'Bu suça ortak olmak istemiyoruz!'

-
Aa
+
a
a
a

Amerika'nın savaşı ne savaşı? Sizce ABD politikasının temelindeki hedefler nedir?

Dünyadaki ezici çoğunluk gibi ben de, bu savaşın Amerika'nın dünya üzerindeki gücünü arttırması, petrol ve silah tekellerinin çıkarları için yapılacağını düşünüyorum. Amerika Ortadoğu'daki petrol trafiğinde kendi lehine düzenlemeler istiyor. Kitle imha silahları konusunda bir delil bulunmuş değil, laik Saddam rejiminin El-Kaide ile bir ilişkisi olduğuna dair şimdiye kadar kanıtlanmış bir şey yok. Dış müdahale ile demokratikleşmiş bir ülke örneği de yok.

Amerika'nın ileri sürdüğü bu meşrulaştırıcı gerekçeler Birleşmiş Milletler nezdinde de ileri sürdüğü gerekçeler. Bu noktadan hareketle acaba uluslararası hukuk, Birleşmiş Milletler, uluslararası normlar ve mekanizmalar hakkında ne söylenebilir?

Amerika'nın uluslararası güvenlik stratejisindeki değişiklik son derece ürkütücü. Soğuk savaş dönemindeki önleyici meşru müdafaa stratejisi bile tehlikeli bulunurdu. Bugün ise kendisi için potansiyel tehdit taşıyan her ülkeye saldırabilmesinin çerçevesini oluşturan bir güvenlik siyaseti var. Üstelik küresel hak ve yükümlülükler konusundaki uluslararası anlaşmaları imzalamıyor, hiç bir sorumluluk almıyor.  Bunun karşısında uluslararası hukuk, davranış kuralları ve kurumların önemi büyük ve bunlara giderek daha çok ihtiyacımız olacak. İkinci Dünya Savaşı'nın düzeni üzerine kurulmuş olduğu için Birleşmiş Milletler bunu ne kadar başarabilir tartışılır. Ancak şu noktada Amerika'ya dur diyebilecek başka bir uluslararası kurum yok. Bunun için de BM'nin alacağı kararlar ve dünyadaki yeni güvenlik konsepti arayışı son derece önemli. Bütün ulusları bağlayacak ve güvenliğe sadece askeri boyutta değil aynı zamanda

Mebuse Tekay hakkında...

1954 yılında Çarşamba'da doğdu. İlkokulu Ankara, Çarşamba ve Samsun'da, ortaokul ve liseyi Samsun'da okudu. 1975 yılında İstanbul Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Bireysel ve toplu iş hukuku alanında çalışıyor, işçilerin ve işçi sendikalarının avukatlığını yapıyor. Çalışma yaşamıyla ilgili kitapları, Annem Gibi Olmadım isimli öykü kitabı var. İş hukukuyla ilgili incelemeleri ve makaleleri, akademik dergilerde gündelik yaşama ilişkin yazıları çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlandı. Uzun yıllardır sivil toplum kuruluşlarında çalışıyor. Bir kız annesi.

 

ekonomik, insani ve ekolojik boyutlarla bakan yeni bir güvenlik konsepti ve yeni bir uluslararası kurum gerekiyor.

Dünyanın en büyük askeri gücünü normatif gerekçelerle sınırlandıramayan bir kurumdan neler beklenebilir?

Amerika şimdiye kadar ekonomisiyle, kültürüyle zaten yayılmacı bir politika izliyordu. Şimdi de ordularıyla neredeyse klasik emperyalizme geri dönüyor ve sınır tanımaz bir hale geldi. Bu anlamda Saddam yerel bir diktatörse Bush da küresel bir diktatör. Uluslararası kurumların bugünkü karşı duruşları, hiç değilse Amerika'nın meşruluğunun tanınmaması anlamında önemli. Amerika belki bu savaşı yapacak ve bundan kendi adına galip çıktığını ilan edecek ama hiçbir uluslararası kurumun ve uluslararası toplumun bunun meşruluğunu tanımaması önemli. Bahsettiğiniz yeni güvenlik kavramının oluşturulmasında Birleşmiş Milletler mi odak oluşturacak? Birleşmiş Milletler hem Bosna'da hem de Irak krizinde prestij kaybına uğradı. Kanımca dünyadaki ortak yaşamı korumaya yönelik yeni barış ve güvenlik konseptine uygun yeni uluslararası kurumlar oluşturulmalı ancak böyle bir oluşum gerçekleşene kadar BM önemini koruyacak. Su anda alternatif kurumsallaşma yönünde çabalar olmasa da uluslar arası toplumun önceden görülmemiş güçte bir karşı çıkışına tanık oluyoruz. Amerika bu savası askeri olarak kazansa da manevi olarak kaybetmiş olacak ve dünyada yalnız kalan Irak değil Amerika olacak. Gerçi Avrupa Birliği'nden sekiz ülke Amerika'ya destek vereceklerini bir şekilde belirttiler ama onların toplumları da bu savaşı istemiyor. Amerika adeta bütün toplumlara ve insanlığa karşı bir savaşa giriyor ve yanına alabildikleri sadece bazı hükümetler. Dünyada ilk defa çok uzun yıllardır bu kadar büyük bir hareketlenme var ve savaş başlamadan bu denli güçlü bir muhalefetin oluşması da bir ilk. Bunun BM dışında yeni kanallar açacağını düşünüyorum.

Çok sayıda kuruluşun 'Savaşa Hayır' demek için bir araya gelmesi de Türkiye için bir ilk. Bir katılımcı olarak genelde koordinasyon süreci ve mitingler hakkında değerlendirmeleriniz neler?

Koordinasyon'da yer alan 150 örgüt, hem toplumsal formasyonları, hem siyasi konvansiyonları açısından çok farklı kesimlerden geliyor. Ateistlerle dindarlar, yalnızca gücün terörüne karşı olanlarla terörün gücüne de karşı çıkanlar, haklı savaş olamayacağına inananlarla haklı savaş olabilir diyenler gibi barışa çok farklı bakan insanlar ve kurumlar yan yana çalışıyor. Bütün bu gruplar kendi içlerinde ortak bir dil, ortak bir eylem hukuku oluşturmak için o kadar çok çaba sarf ettiler ki 1 Aralık mitingine kadar kendi dışlarına pek açılamadılar. 1 Aralık Mitingi biraz zayıf kalmış olsa bile bir arada durabileceklerini gördüler ve koordinasyonu kalıcılaştırdılar. Şimdi koordinasyondaki bütün gruplar çalışmalarını dışarıya yöneltiyorlar, hem kendi tabanlarına hem de sokaktaki insana yönelik eylemler yapıyorlar. Nitekim Beyazıt'taki buluşmaya şimdiye kadar hiç evinden çıkmamış, sokağa inmemiş insanların da gelmesi bunun sonucu oldu. Mitinglere katılımın zayıf olması, miting sözcüğünün sokaktaki insanda coplanma, saçlardan sürüklenme gibi görüntüleri çağrıştırmasıyla da ilgili elbette. 15 Şubat Kadıköy Mitinginde, olay yaratan bir grup yer aldı. Bu grubun Koordinasyonda bir uzantısı olduğu anlaşılırsa bunun önemli bir çatlak yaratması beklenebilir. Koordinasyonun tümü tarafından eleştirilirse sorun yok demektir. Bir başka sevindirici gelişme de Barış Girişimi tarafından organize edilen Yüzler Meclisi'nin başarısı. Şimdi Türkiye'de işçilerin, aydınların, sanatçıların ve bütün meslek kuruluşlarının tabanlarının hareketlendiği bir dönem yaşanıyor. Çabaların bir yere varabileceği inancını henüz terk etmedik.

Koordinasyon'un "Irak'ta Savaşa Hayır!" sloganının bir araya getirici zemin olarak eleştirildiği oldu. Siz ne düşünüyorsunuz?

Koordinasyonu oluşturan topluluklar kendi iç gruplarındaki eylemlerde zaten kendi bakış açılarıyla davranıyorlar ve kendi sloganlarını kullanıyorlar. Koordinasyonun ortak hedefi ise “Irak'ta Savaşa Hayır” demek. Savaşa ve barışa yaklaşımlarımızdaki farklılıklara rağmen bir arada olabilmeyi zaaf değil bir zenginlik olarak görüyorum. Sonuç olarak asıl yakıcı mesele bugün Irak'a yapılacak saldırıdır ve hepimiz kendi durduğumuz yerden buna hayır diyoruz. Dünyada da 1 milyon kişinin yürüdüğü eylemler düzenlenebiliyorsa bu 1 milyon kişinin savaşa aynı bakmasından kaynaklanmıyor. Aslında hayat çok sade, onu karmaşıklaştıran biziz. Irak'a yapılacak bir saldırının sonuçları, ideolojik duruşlarımıza bakmaksızın hepimizi olumsuz etkileyecek. Önemli olan toplumun ezici çoğunluğunun iradesini görünür kılabilmek, bunu Hükümetin, Meclisin kararına dönüştürebilmek, bu da güçlerimizi birleştirmeyi gerektiriyor.

Savaş çıktığı taktirde bunun insan hakları, demokratik açılımlar gibi iç politika sorunlarına nasıl yansıyacağını düşünüyorsunuz?

Savaş, uluslararası alanda saldırganlaşmayı getirdiği gibi iç politikada da temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasını beraberinde getiriyor. Güneydoğu'da çok uzun yıllardır süren olağanüstü hal yeni kaldırıldı ama daha birinci ayını tamamlayamadan hemen kriz merkezleri oluşturuldu. Güneydoğu'da yine arama noktalarının sayısının çoğaldığını ve göreceli demokratikleşme ortamının tekrar kısıtlanmaya başlandığını görüyoruz. Savaş bir olasılıkken bile bu tür uygulamalar varsa savaşa girilmesi halinde bütün Türkiye'deki temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması ve insan hakları ihlallerinin artacağına ilişkin derin bir kaygı taşıyorum. Bunun işaretlerini de görüyoruz. Kuzey Irak'ta bir Kürt devletinin kurulabilme olasılığı nedeniyle savaşı isteyenlerin ise, kolaylaştırıcı bir rol oynamayacaklarını ummak istiyorum.

Küreselleşme karşıtı hareketi Irak'ta savaşa karşı mücadele çerçevesinde nasıl değerlendiriyorsunuz?

Küreselleşme karşıtlarının çizdikleri politikaların çoğuna katılıyorum. Hareketin geniş kesimleri anti-kapitalist ve genel olarak savaş karşıtı. Sermayenin G8, IMF, Dünya Bankası gibi küresel kurumları ve NATO gibi askeri örgütleri var. Bütün bunlar karşısında farklı bir dünya olabileceğini söyleyenler, 'nasıl yaşamak istiyoruz' sorusunun cevabını arayanlar, çoğu zaman tek tek bireyler olarak veya küresel çapta olmayan örgütlenmelerle sınırlı kalıyor. O nedenle bütün bu küresel diyebileceğimiz ya da uluslararası kurumların karşısında ulusal sınırlar tanımayan, uluslararası toplumun sözcülüğünü yapacak muhalif grupların ve kurumların da oluşması gerekir.

Bu küresel bir sivil toplumun oluşturulması gibi mi algılanmalı?

Adeta. Evet. "Bir Dakika Karanlık" eyleminin, küresel sivil muhalefetin ortak simgesi olabileceğini düşünüyorum. Dünyada gerçekten hepimizin vicdanını acıtacak çapta bir şey olduğunda bütün dünyada ışıkların yanıp söndüğünü düşünebiliyor musunuz? Mesela Irak'a saldırıya karşı başlatılan bu çabanın sonuç verdiğini ve bütün dünyada milyarlarca insanın ışıklarını yakıp söndürdüğünü düşünün. Bu ne kadar müthiş bir şey olur. Bunun karşısında hangi güç direnebilir?

“Bir Dakika Karanlık” eylemini pek çok ülkeden katılımla küresel bir savaş karşıtı eyleme dönüştürmek için uğraş veriyorsunuz. Bu tarz bir eylemi tercih nedenleriniz neler?

Susurluk sonrasında herkes bir şeyler yapmak isteyip bir yandan da ben tek başıma ne yapabilirim diye düşünüyordu. "Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık" kampanyası herkesin katılabileceği, çıtanın çok düşük olduğu bir eylemdi. Eylem, öncelikle, herkesin bir şeyler yapma isteğinin doğduğu bir dalganın üzerine oturdu. İkincisi, hemen herkesi buluşturabilecek bir yapıya sahipti. Üçüncü faktör de herhangi bir siyasi grubun ya da kesimin hegemonyası olmadan tamamen yurttaştan yurttaşa yapılmış bir çağrıyla başlamasıydı. Anonim olduğu için de herkesin sahiplenmesine açıktı. Bu özellikler bugün için de geçerli. Bugün de uluslararası toplulukta savaşa karşı birşeyler yapmak isteği yoğun olarak var. Türkiye'de, belki de bütün dünyada, insanları evinden çıkartıp alanlara indirmek zor görünüyor. Bu nedenle evlerinden katılabilecekleri bir hareket herkesin katkısını sunabileceği bir hareket oluyor.

Eylem nasıl örgütlendi?

Yurttaş Girişimi, Barış Girişimi, Irak'ta Savaşa Hayır Koordinasyonu gibi kuruluşlardan gelen ve bağımsız katılımcıların inisiyatifiyle uluslararası barış zincirlerine bir çağrı metni yazarak duyuru yapıldı. Olumlu cevaplar gelmesi üzerine de, yurttaştan yurttaşa ya da insandan insana, anonim bir girişim olarak, bu eylem başlatıldı.

Hem savaştan yana hem de savaş karşıtı konumların ön plandaki temsilcileri erkekler oldu. Savaşların kendilerine getirdiği maliyetler düşünüldüğünde, kadınların seslerini daha fazla duyurması gerekir mi?

Doğrusu burada bir kadın erkek ayrımı olduğunu düşünmüyorum. Irak'ta savaş olduğunda çocuğu, kadını, yaşlısıyla bütün bir toplum etkilenecek. Özellikle bugün savaşa karşı çıkmak tamamen insani bir bakış açısıyla olmalıdır. Tolstoy'un Savaş ve Barış romanında çok güzel, çok görkemli bir giriş bölümü vardır. Ordular sınırı geçtiği zaman binlerce mahkemenin binlerce dosyasını dolduracak kadar çok suç işliyorlar. Her savaşta bu tekrarlanıyor. Hele bugünün savaşlarında milyonlarca mahkeme dosyasına konu olacak suçlar işleniyor fakat sanki savaş bunları suç olmaktan çıkarıyormuş gibi o savaşı yapanlar yargılanmıyorlar. Ama şimdi bütün insanlık diyor ki "Savaş bir suç ve biz bu suça ortak olmak istemiyoruz".

Çok teşekkür ediyorum Sayın Tekay.