Yunanistan’la gerilim sürüyor

-
Aa
+
a
a
a

Cengiz Aktar’ın gündeminde Türkiye ile Yunanistan arasında yıllardır süren gerilim, muhalefetin konuyla ilgili tutumu ve sürecin detayları vardı.

Milli Güvenlik Kurulu

Ömer Madra: Günaydın Cengiz, merhabalar.

Cengiz Aktar: Efendim günaydın. Referandum hayırlı olsun, müthiş bir sonuç elde etmişler. Zaytung haberi mi? Onu anlamadım yalnız.

Ö.M.:Zaytung haberine çok benziyor gerçekten. Yale Üniversitesi’nden tarih profesörü Timothy Snyder yazmıştı makalesinde. Rakamların yüzde doksanın üstünde olacağını söylemişti. 

C.A.: Kaç kişi oy kullanmış? Beş kişi falan mı?

Özdeş Özbay: Ona dair bir bilgi yok gerçekten. Nüfusun ne kadarının gittiğini bilmiyoruz.

C.A.: Fakat ilk defa katılımın ne kadar olduğu bilinmeyen bir oylama yapıldı değil mi?

Ö.M.: Evet, ben de hiç rastlamadım. Değişik yenilikler var

C.A.: İşte bunları kaçırıyoruz, dikkat etmiyoruz.

Ö.M.: Bugün neyi konuşuyoruz?

C.A.: Yunanistan-Türkiye meselesinden bahsedeceğiz. Daha ziyade Türkiye meselesi demek lazım. Çünkü bu işi bu seviyeye getiren Ankara. 3 Eylül'den bu yana Samsun'daki gibi, “Bir gece ansızın gelebiliriz.” Bunun adı tehdit mi, çağrı mı, ikaz mı? Ondan bu yana dinmeyen bir retorik var. Bu retorik, retorik olarak mı kalacak? Yoksa başka bir yere doğru evrilecek mi? Belli değil. Son gelen bilgiler çok taze. Dün gece bir savaş simülasyonu, bir veya birkaç adanın işgaliyle ilgili simülasyon yapıldığı haberleri var Yunan basınında. Türkiye'de yapılmış tabii bu simülasyonlar. Haber teyide muhtaç. Sosyal medyada gördüm sabah. Bununla bağlantılı olarak da Yunanistan donanmasının külliyen Ege'ye çıktığı haberleri geliyor. Yakında belli olur ne olacağı. Milli Güvenlik Kurulu toplantısı var bugün. Ve bütün bunlarla bağlantılı olarak bu “bir gece ansızın gelebilirim”ler de ortalıkta. Epey bir gürültü var.

Görmüşsünüzdür. Bir asker emeklisi amir, “Bir değil birkaç tane ada alalım ” demiş. Yani çok nezih bir ortam var. Bakalım nereye gidecek bu iş. Fakat bu işler böyle bağıra çağıra yapılan işler değildir. Yani Rusya bile “Ukrayna'yı işgal ediyorum.” diyerek işgal etmedi. 

Ö.M.: Evet, sınırlı bir askerî operasyon olarak verdi.

C.A.: Başlamadan bilgisini vermedi. Ama Türkiye'de tabii sadece bir iki kişi konuştuğu için… Bir de tabii Hulusi Akar konuşuyor. Bakalım bugün Milli Güvenlik Kurulu'ndan ne karar çıkacak? Amerika Birleşik Devletleri, Yunanistan'ın egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi çağrısını yineledi. Yunanistan'ın Ege adaları üzerindeki egemenliğinin tartışmalı olmadığını bir kez daha söyledi. Şimdi “Siz sadece bu gri bölgedeki adaları aldınız.” meselesinden, “Sizin bu adalar üzerindeki egemenliğiniz tartışmalıdır.” noktasına geldi mesele. Amerika Birleşik Devletleri’nin de zaten ikili savunma işbirliği anlaşması var malum Yunanistan'la, ona atfen değil ama genel olarak bu adaların üzerindeki egemenliğin tartışma götürmediğini bir kez daha hatırlattı.

Şimdi biz de bir hatırlatma yapalım. Üç tane uluslararası veya devletlerarası akit tarafından belirleniyor Yunanistan'ın bu adalar üzerindeki egemenliği. Birincisi Lozan Antlaşması tabii, 1923. Diğeri 1936’daki Montrö Boğazlar Sözleşmesi yani İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı sözleşmeleri. Sonuncusu da 1947’de savaşın bitiminden sonra İtalya'nın 12 adaları Yunanistan'a devrettiği Paris Barış Antlaşması.

Burada yani bu üç antlaşma ve “üç bölüm ada” (üç ayrı adalar bölgesi) üzerinde konuşuluyor, tartışılıyor, atışılıyor. Merak edenler için söylüyorum, bu konuyu toparlayan iyi bir kitap vardır Türkiye tarafında. Hüseyin Pazarcı'nın eski bir kitabı, 1986 tarihli. Ona bakabilir merak edenler. Yunanistan tarafında da ona cevaben üç sene sonra, Oikonomidis tarafından Yunan tarafının cevabı şeklinde yazılan bir kitap var. Yani otuz küsur seneden beri değişen bir şey yok. Argümanlar aynı. Şimdi üç ihtilaflı ada kategorisi var. Bir tanesi kuzeydekiler. Bu Limni, Mondros Mütarekesi’nin yapıldığı ada. Limnos Türkçesiyle, Sömbeki adası, Samothraki yani. Taşoz (Thasos) gibi bir grup adalar var. İkincisi, ortadaki adalar. Midilli, Sakız, Sisam gibi büyük adalar. Bir de güneydeki, 1947’de İtalya tarafından Yunanistan'a devredilen 12 ada var.

Yunanistan bu kuzeydekilerle ilgili “Montrö Sözleşmesi uyarınca bu eski anlaşma feshedilmiştir ve Türkiyeli yetkililerin beyanlarıyla bu adaların egemenliği ve yasal statüsü Türkiye tarafından tanınmıştır.” diyor. Türkiye de buna karşı “Hayır efendim, o sözeldi.” diyor. Hakikaten de sözel zaten. “Bu o adaların size ait olduğunun gerekçesi, garantisi olamaz.” diyor. Örnek veriyorum. İşin ne kadar karmaşık ve masa etrafında toplanıp, bir iyi niyetle pazarlık etmeden çözülemeyecek bir mesele olduğunu anlatmak için söylüyorum.

Ö.M.: Profesör Hüseyin Pazarcı, Siyasal Bilimler Fakültesi’ndeydi. Gayet etraflı olarak da ele alan kitaplar yazdı senin de dediğin gibi.

C.A.: İşte o zamandan beri değişen bir şey yok. 36 senedir aynı. Aslında 1923’ten beri aynı… Bu üç adayla ilgili bir atışma var biliyorsunuz. “Sisam Adası’na zırhlı araç çıkardın, çıkarmadın” diye. Üç büyük ada; Midilli, Sisam, Sakız. Lozan Antlaşması'nın 13. maddesi uyarınca askeri tesis, radar istasyonu diyor Yunanistan mesela ama Lozan döneminde radar istasyonu ne arar? Y Bu adalarla ilgili meseleler masaya yatırılıp konuşulmuyor. O antlaşmalara bakarak çözülebilecek bir mesele değil. 1947 Antlaşması uyarınca 12 Adalar aynı. Mesela Yunanistan diyor ki, “Siz Paris Antlaşması'nda yoktunuz.” Yoktuk hakikaten ve dolayısıyla “Hiçbir hak iddia edemezsiniz 12 adayla ilgili” diyor uluslararası hukuk gereğince. Türkiye de, “Olur mu canım? O adalar benim burnumun dibinde. Tabii ki ederim.” diyor. Şimdi burada iki tane çok önemli nokta var. Her seferinde hatırlatmak gerekiyor. Yani burada moratoryum yani bir nevi modus operandi (işleyiş biçimi, çalışma yöntemi) var 1923’ten beri. Ve 1974’teki Kıbrıs çıkartmasıyla birlikte tuz buz oluyor aslında. En önemli gelişme bu, o dönemde. 1975 yılında, bir yıl sonra İzmir'de 4. Ordu kuruluyor. Bu ordunun bir özelliği var. NATO'ya dahil değil. Tek varlık nedeni icabında Yunanistan'a karşı kullanılmak. O kadar. Yani şimdi buna binaen Yunanistan tarafı da, “Senin iki tane zırhlı araç falan değil, koskoca ordun var. Ben ne yapayım?” diyor adaların silahlandırılması konusu açılınca. Sen o orduyu lağvet. Ben de adaları silahsızlandırayım.” diyor. Silahtan kasıt da…

Ö.Ö.: Radar!

C.A.: Üç tane çürük çarık zırhlı araç. Zaten bir adaya ne kadar silah yığabilirsin? Ada sonuçta küçücük bir yer. Öyle değil mi?

Dolayısıyla bu kolay halledilebilecek bir mesele değil. Güvenlik meselesiymiş gibi devamlı takdim ediliyor. Sanki Yunanistan Türkiye'ye saldıracakmış gibi bunu söyleyenler var. “Rojava Türkiye'ye saldıracak” diyenler var ya, aynı öyle. Türkiye'ye kim saldırabilir Allah aşkına? Ayrıca neden saldırsın? Öyle bir niyet mi var? Halbuki başında söylediğim gibi aslında bu bir egemenlik meselesi olarak duruyor ortada. Türkiye 1923’ten bu yana demin saydığım üç uluslararası akit uyarınca bütün bu adaların Yunanistan'a dahil olması ve onun getirdiği sonuçları kabul etmiyor. O sonuçlarla ilgili itirazları var. Esas mesele bu. O itiraz da egemenliğe itiraz.

Ö.Ö.: Zaten Türkiye'nin Mavi Vatan iddiası var. Tamamen muğlak bir kavram.

C.A.: Onu da yeri gelmişken hatırlatalım, epeydir bahsedilmiyor. Ankara'nın, yani hükümetin projesi değildi biliyorsunuz en başında. Bu Türkiye'deki faşizan bazı cenahların projesiydi. Fakat hükümete sattılar. Yani hükümet artık Mavi Vatan diyor. Aynı şekilde Cumhuriyet Halk Partisi'nin de burada, bu işgal edilmiş adalar masalıyla ilgili son derece sorumsuz bir duruşu vardır. Onu da unutmayalım. Yani bu işgal edilmiş adalar meselesini de hükümet çıkarmadı ortaya. CHP bunu yıllardır iteliyordu. İşte “verdiğiniz adaları” falan filan diyerek. Hâlâ söylüyorlar zaten. Yani burada muhalefetin nerede durduğunu bir kez daha görüyoruz. Zaten Kılıçdaroğlu her seferinde, “Getir meclise oylayalım. Hiçbir sorun yok. Biz neyin ne olduğunu biliyoruz. O adalar işgal edildi.” deyip duruyor. Türkiye'de Yunanistan'la ilgili olsun, Ermenistan'la ilgili olsun, Suriye'yle Irak'la ilgili olsun muhalefetten çıkan çatlak ses yok.

Ö.Ö.: 12 Adalar 18’e çıktı tartışmalar içerisinde.

C.A.: Adı öyle onların, aslında daha fazla ada var. 

Ö.M.: Kayalıklar filan…

Ö.Ö.: Kılıçdaroğlu “20’den fazla ada var.” Demiş.

C.A.: Yok onu sallamış.

Ö.Ö.: Öyle “irili ufaklı” demiş

C.A.: Yok onu sallamış. Bugünkü Milli Güvenlik Kurulu toplantısını çok yakından takip etmek lazım. Çünkü, “Bir şeyi kırk kere söyleyince olurmuş.” diye bir laf vardır. Yani böyle bir huzursuzluk var ama diğer taraftan Yunanistan'ın hem kendini askerî anlamda savunma imkânı var hem de Amerika Birleşik Devletleri'yle ve Fransa'yla bir savunma anlaşması var.

Ö.Ö.: Özellikle hükümete yakın yayın organlarında 2023’te Lozan Antlaşması bitiyor diye bir komplo teorisi var. 

C.A.: Üç ay kaldı tabii. Sen haberin yok mu?

Ö.Ö.: Doğrudur!

C.A.: Ondan sonra petrol, gaz bulunacak. Adalar geri verilecek falan…

Ö.M.: Milli Güvenlik Kurulu’nu takip edelim tabii.

C.A.: Sana güzel bir haberim var Ömer. Viktor Orbán zor durumda. Bakalım nereye kadar gidecek? Avrupa Birliği Komisyonu Macaristan'a karşı birliğin kurallarını ihlal ettiği gerekçesiyle ihlal prosedürü başlattı. Bu gayet akıllıca... Daha önce bahsetmiştik radyoda bundan. Avrupa Birliği fonlarının düzgün bir şekilde kullanımları için, “Her üye ülkede çalışan, işleyen bir hukuk devleti olmalıdır.” prensibinden hareketle başlattılar bu ihlal prosedürünü.

Ö.M.: Evet, bu çok önemli genel bağlamı vermesi açısından. Uzun süredir ayak sürüyordu Avrupa Birliği. Ama şimdi ciddi bir demokratik hukuk devleti ilkelerini vurgulama kararı çıkmış oldu. Bakalım ne olacak? Ne diyorsun duruma?

C.A.: Şöyle, bu uyum politikası yani bu yapısal fonlar dediğimiz büyük kaynaklar, Macaristan da onların net faydalananlardan bir tanesi. Komisyon bu kapsamdaki üç büyük operasyonel program için (bunun içinde tarım da var) taahhütlerin yüzde 65’inin askıya alınmasını öngörüyor. Ve yeni hiçbir yasal taahhüt de olmayacak diyor. Bu konuda komisyon yalnız değil. Parlamentodan “Macaristan devleti artık hukuk devleti değildir.” diye bir karar çıktı. Ezici bir çoğunlukla çıktı bu karar ve bu önemli. Zira bütün bu para işlerine nezaret eden üç temel kurum arasından en önemlisi Avrupa Parlamentosu. Yani Avrupa Parlamentosu bütçeye “hayır” derse diğer büyük ülkelerden de bütçe geçmez. Dolayısıyla şimdi top Avrupa Birliği Konseyi’nde. Fakat çok sıkıştılar ve bir Adalet Bakanları var Budapeşte'den. O “Aman yapmayın, etmeyin.” falan diyerek bütün diğer 26 ülkenin başkentini turluyor. Bir şirinlik turuna çıkmış vaziyette. Fakat Viktor Orbán hâlâ atıyor tutuyor. Son olarak şunu da söyleyeyim, Orbán, Avrupa Birliği'ne demiş ki “Bize para vermezseniz başka yerden buluruz.”

Ö.M.: Neresi olduğunu açıklamamış. Değil mi?

C.A.: Hayır.

Ö.M.: Senden bekliyoruz onu nereden bulacağını.

C.A.: “Siz bize F16 satmazsanız bir de bizde başka yerden alırız.” diye bir laf vardı, bana onu hatırlattı.