Geçen hafta boyunca Nuray Mert’in evrim kuramı hakkında yazdıklarını eleştiren bir yazı dönüp durdu kafamda. Nuray Mert’in bilim felsefesinin bazı temel kavramlarıyla ilgili sorunları olduğunu düşünüyordum. Yazımda öncelikle, bilim felsefesi açısından son derece önemli olan varsayım, hipotez, doğrulama, bilimsel yasa ve kuram(teori) kavramlarını tanımlamaktı hedefim.
Kaynak: T24 (11 Ağustos 2017)
Geçen hafta boyunca Nuray Mert’in evrim kuramı hakkında yazdıklarını eleştiren bir yazı dönüp durdu kafamda. Nuray Mert’in bilim felsefesinin bazı temel kavramlarıyla ilgili sorunları olduğunu düşünüyordum. Yazımda öncelikle, bilim felsefesi açısından son derece önemli olan varsayım, hipotez, doğrulama, bilimsel yasa ve kuram(teori) kavramlarını tanımlamaktı hedefim.
Öyle ya Mert yazısında, “…ben de evrim teorisinin bilim yerine konmasına karşıyım. Adı üzerinde evrim teorisi, ne kadar bilimsel kesinlik kazandırılmaya çalışılırsa çalışılsın veya ne kadar bilimsel olarak çürütülmeye çalışılırsa çalışılsın, nihayetinde insanın oluşumuna ilişkin bir akıl yürütme biçimi…” diyordu. Burada bilimsel teori(kuram) ile gündelik dilde kullanılan “teori” (örneğin “benim de bu konuda bir teorim var” derken) açıkça birbirine karıştırılmıştı.
Yazımda bu karışıklık üzerinde durup Nuray Mert’e “aslında katı pozitivizmin bakış açısına yönelik eleştirel bir tutum içinde görünüyorsun, bilimi bir dogma hatta neredeyse yeni bir din olarak ortaya koyan pozitivist akımlara yönelik eleştirilere ben de katılırım fakat pozitivizm eleştirisi seni bu noktaya getirmemeli. Bilimi hayatın bütün sırlarını çözecek bir dogma olarak görmek başka, bilimin kendi alanı içinde yaptığı çalışmaların değerini vermek başka” diye yazacaktım.
Yazmadım. Konunun yeterince tartışıldığını düşünüp vazgeçtim yazmaktan. Evrim tartışmalarının üstüne Mert’in müftülerin nikah kıyması hakkındaki yazısı gelince (bence söylediklerinde bu kadar rahatsızlık yaratacak bir şey yoktu) gazetedeki ve sosyal medyadaki belli çevrelerin tepkisi daha da yükseldi ve beklenmedik bir kararla Cumhuriyet gazetesi yönetimi farklı düşüncelere de yer vermek adına gazeteye davet ettiği Nuray Mert’in yazılarına “hapishanedeki yöneticilerin de bilgisi dahilinde” son verdi. Gerekçe “Atatürkçü ve laik genel yayın politikası.”
Memleketi tek ses, tek lider, tek düşünce olarak görmek isteyenlerin yönetimi altında kasıp kavrulduğumuz, farklı olanın düşman bilinip kodlandığı, hapse tıkıldığı bir dönemde çok üzücü bir karar bu. Hele ki Cumhuriyet’in yönetici ve yazarlarının aynı kodlamalarla hapse tıkıldığı bu günlerde kabul edilmesi daha da güç bir karar. Farklı olana, farklı düşünene tahammülsüzlüğün sadece iktidara ait bir özellik olmadığını, bu toplumun kendisine solcu, sosyalist, sosyal demokrat, ilerici diyen çevreleri için de geçerli olduğunu düşündüren bir karar.
Nuray Mert’in kovulmasından sonraki bazı Cumhuriyet yazarlarının tepkileri de üzücü olduğu kadar ürkütücü de. Bana göre, işinden kovulan bir arkadaşı için insanın doğal tepkisi, sevsin veya sevmesin, kendisi de orada çalışan biri olduğu için öncelikle dayanışma duygularıyla üzüntü duymaktır. Sizin kalbiniz ne kadar kötüymüş ki bu kadar sevinç mesajları ya da “bir tekme de ben vurayım” mesajları yayınlayabildiniz. Doğrusu ben utanç içinde okudum onları.
Gazetenin en eski köşe yazarlarından olan Emre Kongar şöyle diyor attığı twitte "Köşe? Doğrudan satılmış medya ve denetimdeki ana akım medya yani Türkiye'nin % 95'i zaten o fikirleri savunuyor. 1 gazetede de olmayıversin!" (ilginç “Türkiye’nin %95’i o fikirleri savunuyor” Emre Kongar kalan %5 içinde sanırım. Kongar attığı diğer bir twitte de, "Nuray'ı bırak destek verdiğine bak!" diyor, kime destek? (iktidarın sıkça kullandığı “teröre destek vermek” söylemi gibi bu da herhalde “şeriatçılara, gericilere destek” vermeyi kastediyor.)
Nuray Mert’in evrim konusundaki görüşlerine köşesinde uzun uzun ve makul yanıtlar veren Orhan Bursalı ise bir anda şu twiti atabiliyor:
“O şimdi yerçekimi var mı diye düşünüyor dünya yuvarlak mı onu analiz ediyor Akit'te:))” (Anlamıyorum ben, birlikte çalıştığın arkadaşını neden Akit’e gönderiyorsun, bundan mutluluk mu duyacaksın? Böyle bir şey olursa üzülmeniz gerekmez mi?)
Mine G. Kırıkkanat ise "İyi ki @cumhuriyetgzt Nuray Mert'in yazılarına son verdi! Koruyana bak, vahim bağlantıları anla!!!" diye yazmış. (“Vahim bağlantılar”… Cumhuriyet gazetesi “vahim bağlantılar”la suçlanıp yargılanırken aynı dili gazetenin bir yazarı başka yazarı için kullanıyor.)
Herakleitos’un “Ters gelenler uyuşur” sözü çınlıyor kulağımda. İnsan düşmanına benzer de diyebiliriz. Kullanılan dil iktidarın diliyle ne kadar aynı.
Ne kadar acımasızca yapılan bir ötekileştirme düşmanlaştırma: “Gitsin Akit’te yazsın.”
Nuray Mert Akit’te yazarsa bu Cumhuriyet’in de utancı olmayacak mı?
Neden ya benim gibi düşünürsün ya da düşmansın?
Bunun şimdiki iktidarın kullandığı dilden bir farkı var mı?
Cumhuriyet gazetesinin bir yazarı “evrim kanıtlanmamıştır, bir teoridir”, hatta “Yaradılış teorisine” inanıyorum diye yazarsa ne olur?
Cumhuriyet okurları birden bire evrim düşmanı mı kesilirler, gazete çok mu okuyucu kaybeder?
Bir yazar, “aynı yasal yükümlülükler geçerli oldukça, nikahı müftü veya nüfus memuru kıymış önemli değil” diye yazarsa ne olur? Böyle düşünemez mi?
Gazetedeki bütün yazarçizerler tek ses mi olmalıdırlar?
Gazetenin yayın politikalarını üç beş twit atan ateşli okuyucular mı belirliyor. (Onlar sıranın Ahmet İnsel’e, Aydın Engin’e de gelmesini bekliyorlar.)
Nuray Mert’i gazeteye davet ederken onun düşünceleri bilinmiyor muydu? (bazı konularda fikirlerini yazmayacaksın diye söz mü alınmıştı kendisinden) Şimdi ne değişti?
Nuray Mert’siz bir Cumhuriyet daha mı iyi bir gazete oldu?