Diyet

-
Aa
+
a
a
a

Can Dündar

İlk tepkiyi, NTV’nin canlı yayınında, Yeniköy kıraathanesindeki adam verdi:     "Madem Amerika bizi parayla tehdit ediyor, aramızda para toplayalım, neyse verip kurtulalım."     Benim gibi edebiyat dersinde Ömer Seyfettin’in "Diyet"ini okuyarak yetişmiş milyonlar, bu resti iyi tanır.     O öykünün kahramanı, hırsızlıktan mahkum olur. Şeriat gereği eli kesilecekken bir kasabın diyetini ödemesiyle kurtulur. Kurtarıcısının dükkanında kasaplığa başlar, ama o günden sonra adam her fırsatta "Ben olmasam elin yoktu" diye "diyet"i başına kakar. Sonunda bizimki satırı kaptığı gibi kolunu keser, "Al diyetini, hayrını gör" diye kasabın önüne atar; yürür gider.

     ***

    Türkiye, aşağılık bir fırsatçı gibi resmedildiği ve "Toprağını açmazsan zırnık koklatmam" diye tehdit edildiği son pazarlıkta kolunu kesip Atlantik yönüne fırlatmıştır.     Dün yağan ekonomik tedbirler, bu direnişin bedelidir.     Lakin hiç şüpheniz olmasın ki; kanayan bir kolun sancısı, harcanacak insan canından da, para uğruna komşusunu boğazlayan bir tetikçi görüntüsünden de, emre amade bir muz cumhuriyeti rolünden de iyidir.     ***     İnsanlar gibi, uluslar da, geçim kaygısıyla kendine saygısı arasında sıkışır kalır bazen...     Böyle dönemlerde, çekilen sıkıntıyı hafifleten şey, baskılar karşısında başı dik tutabilmiş olmanın onurudur.     Günlerdir kimi yorumlara sinen ezikliğe baktıkça bu duygudan ne kadar uzaklaştığımızı görüyorum.     "ABD şimdi ne diyecek, bize pahalıya ödetecek" diye başlayan "Savaş lobisi + Amerikan hobisi + Kürt fobisi" işbirliğiyle yazılan bu yorumlar en çok da milliyetçiliğiyle nam salmış kalemlerden çıkıyor.     Washington’u kıble bilmiş bu zevat, cüzdanlar kadar vicdanların sesine de kulak kabartabilse, bu kararın Meclis’e ve Türkiye’ye, çoktan ihmal ettiği bir itibarı iade ettiğini anlayacak; gururlanacak.     ***     Türkiye, yarım asırdır ABD için uzak bir sınır karakolu, "işgalde Rusları 48 saat oyalayacak bir ordu"ydu.     Tam 50 yıl, varımızı yoğumuzu savunmaya akıttık; aşımızdan, ilacımızdan, kitabımızdan kesip silaha yatırdık.     Sonuç ne?     Bugün ne adam gibi milli gelirimiz var, ne insanca sağlık hizmetimiz... Savunma uğruna okula soba, yetimin önüne çorba koyamadık, ama şimdi öfkeyle fark ediyoruz ki, saldırı halinde yurda kalkan olacak bir "füze ağı"na da sahip değiliz.     "Saldıran olursa başının çaresine bakarsın" diyen bir "savunma ittifakı" ve Türkiye’yi emir eri sanan bir "stratejik müttefiköle baş başayız.     Son tokadın ta Atlantik ötesinden duyulacak kadar okkalı olmasını, biraz da uğruna onca eziyet çektiğimiz muhataplarımızın bunca küstahlaşmasının yarattığı hayal kırıklığına borçlu değil miyiz?     ***     Türkiye, bu kararla bir çadır devleti olmadığını kanıtladı.     Cumhurbaşkanından Meclis başkanına, işçisinden dincisine birleşip, ahlaki, insani, hukuki hiçbir gerekçesi olmayan bir saldırganlığa taş koydu.     Kendi mebusunun sokulmadığı üslerden, petrol savaşının askerlerini kovdu.     Kendisini fahişe kılığına sokanlara unutulmaz bir ders vererek onurunu korudu.     Elbette bir bedeli olacaktır bunun...     Ama bundan böyle TBMM ile pazarlığa oturanlar, "diyet"i hatırlayıp lafını seçerek konuşacaktır.     Dileriz hükümet, baskılara boyun eğip yırtılıp atılmış bir tezkereyi yeniden getirerek bu kazanımı sıfırlamaz.