4 Temmuz 2005Radikal Gazetesi
Tony Blair ve Bob Geldof geçen gün MTV müzik kanalına çıktı. Blair, 24 ülkeden 59 gencin sorularını yanıtladı. Mide bulandırıcı olan, 20 yıl önce anlı şanlı 'Live Aid' konserlerine imza atmış olan 'Sir' unvanlı Bob Geldof'un başbakanla kan kardeş görüntüsü sunan samimiyetiydi. Geldof, Blair'e yönelik muhabbetini dünyanın gözleri önünde biraz olsun yatıştırmaktan geçtim, "Sorun, bu adamla sıklıkla hemfikir olmam. Ama şimdi rock televizyonuna çıktık ve ben de yardakçısı gibi görünmek istemiyorum" demekte de bir sakınca görmüyordu. G8 zirvesi hakkındaki soruları dikkatle karşılayan Blair, gençlere fazla umutlanmamaları konusunda telkinde bulunuyor, yardakçısı olmayan Geldof da lafı kapıp, Blair'in zirvedeki konumunu açıklıyordu: "Golf sahası olan beş yıldızlı bir otele gidip diğer yedi adama 'bu kürenin tarihinde bugüne değin elde edilmiş en büyük demokratik vekâletle geldim' diyecek. Ya reddedecekler ya da kabul edecekler." Sonuçta Blair'in de bizden, gençlerden, Afrika'nın geleceğinden endişe duyanlardan, iyi insanlardan, vicdan kulübünden olduğuna kalıbını basıp kefil oluyor, işin diğer yedi adamın yola getirilmesine kaldığını vurguluyordu. Blair Afrika'yı gündeme alarak Irak konusunda aldığı yaraları sarmayı kafaya koymuştu besbelli. Geldof da onun diğer liderlerden olumlu yanıt alamadığı takdirde suçlanamayacağını belirtiyor, "B planı ise, her gece televizyon ekranlarından görkemli renkler içinde ölüm karnavalının devam ettiğini izleyerek bu yoksulluk pornografisine kendimizi bırakmak" sözleriyle programa gelmeden sıkı bir metin çalışması yapmış olduğunu açık ediyordu. Rock yıldızıyla Irak şahini başbakanın bu mutlu ve uyumlu işbirliği görüntüsünün pornografisine teslim olamayanlar, içlerinde terletmekte oldukları o kaşındıran sorunun yanıtını belki de kendilerine veriyorlardı. Afrika'nın canını kurtarmaya aday olan bu dil hangi gerçekleri saklamaya talip? Uygar dünya çok yaşa
'The Guardian'da yazan George Monbiot'un 'Egemenlerin Ozanları' adlı makalesi de aynı sorunun etrafında dönüyordu. Monbiot, makalesinde öncelikle G8 zirvesinde asıl tehlikenin protestoların şiddete varması değil fazla uslu olması ihtimali olduğuna parmak basıyor ve açıklıyor: "Daha açık konuşayım, tehlike Bono ve Bob Geldof'un belirlediği gündemin peşine takılmamız." Bono ve Geldof'un benimsemiş göründükleri hakemlik rolünün giderek tehlikeli bir biçimde bizim adımıza liderlerin kararları hakkında yargılara varan bir çizgi izlediğini belirtiyor Monbiot. Buna örnek olarak da G7 Maliye bakanlarının iki hafta önce açıkladığı, dünyanın en yoksul ülkelerinin borçlarını silme paketine göstermiş oldukları tepkinin altını çiziyor. Geldof'un, "dünyanın her köşesinde kampanya yürüten milyonlarca insan için bir zafer" açıklamasıyla Bono'nun elbette daha 'cool', "mütevazı bir tarihsel an" kutsaması gerçekten de bu iki 'iyi niyetli' ama yetersiz muhalifin neler pahasına bir uzlaştırma çabası içinde olduklarının ağır bir göstergesi. Çoğu Sahra çölünün güneyinde yer alan 18 ülkenin borçlarının silinmesinin kısa vadede Afrika'ya bir ferahlık getirmesi bekleniyor elbette. Borçların silinebilmesi için öne sürülen şart, söz konusu ülkelerin borçlarını ödeyebilmeleri için bir program çıkarabilmiş olmaları. Bu da elbette dayatılan özelleştirme programlarıyla mümkün. Nitekim ekonomist Sanjay Suri'nin analizine göre, G7 ülkeleri için özelleştirme programı, uzun vadede borçların geri ödenmesinden çok daha kârlı. Suri'nin dikkatimizi çektiği bir başka nokta da gelişmiş ülkelerdeki çiftçilere sağlanan devlet desteğinin sona erdirilmesinin gündeme getirilmemiş olması. Devlet tarafından desteklenerek maliyeti düşürülmüş tarım ürünleriyle gelişmekte olan yoksul ülkelerde üretilen tarım ürünlerinin rekabet edebilmesi imkânsız. Afrika'da yoksulluk, AIDS ve tedavi edilebilir hastalıklardan ölen çocuk sayısı düşünüldüğünde kısa vadeli bir rahatlamanın hiçbir sorunu çözmeyeceği açıkça görülüyor. Sanjay Suri lafı hiç dolandırmadan bağlıyor: " G7 zirvesinde maddi yardım ile ilgili öne sürülen koşullar, Afrika ülkelerinin İMF ve Dünya Bankası'nın ekonomik programlarına bağımlılığının devamını sağlamaya yöneliktir." Bono ve Geldof'un G7'nin bu kararını zafer olarak adlandırıp ayakta alkışlaması bilerek ya da bilmeyerek saklamaya talip oldukları gerçekleri de açık ediyor. Monbiot da lafı gediğine koyuyor: "Bu adamlara (Bush, Blair ve onların iki ozanına) kulak verirseniz, zengin ülkelerin Afrika'nın borç ve silah batağına sürüklenmesinde, kaynaklarını yitirmesinde, kamu hizmetlerinin çöküşünde, zenginliğin ve gücün güvenilmez liderlerin elinde toplanmasında hiçbir rolü olmadığını sanabilirsiniz. Onları dinlediğinizde, G8'in dünyanın yoksullarına yardım etmek için tasarlanmış bir proje olduğuna inanabilirsiniz. Bu iki rock yıldızından bugüne kadar iktidarı eleştiren tek bir laf işitmedim. Görünen o ki, güçlü ile zayıf arasında bir konsensüse varılabileceğine; zengin ve yoksulun aynı kâğıda bakarak şarkı söyleyebileceği bir küresel koro kurabileceklerine inanıyorlar. Anlamadıkları şu: G8 küresel hâkimiyetin araçlarını elinde tuttukça, ortak bir barış ve sevgi marşı ancak eski CocaCola reklamı kadar anlamlı olabilir." Dev konserler ağı
Afrika'nın can çekişmesini neredeyse kadere bağlayan, yardımı yoksulu ezerek, iyice borçlandırarak, uygar bellenen ülkelerin yüreğine su serperek örgütlemeye çalışan, her şeyin ötesinde muktedirleri muhatap alarak üreyen bu dil, dev konserlerle olağanüstü bir şova el verdi. Yine Monbiot'un Radikal'de de yayımlanmış yazısından alıntılayalım: "İktidar sorununa yanıt, güçlünün meşruiyetini reddeden ve kontrolü onun elinden almaya çalışan siyasi hareketler inşa etmektir: yani tam da Bolivya'daki insanların bugün yaptığını yapmaktır. Fakat Bono ve Geldof tam tersini yapıyor: iktidara meşruiyet kazandırıyorlar. Bush ve Blair gibi adamların bakış açısından mesele gayet basit: Bu saçlı sakallı insanlara bizimle aynı platformu paylaşma izni veriyoruz, birkaç tane bedavadan jest yapıyoruz ve karşılığında onların övgülerini kazanıp taraftarlarını kapıyoruz. İşbirlikçilerimizin kutsallığı bizi de arıtıyor. Eğer bu hile işe yararsa, bize karşı olan hareketler zayıflayacak, dünyanın sorunlarının çözüldüğü gibi bir yanılsama hasıl olacak. Irak'taki küçük maceramızın ve Bagram ve Guantanamo Körfezi'ndeki münasebetsizliklerimizin ardından kamuoyunun gözünde temize çıkacağız. Sömürmeye devam etmek istediğimiz ülkeler, bizi düşmanları değil, dostları olarak görecek."
Evet, Afrika, bir kez daha, 'muhalif olmanın', 'vicdanlı olmanın', 'şık ve cool olmanın', 'kentli olmanın' ve daha birçok insanlık halinin popüler çağrısı olarak tescillendi. Tişörtler, bandanalar hazırlandı. Yüzünde sinekler uçuşan, ölüm eşiğinde çocukların görüntüleri eşliğinde gözyaşları içinde sallanıp duruyor kuzey yarımküreliler. Vicdanlar temizlendi. 8 lideri ikna edebilmek için milyonlar imza verdi. O liderlerin içlerindeki iyiyi, temizi, hayırlı olanı çıkarabilmek için seferber oldu yeni milenyumun yorgun rock'çuları.
Bu çabanın altında, konserlerde 'independence/bağımsızlık' kelimesiyle birlikte sıkça kullanılan 'interdependence' yani karşılıklı dayanışmanın saf ruhunu görebiliyorsanız, size iyi danslar.