'Hastaya Düşmek'

-
Aa
+
a
a
a

12 Mayıs 2004Kurt Vonnegut

 

Yıllar önce  o kadar  saftım ki, gün gelecek, benim kuşağımdan  pek çok kişinin hayal ettiği müşfik ve sağ duyulu  bir Amerika olacağız diyordum. Bizler, Büyük Buhran yıllarında, işsizlik had safhadayken  hep böyle bir Amerika’nın hayalini kurduk. Barışın bir türlü sağlanamadığı 2.Dünya Savaşı yıllarında bunun mücadelesini verdik, kimi zaman da  bu uğurda öldük.

 

Amerika’nın müşfik ve sağ duyulu olmasının mümkün olmadığını ne yazık ki artık biliyorum. Çünkü iktidar, bizleri yozlaştırıyor ve sınırsız bir iktidar da, sınırsız bir yozlaşmaya  sebep olur. İnsanoğlu, iktidar  karşısında sarhoş olan şempanzedir. Liderlerimizin iktidar sarhoşu olduğunu söyleyerek Ortadoğu’da savaşan askerlerimizin moralini bozar mıyım acaba? Gerçi askerlerin moralleri zaten bozuk. Onlara, Noel zamanı zengin bir çocuğa hediye edilen oyuncaklar gibi muamele ediliyor, ki ben asla öyle bir çocuk olmadım.

 

-------------------------

 

Benim yaşıma yani 81 yaşına gelirseniz eğer ve çocuklarınız varsa, bir gün, artık orta yaşa gelmiş çocuklarınıza hayatın anlamını sorarsınız. Benim, dördünü evlat edindiğim yedi çocuğum var.

 

Bu yazıyı okuyanlarınızın pek çoğu muhtemelen benim torunlarımla akrandır. Onlar da tıpkı sizin gibi, baby boom kuşağının** hükümetleri ve devlet kurumları tarafından aldatıldılar.

Ben, bu zor soruyu oğlum Mark’a sordum. Kendisi çocuk doktorudur. Aynı zamanda Cennet Ekspresi adlı  kitabın da yazarıdır. Kitap, oğlumun geçirdiği sinir krizleri, deli gömleği ve duvarları takviyeli hücre zırvalıkları ile ilgili. Neyse ki Harvard Tıp Fakültesi’nden mezun olabilecek kadar iyileşti .

 

Dr.Vonnegut, ihtiyar babasına şöyle cevap verdi: “Baba, biz burada birbirimize el verirsek, bu şeyin üstesinden gelebiliriz. Bu şey her neyse artık...”  Ben de bunu size iletiyorum. Bunu bir yere not alın veya bilgisayarınıza kaydedin ki unutmayasınız.

 

İtiraf etmeliyim ki, bu çok anlamlı bir söz. Tıpkı “Kendine yapılmasını istemediğin şeyi, başkalarına yapma” gibi. Pek çok insan, sırf İsa’nın sözlerine benziyor diye, bu sözü söyleyenin İsa olduğunu zanneder. Aslında bu sözü, insanların en yücesi ve en merhametlisi Hazreti İsa doğmadan 500 yıl önce, Çinli bir filozof, Konfüçyüs söylemiştir.

Çinliler, bize Marco Polo’nun aracılığı ile erişteyi ve barutu da öğretti. Ama Çinliler o kadar aptaldı ki, barutu yalnızca donanma fişeklerinde kullanıyorlardı. O zamanlar yeryüzündeki herkes o kadar aptaldı ki, hiç kimse diğer şeyden haberdar değildi.

 

Her neyse, şimdi, nasıl daha müşfik insanlar olabileceğimiz ve dünyayı nasıl  daha çekilir bir yer haline getirebileceğimiz konusunda bize ipuçları veren insanlara, Konfiçyüs’e, İsa’ya ve doktor oğlum Mark’a geri dönelim. Benim gözdelerimden biri de Eugene Debs’tir. Kendisi,benim memleketim Indiana eyaletine bağlı Terre Haute şehrindendir. Onu takdir etmemin sebebine gelince;

 

1926 yılında, ben  henüz dört yaşındayken ölen Eugene Debs tam beş kez Sosyalist Parti liderliğine seçilmiştir.1912 yılında 900.000 oy alarak toplam nüfusun yüzde altısının desteğini kazanmıştır, düşünebiliyor musunuz? Kampanyasında attığı sloganlardan biri de şuydu:

 

“Ezilen sınıflar var olduğu sürece, ben de onların arasında olacağım.

Bir suç unsuru var olduğu sürece, ben de onun bir parçası olacağım.

Cezaevinde bir can olduğu sürece, ben de özgür olmayacağım.”

 

Sosyalist şeyler midenizi bulandırmıyor mu? Mükemmel devlet okulları ve herkes için sağlık sigortası gibi?

 

Peki ya Hz.İsa’nın havarilerine verdiği Dağ Vaizine ne demeli?

“Ne mutlu yaşlı olanlara, onlar teselli edilecektir. Ne mutlu halim olanlara onlar yeryüzünü miras alacaklardır.Ne mutlu merhamet edenlere, çünkü onlara merhamet edilecektir.Ne mutlu barış yanlılarına, onlara Tanrının Çocukları denecektir.”

Falan filan.

Cumhuriyetçi Parti’deki kalaslar böyle insanlar değil tabii ki.Donald Rumsfeld veya Dick Cheney de bu kumaştan değil.

 

Nedense en gür sesli Hıristiyanlar bile, bize Havarilerden bahsetmezler. Onlar, ancak gözlerinde yaşlarla On Emrin kamu kurumlarına gönderilmesini talep ederler. Tabii bunu isteyen de Musa’dır, İsa değil. Onların hiç birinin  Dağdaki Vaizin veya  Havarilerin bir yere gönderilmesini talep ettiklerini duymadım.

 

Ne mutlu mahkemede “halim olanlara”? Pentagon’daki “barış yanlılarına ne mutlu”? Neyse,ben bir mola vereyim !

 

-------------------------

 

Bizim değerli Anayasamızda müthiş bir noksan var ve bunu düzeltmek için ne yapabiliriz, bilemiyorum. Sorun şu, ancak ve ancak çılgınlar Başkan olmak ister.

 

Ancak, bu konu üzerinde kafa patlatmayı kestiğiniz vakit, şu sonuca varırsınız: Seçme şansı olsaydı eğer, ancak ve ancak çılgın biri, insan olmak isterdi. Biz o kadar hain, güvenilmez, yalancı ve aç gözlü hayvanlarız ki!

 

Ben İ.S. 1922 yılında doğdum. “İ.S.” neyi simgeliyor?

 

Bir insanın diğerine böyle bir şey yaptığını tahayyül edebiliyor musunuz?

 

Sorun değil. Bu yalnızca bir eğlenceden ibaret. Dindar Romalı Katolik Mel Gibson’a sorun. Kendisi, İsa’ya  nasıl işkence yapıldığını gösteren bir filmde rol alıp dindarlık gereği köşeyi döndü. İsa’nın söylediklerini unut gitsin.

 

İngiliz Kilisesinin kurucusu 8. Henry, hükümranlığı sırasında ibret-i alem olsun diye kalpazanın birini işkenceden geçirmişti.Gösteri dünyası işte!

 

Mel Gibson, bundan sonra Kalpazan filminde oynamalı. Eminim, bu film de gişe rekorları kıracaktır

 

Modern zamanın getirdiği az sayıdaki yenilikten biri de şu: Televizyonda feci bir şekilde can verseniz dahi, boşu boşuna ölmüş olmazsınız. Bizi eğlendirmiş olursunuz.

 

-------------------------

 

Britanyalı büyük  tarihçi  Edward Gibbon (İ.S. 1737-1794) insanlığın sicili  hakkında ne demek zorunda kalmıştı? “Tarih, insanlığın suçlarının, budalalıklarının ve talihsizliklerinin kayıt defterinden fazla bir şey değildir”  demişti.

 

Aynı şey New York Times’in bugünkü baskısı için de söylenebilir.

 

1957’de Nobel Edebiyat ödülünü kazanan Fransız kökenli Cezayirli yazar Albert Camus, şöyle demişti: “Önemli olan tek bir felsefe sorunu vardır: İntihar”

 

Şimdi de edebiyat bize kıs kıs gülüyor, değil mi? Camus, bir araba kazasında yaşamını yitirdi. Tarih mi? İ.S. 1913-1960

 

Dinleyin. Bütün büyük edebi eserler, insan olmanın ne menem bir şey olduğunu anlatmaya çalışırlar: Moby Dick, Huckleberry Finn, Kanlı Madalya, İlyada ve Odesa, Suç ve Ceza, İncil ve Hafif Süvari Alayının Saldırısı.

 

Ancak insanlığı korumak adına şunu söylemeliyim:Tarihin hangi çağında olursa olsun, Cennet Bahçesi de dahil olmak üzere, herkes oraya ulaştı. Ve, Cennet Bahçesi hariç her yerde, akl-ı selim sahibi bir insanı bile delirtecek oyunlar oynanmaya başlanmıştı. Aşk ve nefret, liberalizm ve muhafazakârlık, otomobiller ve kredi kartları, golf ve kız basketbolu, siz buraya geldiğiniz vakit çoktan başlamış olan oyunlardan bir kaçıydı.

 

Golften bile çılgınca olan bir şey varsa o da modern Amerikan siyasetidir. Çok şükür ki, televizyon diye bir şey var. İnsan televizyon sayesinde, seçenek sayısını ikiye indirgeyebiliyor: Liberal veya  muhafazakâr bir insan olmak.

 

Aslında, buna benzer bir şey yıllar önce İngiltere’de insanların başına geldi. Radikal grup Gilbert ve Sullivan’ın elemanı Sir William Gilbert, bununla ilgili olarak şu şarkıyı yazmıştı:

“Hep şaşırırım

 

Doğa, bunu her seferinde nasıl beceriyor diye

Dünyaya gelen her kız ve erkek

Ya küçük bir Liberal

Ya da küçük bir Muhafazakâr”

 

Peki ya  sen, liberal misin, muhafazakâr mı? Birinden birini seçmek neredeyse yaşamın bir kanunu artık. Ne liberal, ne de muhafakarsân o zaman sen tam bir budalasın.

Aranızdan bazıları hâlâ  karar veremediyse, ben size yardımcı olayım.

 

Eğer silahlarımı geri almak istersen, fetus öldürme taraftarıysan, homoseksüellerin evlenmesi hoşuna gidiyorsa ve yoksulların tarafındaysan, sen liberalsin.

 

Yok eğer bütün bunlara karşıysan ve zenginleri destekliyorsan, muhafazakârsın.

 

Bundan kolay ne var?

 

-------------------------

 

Benim hükümetim uyuşturuculara karşı  savaş açtı. Ama şuna dikkatinizi çekerim: En yaygın olarak kullanılan, en fazla bağımlılık yaratan ve en yıkıcı etki bırakan maddelerin ikisi,

tamamen yasal.

 

Birisi, tabii ki etil alkol. Başkan George W. Bush, 16 yaşında içmeye başladığını ve 41 yaşına gelene kadar da ortalıkta zil zurna sarhoş dolaştığını itiraf ediyor. 41 yaşına geldiğinde ise, güya  İsa kendisine görünmüş ve bu mereti bırakmasını söylemiş.

Diğer alkolikler ise kafalarını dumanlamaya devam ediyorlar.

 

George W. Bush, Araplardan niçin nefret ediyor, biliyor musunuz? Araplar, cebiri  icat ettiler. Bizim şu an kullandığımız rakamları da Araplar icat etti. Daha önce hiç kimsenin akıl edemediği sıfır’ı icat eden de Araplar. Siz de mi Arapların aptal olduğunu düşünüyorsunuz? Roma rakamlarıyla uzun bir bölme işlemi yapın da görelim bakalım.

 

Bizler demokrasiyi yayıyoruz, değil mi? Tıpkı Avrupalıların Kızılderililere Hıristiyanlığı götürdüğü gibi bizler de gittiğimiz yerlere  demokrasi götürüyoruz.Tam da bu yüzden artık Kızılderililere ‘Amerikan yerlileri’ diyoruz.

 

Kızılderililer öyle nankördü ki! Bağdatlılar o kadar nankör ki!

 

E o zaman biz de süper-zenginlere bir vergi indirimi daha yapalım. Bu, Bin Ladin’e unutamayacağı bir ders olur. Reis’e selam!

 

Avrupalılar, Hıristiyanlıkla ne kadar alâkalıysa, Reis’in ve adamlarının Demokrasi’yle alâkası da o kadar. Bundan sonraki icraatları ile ilgili olarak  halkın en ufak  bir söz hakkı yok. Hâlâ farkında değilseniz, hazineyi boşalttılar bile, sizin kuşağınızı ve sizden bir sonraki kuşağı da muazzam bir borç altına sokarak parayı da kafadarlarına ve milli güvenlik haraççılarına dağıttılar.

 

Onlar, bu işleri becerirken, hiç kimse bunun farkına varmadı çünkü İdari Yapı’nın bütün alarmlarını sökmüşlerdi: Beyaz Saray’ın, Senato’nun, Yüksek Mahkeme’nin, FBI’in, özgür basının ( ki basın da ehlileştirildi) ve Millet’in alarmlarını.

 

Benim madde bağımlılığı  tarihime gelecek olursak eğer, ben eroin, kokain, LSD ve diğerlerine karşı hep çok korkak davrandım. Yalnızca bir kere, o da sosyalleşmek adına Jerry Garcia ve Grateful Dead’le birlikte marihuana içmiştim. Beni hiç bir şekilde etkilemedi, ben de bir daha içme gereği duymadım. Tanrı’nın bana bir lütfü müdür yoksa başka bir sebepten mi bilmem, alkolik değilim. Büyük ihtimalle bu genlerimle ilgili. Kendimi bildim bileli her gün bir kaç kadeh içerim. Bu gece de içeceğim ama en fazla iki kadeh içerim. Bu da sorun yaratmaz.

 

Ben elbette adı çıkmış bir sigara bağımlısıyım. Bunların bir gün beni öldüreceğini ümit ediyorum. Bir uçta ateş, diğer uçta bir budala.

 

Size bir şey söyleyeceğim. Bir seferinde öyle bir şey yaşadım ki, bir kokain partisinde bile öyle uçamazdım. Ehliyet aldığım zamandı, artık şofördüm. Sıkı dur dünya, Kurt Vonnegut geliyor!

 

Ve arabam da  hatırlayabildiğim kadarıyla bir Studebaker’di. Dünyanın en çok kötüye kullanılan, en fazla bağımlılık yaratan ve tahrip gücü en yüksek uyuşturucularından biriyle, fosil yakıtla çalışıyordu, tıpkı bugün kullanılan bütün nakliye araçları ve motorlu araçlar  gibi.

Sen buraya geldiğinde, hatta ben geldiğimde bile, sanayileşmiş dünya, ümitsiz bir biçimde, çoktan fosil yakıtlara bağımlı hale gelmişti. Ne var ki, pek  yakında bu yakıtların hepsi tükenecek. “Hastaya Düşmek.”

 

Bilmem, anlatabildim mi?  Yani, anlattıklarım TV haberlerine benzememiştir umarım.

Gerçekler hakkında  ne de düşündüğümü size söyleyeyim mi? Ne kadar inkâr etsek de,aslında biz, hepimiz, fosil yakıt bağımlısıyız. Pek yakında hastaya düşeceğiz.

Ve bu durumla karşılaşan pek çok bağımlı gibi, bizim liderlerimiz de, bağımlılığımızdan geriye artık ne kaldıysa sömürmek için, muazzam suçlar işliyorlar.

 

Çevirenin notu:

 

* Yazar İngilizce metinde başlık olarak “Cold Turkey” deyimini kullanmış. Uyuşturucu bağımlılarının tedavisi  esnasında, bağımlının vücudundaki kan iç organlara yöneltilir. Bu sebeple deri, hindi derisini andıran bir hal alır ve bembeyaz olur. Bu deyim İngilizce’de uyuşturucu bağımlılarının, tedavi sırasında içine düştükleri durumu anlatmak için kullanılır. Türkçe’de bu durum için “Hastaya Düşmek” deyimi kullanılıyor.

 

**Baby boom: Amerika’da 2.Dünya Savaşı’ndan sonra doğan kuşağa verilen isim.

 

Çeviren: Işıl Şimşek