Ken Nichols O’Keefe, 29 Aralık 2002’de The Observer’da yayınlanan yazısında ‘Amerikan kahramanı’ olmaktan ‘gönüllü canlı kalkan’lığa uzanan öyküsünü anlatıyor.
Her geçen gün gazete manşetleri bize olası Irak savaşına git gide yaklaştığımızı hatırlatıyor. Dünyadaki insanların bir çoğu bu olasılıktan üzüntü duyuyor ve ahlak kurallarına aykırı olduğunu düşünüyor, ancak seslerini duyurma konusunda kendilerini güçsüz hissediyor. Çok katılımlı barış mitingleri dünyanın çeşitli şehirlerinde düzenlendi. Ancak haber bültenleri hiç vakit kaybetmeden, daha önce görülmedik ölçüde önceden kurgulanan ve planlanan bir savaşın davul seslerini tekrar duyurmaya başlıyor.
Savaştan en çok zarar görecek olanlar, kuşkusuz, çok sayıda can kaybına katlanmak zorunda kalacak olan masum kurbanlar, yani Irak’lı erkek, kadın ve çocuklar... Suçları? Sadece, geçmişte ona destek olan ve silahlandıran Batılı güçlerin ihtiyaçlarını artık yerine getirmeyen, acımasız bir diktatörün başında olduğu petrol zengini bir ülkenin zavallı vatandaşları olmak.
Ancak güçsüz olmamız için bir sebep yok. Gandi “barış, silahlı çatışmayla değil, silahsız halkların, tüm kavgalara rağmen yarattığı adaletten ortaya çıkar” demişti. Peki bir kaç bin Batılı sivil Irak’a gidip Iraklılarla omuz omuza dursa ne olur? Batıdaki yüz milyonlarca insandan, Irak’a insan hayatını korumak için canlı kalkan olmak amacıyla gidecek ilk bir kaç yüz kişiden biriyim. Irak’a giden dünya vatandaşlarına katılarak barış ve adalete tanıklık edeceğiz.
Sakat kalma ve hatta öldürülme riski ile karşılaşacağız -ancak bu, masum Iraklıların karşılaşacağı risklerle aynı. Adaleti ve barışı müdafaa ederken ölmeyi, toplu cinayet ve savaş suçu ortağı olup da “kazanç sağlamaya” tercih ederim. Bu, geçmişte hükümetlerimizin yaptığı gibi, Saddam Hüseyin’i desteklemek ile ilgili değil. İnsanlık ailesindeki hayatları kurtarmakla ilgili. Iraklı insanlara, Batı’daki çoğu insanın bu suç oluşturan savaşı desteklemedikleri gerçeğini anlatacağız. Eve döndüğümüzde ise Batı’daki insanlara savaşın can kayıplarından bahsedeceğiz, çünkü maalesef, dünyadaki milyonlarca insanın her gün ölüm ve yıkımla yüz yüze gelmesi nedense, eğer Batılı vatandaşların hayatları da tehlikede değilse, kavranılmaz bir soyutlama olarak algılanıyor.
Bu konuda benim de kişisel bir pişmanlığım var. 1989 yılında 19 yaşındaydım ve hayatımın en cahilce eylemini gerçekleştirdim; ABD donanmasına katıldım. 1991 yılında cahillikten daha da ileriye giderek suç işleyenlere, yani Iraklı insanlara karşı savaş açanlara katıldım. Bu savaşta seyreltilmiş uranyum sivil halka karşı kullanıldı. Benim ödülüm, ‘Amerikalı kahraman’ olarak diğer yüz binlerce ‘kahramanla’ beraber, baba Bush tarafından deney faresi gibi kullanılmak oldu. Bize hâlâ ‘Körfez Savaşı sendromu’nun tam hikayesi ve kaç askerin bu sendromdan dolayı hayatını kaybettiği açıklanmadı. Ancak liderlerimizin hayatlarımıza verdiği değeri çok iyi biliyoruz. Bir ülkenin liderleri kendi ‘çocuklarının’ hayatına saygı duymazsa, düşmanın hayatı düşünce sahalarına bile girmez. Irak’a uygulanan yaptırımlardan dolayı kaybedilen yüzbinlerce hayat, ödenmeye değer bir bedel olarak görülüyor. Liderler Irak’la bir başka savaşın insani bedelini anlayamıyorlar.
Benim anladığım kadarıyla, biz ‘vatandaş olarak’ hükümetlerimizin davranışlarından sorumluyuz. Sözde ‘demokrasilerde’ yaşama şerefine sahip olan bizleriz ve bizim adımıza hem Irak’ın sivil halkına hem de dünyadaki bir çok diğer insana yapılmasına izin verdiğimiz bazı olaylardan ötürü topluca suçluyuz. Cehalet bahane olarak kullanılamaz. Diğer diktatörlerin varlığı da bahane olarak kullanılamaz.
1999 yılında, geç de olsa mantıklı bir karara vardım ve ülkemin, gerek yatırdığım vergileri, gerekse sadakatimi hak etmediğinin bilincine vardım ve utanç duyduğum ABD vatandaşlığından vazgeçtim. Yol ve okul yapımı için yatırılan para ayrı bir konu, delilik noktasına varan ve global baskıyı besleyen ‘kitle imha silahları’ için yatırılan para ise apayrı bir konu. Ahlaklı hiç bir insan savaş, ölüm ve cinayet için para yatırmak zorunda bırakılamaz.
Sadece beyni yıkanmış insanlar, uzun bir müdahale siciline sahip olan ve dünya çapında ‘terörizm savaşını’ sürdüren ABD’deki ironiyi göremiyorlar. Binlerce nükleer silahı olan ve bu silahları kullanma hakkı olduğunu beyan eden bir ülkenin lideri, dünyadaki en fakir ülkelerden birini, benzer silahları geliştirmeyi planladığını gerekçe göstererek, ezmeye hazırlanıyor.
‘Teröre karşı savaş’, ABD’de ve tüm dünyada ‘özgürlüğe karşı savaş’ haline geliyor. George Bush şu açıklamayı yaptı : “Her ülke artık bir karar vermeli, ya bizimlesiniz ya da teröristlerle.”
Ancak sahip olduğumuz seçenek sayısı sadece iki değil. Şunu bilin, ben George Bush’un da yanında değilim, teröristlerin de... Bu nedenle, savaş başladığında ben Irak’ta Irak halkının yanında olacağım. Tüm insanların bana katılarak kendilerini bir ülkenin vatandaşları değil de, dünyadaki en fazla ezilen insanlarla bir birlik olarak hareket etmeye hazırlanan dünya vatandaşları olduklarını duyurmaya davet ediyorum. İnsanların bize katılmalarını veya girişimlerimize başka şekillerde destek olmalarını diliyorum. Bunları yaparak ben, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin ilkelerine sahip çıkıyorum. Eğer Irak’ta ölecek olursam, gerçekleri görüp de harekete geçtiğim için kendimle barışık bir insan olarak öleceğim. Çeviren : İrem Soydan