İklim İçin programının 27 Nisan 2021 tarihli nüshasının konuğu olan Zeynep Şen, Dünya Günü iklim zirvesine katılıp izlenimlerini Açık Radyo için kaleme aldı.
Küresel Isınma’nın, adı üstüne küresel bir problem olduğu tartışılmaz bir gerçek. Zira yol açtığı iklim değişiklikleri, su seviyesindeki yükselmeler ve doğal afetler gibi çeşitli etkileri dünyanın her ülkesinde hissedilmekte. Bu durum ışığında geçtiğimiz perşembe günü ABD Başkanı Joe Biden dünya liderlerinin sanal olarak katıldığı bir İklim Zirvesi düzenledi. Çin, Hindistan ve Rusya gibi, ABD’nin en çok çekiştiği ülkelerinin liderlerinin de katıldığı bu zirve, önümüzdeki kasım ayında Glasgow, İskoçya’da gerçekleştirilecek olan 26. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’nın (COP26’nın) ön hazırlığı gibiydi. 22 Nisan Dünya Günü’nde gerçekleştirilen bu zirvede küresel ısınmaya dair, görünürde çok önemli kararlar alındı. Zirve’yi takiben uluslararası haber organizasyonu Reuters, UNDP’nin başı Achim Steiner ile sanal bir panel düzenledi. Zirveyi değerlendiren Steiner alınan kararların olumlu ilk adımlar olduklarını, devamının gelip gelmeyeceğini zamanın göstereceğini söyledi. Steiner’ın tabiriyle zirvede verilen sözlerin tutulması için dünya ülkelerinin altyapısal bir yenileme ve değişiklik geçirmeleri şarttı.
Dünya Günü’nde gerçekleşen Zirve küresel ısınmanın hepimizi ilgilendiren bir sorun olduğuna ziyadesiyle değindi. Zirve günü küresel CO2 emisyonlarının %15’inden sorumlu olan ABD 2016 Paris Anlaşması’na yeniden katıldı. Katılımcı ülkelerin 2030’a kadar tüm karbon emisyonlarını yarıya indirme ve 2050’ye kadar net-sıfır CO2 emisyonu yapma, böylece de küresel ısınmayı, endüstri devrimi öncesine kıyasla 1,5 derece ile sınırlandırılma sözü yinelendi. 40 ülkenin katıldığı zirvede böyle sözlerin verilmiş olması son derece umut verici olsa da Steiner’ın da gözlemlediği gibi yerlerine getirilmeleri için ciddi bir çaba içine girilmesi gerek. Zira şu anki manzaraya bakıldığında çoğu ülkenin bu sözleri yerine getirip gereken dramatik değişiklikleri yapabilecek araçlara sahip olmadıkları ortada. Bu sebeple de geminin gidişatını değiştirme çabalarımız hızlanmak zorunda.
“Eğer iklim değişikliğine, Covid-19 salgınına verdiğimiz hız ve şekilde yanıt verilecekse, başımız büyük dertte demektir,” dedi Steiner durumu değerlendirirken. Paris Anlaşması bize her ne kadar dünyamızı kurtarmak için gereken yol haritasını çizse de anlaşmanın öngördüğü altyapısal değişiklikleri tez elden yapmadığımız müddetçe bize bir faydası olamaz. Söz konusu anlaşma ülkelerin kendilerini ekonomik ve sosyal bir değişim geçirmeye adayıp ekonomik ve teknolojik altyapılarını sürdürülebilir sistemlere geçerek değiştirmelerini talep ediyor. Bunun yanı sıra gelişmiş ülkelerin, hâlâ gelişmekte olan ülkelerin kapasitelerini geliştirirken destek vermelerini istiyor. Başka bir deyişle, gelişmekte olan ülkelerin ekonomik gelişimleri esnasında küresel ısınmaya katkıda bulunmamaları için gelişmiş ülkelerden destek almaları gerektiğini öngörüyor.
Peki gelişmiş ülkelerin kendi ekonomik varlıklarının bir kısmını, gelişmekte olan ülkelerin sürdürülebilir ekonomik altyapılarını kurmalarına ayırmaları gerçekçi mi? Bu bir nevi haksızlık olmaz mı? Steiner bunun bir haksızlık olarak sınıflandırılabileceği kanısında değil. Zira söz konusu problem tüm dünyayı etkilemekte. Gelişmekte olan bir ülke, ekonomisini büyütürken karbon ayak izini de büyütüp küresel ısınmaya katkıda bulunduğunda iklimsel etkileri yalnızca o ülkede hissedilmiyor. Gelişmiş, gelişmekte olan tüm ülkelere dalga dalga vuruyor. Bu gerçek ışığında belki de gelişen ülkelere sağlanabilecek desteğin “bağış” olarak değil de bir “ortaklık” olarak düşünülmesinde fayda var.
Elbette böyle bir yaklaşım ülkelerin gayrisafi yurt içi hasılalarının yalnızca maddi bir unsur olarak görülmemesini gerektiriyor. Steiner’a göre GSYİH ölçümleri ülkelerin çevresel faktörlerini ve doğal kaynaklarının ne kadarını tükettiklerini de kapsamalı. Dahası ülkeler sürdürülebilir teknolojilerin benimseyerek, örneğin fosil yakıtlardan uzaklaşıp sürdürülebilir enerji kaynaklarına zaman içinde tam geçiş yaparak, ekonomik sistemlerini tümden değiştirmeliler.
Dünyanın dört bir yanında yaşayan Nobel Ödüllü çeşitli kişiler Steiner ile bu konuda hemfikirler. Bu yüzden de kısa bir süre önce dünya liderlerine açık bir mektup yazdılar. Nobel Barış Ödülü’nü kazanmış olan On Dördüncü Dalai Lama (1989), Nobel Ekonomik Bilimler Ödülü’nü kazanan Oliver Hart (2016) ve Nobel Fizik Ödülü’nü kazanan Yoshinori Ohsumi (2016) bu mektubu imzalayan isimlerden yalnızca birkaçı. Elbette bu, herkes tarafından hoş karşılanan bir fikir değil. Bilhassa fosil yakıt endüstrileri ve fosil kaynakları zengin olan ülkelerin buna direnmeye devam etmeleri muhtemel. Zaten küresel ısınmaya itiraz eden kesimlerin olmasının, onu önleyecek ya da yavaşlatacak çözümlere ayak diretilmesinin ana sebebi bu. Eğer Washington Zirvesi’nde alınan kararlar yerlerine getirilecekse, Paris Anlaşması’nın sözleri tutulacaksa ve küresel ısınma gerçekten durdurulacaksa bu direncin kırılması şart. Steiner’ın da dediği gibi:
“Gelişmekte olan ülkeler, ekonomilerini büyütürken dünyayı kirletme hakkına sahip değiller ancak problemin çok daha büyük bir kısmının bizzat sorumlusu olan gelişmiş ülkeler eşitlikçi çözümler yaratma ve bu çözümlerle dünyaya liderlik etme sorumluluğuna sahipler.”
Panelde yaptığı konuşmada Steiner küresel ısınmaya karşı verilen savaşta tek sorumluluğun hükümetlere düşmediğine dikkat de çekti. Şirketler, halklar ve bireyler de kendi sorumluluklarını üstlenmek zorundalar. Hükümetlerin ya da şirketlerin bulunan çözümlere ayak direttikleri noktalarda sorumluluk halkların, bilhassa bireylerin ve genç aktivistlerin üstlerine düşmekte. Ne de olsa seslerini yükseltip bu organizasyonlara sorumluluklarını hatırlatabilecek olanlar onlar. Neyse ki, dedi Steiner, günümüzde pek çok bilinçli, genç aktivistimiz var.
Steiner bu sözleri söylerken daha on sekiz yaşında olan İsveçli aktivist Great Thunberg, ABD Kongre’sinde, sanki Steiner’ı haklı çıkarmaya çalışırmış gibi, bir konuşma yapmaktaydı. Konuşmasında bakanları derhal harekete geçmeye davet eden Thunberg, pek bir şey yapacaklarına inanmadığını söyleyerek kongreyi iğnelemeden de edemedi. Thunberg’in zirveye dair pek çok eleştirisi vardı. Thunberg aynı gün sosyal medyada yayınladığı videoda zirvede belirlenen hedeflerin boşluklarla dolu olduklarına, dolayısıyla gerçekleştirilmelerinin neredeyse imkânsız olduklarına dikkat çekti. Zira zirvede ithal mallar tüketiminden, uluslararası havacılıktan, nakliyattan, biyo-kütle yakıtlarından ve daha pek çok benzeri taşma noktasından ötürü kaynaklanan CO2 emisyonlarından bahsedilmiyordu bile. Bunun yerine zirve sanki bu durumlar herhangi bir emisyona yol açmıyormuş gibi davranıp onları görmezden geliyordu. Durum böyleyken zirveye katılan ülkeler karbon emisyonlarını dedikleri ölçülerde azaltmayı gerçekten başarabilirler mi?
Thunberg’e ve Steiner’a göre hayır. İşte Steiner tam da bu yüzden Washington zirvesini iyi bir ilk adım olarak görüyor ama devamının gelmesi için çok daha büyük adımlar atılması gerektiğini düşünüyor. Aksi takdirde zirvede ve Paris Anlaşması’nda verilen sözleri tutmanın imkânsız olduğuna dikkat çekiyor.