Merhaba kâinat!
Nihayette rüşeym vardı: Evkat-ı şer’iyeli, hikayeli, manili ve, belki de hepsinden önemlisi, faydalı Büyük Saatli Maarif Takvimi, faydasını gösterdi ve bugün ‘Soğukların başlaması’nı bildirdi. Gerçi başlamıştı soğuklar; geçen hafta içinde Diyarbakır 25 seneden sonra kar görmüştü, hatırlayacaksınız. Mamafih, hafta sonu bir başka soğuk oldu. Fırtına, yağmur da cabası. Cumhuriyet tarihinin büyük tenzilatlarından biri vuku bulmasıydı kimse burnunu evinden çıkaramayacaktı herhalde. Sele, su baskınına alışık olmamıza rağmen fırtınanın minare yıkacağını tahmin etmemiştik herhalde. Türkiye’deki, %81’i kaçak camilerin minarelerinden onbiri hak ile yeksan olmuş lodosta. İki kişi sırf bu yüzden ölmüş (Sabah). Köy yolları hâlâ kapalıymış, binaların uçan çatıları ile batan tekneleri sayamayacağız artık (Radikal). Soba gazı zehirlenmelerinden üç kişi ölmüş; onu ekleyelim (NTVMSNBC). Amerika’nın güneyinde de hafta sonunda huzur yokmuş; pek çok eyalet kasırgaların gadrine uğramış, elektrik kesintileri olmuş. Bilanço: 12 ölü (BBC).
En baştan söylemek lazımdı, ama havadan sudan derken laf uzadı; ABD’de bir şirket (Advanced Cell Technology) insan embriyosunu klonlamış. Bu tarz iddialar daha önce de dile getirilmiş esasında, ancak ilk defa tescilli bir şirket tarafından açık açık söyleniyormuş. Amerika’da, insan embriyosunun klonlanmasına yasak getirilmesi bekleniyormuş zaten. Mesele Meclis’e aksetmiş de terör yasaları, kalıcı özgürlük mücadelesi falan derken vakit bulunamamış müzakere için. Bunun yanı sıra ciddi bir etik tartışmanın da gündeme gelmesi bekleniyormuş. Gerçi şirketin başkan yardımcısı Michael West hemen yüreklere su serpmiş. “Bu klonlar,” demiş West, “sadece hücre yaşamına sahip. Yoksa insan falan yaratmıyoruz burada.” Şirket de, müjdeler olsun, insan yaratmak gibi bir niyetinin olmadığını açıklamış zaten (BBC).
Burkalar sıyırılırken: Savaşı soracak olursanız (ya da Kalıcı Özgürlük Operasyonu’nu) bermutad hafta sonunda da devam etti. Kunduz’da kuşatma altında bulunan Taliban eskerlerinin teslim süreci hem Kuzey İttifakı, hem de Amerikan askerleri tarafından belirlenmeye çalışılırken Mezar-ı Şerif yakınlarındaki bir hapishanede meydana gelen ayaklanmada, esir durumda bulunan yabancı Taliban askerlerinden yüzlercesinin öldürüldüğü belirtiliyor (BBC). Sahiden ayaklanma mı oldu, yoksa… Bilemeyeceğiz. Canını dişine takmış, oralardan haber göndermeye çalışan gazeteciler de tam olarak söyleyemiyorlar doğrusunu isterseniz. Yazdıklarına bakılırsa Kunduz’un dışına çıkan Taleban askerleri çökkün, hırslı, çaresiz, tehditkar ve yorgun bir halde kaderlerinin tecelli etmesini bekliyorlarmış (Luke Harding / Observer). Kandehar’da evinin Amerikalılar tarafından bombalandığını söyleyen bir kadın ise üç çocuğunu kaybettiğini anlatıyormuş. Biri iki, biri üç yaşında, iki kız: Muzlifa ile Feriha. Birbuçuk yaşında bir oğlan: Şerif (Robert Fisk / Independent). Bunca çileye Usame bin Laden’i yakalamak adına katlanılıyor, malum. Haberler doğruysa birkaç gün önce Celalabad’a 50 km kadar mesafede izine rastlanmış Bin Laden’in. Amerikalılar Bin Laden’in akrabalarından DNA örnekleri alma girişiminde bulunuyorlarmış. Öldürülmesi durumunda teşhis edebilmek için (Guardian).
Amerika, kalıcı özgürlüğü cihana teşmil etmek maksadıyla savaşı gittiği kadar götürecek, biliyoruz. Müfredat da hazır gibi; yeni (miladi) yılın ilk ayında Sudan, Yemen ve Somali’deki İslamcı terör kamplarına bomba yağacakmış (Milliyet). Böyle, yekten söylüyorlar işte.
Kimi yorumculara göre Afganistan’daki savaşın ve hatta evveliyatının asıl apseli kökü Orta Doğu’da ölümler vardı hafta sonu boyunca. Cuma günü Hamas lideri Mahmud Ebu Hanud, bir İsrail helikopterinin füze saldırısı sonucu öldü. İntikam gecikmedi; bir İsrail askeri havan saldırısına uğradı ve öldü. Pazar günü de 14 yaşındaki Filistinli Hifah Ubeyd, İsrailli askerler tarafından öldürüldü. İsrail ordusu, Ubeyd’in molotof kokteyli atmaya çalıştığını söylemiş. İşin kötüsü, kalıcı (!) bir ateşkes sağlamak üzere bölgeye tam da bir Amerikan delegasyonunun varmak üzere olduğu günlermiş bunlar (BBC).
Biz, burada: Türkiye’de hareketliydi hafta sonunda. Bilhassa alışverişten göz gözü görmedi desek yeridir. İstanbul, Ankara, Bursa ve İzmit’te alışveriş merkezlerinin dolup taştığı, personelin talebe yetişemediği, mağazaların önünde kuyruklar oluştuğu ve müşterilerin sıra numarasıyla içeri alındığı anlatılıyor. Bu arada, indirimli fiyatlara da, “Bunlar indirimli hali mi?” diye şaşıranlar olmuş, (Dünya, Radikal) ama herkese yaranmak, herkesi aynı anda mutlu etmek katiyen mümkün değil zaten. Halk tenzilat fırsatını değerlendirmeye çalışırken Ecevit’in kurduğu bir cümle, deyim yerindeyse, yadırgıyla karşılanmış. Başbakan, çoğu kendi döneminde kurulan özerk devlet kuruluşlarına söz geçirememekten yakınmış. “Devlet içinde, fakat devletten daha yetkili kuruluşlar kuruldu. Onlara söz geçiremiyoruz,” demiş (Yeni Şafak). Özerk olunca söz dinlememek hoş değil tabii. Bir de Loğoğlu’nun sözlerine şaşırmış Başbakan. Washington büyükelçimiz, “ABD kanıt gösterirse Irak ile ilgili yaklaşımımızı yeniden gözden geçirebiliriz,” demişti ya; Ecevit, “Ne maksatla söyledi, bilmiyorum,” demiş Faruk Bey’in sözlerine atfen (Hürriyet). Şu maksatla söylemiş olabilir: Irak’ın teröre yataklık ettiğine inanmamız için Amerika’nın kanıt göstermesi gerekir. Meşruiyet böyle kazanılır vs, vs… Aslında Başbakan da biliyor olabilir, ne maksatla söylendiğini. Aradan birkaç gün geçti; anlaşılmıştır.MAKAS ARTIĞI Kainatta bugün şöyle şeyler de oldu:
Bakanlardan biri (Türkiye’de) makamında telefon konuşması yapıyormuş. Görüşme bitip de karşı taraf telefonu kapatınca bakanımızın hapşıracağı tutmuş ve derakap ahizeden “Çok yaşayın sayın bakanım,” diye bir ses gelmiş. Sayın bakan şimdi telefonu dinleyen sesin peşindeymiş (Milliyet). Kapatmadan “Sen de gör” diyebilseydi bunca telaşa gerek olmayacaktı belki de.
Britanya’da, yaramazlık yapan çocuklar ilerde suç işleyebilir şüphesiyle hükumet tarafından fişlenecek ve gözlenecekmişler (Radikal).
Devamı yarın…
Ömer Madra – Şerif Erol