OHAL’in, toplanacağı önceden ilan edilmemiş, gerçekten toplandığı ise son derece şüpheli bir Milli Güvenlik Kurulu tavsiye kararı dayanak gösterilerek ve belli ki Bakanlar Kurulu toplantısının gündeminde de bu konu yok iken üçüncü kez uzatıldığının ilan edilmesi, Meclis’e sunulan anayasa değişikliğinde vaat edilen Yeni Türkiye’nin yönetim tarzını özetliyor.
Birikim, 8 Ocak 2016
OHAL’in, toplanacağı önceden ilan edilmemiş, gerçekten toplandığı ise son derece şüpheli bir Milli Güvenlik Kurulu tavsiye kararı dayanak gösterilerek ve belli ki Bakanlar Kurulu toplantısının gündeminde de bu konu yok iken üçüncü kez uzatıldığının ilan edilmesi, Meclis’e sunulan anayasa değişikliğinde vaat edilen Yeni Türkiye’nin yönetim tarzını özetliyor. Daha önce yayımlananların büyük çoğunda olduğu gibi, yayımlanan son üç KHK’nin de OHAL ilanı ile ilgisi olmayan idari kararlar alması, kalıcı ve kapsamlı değişiklikler içeriyor olması, yani açık biçimde anayasaya aykırı olmaları da, bu yönetim tarzının bir parçası. Kişi hak ve özgürlüklerine keyfî biçimde dokunulması, sınırlandırılması da. Bu yönetim tarzına, biraz çeşni mahiyetinde, iktidar partisi milletvekillerinin sahte pusula ile meclis genel kurulunda olmayanların yerine oy kullanmasını ilave edebiliriz. Bu da önümüzdeki dönemde seçim güvenliğinin de tehdit altında olacağının küçük bir emaresi olarak ele alınabilir. OHAL karar ve uygulamalarının bütünü içinde, darbe teşebbüsünde bulunanlar ve olası destekçileriyle ilgili tasarruflar çok küçük bir parça oluşturuyor. Bütünün büyük ve esas kısmı, Ağustos 2014’ten itibaren tedricen yürürlüğe giren fiili başkanlık yönetimi ile darbe lütfunu değerlendirerek getirilmek istenen “cumhurbaşkanlığı rejimi” arasında geçişi düzenliyor.
TBMM’de tartışılmaya başlanan AKP ve MHP’nin birlikte önerdiği kısmi anayasa değişikliği tasarısında yer alan önerileri bütünü içinde ele aldığımızda, bütün güç ve yetkileri elinde toplayan kişi veya merciin istediği herşeyi dikte edebildiği ve bunu yapmak için anayasal dayanaklara sahip olduğu, bir anayasal diktatörlük rejimi karşımıza çıkıyor. Buna ilaveten, Ağustos 2014’ten beri olduğu ve OHAL uygulamalarında şahikasına vardığı gibi, gücü elinde tutmaya dayanan yetki gaspı yöntemlerinin anayasal yetkilere ilave olacağını, iktidarın haldeki uygulamaları gösteriyor. Anayasal diktatörlük rejimi de zaten bu ikisinin, anayasaya dayanan olağanüstü yetkilerle, güce dayanan fiili yetkilerin birleşiminden oluşan rejim türünün adıdır.
***
Kökeni Latince olan diktatör kelimesi, eski Roma’da “konuşan kişi” anlamına geliyordu. Herhangi bir şekilde konuşan bir kişi değildi bu. Konuşması, anında kesin bir karara dönüşen, yani dikte eden kişiydi. Bütün yetki ve gücü elinde tutar, keyfî karar alabilirdi. Sınırlı bir süre için (altı ay) ve çok istisnai bir durumda (Cumhuriyet yok olma tehdidi altındaysa), çok katı kurallar çerçevesinde böyle bir mutlak yetki verilen kişiye, diktatör denirdi. İ.Ö 3. yüzyıldan itibaren kadük olan diktatörlük kurumunu, uzun bir aradan sonra, Sylla ve Sezar yeniden canlandırdılar. Sezar İ.Ö 46 yılında önce bir yıl için kendine diktatörlük yetkileri verdirdi. Sonra bunu on yıla çıkarttı. Ardından ömür boyu diktatörlük yetkisi aldı ama diktatörlüğünün dördüncü yılında öldürüldü. Sezar’ın ölümünün ardından, diktatörlük tamamen kaldırıldı. Ama Augustus’un imparatorluk ilan etmesiyle, zaten diktatörlük kurumuna gerek kalmamıştı. Roma bir daha cumhuriyet rejimine dönemedi, çöküşüne kadar imparatorluk olarak kaldı.
Roma’nın bu olağanüstü hal uygulamasından günümüze miras olarak, bugün kullandığımız, bir kişi veya bir grubun -cunta veya parti üst yönetimi-, herhangi bir denetim ve kuvvetler ayrılığı olmadan mutlak biçimde iktidar olma yetkilerini kullandıkları yönetim biçimine verilen isim kaldı. Diğer taraftan, Roma Cumhuriyeti döneminde, konsüllerin bir kişiye altı aylığına mutlak yetki vermesine yol açan olağanüstü tehdit gerekçesi, diktatörlüklerin kendilerini modern zamanlarda meşrulaştırmak için kullandıkları esas neden olmaya devam etti. Bu nedenle, genellikle olağanüstü hal gerekçesiyle başlatılan ve giderek kalıcılaşan, bir kişi veya bir gruba bütün yetkileri sürekli olarak elinde toplama imkânı veren anayasal kurallara dayanan bir rejim, anayasal diktatörlük olarak tanımlanır. Bunun seçimli bir diktatörlük olması, yani diktatörün seçimle değişebilir olması, iktidarın bir anayasal diktatörlük olması gerçeğini değiştirmez. Burada diktatörlük nitelemesi, iktidara gelme biçimiyle ilgili değildir. İktidar gücünün sahip olduğu yetkilerin niteliğiyle ilişkilidir.
Oligarşik yönetim biçimlerinden biri olan anayasal diktatörlük, bütün kamu kurumlarının bir merciin, bir makamın vesayeti altına alınmasıdır ve bu kurum ve kuruluşların, esas varoluş işlevlerini yerine getirmeleri için değil, bu oligarşik gücün bütünüyle hizmetinde olmak için çalıştırılmasıdır. Adalet, güvenlik, eğitim başta olmak üzere, bütün kamu kurumları, kamu yatırımları ve kamusal alanın başat kurumu olan medya oligarşik gücün hukuken ve fiilen hizmetindedir. Vesayet gücünün bu anayasal dayanaklı kullanımı, anayasal diktatörlüğü, çıplak diktatörlükten ayırır. Anayasal diktatörlük, kısmen hukuk devleti görünümünü korur ama mazrufu diktatörlük olan bir rejimdir. Yasalar oligarşik gücün çıkarları yönünde aniden değiştirilebilir ve bunun için kuvvet sisteminin merkezinde olan kişinin doğrudan ve denetimsiz yasama yetkisine sahip olması şarttır.
Gücün elinde somut olarak yoğunlaştığı kişinin seçimle belirlenecek olması, medyanın oligarşik gücün hizmetinde olmasını elzem kılar. Bu nedenle, yeni iletişim imkânları dâhilinde, sosyal medyanın da çok yakından denetlenmesine, işgal edilmesine ve dezenformasyonun örgütlenmesine olmazsa olmaz biçimde ihtiyacı vardır. Medya üzerindeki bu vesayet gücü ve olanakları, muktedire ve sözcülerine birbirinin zıddı değerlendirmeleri kısa zaman aralıkları içinde dile getirebilme, kamuoyunu kaba saba yollarla manipüle etme olanağı sağlar.
Anayasal diktatörlükte, ceza hukukunun ve ceza usul hukukunun bütün imkânları, bunların sınırları da fiilen genişletilerek, iktidara karşı çıkanları (kişi, örgüt, parti) susturmaya, karşı çıkabilecek olanları da susmaya teşvik etmek için kullanılır. Bu nedenle ceza hukuku muhalif kişi ve örgütlerin çeşitli sıfatlar altında kriminalize edilmesi için muğlaklaştırılır, ceza usulu hukuku da münhasıran cezalandırma aleti olarak kullanılır.
Anayasal diktatörlükte güç bütünüyle bir şahsın elinde toplandığında, rejim otokrasiye dönüşür. Ama anayasal diktatörlükte bu otokratlık yetkisi, kanuni bir kılıf altında ve otokratın halk egemenliğini şahsında ve eksiksiz temsil etmesi gerekçesiyle verilir.
Anayasal diktatörlük, olağanüstü yetkilerin kalıcılaşmasına, anayasalaşmasına dayanan ve bu nedenle istisna halinin gerekçelerinin sürekli üretildiği bir rejimdir. Bu anlamda istikrar amacıyla hareket ettiğini iddia eder ama keyfî yönetimin sergilediği öngörülemezlik hali en önemli istikrarsızlık nedenidir. Bu nedenle anayasal diktatörlük rejimlerinde, genellikle başlangıçta meşruiyetlerine dayanak olan istisnai durumdan rejimin kendi iç dinamikleriyle çıkmak çok zor, hatta belki hiç mümkün değildir.
***
2017’nin ilk günlerinde Türkiye’de durum, yukarıda genel çerçevesini çizdiğimiz hükümranın ilan ettiği istisna halinden anayasal diktatörlüğe geçiş sürecinin birçok özelliğini taşıyor. Ali Topuz, gazete duvaR.’da 7 Eylül’de yayımlanan yazısında, Türkiye’de OHAL ilan edilmesinin ardından yürürlüğe konan uygulamalar karşısında OHAL’in artık kalkmasının mümkün olmadığını, çünkü OHAL’in kalkması durumunda açılacak iptal davaları karşısında iktidarın bunun altında kalacağını, OHAL kalkmazsa bu sefer toplumun bunun altında kalacağını belirtiyordu. Ayrıca, OHAL’in kalkması durumunda bile, geriye işletilecek hiçbir hukukî zemin kalmayacağının altını çiziyordu. Bu da devlet yapısının başka türlü çökmesi, bütünüyle felç olması demekti.
MHP’nin beklenmedik desteğiyle şapkadan bir anda yeniden çıkarılan “cumhurun başkanı” rejimi kurulması amaçlı kısmi ama kökten anayasa değişikliği önerisi, Ali Topuz’un son öngörüsüne yanıt oluşturuyor. Sivil yöneticilerle yürütülen bir fiili sıkıyönetim idaresinde, 2015 Haziran’ında AKP’nin parlamentoda çoğunluğu kaybetmesinde en büyük paya sahip HDP’nin büyük ölçüde elinin kolunun bağlandığı, ağzının kapatıldığı bir ortamda yapılacak halkoylamasıyla, OHAL yönetiminin yerine cumhurun başkanlığı rejimini yürürlüğe koymaya ve istisnai yönetim hakkının sürekliliğini sağlamaya hazırlanıyor iktidar bloku. Dolayısıyla OHAL uygulamalarının tarumar ettiği ve normal koşullarda toparlanması yıllar alacak hukuk devleti zemininin yerine, fiilen güçler birliği anlamına gelen, daha doğrusu ancak bu şekilde çalışabilecek olan bir model öneren bir anayasa tadilatı muhtemelen ilkbahar ortasında seçmen topluluğuna sunulacak.
Bu anayasa değişikliği paketinin halkoylamasında kabul edilmesi durumunda 2019’da yürürlüğe girmesi şimdilik öngörülüyor. Dolayısıyla eğer anayasa değişikliği kabul edilirse, değişikliğin yürürlüğe girmesini beklerken OHAL’i sürekli uzatmak gereği, devletin felç olmasını engellemek için, kendini doğal olarak dayatacak. Cumhurun başkanlığı rejimine geçince zaten OHAL’siz olağanüstü hal kalıcı olarak yerleşeceği için, Ali Topuz’un çok doğru tespit ettiği, işletilecek bir hukuk zemininin kalmamış olmasının yaratacağı felç hali kısmen giderilecek. Anayasal diktatörlüğün kendine özgü hukuksal zemini bu boşluğu dolduracak. Ama aynı zamanda hukuk devleti de kalıcı biçimde rafa kaldırılmış olacak. Bunun daha sonraki aşaması Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden Türkiye’nin imzasını çekmesi, milli ve yerli Ankara kriterleriyle yola devam etmeye çalışmak olacağını tahmin etmek zor değil.
AKMHP koalisyonunun, hukuk devletinin kalıntılarını da tarumar eden yürürlükteki olağanüstü hal yönetimi altında aniden oluşması bir rastlantı değil. Ne de üzerinde anlaştıkları çözümün bir bakıma OHAL’in anayasalaşması anlamına gelen cumhurbaşkanlığı rejimi adı altında bir anayasal diktatörlük olması bir rastlantı. İktidardaki oligarşik gücü, iktidarını olağan demokratik yollardan sürdürememe endişesi sarmasının ve olağanüstü durumu olağanlaştırarak iktidarını koruma yoluna geri dönüşü olmayan biçimde girmesinin sonucudur. Bu anlamda muktedir ve çevresinin içinde bulunduğu aczin, yönetememe aczinin bir ifadesi olarak da değerlendirilebilir. Dolayısıyla OHAL çerçevesinde hızlandırılan ve yeni rejimle kalıcılaştırılmak istenen değişim, hem oligarşik gücün tahayyül dünyasını yansıtan bir devlet ve toplum modeline doğru gidiştir hem de ileriye doğru kaçış hamlesidir.
Tayyip Erdoğan, 2010’da OHAL ilan edilmesini talep eden Devlet Bahçeli’ye verdiği yanıtta, “OHAL terörü derinleştirir, OHAL istemek terörün diline teslim olmaktır” derken, böyle bir talebin, talebi dile getirenin aczini ele verdiğini belirtmişti. Bu sözler, yürürlükteki OHAL ve anayasal diktatörlüğe doğru gidiş için de tamamen geçerlidir.