Montreal'in Ardından

-
Aa
+
a
a
a

Ömer Madra: Bugün Montreal'de neler olup bittiğiyle ilgili küçük bir değerlendirme yapalım. "Amerika'nın görüşmeleri terk etmesi, son anda engellendi" dendi ama bu iyi bir şey mi, yeterli mi? Bir de asıl öbür Montreal Protokolü var.

 

Semra Cerit Mazlum: Evet ozon tabakasını incelten maddelerin önlenmesine ilişkin bir protokol. Hemen yakın gündemden, İklim Değişikliği Sözleşmesi Kyoto Protokülü'nün Taraflar Konferansı'na bakalım. Montreal Zirvesi ile ilgili olarak hemen söylenmesi gereken bunun bir yeryüzü zirvesine dönüşmüş olması. Hem ele aldığı sorunun ciddiyeti bakımından, hem alınan kararlar açısından hem de katılım bakımından 1992'deki zirve ile yarışan bir zirve oldu. Medyayı o kadar meşgul etmesi, toplumun bütün kesimlerinin, dikkatini çekmesi ve katılım açısından da, ele alınan konular açısından da... Bir ölçüde de Kyoto Protokolü'nü bir yeryüzü şartına dönüştürmek gibi bir etkisi oldu Montreal Zirvesi'nin. Biliyorsunuz 1992 Rio Zirvesi'nde hukukçular ve sivil toplum örgütleri bir yeryüzü şartı kabul edilmesi için büyük çaba harcamışlardı.

 

ÖM: Bir çeşit anayasa gibi?

 

SCM: Dünya yurttaşlarının yeryüzü anayasası, çevre anayasası diyebiliriz belki de. Rio Zirvesi'nde Rio Deklarasyonu dediğimiz deklarasyonla yetinmek zorunda kalmıştı katılımcılar ve bu çaba içinde olanlar. Kyoto Protokolü, tam onun karşılığı olmasa bile sorunun önemi açısından bir yeryüzü şartı anlaşmasına dönüşmüş durumda ve sivil toplum örgütleri de çevre hareketi de dünyada Kyoto Protokolü'nü yeryüzü şartına dönüştürmek yönünde epey çaba sarf etmiş oldular.

 

ÖM: Sivil toplum kuruluşları açısından da önemli bir değişiklik oldu, sivil insanların da "hayatımıza bütün varoluşa karşı yöneltilen tehdidi değiştirmemiz gerek" diyerek, bu kadar kalabalık bir şekilde sokağa dökülmesi de ilk defa oluyor.

 

SCM: Küresel ısınma sorunu artık yeryüzünde yaşar kalma sorunu haline dönüşmüş olduğu için bütün çabalar da aslında bu yaşar kalma mücadelesini güçlendirmek yönünde, yeryüzünü daha yaşanabilir bir yer haline getirmek üzere odaklanmış durumda.

 

Montreal Protokolü'ne devam edersek; dediğiniz gibi Amerika'nın görüşmeleri terk etmesi, sonra daha zayıflatılmış bir metinle geri dönmesi, "aslında nasıl bir sonuç çıktı Montreal görüşmelerinden" diye kuşkuları arttırıyor.

 

Pek çok düzlemde ve pek çok açıdan değerlendirmek lazım Montreal görüşmelerini. İlk bakacağımız şey, nasıl sonuçlandığı. Ne beklemek, ne sonuç çıkarmak lazım. Öncelikle -tabii çok olumlu bir adım olarak-, Montreal artık tamamen uygulamaya girmiş durumda, bütün hedefleri ve uygulama araçlarıyla birlikte. Ülkeler uymazsa ne tür yükümlülüklerle karşılaşacaklarının, ne tür yaptırımlar olacağının kuralları da konmuş oldu Montreal'de,bu olumlu bir gelişme. Artık elimizde bir iklim değişikliği rejimi var, en azından ülkelerin verdikleri sözleri tutacağı anlamına geliyor bu.

 

Öteki boyutuna baktığımızda, asıl önemli olan, aslında bütün çabanın da yoğunlaşmış olduğu tarafı, "Kyoto sonrasında ne olacak?" kısmı. Orada da 3 paralel sürecin birlikte işlemesi yönünde bir karar alınmış durumda. Öncelikle beklenen, Kyoto Protokolü'nün 3.9 maddesi uyarınca, Protokol altında görüşmelerin devam etmesi yönündeydi. Bu konuda karar alınması bekleniyordu. Ancak Kanada Çevre Bakanı'nın çabaları sayesinde, -olumlu olarak da olumsuz olarak da değerlendirilebilir- sözleşme altında Kyoto sonrası için görüşmeler başlamış oldu. Bu tabii biraz Kyoto Protokolü'ne bağlayıcı hedeflerden biraz uzaklaşma anlamına geliyor.

 

ÖM: Ne anlamda?

 

SCM: Çünkü Kyoto Protokolü'nün kendi içinden devam etmesi lazım görüşmelerin, sözleşmenin içinden olması başka bir düzleme taşımış oluyor Kyoto sonrasını. Amerika taraf olmadığı için görüşmelerin içinde olmayacak şu aşamada. Bu Amerika'yı tamamen dışarıda bırakmak anlamına geliyor ki, bu Amerika için iyi ama dünya için kötü olan bir şey.

 

ÖM: Amerika çok küçük nüfusuyla, %4'lük bir nüfusla dünyada en çok küresel iklim değişikliğine katkıda bulunan ülke olarak dışarıda kalmış oluyor.

 

SCM: Dünyayı en çok ısıtan ülkelerden bir tanesi. Hem ülke olarak böyle, hem de Amerikan yurttaşları açısından da böyle; onların kişi başına küresel ısınmaya katkıları bütün dünya yurttaşlarından daha yüksek durumda, o yüzden hem devlet düzeyinde hem de bireyler düzeyinde sorumlulukları daha fazla. Bu açıdan olumlu Kanada Çevre Bakanı'nın yapmış olduğu girişim. merika ve Avustralya vb. ülkeler "görüşmelerin ille de BM şemsiyesi altında, ya da sözleşme altında yürümesine gerek yok, biz zaten gönüllü olarak, informal olarak gönüllü anlaşmalar yürütüyoruz" diyorlardı; Kanada Çevre Bakanı'nın girişimi bir ölçüde bunu da engellemek yönünde atılmış bir adımdı.

 

ÖM: "Serbest piyasa şartları altında gönüllü bırakalım şirketler zaten en iyi olanı bulurlar!" Ama pek öyle olmuyor galiba.

 

SCM: Piyasanın o görünmeyen eli iklim değişikliğini de engelleyebilir gibi bir teselli sunuyorlar dünyaya. Onları da sürecin içine dahil etmiş oldu Kanada böylece. Bu da bir başarı olarak değerlendiriliyor.

 

Üçüncü olarak ise, yine bu paralel süreçler içerisinde, Kyoto Protokolü'nün 9. maddesi uyarınca Protokol'ün gözden geçirilmesi gerekiyor, ya da değiştirilmesi gerekiyor uygulama aşamasında. Bu sefer görüşülmedi ve 3. Taraflar Konferansı'na ertelendi. Onunla ilgili görüşmeler de başlamış oldu, gruplar oluşturuldu ve ülkelerden 2006 Eylül'üne kadar anlaşmanın Protokol'ü ne yönde değiştirmesi gerektiği konusundaki önerileri istendi bu toplantıda. Aslında Kyoto sonrası için ortaya nasıl bir anlaşmanın çıkacağını  belirlemek bakımından 3 paralel süreç birlikte işlemiş olacak.

 

ÖM: Ama çok yavaş ilerliyor herhalde, daha şimdiden görüşmeler Eylül'e bırakılmış vaziyette. Dünya Meteoroloji Örgütü'nün bugün elimize ulaşan raporuna göre, en sıcak ikinci yıl oldu bu yıl, hatta NASA'ya göre belki El Nino faktörü dışarıda bırakılırsa, birinci en sıcak yıl oluyor ve görüşmeler çok yavaş ilerliyor diye bizzat BM de şikâyet ediyor. Bir de şunu da unutmamamız lazım, bütün bu tartışmalar sırasında %2'lik ortalama ısınma artışına devam ediyor.

 

SCM: Evet, raporlar aslında görüşmelerin dünya gerçekliği ile uyuşmadığını, ne kadar arkasında kaldığını gösteriyor bize. Geçen hafta ya da ondan önceki hafta, AB Çevre Raporu yayımlandı, orada da şöyle bir bilgi vardı; "Avrupa ısınmaya devam ediyor ve bu tehlike giderek artıyor." 20. yüzyılda 1 derece artmış Avrupa'nın sıcaklığı. Dünya Enerji Ajansı da sıcaklığın giderek artmakta olduğunu, son 20 yılda, 20. yüzyıldakinden daha yüksek bir sıcaklık artışı gerçekleştiğini bildirdi. Bu açıdan tehlike giderek  büyüyor ve yaklaşıyor aynı zamanda. Gelecek kuşaklardan önce, belki de hepimizin hayatlarımızı etkilemeye başladı.

 

ÖM: Dünya Enerji Ajansı raporunu görmemiştim, ama "1 derece" denilince insanlara önemsizmiş gibi geliyor, oysa zaten son buzul çağından, son ılıman iklime geçilmesi için de 2 derece farkı yeterli imiş.

 

SCM: Yaşam koşullarını çok etkileyecek bir derece. AB de hem kendi politikası hem de küresel hedefler açısından 2 derece artışla en azından sınırlamak konusunda bir amaç güdüyor. Çünkü artık kaçınılmaz bir şekilde sıcaklık artmış olduğu için, en azından 2 derecenin üstüne çıkmasın sıcaklık artışı, yani bugünkünün üstüne 2 dereceden fazla yükselmesin gibi bir hedefi var.

 

ÖM: Karbondioksiti de galiba milyonda 480 parçacıkta durduramazsak, durum kontrolden çıkacak deniyor.

 

SCM: Hem derece açısından hem de dediğiniz gibi partikül miktarı açısından atmosferde iki ayrı hedef güdülüyor. Tabii bunların gerçekleşmesi için en kötü senaryo aslında 450 değil 550, yani 550'ye ulaşırsa havadaki karbondioksit miktarı ya da sera gazları, o zaman geri dönüşü olmayacak sonuçları olacak ve durdurmak da daha zor hale gelecek ısınmayı. 2 derece de aslında Avrupa'nın kendi hedefleri açısından, kendi hazırladığı öngörü raporları açısından bakıldığında, nüfusun güneyden kuzeye doğru hareket etmesiyle, yer değiştirmesiyle sonuçlanacak olan senaryoya eşlik ediyor. Güney ülkeleri, Güney Avrupa ülkeleri, bu 2 derecelik sıcaklık artışını bugünkünden daha farklı koşullarda yaşıyor olacak, bitki örtüsü büyük ölçüde değişmiş olacak ve ekonomik koşullarda, üretilen mallar açısından, özellikle tarımsal üretim açısından büyük değişikliklere yol açacak. O yüzden Avrupa'nın kuzeyi biraz daha ısınmış olacağı için şimdikine göre daha fazla yeni yaşanabilir alan ortaya çıkacağı beklentisi içerisinde AB. Bu yüzden de 2 derecelik artışı kabul edilebilir buluyor kendi hesapları çerçevesinde.

 

Avi Haligua: Sonuç olarak, anladığım kadarıyla, Montreal'den çıkmış olan şey, bir birliktelik ve birlikte bu işi çözme hissinin devamı. Ama bunun ötesinde de aslında hiçbir geri adım atılmamış olmasına da seviniyoruz gibi algılıyorum. Doğru mu?

 

SCM: Evet, aslında öyle oldu. İki seçenek vardı, görüşmelerin başlaması yönünde bir karar alınması ya da hiç böyle bir karar ortaya çıkmaması. Birincisi oldu, görüşmelerin başlamasına karar verildi, buna seviniyoruz aslında. Onun dışında olumlu bir gelişme olmadı. Hayal kırıklığı yaratması gereken boyutlarından bir tanesi de, belirgin bir tarih konulmadı, yani "şu tarihte görüşmeler sonuçlanacak" gibi. "Kyoto sonrası anlaşmaların görüşmeleri şu tarihte bitecek" gibi bir kesin hedef konulmadı. Bu da aslında AB yüzünden oldu, AB bu konuda çok çekingen davrandı, zayıflattı ortaya çıkan metni. Japonya'dan, Çin'den gelen önerilerde bir tarih vardı, 4. Taraflar Konferansı'na kadar bu karara ulaşılması gerektiği yönündeydi önerileri.

 

ÖM: Bunlara Avrupa mı yanaşmadı?

 

SCM: AB yanaşmadı böyle bir kesin tarih konulmasına. Tabii bunu anlamak da güç, çünkü şimdiye kadar iklim politikasının liderliğini AB yapıyordu, Kyoto'da özellikle kesin şeyler konulması, atmosfere salınacak gazlar konusunda kesin sınırlar konulması, bu esneklik mekanizmalarının bu kadar arttırılmaması konusunda epey mücadele vermişti AB, ama şimdi geri adım atıyor gibi görülüyor.

ÖM: Biraz riyakârlık da görülüyor. Sizin dediğiniz gibi paralel kâinatlar devam ediyor, gerçek dünya ile bir başka dünya, hayal dünyası var orada. Aubrey Mayer'ın Guardian'a genel değerlendirmesi, "çok sevinmeyin Montreal'de büyük bir zafer kazandık diye, yalnız Amerika'nın işin içinde tutuluyor olması ne anlam ifade eder? Kurtların aya karşı ulumasını yasaklanmadı diye mi sevineceğiz, ya da elmaların daldan toprağa düşmesini yasaklamadı diye mi?" Bunun gibi bir durum var.

 

SCM: Amerika'nın bir katkısı olacağını tahmin etmiyorum ben de önümüzdeki yakın süreç içerisinde, engellemeye çalışmak yönünde. Belki sözleşme içinden yürütülecek olan görüşmelerde, zaten oradan bağlayıcı hedef çıkmayacağı, kararın metninde yazıyor, yalnızca görüşmelerin devam etmesi konusunda, bu konuların devam etmesi konusunda bir niyet beyanı aslında o karar. Tabii Amerika'nın görüşme masasına geri dönmesi, sivil toplum örgütlerinden, Amerika'nın çevre örgütlerinden gelen baskı nedeniyle, dünyadan bütünüyle soyutlanmamak, dışlanmamak yönündeydi aslında, iklim politikasına, çözüme katkıda bulunmak amacıyla değil, yalnızca kendi imajıyla ilgili bir kaygıdan kaynaklanıyordu benim anladığım kadarıyla. Tabii senatörlerin de Başkan Bush'a yazdıkları bir mektup var bu konuda. "Engelleyici olmayalım, katkıda bulunmuyorsak bile buradaki ilerlemeleri engellemeyelim" yönünde bir çağrıydı. Kendi partisinden senatörler de vardı imzacılar arasında. Amerika'da kamuoyunun bu konuda artık siyasetin yön değiştirmekte olduğunu göstermesi açısından önemli bir değişiklikti. Yönetim belki bunları dikkate alıp politikasını değiştirmeyecek, ama ondan  sonraki dönem için, yeni başkanlık dönemi için belki de olumlu sinyaller diye kabul etmek lazım.

 

ÖM: Umutsuzluğa kapılmamakla beraber bu işin pek gerçekçi bir şekilde ilerlemediğini kabul etmek zorundayız.

 

SCM: Sizin de söylediğiniz gibi geriye de gitmedik diye seviniyorum. Amerika'dan söz etmişken, başta da söylediğimiz Montreal Protokolü'ne, yani ozon tabakasını incelten maddelerin engellenmesine dair protokole değinmekte yarar var. Geçen hafta Dakar'da görüşmeleri yapıldı bir hafta süreyle. Amerika'nın orada da yine aynı yaklaşımını görüyoruz. Tarımda kullanılan, methyl bromide dediğimiz bir bir kimyasal var, özellikle ürün verimini, kalitesini arttırmak için kullanılan bir tarımsal kimyasal. 2005'te bu protokole göre gelişmiş ülkelerin bu kimyasalı kullanmaması gerekiyor, mecburi bir şekilde kullanılması gerektiği alanları "essential used" diye tanımlanıyor Protokol. Yerine bir alternatif, onun yerini tutacak, aynı yararı sağlayacak bir alternatif bulununcaya kadar istisna olarak izin veriliyor.

 

AH: Sadece 3. Dünya Ülkeler mi yoksa bütün ülkeler için mi geçerli.

 

SCM: Gelişmiş ülkeler için. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler, 2015'e kadar kullanmaya devam edebilecekler ama gelişmiş ülkelerin 2005'te son vermesi gerekiyor artık.

 

ÖM: Kullanılması mecburi dediği durumlarla ilgili olarak Nature dergisinde önemli bir makale çıkmıştı; özellikle kışın çilek yetiştirmek ve bir de golf sahalarında çimenleri besleyici bir böcek öldürücü filan olarak kullanılıyor. Bunlar zorunlu sayılmaz herhalde?

 

SCM: Evet çilek çok zorunlu değil, temel besin maddesi olmadığı için o istisnaların dışında tutulması gereken bir seçenek, çünkü solunum yolu hastalıklarına yol açıyor, insanlarda nefes alma zorluğuna yol açıyor.

 

ÖM: Ozon tabakasını da ciddi bir şekilde tahrip ediyor.

 

SCM: En büyük yasaklanma nedeni de ozon tabakasının incelmesine en çok neden olan gazlardan bir tanesi, ama kullanıldığı yerde, yakın çevresinde de insan sağlığına çok ciddi etkileri var. Amerika'daki raporlar bunu gösteriyor, hem tarım alanlarında çalışanlar, hem yakın bölgede yaşayanlar çok ciddi sağlık riski altında. Ve Amerika her görüşmede kendisine tanınan istisnai miktarı arttırmak yönünde çaba harcıyor. Bu taraflar toplantısında da 16 bin ton istisna elde etti. Fransa ve İspanya da Amerika'yı takip eden ülkeler arasında. Buradan çıkaracağımız sonuç yalnızca iklim değişikliği ile ilgili değil,  ABD bütün öteki uluslararası çevre anlaşmaları konusunda da benzer bir yaklaşım içerisinde.

 

ÖM: Nükleer konusunda da öyle, tek  taraflılığı güdüyor, çok endişe verici tabii. Gerçi çilek vazgeçilmez bir şey değil dediniz, ama golf? O vazgeçilmez, golfsüz ne yaparız?

 

SCM: Evet yaşamın anlamı, Amerikan yaşam tarzının vazgeçilmez tanımlayıcılarından bir tanesi.

 

ÖM: Peki şimdi nedir Montreal'de sonuç? Protokol'de bu rezervler, çekinceler sağlandı mı Amerika'ya kabul ettirdi mi dileğini?

 

SCM: Evet, ozon tabakası ile ilgili olarak kabul edildi, başka ülkelere de istisna hakları tanınmış oldu 2007'ye kadar.

 

ÖM: Ozonda da geri gidiş var yani? Methyl buromide ilgili olarak böyle bir şey söz konusu.

 

AH: Ancak golf sahalarını mini golfe çevirmeyi düşünüyorlar!

 

SCM: Orada da olumlu gelişmelerden bir tanesi de şu; Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için, bir uyum süreci için yaratılmış olan bir fon var, o fona ayrılan kaynaklar arttırılmış oldu. Türkiye de bu fondan oldukça önemli miktarda yararlanıp ozon tabakasını inceltici gazları azaltma yönünde epey ciddi adımlar attı, hatta bu konuda sekreterlikten ödül aldı, en fazla ilerleme kaydeden ülkelerden birisi olarak. Bu fondaki kaynakların arttırılmış olması Montreal Protokolü kapsamında önemli artılarından bir tanesi.

 

ÖM: Yani bir adım ileri iki adım geri temposuyla hayata devam ediyoruz. Sürdürülebilirlik açısından çok düşündürücü tabii söyledikleriniz. Ben genellikle bu sıralarda, özellikle bardağın boş tarafına bakma eğilimi gösteriyorum galiba?

 

SCM: İstisnaların sürdürülebilirliği, kaçışların sürdürülebilirliği daha önde bugünlerde, yeryüzünün sürdürülebilirliği ikinci planda bırakılıyor hep. Her iki konferanstan da böyle bir sonuç çıkarmak mümkün.

 

Montreal görüşmelerinin en olumlu yanlarından birisi de, devletler bu kadar geri adım atarken toplumun başka kesimlerinin ya da başka yönetim düzeylerinin çok ileri adımlar atmasıydı. Biliyorsunuz sendikalar çok büyük ekiple katıldılar bu görüşmelere, devletlere uyarıda bulundular "bir an önce önlem alın ve biz de bu sürecin önemli taraflarından birisi olacağız" dediler. Gençler oradaydı "gözlerimize bakın ve geleceğimiz için bizimle birlikte durun" çağrısında bulundular politikacılara. Ve gençlerin çağrısına yanıt veren önemli taraflardan bir tanesi de yerel yönetimlerdi. Dördüncü toplantısının zirvesini yaptı yerel yönetimler Kyoto Protokolü kapsamında. İklim Değişikliği İçin Liderler Zirvesi düzenlediler Montreal'de. "Devletler ne yaparsa yapsın, onlar yükümlülük üstlenmeseler bile biz yerel yönetimler, belediye başkanları olarak gençlerin çağrısına uyuyoruz, 2020'ye kadar %30 oranında, 2050'ye kadar da %80 oranında kendi sera gazı emisyonlarımızı azaltmaya söz veriyoruz" dediler. Zaten şu anda yerel yönetimler 2020'ye kadar %30 azaltma hedefini kendileri benimsemişlerdi, uyguluyorlardı. Dünyada binlerce belediye bu sürece katılmış durumda ve Amerikan kentleri ve belediye başkanları da önemli taraflar bu süreçte.

AH: Türkiye'den katılan belediye var mı?

 

SCM: Yok ama şöyle bir gelişme var, 5 Haziran 2005'te Dünya Çevre Günü'nde "Yeşil  Kentler" toplantısı yapıldı, San Francisco'da. İstanbul Büyükşehir Belediyesi de orada katılımcıydı. O toplantıda belediye başkanları 5 ayrı alanda eylem sözü verdiler. Bunlardan bir tanesi de iklimdi, yine 2012'ye kadar, yani Kyoto bitinceye kadar %20 oranında emisyonları azaltma sözü verdiler, bir anlaşma imzalandı o toplantının sonunda. İstanbul Büyükşehir Belediyesi de bu anlaşmanın imzacılarından bir tanesi. O yüzden bizim de bunu takipçisi olmamız gerekiyor.

 

ÖM: Çok ilginç! Bu yeni bir bilgi.

 

SCM: Yani o anlaşmaya taraf olan, imzalayan, belediyelerin kabul ettikleri bir anlaşma. Tabii bu resmi bağlayıcılığı olan bir anlaşma değil, ülkelerin, kentlerin gönüllü olarak katıldığı bir anlaşma. Hedeflerinden bir tanesi de, "kentlerde 2020'lere  kadar sıfır katı atık." Bu ulaşılması çok zor bir hedef ama bir ideal olarak o anlaşmaya konmuş durumda. İmzacı belediyelere yıldızlı ödüller verilecek burada ortaya konan 5 ayrı alandaki hedefleri tutturabilme oranına göre. O yüzden İstanbul'un da herhalde orada attığı imzadan kaynaklanan sorumluluğunu yerine getirmesi gerekiyor. Bu konuda önlem alması konusunda girişimlere başlaması gerekiyor bir an önce.

 

ÖM: Buna memnun olduk. Burada bardağın dolu tarafına doğru bir bakıştı.

 

(19 Aralık 2005 tarihinde Açık Radyo'da yayınlanmıştır.)