Açık Gazete'de Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi'nden Öykü Yağcı ve İzmir Barosu Hayvan Hakları Komisyonu'ndan Av. Melike Özdemir Ballı ile sokakta yaşayan hayvanlar için tuttukları ve 35. gününe giren Adalet Nöbeti'ni, manipülatif yalan haberler ile yaygınlaştırılan kutuplaştırıcı ve türcü nefret dilini konuşuyoruz.
Ömer Madra: Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi, sokakta yaşayan hayvanlar için bir aya aşkın bir süredir -34 gündür- direnişe devam ediyor. Fakat siyasetçiler katliamı ve tecridi meşrulaştırmaya çalışırken, sosyal medyada da katliamı tasarlayanların hayvan düşmanlığını yayma çabaları sürüyor. Yeşil Gazete'de dört gün önce yayınlanmış bir yazı vardı: Gerçek Adalet Çağrısı diye. Hayvanlara yönelik şiddet vakalarına dikkat çekiyor. Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi'nden aktivistler "hepimiz özgür olana dek hiçbirimiz özgür değiliz" diyor. Şiddetin cezasız bırakılmasına da tepki gösteriyorlar.
Şimdi bu önemli konuyu konuşmak üzere iki konuğumuz var; Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi'nden Öykü Yağcı ve İzmir Barosu Hayvan Hakları Komisyonu'ndan gönüllü savunmacı avukat Melike Özdemir Ballı ile birlikteyiz.
Bize durumu, son gelişmelere kadar genel bağlamını ve nereye doğru gidildiğini özetlerseniz çok mutlu olacağız. Çok sayıda bilgi kararması da var tabii işin içinde. Bugün aydınlatıcı bir yayın yapabilirsek çok iyi olur dinleyicilerimiz için.
Ö. Y: Bildiğiniz gibi, son üç yıldır hayvanlara yönelik saldırıların arttığını, sosyal medyada da artan bir manipülasyon olduğunu görüyoruz. Yerel seçimlerde pek çok gerici siyasi partinin -AKP başta olmak üzere- sokak köpeklerini hedef göstererek bunu bir seçim propagandası haline getirdiğini, bir seçim vaadi olarak gösterdiğini gördük. Fakat halkın gözünde bunun hiçbir karşılığı olmadığını gördük yerel seçimlerde. Ciddi bir yenilgiyle de karşılaştılar. 23 Mayıs'ta, sokakta yaşayan hayvanları tecrit ve katliama götürecek olan bir yasa tasarısı hazırlandığını, bunun da tarım komisyonunda görüşüleceğini söyledikleri anda elbette tüm Türkiye ayağa kalktı. Biz de İstanbul, Ankara, Antalya ve Alanya'daki eş zamanlı nöbetlerimize o zaman başladık Yaşam İçin Yasa İnisiyatifi olarak. Hayvan Yaşamı Özgürlük Platformu, Antalya Vegan Platformu ve Alanya Vegan grupları ile direnişimizi hala sürdürüyoruz. Bugün otuz beşinci günü.
Geldiğimiz noktada, toplumun çok büyük bir tepkisi var. Sadece bu illerde değil, diğer illerde de eylemler, mitingler yapılıyor. Sadece hayvan hakları savunucularından değil, insan hakları derneklerinden tutun da çocuk hakları ile ilgilenen platformlara kadar, uzman meslek örgütlerine kadar resmi açıklamalar yapıldı. Konunun birinci muhatapları kısırlaştırmanın, aşılamanın ve yerinde yaşatmanın aslında gerçek bir çözüm olduğunu söylüyor.
Bugüne kadar -20 yıldır!- belediyelerin, Tarım Bakanlığı'nın, iktidarın ve meclisteki milletvekillerinin yasal hükümlülükleri yerine getirmediğini; bu cezasızlık ve adaletsizlik sistemini nasıl sürdürdüğünü, hem bu nöbetlerde hem resmi açıklamalarla ortaya koyuyoruz.
Fakat bütün bu gerçekler bilinmesine rağmen, iktidar tarafından bilinçli bir şekilde yürütülen algı kampanyası var köpeklere karşı. Kamuoyunu yanlış bilgilendiriyorlar bilinçli olarak. Bunun bir örneğini kuduz vakalarının arttığına dair söylemlerde gördük bundan birkaç hafta önce.
Şanlıurfa'da da pek çok köpeğin bir gecede toplanıp daha henüz kuduz raporları bile halkla paylaşılmadan, köpekler karantinaya bile alınmadan, resmi usuller bile uygulanmadan katledildiğini gördük. Yozgat'ta benzer vakaların ortaya çıktığını iddia ettiler ama hiçbir veri paylaşmadılar kamuoyu ile. Sonra da zaten Şanlıurfa'da kuduz vakası olmadığını söylediler. Valilikleri ayaklandırdılar sadece birkaç troll çetesinin tepkileriyle. Hatta bugün görüyoruz ki -belki bunu daha da detaylandırırız sonra- sadece hayvanlara değil bu düşmanlaştırıcı dil. Kutuplaştırıcı dille -hayvan hakları savunucularıyla ile yurttaşları, çocukları karşı karşıya getiren bu düşmanlaştırıcı dile- toplum içindeki hayvan düşmanları da cesaretleniyor.
Şiddet fiillerini sadece hayvanları değil, hayvan hakları savuncularına yönlendiriyor. Geçen gün demirle dövülerek yaralanan kanlar içinde bir hayvan gönüllüsü gördük, haberleri oldu. Nöbetimiz normalde çok güzel, çok barışçıl ve çok pozitif geçmesine rağmen, halktan çok pozitif geri dönüşler almamıza rağmen, ufak bir taşlı saldırı denemesi girişimi de oldu bize. Öldürülen hayvanseverler dahi oldu maalesef.
Toplumdan gelen tepkiler sonrasında, manşetlerde saldırgan sokak köpekler toplanıp öldürülecekmiş gibi yansıtılıyor konu. Zaten bunu da hiçbir surette kabul edilemez buluyoruz. Ancak manşetlerin altına, satır aralarına indiğimizde bakıyoruz ki liste çok uzun. Kendi sözcükleriyle; toplumsal risk taşıyan, kuduz riski taşıyan, hastalıklı ve farklı bulaşıcı hayvansal hastalıkları taşıyan, beslenme zorluğu çeken, güçten düşmüş, barınakta kalma ve sahiplendirme imkanı olmayan, saldırganlığı artmış ve rehabilite edilmeyen, vahşi, farklı ırk köpekler.... Liste bir türlü bitmiyor.
Hasta ve yeme bozukluğu olan köpekler tedavi ve bakımla iyileşebilecekken; güçten düşmüş köpekler ömürlerini sevdikleri bakıldıkları sokaklarda, güvenilir yuvalarda tamamlayabilecekken; insan kaynaklı travmalar yaşayan ve saldırgan diye insanları tetikledikleri o köpekler, gönüllüler ve hayvan davranışı uzmanlarınca veteriner hekimlerce huzurlu bir hayata yeniden döndürülebilecekken; çocuklar ve yetişkinlerle aslında çok güzel bağ ve dostluk kurabilmesine rağmen zorbalar tarafından işkenceyle psikolojisi bozulan ve yasaklı, vahşi, tehlikeli ırk olarak bahsettikleri tüm o köpekler; esaret altında ölüme mahkum ediliyorlar.
Özenli sahiplendirme programlarıyla yeniden yuva bulabilecekken toplu halde -yine yıllardır yaptıkları gibi ama kamuoyundan gizledikleri gibi kapalı kapılar ardında- türlü bahanelerle öldürülecekler. Bunu yıllarca yaptılar. Bunu hayvan hakları savuncuları ifşa etti. Bugün geldiğimiz noktada bunu resmi bir kılıfa sokuyorlar. Şu anda yasa tasarısı yasalaşmadan bile, Türkiye'nin dört bir yanında köpekler toplatılmaya, öldürülmeye başlandı. Göz göre göre, halkın tüm tepkilerine rağmen.
Eğer bu yasa çıkarsa Türkiye'nin nasıl bir kan gölüne döneceğini hayal bile edemiyoruz. Biz hiçbir hayvanın yaşam hakkına dokunamayacaklarını halk olarak sokaklardan, meclisten haykırıyoruz. Bizim ekiplerimizin bir ayağı sokakta, bir ayağı meclis görüşmelerinde. On beş yıldır ne yapılması gerektiğini, neyin gerçek çözüm olduğunu, tüm hak unsurlarını değerlendirerek hayvan hakları bağlamında sunduk bunları. Sadece biz değil, uzman meslek örgütleri de sundu ve aslında ne yapacaklarını ve ne yapmaları gerektiğini biliyorlar.
Ö. M: Ben bir de şunu sormak istiyorum, birkaç tane de çok çarpıcı örneğe rastladık Urfa'ya giden halk savunucularının gözaltına alındı. Yaşama Tutunan Patiler Derneği Başkanı Buket Özgünlü'nün barınaktan tutanak karşılığı çıkardığı köpekleri Ankara'ya getirdiği için tutuklandığı; akıl almaz bir olay yaşandı. Bunun hukuki yönlerini de sormamız iyi olur.
Hayvan katilleri serbest bırakılırken hayvanların yaşam hakkını savunanlar cezalandırıldı. Urfa Büyükşehir Belediyesi Siverek Hayvan Rehabilitasyon Merkezi'nde kuduz karantinası veya karantina bölgesinden gelen herhangi bir hayvan bulunmamaktadır diye açıklama yapıldı. Böylesine tuhaf durumlar var. Bu hukuki meseleyi nasıl halledeceğiz? Diyarbakır ve Mardin'deki orman yangınları da devam ediyor. Orada da yani yüzlerce canlı hayatını kaybetti; insanları, hayvanları ve bitkileriyle. Bakım almaları gerekirken oradaki yaralı hayvanlar da tedavi edilmek yerine mezbahalara gönderildi, sizin yaptığınız açıklamadan öğrendik. Hukuki durumu nasıl yürüteceğiz, merakla soruyorum.
Melike Özdemir Ballı: Aynen söylediğiniz gibi, hayvan katilleri, tecavüzcüleri maalesef dışarıdayken aslında hiçbir şekilde yargılama sürecinde gerçek anlamda hak ettikleri cezaları alamıyorlarken; hayvan hakları savuncuları, hayvan özgürlüğü savuncuları ya da gönüllüler, hayvanlar için çalışanlar, bir yargı tehdidi altında bırakılıyor. Hukuksuzlukları görünür kılındı artık. Daha önce, bir kılıf uydurma yapılabiliyordu ama artık ona bile gerek kalmıyor.
Sosyal medya adaleti dediğimiz bir şey var maalesef. Sosyal medyadaki tepkilere göre kararlar verilebiliyor. O yüzden biz kullanımını da bir yandan da önemsiyoruz. Herhangi bir hayvana dakikalarca işkence eden, tecavüz eden faillerin almadığı cezaları hayvanseverler alabiliyor. Bu gerçekten geldiğimiz noktayı özetliyor. Dosyanın avukatı olmadığım için çok ayrıntılı bilgilendirmem doğru olmaz ama bu yönde gerçekleştirilen algı operasyonlarının bir parçası olarak vakalar önemli oluyor bu durumlarda.
2021 yılında bir yasa değişikliği yapıldı. Öykü'nün de bahsettiği gibi, biz zaten yıllardır meclise gidip geliyoruz, anlatıyoruz da çözüm önerilerini. 2019 yılından Meclis Araştırma Komisyonu raporu var elimizde, 2019 yılında kurulan bir Hayvan Hakları Meclis Araştırma Komisyonu var. Bu raporda da zaten en başından beri söylenen, çözüm önerisi olarak sunulan ve mecliste de grubu bulunan beş siyasi partinin de altına imza attığı; tek çözümün kısırlaştırma olduğunu ifade eden öneriler var.
2004 yılında çıkan kanunu hiçbir şekilde uygulamayıp, katliam, öldürme, tecrit çağrıları yapıp hayvanların hapsedilmesini ve öldürülmesi gerektiğini tartışamayız. Zaten buna hiçbir şekilde izin vermiyoruz! Yaşam hakkının tartışma konusu yapılmasına izin vermiyoruz ve bunu kabul etmiyoruz hiçbir canlı için. Kaldı ki çözüm de bu değil. 2004 yılının öncesinde de zehirlemeler, öldürmeler yapılabiliyordu. Tırnak içinde yasaldı bunlar. Öldürme yöntemi aslında bir nebze olsun denendi. Hala popülasyon sorununu konuşuyorsak, bunun çözüm olmadığı çok açık. Ki çözüm olsa bile, dediğim gibi, yaşam hakkını kesinlikle tartışmaya açmıyoruz. Hayvanların hak ve özgürlüklerini tartışmaya açmıyoruz. Başka bir yol mümkün.
Ancak bunu bilmelerine rağmen algı operasyonlarıyla hayvanlarla insanları karşı karşıya getirmeye çalışıyorlar. Tıpkı başka diğer konularda olduğu gibi. Yine türcü sistemin yansımaları. Diyarbakır'da, Mardin'de yaşanan olaylarda, yangında kurtarılan hayvanlar mesela; kurtarmışken canlarını, ölümlerden ölüm beğenme mantığıyla, kesimhanelere gönderiliyorlar: Telef olmamaları için! Bedenlerinden en iyi şekilde faydalanılabilmesi için.
Bu türcü bakış açısıyla bizim mücadelemiz aslında, insan merkezli bakış açısıyla aslında mücadelemiz. Çünkü bu doğa yalnızca bize ait değil. Bu doğa insanın tahakkümü altında kaldığı sürece bu tür doğal olayları da, doğal afetleri de, artarak yaşamaya da devam ediyoruz. Tek etkin çözüm kısırlaştırma. Bunu yıllardır uygulamadılar. Belediyelere yaptırım istedik. Onun yerine 2021 yılında çıkardıkları kanunla, talebimizi görmezden gelerek, sanki 2004 yılından beri açmak zorunda kurmak zorunda değilmişler gibi belediyelerin bakım evi kurma zorunluluğu sürelerini uzattılar.
Kısırlaştırmaya ilişkin aktif ve etkin bir yol başlatmadılar. Algı operasyonlarıyla son üç, dört yıldır köpekleri bir tehditmiş gibi gösteren nefret söylemleri yayılıyor maalesef sahte hesaplarla. Sayıları çok fazla değil ama sahte hesaplarla sanki çok fazla olay varmış, sanki olaylar çok yüksek boyutlardaymış, kuduz vakaları çok artmış gibi gerçeğe aykırı haberler de yayınlanıyor.
M. Ö. B: O yüzden bizim en büyük mücadelemiz bu algı operasyonlarıyla bir yandan da. Zaten yapılması gerekeni, kanunu uygulasalardı bu aşamada olmayacaktık. Öykünün de bahsettiği gibi, yıllardır sokakta yaşayan köpekleri toplayıp hapsetmek istiyorlardı. Altıncı madde var, 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu'nda. Sahipsiz veya güçten düşmüş hayvanların yalnızca kısırlaştırma, tedavi, rehabilite edilme, kayıt altına alınma gibi işlemler gerçekleştirilip daha sonra alındıkları ortama geri bırakılmaları esastır şeklinde bir düzenlemeye sahiptir altıncı madde.
Yıllardır bu maddeye saldırılar gerçekleşiyordu. Köpekleri sokaklardan toplamaya çalışıyorlardı. Birlikte yaşam kültürümüze aykırı şekilde, onların özgürlüklerini, yaşam haklarını ellerinden almaya çalışıyorlardı. Ama biz hiç mücadeleden vazgeçmedik, hiç pes etmedik. Yıllardır meclise gidip geliyoruz her altıncı maddeye yönelik saldırı gerçekleştiğinde. Bu yeni bir saldırı değil. Yeni olan tek şey algı operasyonları.
Birkaç yıldır toplumda bir infial yaratmaya çalışılması, toplumda bir nefret söylemi ve şiddetin teşviki söz konusu. Bireysel silahlanmayı savunan insanlar; hayvanların da katledilmesi, öldürülmesi gerektiğini söylüyorlar. Bu sanki ifade özgürlüğü kapsamındaymış gibi tartışmaya açılıyor. Şiddet, nefret içeren söylemler ifade özgürlüğü kapsamında değildir.
Kimse de kusura bakmasın, tekrarlayacağım bu cümlemi. Sokakta yaşayan hiçbir hayvanı da ne toplama kamplarına, ne ölüme, ne hapse göndermeyeceğiz! İzin vermeyeceğiz! Çünkü birlikte yaşam mümkün. Biz bunu yüzyıllardır yapıyoruz. Bu bizim kültürümüz. Biz bu kültürü devam ettirmek için elimizden gelen her şeyi yapacağız. Hayvan katillerine, hayvan tecavüzcülerine vermedikleri cezaları hayvanseverlere, hayvan hakkı savuncularına vererek bizi yıldırmaya çalışıyorlar. Yılmayacağız, pes etmeyeceğiz, mücadeleden vazgeçmeyeceğiz!
Ö. M: Algı operasyonu demişken, algı operasyonu son derece önemli bir şey, fake news diye adlandırılan batıda da. Yalan haberlerin kasıtlı olarak yaygınlaştırılması dijital çağda çok etkili bir araç. Silah olarak da kullanıldığını görüyoruz. Uzun boylu tartışılıyordu ötanazi, uyutma gibi bir kelime kullanılarak çok yaygın bir kampanya yapıldı. Bunun da algı operasyonunun bir parçası olduğunu söyleyebilir miyiz? "Ha mesele yok, uyutacakmışız zaten" diye düşünülebilir mi?
Ö. Y: Tabii, bu da dilimizi nasıl kullanmamız gerektiğini ya da dilin nasıl kullandığını, dilin nasıl bir silah olarak kullanıldığını bize çok iyi gösteriyor. Uyutma, ötanazi ile kastedilen şey aslında öldürmek, katletmek. Ayrıca ötanazi tıbben iyileşme vakası olmayan ve kişinin rızasının anılarak yapılması gereken bir uygulama. Türkiye'de zaten buna izin verilmiyor insanlar açısından. Bunun bu şekilde yansıtılması, hayvanları huzurlu bir ölüme yollayacağız demek için. Fakat ölüm kelimesi de kullanılmadığı için, bir daha uyanmayacakları gerçeğini gizliyor.
Türk Veteriner Hekimleri Birliği de çok güçlü bir açıklama yayınlamıştı tasarıyla ilgili vurgular ilk vurgular yapıldığında. Öldürmeyeceğiz, yaşatacağız dediler ve bunu yineliyorlar. Geçen gün bir röportajlarında tekrar dile getirdiler. Sadece ötanazi kavramı da değil, saldırgan köpek diye bir kavram da inatla vurgulanıyor. Yayınladıkları görüntülerin neredeyse tamamı ya yurt dışından ya da tetiklenmiş köpekler, ya da dijital unsurlarla manipüle edilmiş görüntüler.
Bir diğer manipülasyon da, biraz önce bahsettiğimiz gibi, kuduz vakaları. Bunun neden bilinçli bir şekilde yürütülen bir algı yönetimi olduğunu da net bir şekilde ortaya koyabiliriz: Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı Türkiye'nin kuduz riskli ülke olduğunu, Dünya Sağlık Örgütü'nün Türkiye konusunda uyardığını dile getiriyor. Oysa bunlar doğal uyarılar, tüm ülkeler için geçerli olan uyarılar. Kendi raporları -Avrupa Birliği'nden bu sebeple aldıkları fonun raporu- kuduzun; evcil ve yaban hayvanlarda kuduza karşı aşılama projesiyle ciddi anlamda düştüğünü gösterirken, şu anda Türkiye'de kuduz riski var diyorlar. Kuduz teması, risk sayısı çok yüksek diyerek ciddi bir şekilde yanıltıyorlar.
Kuduz teması riski ne demek? Sokakta gördüğünüz bir kedi sizi yanlışlıkla ya da bilinçli bir şekilde kendini savunmak için tırmaladı diyelim. Siz hastaneye gittiğinizde hemen kayda geçiyorlar. O ne kedinin kuduz olduğunu gösteriyor ne de sizin kuduza yakalandığınızı gösteriyor. Tarım Orman Bakanlığı'nın 2023 raporuna göre, 2018'de yabani hayvanlarda kuduz sayısı -pozitif numune sayısı- on altı iken bu aşılama projesi ile altıya düşmüş. Kuduzdan ölen insan sayısı ile ise 2015'te iki iken, 2016'da üç iken, 2020'de sadece bir. Türkiye'de kuduzdan ölen insan sayısı 2020'de bir. Yani, kuduz bahanesi de tutmadı.
Saldırgan köpek konusunda da şunu da eklemek isterim: Herhangi bir insana karşı havlayan ya da kendi alanını korumak isteyen, aslında insanlar kaynaklı yaşadığı travma sebebiyle kendini savunmak isteyen, sadece havlayan bir köpeği bile saldırgan diye şikayet eden yurttaşlar var. Hemen gelip köpeği toplayabiliyorlar. Saldırgan tanımı iyice muğlaklaşıyor.
Anatomisi bozuk köpek ne demek? Bunu kendi röportajlarında söylediler. Hasta, engelli veya zayıfladığı için ya da uyuz sebebiyle anatomisi bozulmuş olabilecek köpekler bile toplanacak. Açık açık öldürmekten bahsedildiği bir süreçteyiz.
Bir de şunu eklemek isterim, tek çözüm kısırlaştır, aşılat, yerinde yaşat. Ancak yıllardır dile getirmemize rağmen, evlerde, internette, kırsalda ve üretim çiftliklerinde üretim ve hayvan ticareti durdurulmadığı, yasaklanmadığı takdirde; hayvan terk etmenin takibi yapılamadığı takdirde; bu fiillere komik para cezaları verildiği takdirde; bu sorun olduğunu iddia ettikleri durumu kendileri tetiklemeye devam edecek. Çünkü burada ciddi bir rant var. Türkiye'de kangal üretim çiftlikleri, akbaş üretim çiftlikleri ve güzellik yarışmaları gibi etkinlikler var; üretim, ticaret ve güzelleştirme devam ediyor.
Köpekleri sorun olarak nitelendirmeleri bile başlı başına bir sorun. Hatta bunu ulusal güvenlik tehdidi sorunu olarak nitelendiriyorlar ve Türkiye'de sanki ekonomik, kültürel başka hiçbir sorunumuz yokmuş gibi, gerçekten de koskoca Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bir aydan fazla süredir sokak köpekleri, sokakta yaşayan köpekler Türkiye gündemini meşgul ediyor. Türkiye'de tek sorunumuz buymuş gibi yansıtılıyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan meclis kürsüsünden "bizim merhametimizi kimse sorgulamasın" diye tehditkar söylemlerle hayvan hakları savuncularını, hayvan severleri hedefe koyuyor. Biz tüm türler için merhamet değil adalet istiyoruz. Hayvanlar kimsenin merhametine kalmasın. Adalet tek bir kişinin iki dudağının arasında çıkacak keyfi talimatnamelerle kaybolmasın diye, hak savunculuğu yapıyoruz.
Melike'nin de dediği gibi tüm -köpekler olsun, inekler olsun- hayvanların hakkını savunmaya ve hayvan haklarını anayasal haklar bağlamında ileri taşımaya devam edeceğiz. Haklar geriye gidemez, kazanılmış haklar da kaybedilemez.
M. Ö. B: Bunun için mücadele ediyoruz. Yirmi yıldır yasal hükümlülükleri yerine getirmedikleri için, suçu köpeklerin üzerine atamazlar. Buna izin vermiyoruz. Sokakta da, halkla birlikte meclise sesleniyoruz. Çok daha güçlü bir sesle halkın sesini meclise taşımaya devam edeceğiz. Çünkü yürüttükleri nefret ve şiddet kampanyasının -görüyoruz ki bu 34 günde yaptığımız görüşmeler, bildiri dağıtımları sırasında- halkın nezdinde hiçbir karşılığı yok. Yüzyıllardır bu köpeklerle beraber yaşıyoruz, yemeğimizi, suyumuzu, ekmeğimizi paylaşıyoruz. Her gün işe giderken selamlaşıyoruz, beraber yürüyoruz. Bu köpeklerin tıpkı bizim gibi özgürce, sağlıklı ve güvende yaşama hakları için mücadele vereceğiz. Çocuk hakları, insan hakları bir bütündür, hayvan hakları bir bütündür. Hiçbirini dışlamadan, geride bırakmadan mücadelemizi sürdüreceğiz.
Ö. M: Mesele sadece köpeklerden ibaret değil. Gayet açıkça sizin de söylediğiniz, verdiğiniz örneklerde olduğu gibi kedilere ve yunuslara kadar uzanan bir hayvan katliamının da örnekleri görülebiliyor. Ama bunun mücadelesini de yapıyorsunuz.
Anlattığınız için çok teşekkürler.