Bu referandumda da yüzde 50’lerden birine eklemlenecek yüzde 1’lerin bile etkisi ve belirleyiciliği büyük olacak.
Kaynak: P24 (8 Şubat 2017)
Metropoll Araştırma’nın, “Türkiye’nin Nabzı” Ocak ayı raporu verilerine baktığımızda, “Hayır” oyu, yüzde 50.9 ile çok az bir fark ile olsa da önde; “Evet” oyu ise, yüzde 49.1 seviyesinde. Siyaset bilimi literatürüne göre, seçmenlerin çoğunluğu son dakikada karar vermiyorlar. Farklı ülkeler ve farklı dönemlerdeki seçimlerle ilgili yapılan araştırmalar, erken karar veren ve kararlarını değiştirmeyenlerin, politize olmuş, partizanlık eğilimi güçlü kimselerden oluştuğunu gösteriyor.
Türkiye’de de, siyaset biliminin öngörülerine göre, bu aşırı derecede kutuplaşmış ve toplumsal olarak partizanlaşılmış siyasi ortamda, seçmenlerin çoğu zaten kampanya başlamadan kararını vermiş olmalı. Kampanyalara harcanacak milyonlarca lira da, seçmenlerin çoğunun üzerinde bir etki yapmayacak.
“Türkiye Paradoksu” diyebiliriz bu duruma. Politik kutuplaşma, siyasi tabloyu hemen her boyutta “yüzde 50’ye yüzde 50” ayrıştırıp, adeta donduruyor. Bu nedenle de, partilerin üç aşağı beş yukarı sabitlenmiş oy oranları var. İktidar partisinin sandık başarısını bu kutuplaşma garanti altına alıyor. Öte yandan da, bu “sağlam irade”, tek başına radikal değişimler gerçekleştirmekte (misal başkanlık sistemine geçiş), “diğer yüzde 50” nedeniyle zorlanıyor.
Ancak...
Metropoll’ün Haziran 2015 ve Kasım 2015 Araştırmalarına göre Türkiye’de seçmenlerin yüzde 5-9’u nereye oy vereceklerine seçime bir hafta kala karar veriyor. Referandum oylamasında da benzer durum oluşabilir. Bu referandumda da yüzde 50’lerden birine eklemlenecek yüzde 1’lerin bile etkisi ve belirleyiciliği büyük olacak.
Bu açıdan, en kritik seçmen kitlesi, başkanlığa “Evetçi” yüzde 50 tarafına eklenerek destek vermesi için yoğun markaj altındaki MHP’liler. Ancak bir diğer kilit de, sandığa gitmeyecekler.
Sandığa gitmeyecekler de ağırlıklı olarak, “Hayır”a meyledebilecek kitlelerden oluşuyor gibi gözüküyor. O zaman da, bu kesimlerin sandığa küsüşü, ironik biçimde, fiilen “Evet” demek oluyor. Zira, matematiksel olarak, siyasete küserek sandığa gitmeyenler ağırlıklı olarak AKP seçmeni dışındaki kesimlerden ve “Evet”e sempatisi olmayanlardan: bu da demektir ki, katılım düştükçe “Evet” kefesi güçlenebilir.
Şu çok net: “Bu sandık meşru değildir” söylemi ile muhalif bir duruş sergilemeye çalışanlar da, fiilen “Evet” demektedir.
Siyaset biliminde geçerli tezlerden hareketle, bu yoğun kutuplaşma ortamında kampanyalar, büyük fikir değişikliklerine neden olmayacak öngörüsünde bulundum.
Fakat...
Özellikle “Hayır” eğiliminde olanların, siyasi dinamizm kazanarak, farklı profillerden oluşan tabanlarında moralleri yükseltmek, en önemlisi de kararsızları ve sandığa gitmeyecekleri oy vermeye teşvik için, “pozitif” kampanya yapması önemli gözüküyor. İdeolojik ayrımlar ötesi, aynı hedefe odaklanmak için bir “pozitif” kampanya yaratmak, sonucu “Hayır” lehine daha da değiştirecek biçimde bir makas ayrımına yol açabilir.
Kürtler ve Zazaların sandık küskünlüğü
Türkiye’de her oylamada olduğu gibi, bu referanduma da katılımın yüzde 85 civarında olması bekleniyor. Yani, Ekim 2016’da Macaristan’daki referandumda olduğu gibi, oylamanın meşruiyeti ve geçerliliğini tehlikeye atacak ölçüde bir boykot veya katılım düşüklüğü söz konusu olmayacak.
Buna karşılık, bazı kesimlerde, siyasete küskünlük var: en başta da Kürtlerde. Türkiye’nin Kürt ve Zaza nüfusunun en az yüzde 40’a yakınının sandığa gitmemek gibi bir niyeti var.
Metropoll’ün Ocak 2017 araştırmasının verilerine bakarsak, Kürtler ve Zazaların toplamda yüzde 37’si referandumda sandığa gitmeyeceğini ifade ediyor.
Peki, “hangi Kürtler” sandığa gitmemeye daha meyilli?
Bu kesimler, HDP seçmeni olabileceği gibi, HDP’yi “fazla Türkiye odaklı” bulan, Kürtlerin geleceğinin kendi milliyetçi ideallerini gerçekleştirmekten geçtiğini düşünenler olabilir.
Ya HDP seçmenleri?
HDP seçmenlerinden, yüzde 30’luk bir kitle, partinin “Hayır” tavrına rağmen, sandığa gitmeyecek. HDP’li olup da, sandığa gitmemeyi düşünen asıl kitle, sosyal demokrat ve sol görüşteki seçmenler gibi gözüküyor. Üstelik de, Türkiye genelinde kendini “sosyal demokrat/solcu” olarak tanımlayan kesimlerden yüzde 33.5’luk bir kitle, referandumda oy kullanmamayı düşünüyor. “Gezi ruhu” taşıyan bir kitlenin, başkanlık referandumuna takati kalmadı diyebilir miyiz? Evet; küskün bir sol/sosyal demokrat kitle var ve referandumda sandığa da gitmek istemiyorlar.
Şimdi, Kürtler ve eğilimlerine dönelim: Muhafazak â r Kürtler ve AKP’ye oy vermiş Kürtler’in de önemli bir kısmı küskün. AKP’ye oy veren Kürtlerin yaklaşık yüzde 20’si, başkanlık sandığına gitmeyeceğini ifade ediyor. Dahası, Metropoll’e göre, Türkiye genelinde, yaklaşık yüzde 15’lik bir “Muhafazakâr/Dindar” kitle, referandumda oy vermeme niyetinde ve bu oran Kürt “Muhafazakâr/Dindarlar” arasında yüzde 40’a yaklaşıyor.
AKP’li Kürt seçmenin yaklaşık yüzde 20’si de, başkanlıkla ilgili fikrini beyan etmiyor. Bu kitlenin de, ya sandığa gitmeme veya “Hayır” deme eğiliminde olması mümkün. Diğer bir deyişle, AKP’li Kürtlerde azımsanamayacak bir kesim, “Evet” demeyecek ama “Hayır” da demek yerine, sandığa sırt çevirecek.
Kürtlerin “duygusal kopuşundan” bu kadar zaman bahsedildi durdu; şimdi, siyasete kırgınlık ve ülkenin geleceğinde bu kadar belirleyici bir karar konusunda oy kullanmama yönelimi, bana kalırsa, tüm siyasetin ve toplumun üzerine düşünmesi gereken bir sonuç.
Üstelik “duygusal kopuş”, sol/sosyal demokratlar ve hattâ kimi Muhafazakâr/Dindar kesimde ve hattâ Metropoll’ün diğer verilerine bakarsak, kimi Atatürkçü/Ulusalcı çevrelerde de gözleniyor. Bu da, ülkenin siyasi ve toplumsal geleceği açısından, kimin penceresinden bakarsanız bakın, iyi bir haber değil...
Ne yazık ki, her kesimden sandık boykotçularını artırmaya çalışan ve “parlamenter sistem Kürtlere ne verdi ki; öteki tercih de başkanlık mı olmalı” gibi bazı tezleri ileri sürenler de söz konusu. “Ne Evet, ne de Hayır” tezini ileri sürenler de, aslında fiilen “Evet”i savunduklarının farkında olmalılar.
Oysa, başkanlık referandumunda sandığa gitmek veya gitmemek; işte bütün mesele burada.