den fazla insanın yakılıp öldürüldüğü haftanın dumanları tüterken, Roy, yazdığı makaleden içeri tıkıldı. Dünyanın en büyük demokrasisi olmakla böbürlenen Hindistan devlet yapısının foyası da çıktı; ve test edilen demokratik doku işte bu sembolik cezalar “sayesinde” Roy’un narin ellerinin arasında unufak oluverdi, diye yazıyor Madeleine Bunting Guardian’da (www.guardian.co.uk).
“Küçük Şeylerin Tanrısı” adlı romanı (1997) ile dünya çapında üne ulaşan ve Britanya’nın en prestijli edebiyat ödülü Booker Prize’ı alan Roy; hiç de sembolik olmayan 30,000 dolarlık ödülü, Hindistan’ın dev Narmada baraj projesi ile yokolmamak için 20 yıldır mücadele eden yoksul halk hareketine bağışlamıştı. Bir romancı bakın nelerle uğraşıyor: Tamamlandığında İsviçre nüfusunun 7 katı sayılabilecek 50 milyon insanı yerinden uğratacak baraj projelerinde dönen uluslararası dolaplarla, Hind yarı-kıtasını ve belki de tüm yeryüzünü ortadan kaldırabilecek nükleer bombalarla, dünya tarihinin en büyük yolsuzluk ve dolandırıcılık skandali olması muhtemel Enron şirketinin Hindistan’da görülmemiş boyutlara ulaşan rüşvet rezaletiyle, Enron gibi muazzam enerji ve petrol şirketlerinin Afganistan üzerindeki büyük çıkar kavgalarıyla, 11 Eylül sonrası dünyada dönen dolaplarla, küreselleşmenin dünyanın yoksul yarısına getirdiği dayanılmaz yüklerle ve bir de, para-şöhret-başarı üçgenine dayanan hâkim hayat tarzımızla ...
Elinin hamuruyla roman yazması yetişmiyormuş gibi... Bu yüzden, “sınırlar muğlaklaşıyor” dedik ya tefrikanın başında.
Yerde ve gökte mutlak hegemonya peşindeki servet ve kudret sahipleri topluluğu karşısında minik, güzel, akıllı bir kadın. Cesur da!
Sembolle başladık, sembolle bitirelim:
“Kâinatın Efendileri’ne karşı Kaderinin Efendisi” filmi (3-D, Dolby System) vizyona girmiş bulunuyor! İyi seyirler!
* * *
MAKAS ARTIĞI:
Kâinatta ayrıca şunlar da oldu:
ABD, Irak’a muhtemel bir operasyonun gerekçelerini de hazırlıyor bir taraftan. New York’lu diplomatlar ABD’nin elinde kanıt olduğunu söylüyorlarmış. Söylenenlere göre, kanıtlara dayanarak Irak’ın, BM’nin gıda-için-petrol anlaşmasını ihlal ettiğini söylemek mümkünmüş. Diplomatlar, kanıtların uydu fotoğraflarından oluştuğunu söylüyorlarmış. ABD’nin casus uyduları tarafından çekilen bu fotoğraflarda, Irak tarafından sivil amaçlarla ithal edilen kamyonların füze taşıyıcılarına dönüştürüldüğü görülüyormuş. Söz konusu fotoğraflar, kapalı bir oturumda Irak’a yönelik yaptırımları denetlemekle görevli BM Güvenlik Konseyi komitesine gösterilmiş. Bu açıklama, aksi gibi, Irak’tan bir delegasyonun Kofi Annan ile yaptırımlar konusunda görüşmek üzere New York’a gelişinin arifesine rastlamamış mı? ABD’li diplomatlar bunun tamamen rastlantı olduğunu söyleseler de bazı Batılı diplomatlar, bunun operasyona yönelik bir uluslararası kamuoyu oluşturma adımı olduğunu belirtiyorlarmış.
Müdahale ihtimali düşünüledursun terörle mücadele henüz huzur getirebilmiş değil maalesef. Independent’ten Robert Fisk, Afganistan’daki Karzai hükumetinin savaş ağalarının elinde oyuncak olduğunu, o ağaların dünyaya eroin satmaya hazırlandıklarını yazarken Kabil’de üç Danimarkalı ve iki Alman barış gücü askerinin füze tahrip etmeye çalışırlarken öldüklerini öğreniyoruz.
Öte yandan, Ortadoğu’da karadan, havadan ve denizden, daha da hırsla, daha da hızla saldırıyor İsrail. ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, “Filistin’e savaş ilan eder ve sorunu daha çok Filistinli öldürerek çözeceğinizi düşünürseniz bu bizi nereye götürür, bilemiyorum,” demiş demesine, ama değişen bir şey yok. Öte yandan, İsrail basının bas bas bağırdığı haberleri geliyor. Yediot Ahronot’ta bir yorum yazısında şu cümleye yer veriliyor: “Memleket yanıyor ve Kudüs’te bir yığın politikacı hükumet adı altında oturuyorlar. Ülkenin gördüğü en başarısız hükumet bu. Dolayısıyla, ülkenin gördüğü en kötü dönemi yaşıyoruz.” Maariv gazetesi de şunu söylüyor: “Temel zorunluluğunu yerine getiremeyen bir hükumet yönetim için ahlaki bir haklılığı kalmamıştır, varolma hakkı kalmamıştır. Kaderi bellidir hükumetin: Gitmek.” Bu çığlıklar, Şaron hükumeti tarafından daha da sertleşmek için gerekçe olarak anlaşılsa da savaşın dışında çare arayan, bilhassa İsrailli siviller de aynı gerekçelerle silahsız bir çözüm yolunun olabileceğini ileri sürüyorlar. Bu arada, müziğin evrensel diliyle bir barış köprüsü kurmak üzere Ramallah’ta “barış resitali” vermek üzere olan ünlü şef ve piyanist Barenboim, resitali iptal etmek zorunda kaldı. Sebep? İsrail ordusu, sırf Filistin kontrolündeki topraklara İsrail vatandaşlarının girişini yasaklamış ve Barenboim’a da bir istisna yapamazmış. Gerekçe? Güvenliğini garanti edemiyormuş. (Şaron, geçen yıl İsrail vatandaşlarının tam güvenliğini garanti etme vaadiyle seçim kazanmıştı da, onu hatırladık şimdi.)
Türkiye’den haberler iyi. IMF Avrupa 1. Bölge Direktörü Michael Deppler, “Program çok iyi gidiyor. Türkiye artık köşeyi döndü diyebiliriz,” tespitinde bulunmuş. Büyümenin istikrarı, bankacılık sorunu gibi meseleler üzerinde duruldu mu, bilemiyoruz, ama ağzımızın tadını kaçırmayalım şimdilik.
İstanbul, Çarşamba günü Kartal’da suların çok ısındığını ve arkasından deprem gelip gelmeyeceğini konuştu. Meğer, suyun ısındığı kuyudaki dalgıç pompasında elektrik kaçağı varmış. Ondan ısınmış sular. Müsterihiz, şimdilik.
İstanbul, bir de, Çarşamba günü soyulan iki bankayı konuştu. Bankalardan birinde, iki soyguncu öldürüldü. Öldürülen soyguncularla ilgili haberde şöyle bir ayrıntı vardı: “Babası hasta olan 29 yaşındaki marangoz Suat Durmuş ile çocukluk arkadaşı petrol mühendisi Mustafa Muratoğlu...”
Türkiye’den haberler iyi demiştik, ama sonu öyle gelmedi, farkındayız.
Devam yarın...