İşgal fabrikası, Buenos Aires, Fabrica Grissini

-
Aa
+
a
a
a

Bir işgal fabrikası; “Grissini” sözcüğünden anlayacağınız gibi bir galeta fırını. Fabrika sözcüğü de aslında abartılı. Çünkü yalnız 18 kişi çalışıyor. Kapıdan girdiğimizde ofis gibi bir yerde, muhtemelen daha önce müdürün odası olan bir yerde, masanın üstünde büyük bir leğene doldurulmuş börek içi malzemesi ve başında çalışan üç kadın bizi karşılıyor. Bir yandan onlar empanada (börek) yaparken bir yandan konuşuyoruz.

 

 

“Ben yedi yıldır burada çalışıyorum.”

 

“Sekiz, sekiz” diyor yanındakiler. Ufak bir hesap yapıyorlar, sekizde karar kılıyorlar.

 

“Önceleri az falan ama paramızı düzenli alıyorduk. Daha sonra onu da alamamaya

başladık. İşletmenin kredi borçları gittikçe ödenemez duruma gelince maaşlarımızı hiç alamamaya başladık. Ayrılıp başka işe geçemezdik, çok alacağımız vardı.”

 

“Zaten iş nerde?” diyor hemen yanındaki, bizim annelere benzeyen bir teyze. Paketin içinden çıkardığı hamurları tepsinin içinde genişletiyor.

 

“Her gün bir banka alacaklarını tahsil için gelip duruyordu. Zaten güç bela kazanılmış ne kadar para varsa alıp gidiyorlardı. Hatta ürettiğimiz grisinilere bile haciz koyup alıyorlardı. Sonunda patron da çekip gitmek zorunda kaldı.”

 

Bu esnada börek içini yapmayı bitirip arkadaşlarının içini doldurduğu böreklerin

kenarlarını süslüyor. Biz de her yerde yediğimiz empanadanın kenarlarının nasıl yapıldığını

öğreniyoruz. Bas parmağının ucuyla şekil verdiği hamurları bir başka tepsiye dizerken devam ediyor.

 

“Sonra ne yapacağımızı düşündük. Hepimizin içerden alacağı vardı. Makineler zaten ipotekli

idi. Satılsalar, ilk önce biz paramızı alsak bile para yetmeyecekti. Ayrıca biz çalışmak istiyorduk. Alacağımız para bize ne kadar yetecekti ki.”

 

Sabırsızca bekleyenler hemen söze giriyor. Sonra birbirlerinden sözü adeta kaparak

anlatmaya devam ediyorlar.

 

“Onlar sadece makineleri değil bizim yaşama hakkımızı elimizden alacaklardı. Fabrikayı işgal etmeye karar verdik. Bize gelene kadar bayağı benzer durumda fabrika vardı. Ama kolay olmayacağını biliyorduk. Ve işgal edip burada yaşamaya başladık.”

 

“8 ay sürekli burada kaldık. Kapının önüne barikatlar kurduk. Her an müdahale etmelerini

bekliyorduk.”

 

“Etmediler mi?”

 

“Bize etmediler ama diğerlerine etmişlerdi. Karar almıştık mutlaka direnecektik. Dışarı

atarlarsa tekrar işgal edecektik.”

 

“Biz işletecektik. Zaten her şeyi biz yapıyorduk, biz üretiyorduk. Şimdi yönetimi de alacaktık.”

 

“Kaç aylık maaşımızı alamamıştık.”

 

“Ya komşular çevredekiler?”

 

“Onlarla yıllardır zaten birbirimizi tanırız. Neler yaşadığımızı biliyorlardı. Hep destek

oldular.”

 

Bu arada börek yaparlarken gelenlerle de öpüşülüyor durmadan. Film gösterimi var birazdan. Bütün işgal fabrikalarında olduğu gibi, kültür baş köşeye oturmuş. “Fabrika kültürü yaratıyoruz” sözünü hatırlıyoruz, bir başka işgal fabrikasında bize söylenen. Pişirilmeye hazırlanmış empanada dolu tepsiler içeri taşınıyor. Latin Amerika’da, özellikle Arjantin’de, gelenlerle mutlaka yapılan ne var ne yok konuşmalarından artık bize sıra gelmeyeceğini anlayıp fabrikayı dolaşmaya başlıyoruz.

  

Duvarları fayanslarla kaplı bir salon. Bir hamur karma makinesi önünde uzun bir bant, en az 15 metre kadar. “44 yıllık” diyor bize fabrikayı dolaştıran ve buranın iki erkek çalışanından biri olan senyor. Makineler ise pırıl pırıl. Makine ustası olduğunu ekliyor ve onlara çocuğunu sever gibi dokunuyor. Nasıl bu kadar yeni olduklarını ve neden terk edilmedikleri anlaşılıyor. Şu anda ancak ayda 3 gün çalışabiliyorlarmış. Krizden ve kimsenin artık grisini yemediğinden bahsediyor. “Peki yetiyor mu?” diye soruyoruz. Bize, “Yetiyor. Eskisinden daha iyi kazanıyoruz” diyor.

 

Üst kata çıkıyoruz. “Fabrika kültürünü” yaşamaya. Gene büyük bir salon ve heykellerle dolu. Tam bir galeri havasında. 44 yıllık grisini makinelerinin yanından 10 basamak üste çıktığınızda sanat dünyasına giriyorsunuz. Bütün işgal fabrikalarının ortak özelliği bu!

 

“Çok gelen oluyor mu?” diye soruyoruz. “Özellikle komşulardan tabii” diyor, köşede daire biçiminde dizilmiş sandalyeleri göstererek: “Komşular burada toplanıyor.”

 

Aşağıya gelenler çoğalıyor. Film başlamak üzere. Biz de aşağıya iniyoruz. Salon kararmış bile ama herkes gelmeye devam ediyor. Üstüne tahtalar yerleştirilmiş grisini tenekeleriyle oturma sıraları şimdiden dolmuş. Çıkışın yanına dizilmiş satılmaya hazır grisiniler tavana kadar yükseliyor. Bu kutuların arkasında bir kamyonet ve bir minibüs çalışabilir durumda ama hacizli olduklarından, ruhsatları olmadığından, daha doğrusu hiçbir kişiliğe haiz

olmadıklarından yatıyorlar.

 

 

“Diğer işgalci fabrikalar destek oluyorlar mı?” diyoruz. “Tabii, hepsi bizden grisini satın alıyorlar” diyor. Aklımıza IMPA kooperatifinin başkanının konuşurken duyduğu coşku geliyor. “Söyleyin Türkiye’deki işçilere, onlar yönetimi devralsınlar, biz dayanışırız! Yapabiliriz!”

 

Film başlıyor. Eduarda Galverdi’nin yaşamını anlatan bir belgesel. Kendisi de bir belgesel yönetmeni olan Solanas ile birlikte sinema grubunu kuran ve diktatörlüğün kaybettiklerinden biri. Filmden sonra bu filmin yönetmeniyle söyleşi var.

 

Ancak başka bir buluşmaya gideceğimizden bekleyemiyoruz. Çünkü daha çıkarken işçilerin yaptığı empenadaları alıp, yanında cervezalarla yerken en az bir yarım saat kadar hoşçakalın sohbeti yapmalıyız. İçerde filmin sohbeti devam ediyor. Empanadalar harika...

 

İşgalci fabrika, Arjantin, Buenos Aires, Fabrica Grissini... Dünyanın Sokakları, Metin Yeğin. Chau.

 

Bu sayfadaki tüm fotoğrafları üzerini tıklatarak büyük görüntüleyebilirsiniz

 

 

"Dünyanın sokakları"nı pazartesi, çarşamba, cuma günleri Açık Radyo'da 19:15 dolaylarında dinleyebilirsiniz. Sorularınız için [email protected]