Gizli yönetmeliğe açık sessizlik

-
Aa
+
a
a
a

Radikal gazetesinin aralıksız dört gün boyunca Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği'nin gizli yönetmeliğini yayınlamasıyla birlikte topluma/bize karşı nasıl bir psikolojik harekatın olduğunu çok daha net olarak görme fırsatımız oldu. Şimdiye kadar Türkiye'de gizli yönetmeliklerin, "Kırmızı kitapların", "Milli güvenlik siyaset belgelerinin" vs. olduğu hakkında az çok bir fikrimiz vardı. Ancak ilk kez bu kadar detaylı bir bilgi edinme olanağı bulduk.

Ama sanırım, Türkiye'deki bu durumdan yalnızca Radikal gazetesinin (50 bin dolayındaki) okurları haberdar oldular, zira bu "tarihi" önemi olan bilgiye diğer yaygın medya organları pek (daha doğrusu hiç) rağbet göstermedi. Halbuki hangi açıdan bakılırsa bakılsın (ister "haber", ister siyasal, toplumsal yönlerden olsun) gizli yönetmeliğin gizliliğini yitirmiş olması ülkede demokratikleşmeye yeni bir ivme kazandıracak nitelikte.

Çok dikkat çekici bir biçimde yaygın medyada ne bir haber olarak yankı buldu bu "haber", ne bir köşe yazarı -Yeni Şafak'tan Ali Bayramoğlu ve Kürşat Bumin hariç- bu meseleyi tartıştı. Aynı zamanda hiçbir televizyonun ilgisini de çekmedi. Radikal gazetesinin mensubu olduğu Doğan Medya Grubundan herhangi bir yayını da iktibas etme gereği hissetmedi. Aslında Radikal gazetesinin verdiği enformasyona sıradan bir "haber" muamelesi çekmek bile sakıncalı, zira sözkonusu olan yirmi yıl boyunca sürdürülen bir "skandal".

Peki, başka birçok haberi kaynak göstermeye bile gerek görmeden hemen hergün kullanan gazetelerimiz neden bu habere kayıtsız kaldı. Kaynak göstermelerini zaten bekleyemezdik ama "çalsalardı" bile lafımız olmayacaktı. Ne de olsa kamusal bir faaliyet der, eleştirmezdik.

Yaygın medyada nasıl bir işleyiş olduğu hakkında az da olsa bir fikre sahip olanlar bu sessizliğe anlam vermekte zorlanmayacaktır. Ama biz yine de -naçizane- meseleye açıklık getirmeye çalışalım.

Mediyokratlar zaten egemen oldukları için...

Artık biliyoruz ki MGK Genel Sekreterliği'nin bünyesinde bulunan en önemli birimlerden olan Toplumla İlişkiler Başkanlığı (TİB) Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) gibi kamu kurumlarına "psikolojik" ve mali yardım etmekle yetinmemiş, buna özel kurumları da katmaya çalışmış. TİB'in, özellikle ülkenin "bekasını" ilgilendiren meselelerde farklı yayınların veya görüşlerin önüne geçmeye çalıştığı, devletin "çıkarlarının" yerleşmesi için özel bir çaba sarfettiğini dikkate aldığımızda TRT gibi devlet kurumlarının yanında gazetelerin, özel tv ve ajansların da bu çabanın destekçileri olduğunu çıkarsayabiliriz. Yoksa düşünebiliyor musunuz ki "Ankara kulislerinde" o kadar geniş haber kaynakları olan gazetecilerimiz yirmi yıldır böyle bir yönetmeliğin olduğundan bihaber kalsınlar. Ancak öyle anlaşılıyor ki mediyokratlarımız bu yönetmelik "aleni" olduğu zaman bile ilgilenmeyi gerekli görmüyorlar.

Şimdiye kadar yaygın medyada Türkiye'nin "bekası" hakkında genel geçer laflar dışında bir yorumun veya haberin (istisnalar hariç) çıkmaması da TİB'in homojen toplum yaratma hülyasına ne kadar yaklaştığının göstergesi.

TİB'in özellikle Kürt sorunu, Kıbrıs meselesi, "Atatürk ilke ve inkılapları", ülkenin dış politikası gibi meselelerdeki "hassasiyetlerini" ve bize ulaşan enformasyonu karşılaştırdığımızda da ortaya bir özdeşlikten başka sonuç çıkmaz.

Doğrudur, MGK Genel Sekreterliği içinde yaşadığımız toplumu elinden geldiğince homojenleştirmeye çalışmış/çalışmaya devam da ediyor ama yaygın medyanın yirmi yıldır -ve hâlâ- buna aracılık etmediğini (veya en azından göz yummadığını) kim iddia edebilir?

Türkiye'deki yaygın medyanın bu durumunu gözlemlerken akla Serge Halimi'nin "düzenin yeni bekçileri" dediği mediyokratlar geliyor ister istemez. Serge Halimi, ülkesi Fransa'da yoğun tartışmalara yol açan kitabında mediyokratların genel karakteristiğine dair izlenimlerini aktarıyor. Halimi'ye göre yaygın medyanın "güzide temsilcileri" (bunlar arasında genel yayın yönetmenleri, köşe yazarları, anchorman'lar da var) aldıkları çok yüksek maaşlarla ve edindikleri statüleriyle zaten "egemen" bir konuma geldikleri için egemenlere eleştirel bir tutum takın(a)mazlar. Halimi, bu savını daha anlaşılır kılmak için Fransız yaygın medyasının özelleştirmeleri olmazsa olmaz gören yaklaşımından, devlet başkanlarına ve uyguladıkları politikalarına olan "sempatilerinden" çarpıcı örnekler veriyor.

Sözkonusu gizli yönetmeliğin ortaya çıkması tabii ki sevindirici, ancak medyanın hali pür melali bu sevinci kursağımızda bırakıyor ne yazık ki. Bunları bana söyleten, bundan sonraki olası "gizli" yönetmeliklerin ortaya çıkması için bir yirmi yıl daha bekleyeceğimiz yönündeki korkum sadece.