Merhaba kâinat!
Kurban bayramı kelimenin her anlamı ile kurban törenleriyle geçti. Türkiye’de çokça yakınılan, ama bununla birlikte bir yandan da adamakıllı alışılagelen kanlı sokak manzaralarına herşeye rağmen sıkça rastlandığı gene yazıldı. Ama, bahar havasının hemen ardından Ankara’da, İstanbul’da ve diğer bazı kentlerde lapa lapa yağan beklenmedik kar, bu konunun gündemden çabuk düşmesine yol açtı. Sabah sabah gözlerini açan insanlar damlarda ve sokaklardaki beyazlığı önce “kırağı” sandılarsa da, “Balkanlar’dan gelen soğuk hava dalgası” açıklaması, hemen herkesi tatmin etmiş gibi göründü. Habis ve muzır düşünceli tefrikacılarınızsa, “küresel iklim değişikliği”nin “aşırı iklim olayları”nı çok artırdığı yolundaki uluslararası raporları hatırlayıp bıyık altından gülmekle yetindiler...
Kurbanlara devam edersek: Mısır tarihinin gördüğü en büyük tren faciasında kurban bayramına Kahire’den Luksor’a giden aileler, bilhassa çocukları ile birlikte cayır cayır yanarak “kurban” oldular. Makinistin cehaleti ile kahramanlığı arasında bir karar veremeyen bizim gazeteler, en fazla 150 kişi alan trene 300 kişinin “sıkıştırılması”nı da, bu sayıdan neredeyse 100 insan daha fazlasının zayi olmasındaki tuhaflığı da yorumlama çabasına girişmediler. Biz tefrikacılarsa, “gelişme yolundaki ülke” sendromundan söz edip bir an önce bu görüntü ve düşünceleri kafamızdan atmakta yarar görüyoruz...
Suudi Arabistan’da Mekke’de kurban kesmenin yanında Mina’da küçük, orta ve büyük şeytanları taşlama âyini sırasında yüzbinlerce insanın içinde bulunduğu hercümerc ve izdiham görüntüleri de gelişme yolundaki ülkelerde trenlerin yanı sıra ibadet yerlerinde de “istiab haddi” sorunları olabileceğini ortaya koymaktaydı...
Bangladeş’te 30 yaşındaki bir imam ise rüyasında yukarıdan gelen bir emir üzerine 8 aylık çocuğunu boğazını kesmek suretiyle kurban etti.
Pakistan’da haber kovalarken kaçırılan Wall Street Journal muhabiri Daniel Pearl’ün önce boğazının, sonra da kafasının kesilerek öldürülmesini gösteren dehşet verici video bandı da kurban bayramının ilk gününde kamuoyunun dikkatine sunuldu. (Cinayeti gerçekleştiren ellerin sahibi görünmüyormuş kasette.) Pearl’ün yakın dostu, Independent muhabiri Fisk, bu olayda sadece Pearl’ün değil, aynı zamanda Vietnam savaşından bu yana, tarafsızlık ve dürüstlük kalkanını indirip asker üniformalarına ya da ulusal kılıklara bürünen “savaş” muhabirleri “sayesinde” bizzat gazetecilik mesleğinin de bir anlamda kurban edilmekte olduğunu yazıyordu...
Çağdaş insanlığın en azından yarım yüzyıldır kurban taşından başını pek kaldıramadığı Ortadoğu’da, bu bayram sırasında üç kadının ve üç çocuğun hikâyesi de dikkate değerdi: Bayramın üçüncü günü, doğum yapmak üzere hastaneye ulaşmaya çalışan bir Filistinli hanım, Nablus girişinde kontrol noktasında İsrail ordusu tarafından sırtından vuruldu. Sancıları tutmuş olduğundan, askerlerin kendisine “dur!” dediğini anlamamış olmalıydı. Nablus hastanesinde, hem ameliyat oldu, hem de hastaneye ulaşmasından 3 dakika sonra sağlıklı bir kız çocuğu doğurdu. Bayramın son günü, aynı kontrol noktasında aynı askerler bir başka Filistinli kadını, aynı şartlar altında vurdular. Bu kadın da, aynen bir önceki gibi hem ameliyat oldu, hem de çocuğunu doğurdu. Yalnız, bir fark: Ayıldığında, hem bir anne, hem de artık bir dul kadın olduğunu öğrendi. Kocası vurulup ölmüştü çünkü. Aynı gün, İsrailli yerleşimcilerden bir hamile kadın, Batı Şeria yollarından birinde – muhtemelen – hastaneye yetişmek üzere arabayla giderken Filistinli keskin nişancılar tarafından vuruldu. Kudüs’te Hadassa hastanesine yetiştirilen kadın, alındığı ameliyathanede ameliyat olurken çocuğunu da doğurdu...
Üç çocuğun ilerde kendi çocuklarına anlatacakları ilginç birer bayram hikâyesi olacağına şüphe yok...
Devamı yarın