2 Ağustos 2006
İsrail devleti 1948 yılında kuruldu. O günden beri İsrail’de, Yahudilerle Araplar arasında ve İsrail ile komşuları arasında şiddet hiç eksik olmadı. Kimi zaman bu şiddet azaldı hatta unutulmaya yüz tuttu. Kimi zaman da bu şiddet şimdi olduğu gibi bir savaşa dönüştü. Bu boyuttaki şiddetin her ortaya çıkışında sanki önemliymiş gibi hemen bunu neyin tetiklediği tartışmaları başlar. Bugünlerde Gazze’de İsrail ile Filistin arasında ve İsrail ile Lübnan arasında bir savaş sürmekte ve gene dünya bu açık savaş halini alt düzey bir şiddete geri döndürmek için o bilinen ve yararsız tartışma içindedir.
Her İsrail hükümeti dünyanın ve İsrail’in komşularının kendisini bir devlet olarak tanımalarını sağlayacak bir ortam yaratma arzusu içinde olmuş, ancak bunun sonucu olarak bu devletler ve gruplar arası şiddetin sona ermesini ummuştur. İsrail bunu elde etmeyi daha başaramamıştır. Şiddetin düzeyinin düşük olduğu dönemlerde İsrail kamuoyu izlenmesi gereken strateji konusunda ikiye ayrılır. Şiddetin tırmanarak savaşa dönüştüğü dönemlerde ise Yahudi İsrailliler ve dünya Yahudileri hükümetin etrafında birleşirler.
Aslında İsrail’in 1948’den beri izlemekte olduğu strateji iki ana unsura dayanır: güçlü bir askeri varlık ve güçlü Batı desteği. Bu strateji bugüne kadar bir amaca hizmet etmiştir: İsrail’in hâlâ ayakta olmasına. Gerçekte sorun, bu stratejinin daha ne kadar süre işe yarayacağıdır.
Dış desteğin kaynağı zaman içinde değişim göstermiştir. 1948’de İsrail için hayatî olan askeri desteğin Sovyetler Birliği ve onun Doğu Avrupa’daki uydularından geldiğini bugün tamamen unutmuş durumdayız. Sovyetler Birliği geri çekildiğinde bu rolü Fransa üstlendi. Fransa o dönemde Cezayir devrimi ile mücadele ediyordu ve İsrail’i Cezayir ulusal kurtuluş hareketini yenilgiye uğratmak için önemli bir unsur olarak gördü. Cezayir’in 1962’de bağımsızlığını kazanması ile artık bağımsız olan Cezayir ile ilişkiler kurma arayışı içinde Fransa, İsrail’i bıraktı.
Ancak o dönemden sonra Amerika şu an İsrail’in büyük destekçisi konumunda ortaya çıktı. Bu değişimde etkili olan önemi bir unsur İsrail ordusunun 1967’deki Altı Gün savaşından zaferle çıkması oldu. Bu savaşta İsrail Filistindeki eski İngiliz mandası topraklarını ve daha fazlasını işgal etti. Bölgede güçlü bir askeri varlık olduğunu da kanıtlamış oldu. Dünya Yahudiliği’nin kendisine karşı tavrını, kuruluşu sırasında Yahudiler’in sadece %50’sinin desteklediği bir durumdan artık kendileri için bir gurur kaynağı olan bu devleti büyük çoğunlukla destekleyen bir konuma getirdi. Bu dönemde Holokost İsrail ve politikaları için önemli bir ideolojik gerekçelendirme halini aldı.
1967’nin ardından İsrail hükümetleri Filistinliler ve Arap dünyası ile hiçbir şeyi görüşme gereği duymadılar. Tek yönlü anlaşmalar önerdiler ancak bunların tamamı İsrail’in koşullarına uygun olarak belirlenmişti. İsrail Nasır ile görüşmezdi. İsrail Arafat ile de görüşmezdi. İsrail şimdi terörist olarak adlandırdıkları ile de görüşmüyor. Bunun yerine birbiri ardına gelen askeri güce dayalı gösterileri tercih ediyor.
İsrail kendi açısından ele aldığı, tıpkı Geroge Bush’un Irak’ı işgaline benzeyen, bir felaketin içindedir. Bush’a göre, askeri güce dayalı bir gösteri Amerikan varlığını Irak’ta kesin olarak sağlayacak ve tüm dünyaya da korku salacaktı. Ancak Bush Irak direnişinin askeri olarak beklenenden daha güçlü, Irak’taki Amerikan müttefiklerinin varsayıldıklarından daha az güvenilir ve Amerikan kamuoyunun da bu savaşa desteğinin düşünülenden daha kırılgan olduğunu keşfetti.
İsrail’in şu anda yürüttüğü askeri harekat Bush’un Irak’ta giriştiği ile paralellik göstermektedir. İsrailli generaller Hizbullah’ın askeri gücünün beklendiğinden daha fazla olduğunu görmekte, bölgedeki Amerikan müttefiklerinin şimdiden İsrail ve ABD’den uzak bir tutum aldığını (Irak hükümetinin Lübnan’a verdiği dstek ve şimdi Suudi Arabistan’ın da aynı tavrı alması) izlemekte ve kısa zamanda ortaya çıkacağı gibi İsrail kamuoyunun bu harekata verdiği desteğin de kırılgan olduğunu farkedeceklerdir. İsrail hükümeti İsrail halkının vereceği tepkiden çekinerek Lübnan’a daha fazla kara birlikleri yollama konusunda kararsız durmaktadır. İsrail alay konusu olacağı bir ateşkese doğru ilerlemektedir.
İsrail hükümetinin farkına varamadığı şey ne Hamas’ın ne de Hizbullah’ın İsrail’e ihtiyacı olmadığı gerçeğidir. Onlara gereksinim duyan, hem de fazlasıyla duyan İsrail’dir. Eğer İsrail sonunda yok olacak bir Haçlı devleti olmayacaksa, varlığını güvence altına altına alacak olan Hamas ve Hizbullahtır. İsrail onlarla bir anlaşmaya varırsa, bilge Filistin ve Arap ulusçuluğunun sözcülerinin dediği gibi, ancak o zaman barış içinde varolabilir.
Kalıcı bir barışın sağlanması son derece zordur. Ancak İsrail’in mevcut stratejisinin temel direkleri – kendi askeri gücü ve ABD’nin şartsız desteği – çok dar bir hareket alanı oluşturmaktadır. Askeri avantajı azalmaktadır ve yıllar içinde daha da azalacaktır. Irak sonrası dönemde Fransa’nın 1960’larda yaptığı gibi Amerika da İsrail’i bırakabilir.
İsrail’in tek gerçek güvencesi Filistinlilerdir. Ve bu güvenceyi elde edebilmek için İsrail uygulamakta olduğu stratejiyi temelden bir daha düşünmek zorundadır.
Çeviren:Neşet Kutluğ