Merhaba kâinat!
Geziler ve keşifler günü olmuş bugün, haberlere bakınca öyle bir hava mevcut. ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın Asya gezisi sürüyor. Kabil’e de geldi Powell. Kendisi, 25 senedir Afganistan’ın başkentine gelen ilk Amerikan dışişleri bakanı. Karzai ile oturmuşlar, konuşmuşlar, memnun ayrılmışlar. Hatta, Karzai’nin kararlılığından etkilendiğini bile söylemiş Powell. Kararlılık derken mesela, “Afganistan’da savaş ağalığı bitmiştir,” demiş Karzai. “Yolsuzluğa niyetlenenlere aman vermeyeceğim,” de demiş. Halilzad’dan ya da Karzai’nin eski petrol meseleleri danışmanlığından bahis açılmış mı, orası muğlak. Velhasıl, Afganistan’ı güzel günler beklediği hususunda bir mutabakat havası var.
Afganistan’dan sonra zihinlere düşen ikinci ülke Irak, malum. Başkan Bush, bir uyarıda daha bulunmuş. Saddam’ın, Birleşmiş Milletler silah denetçilerini hemen Irak’a almasını istiyor Bush. Eğer, diyor, kitle imha silahları üretmiyorsanız bırakın bütün dünya görsün bunu. Yoksa, zamanı gelince gerekeni yaparız.
Ecevit’in ABD gezisi sırasında henüz gündeme gelmemiş olan Irak meselesi vardı ya, gelmiş gündeme. Başkan Bush ile sıcak ve samimi bir havada geçtiği bütün gazetelerin ağız birliğiyle ifade ettiği buluşmada, Ecevit’e Türkiye’ye danışılmadan adım atılmayacağı taahhüdünde bulunulmuş. Hatta denmiş ki, Irak’ın toprak bütünlüğünde kimsenin gözü yok; bizim meselemiz Saddam ile.
Başkan Bush, hiç şüphesiz farkında; kendisinin bir büyük meselesi de Enron ile. Yeni haberlere göre, denetim firması Andersen meğer Ağustos ayından beri haberdarmış Enron’da işlerin sarpa sarası olduğundan. Olayla ilgili soruşturmayı yürüten Kongre üyesi Ken Johnson, “Gerek Andersen’de, gerekse Enron’da işlerin kötüye gittiğinin aylar öncesinden bilindiğinden şüphemiz yok,” demiş.
ABD’nin baş ağrıları tefrikamızda genişçe bir yer tutuyor, ama bu bizim tercihimiz değil; hadise böyle gelişiyor. Mesela, Kızılhaç, Guanatanamo üssünü ziyaret edecek önümüzdeki günlerde. Üsteki Taliban ve El-Kaide esirlerine gösterilen muamele konusunda ciddi bir endişe var uluslararası toplumda. Malum, ABD onları savaş esirleri olarak kabul etmiyor ve buna rağmen çok iyi muamele gördüklerini iddia ediyor. Üssü ziyaret eden Amerikalı bir gazeteci, koşulların minimum düzeyde iyi olduğunu söylemiş geçenlerde. Koşullar, özetle, şöyle: Beton zemin, ahşap çatı, telörgü duvarlar, bir şilte, iki havlu (biri temizlik için, diğeri seccade yerine) ve bir de çömlek...
Bunlar Okyanus’un diğer tarafından olup dururken Kuzey Denizi’nden şahane bir haber geldi: Petrol! Yeni bulunan rezervler hakkında, on yıldan uzun bir süredir bu kadar zengin bir kaynak ile karşılaşılmadığı söyleniyormuş. Araştırdıkça anlaşılıyormuş ki başta tahmin edilenden yüzde 25 oranında daha fazla petrol elde edilecekmiş bölgeden. 2004 yılında petrol çıkarılması beklenen bölgede, Pan Canadian Energy Corporation faaliyet gösteriyor.
Bu arada, Almanya ki kendisi dünyanın önde gelen rüzgâr enerjisi üreticisi olarak biliniyor- geçen yıl kapasitesini yüzde 44 oranında artırdığını açıkladı. 11 binden fazla rüzgâr türbini var Almanya’nın ve daha da fazlasının inşa edilmesi planlanıyor.
Son olarak biraz da hayattan, hayat ihtimalinden bahsedelim, fırsatını bulmuşken. Araştırmacılar, yeryüzünde daha önce eşine rastlamadıkları bir mikrop kolonisi bulmuşlar. Ancak, onları asıl heyecanlandıran, koloninin Mars’ta bulunması muhtemel hayatı andırabilecek olmasıymış. Evet, ihtimal henüz küçük. Idaho eyaletinde, 200 metre derinde, sıcak bir kaynakta bulunan mikroplar, hidrojen ile karbondioksit sentezleyerek yaşıyorlarmış. O zaman, diyor araştırmacılar, güneşi ve oksijeni olmayan başka ortamlarda böyle bir hayat çabası neden olmasın?
Neden olmasın?
Devamı yarın...
Ömer Madra – Şerif Erol