Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın okuma hakkı tanımayacağını söylediği öğrencilerden dokuzu sulh ceza hâkimliklerince tutuklandı. Hâkimliğe göre tutuklama kararı “ölçülü”ymüş, çünkü öğrencilerin yaptığı eylem “toplumda oluşan refleks ve infial durumu dikkate alındığında ceza miktarının üst sınıra yaklaşılabileceğini” gösteriyormuş.
Nasıl ama?
Toplumda bir infial var doğru. Ama bu infial o öğrencilere yapılan muameleye, tutuklanmalarına, gözaltına alınmalarına, baskıya uğramalarına, sindirilmeye çalışılmalarına karşı bir infial.
“Yeter, çocuklarımızı rahat bırakın” diyen insanların infiali.
Bunun için de bir tutuklama yapılacaksa yanlış kişiler tutuklu.
Yine hâkimliğe göre bu öğrenciler “terör örgütü propagandası yapmış”. Sırf Afrin harekâtına karşı çıktıkları için. Mahkemeye göre, barış isteyen herkes “YPG/PKK lehine amaçlarını meşru gösterici, şiddeti tavsiye eder mahiyette” imiş.
Evet, evet “şiddeti” diyor.
Ülkenin Cumhurbaşkanı, bakanları ve onların yandaş kalemleri öyle deyince hâkimliğin de farklı bir şey demeyeceğini biliyoruz artık.
Yoksa herkes o gençlerin tutuklanma gerekçelerinde söylenen şeylerin tam tersini savunduğunun farkında. Şiddeti, savaşı, ölümü değil barışı ve yaşamı savunan, bunu da korkmadan söyleyen herkesin başına gelen şeyi yaşıyorlar şu anda.
Sulh ceza hâkimliği daha iddianameleri bile yazılmayan, yargılamaları yapılmayan öğrencileri tutuklarken “size ceza vereceğiz ve bunu üst sınırdanvereceğiz” demeye getiriyor.
Ki, sadece onları cezalandırmakla kalmayacaklar, diğer öğrencileri, öğrencilerini destekleyen hocalarını, anne babalarını, arkadaşlarını hatta onları hiç tanımayan ama yanlarında olan insanları da korkutacaklar. Yani korkuttuklarını sanacaklar.
Her şey çığrından çıktı. Her şey yerle yeksan. Demokrasi, hukuk, özgürlük adına ortada bir şey kalmadı.
Kalan tek şey mücadele ve umut.
Bir türlü yok edemedikleri iki şey.
O çocukları gece yarısı evlerini basarak gözaltına almaları bundan. Evde kızlı-erkekli kalmalarına kızgınlıkları, “siz evli misiniz” deyip tokatlamaları, zekâlarına yönelik hakaretlerin altında yatan kıskançlıkları bundan.
Boğaziçi’ni polis üssüne çevirmeleri, kampusta kimlik kontrolü yapmaları, üniversitenin çevresindeki kafeleri bile basmaları, öğrencileri muhbirliğe teşvik etmeleri hep bundan.
Çünkü o gençler umudu, mücadeleyi ve de en önemlisi geleceği temsil ediyorlar.
Farklı bir gelecek hayali kuran insanlardan korkuyorlar. O kadar çok korkuyorlar ki “bilet paralarını verip” ülkeden göndermek istiyorlar. Pasaportuna bile el koydukları insanlara “git” demelerinin komikliğinin farkına varamayacak kadar korkuyorlar anlayacağınız.
İşte o korktukları geleceği bugünden yok etmek istiyorlar.
Olmuyor, bir türlü başaramıyorlar.
Ve başaramayacaklar da.
Ne diyordu o tutuklanan gençlerden birinin babası adliyenin önünde oğlunun arkadaşlarına:
“Oğlumla gurur duyuyorum, ağzından çıkan her lafın arkasındayız. İnançlarınız neyse ondan ödün vermeyin çünkü biz haklıyız. Bunlar yatar çıkar, siz daha gençsiniz. Ömrünüzde birkaç ay hiç önemli değil. Geç mezun olmak da hiç önemli değil, ister bir, ister iki sene ama siz ömrünüzün sonuna kadar başınız dik yaşayacaksınız. Bizim anne baba olarak sizin desteğinize ihtiyacımız var. Bunu arkadaşlarınıza da anlatın.”
Böyle babalar var olduğu sürece, onların yetiştirdikleri çocuklar var olduğu sürece işleri çok zor.
Boşuna o gençlerin eyleminin ardında örgüt aramayın. Bulacağınız tek şey kendi korkularınız ve o korkunun Saray’da yarattığı infial olur.
Haa tabi bir de mücadele ve umut.
Onu da cezalandırarak yok edemeyeceksiniz.