İlk programımızda rekonstrüksiyon kavramı üzerine konuştuk. “Bir kültür varlığını, bir yapıyı yeniden yapmak” anlamına gelen bu kavram, koruma yaklaşımının tam ters ucunda yer alıyor. Bugünlerde rekonstrüksiyonu yapılmak üzere yıkıma uğrayan kültürel varlık haberleri ile sıklıkla karşılaşıyoruz.
En son vaka Bursa Merkez Bankası yapısının yıkılarak rekonstrüksiyonun yapılması kararı. Bursa Merkez Bankası binası Şevki Vanlı ve Ersen Gömleksizoğlu’nun 1965’teki ulusal mimarlık yarışmasında birinci gelen projesine göre 1967 yılında Bursa’da Çarşıbaşı bölgesinde inşa edilmiş özgün bir eser.
Yapı, 1988 yılında I. Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri, Yapı Dalı Başarı Ödülü’nü de almış ve jüri yorumunda, “araştırmacı bir tutumu günlük modalara kapılmadan sürdüren; dolayısıyla zaman içinde kıymetini yitirmeyen; yapı sanatına hâlâ örnek olan, kişilik sahibi” bir yapı olduğu vurgulanmış.
1990 yılında Bursa Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından tescillenmiş ve 2014 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne giren Bursa’nın Hanlar Bölgesi tampon alanında yer almakta. Ancak, Bursa Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu geçtiğimiz 24 Temmuz tarihinde bina için “rekonstrüksiyon” kararı alarak yıkılmasına onay vermiş.
Bursa Merkez Bankası bir 20. y.y. Yapısı ve bu dönemin yapıları nadiren “korunmaya değer kültür varlığı olarak” tescilleniyor. 20yy.’da yapılmış ve genel olarak modernizm diyebileceğimiz mimari tarzın, mimari kültürümüzün bir parçası olmuş örneklerinin korunması için DOCOMOMO-Türkiye gibi organizasyonlar yıllardır çok önemli çabalarda bulunmaktalar.
Binanın yıkımına giden süreçte Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin Hanlar Bölgesini çevreleyen caddelerde yer alan yapıları yıkarak bu tarihi yeri ortaya çıkarmak hedefi belirleyici. Bursa Belediye Başkanı Alinur Aktaş, maksatlarının “saklanan, gizlenen çarşının bu proje ile gün yüzüne çıkacağını ve bu bölgenin Bursa turizminin yanında sosyal hayat adına da önemli bir çekim merkezi olacağını” söylüyor. “Tarihi çarşı ve Hanlar bölgesini çevreleyen sonradan yapılan binalar kaldırılacak ve hem bölgeye bir meydan kazandırılacak ve hem de Bursa’nın tarihi kimliği gün yüzüne çıkacak”. “Sonradan yapılan binalar” arasında bu Merkez Bankası binası da var ve yanındaki diğer binalar gibi yıkılması kararı alınmış. Bursa’nın tarihi kimliğinin parçası olarak görülmediği belli. Belediyenin aldığı yıkım kararı, Merkez Bankası tescilli bir eser olduğundan Koruma Kurulu’nun konusu oluyor ve Kurul, binanın deprem riski analizi sonuçlarına bakarak bu kararı onaylıyor; yeniden yapılması, yani rekonstrüksiyonunun yapılması kaydıyla. Yıkmadan güçlendirme seçeneklerini değerlendiren Kurul, güçlendirme müdahalelerinin yapının mimari özelliklerini çok fazla değiştireceğini öne sürerek bu önemli tarihi miras değerinin yıkılıp ortadan kaldırılmasına yerine yıkılarak rekonstrüksiyonunun yapılmasına karar veriyor.
Deprem risk analizi konusu tartışılabilir ve tartışılıyor da zaten. Gerçekten deprem riski karşısında binanın yıkımı tek seçenek mi, güçlendirilmesi imkânsız mı? Yapının özünü değiştirmeden yapılabilecek güçlendirme yöntemleri yeterince irdelenmiş, denenmiş mi? Bu durum, teknik bilgi sahiplerinin birbiriyle konuşabildiği ve tartışabildiği bilimsel ortamlarda ele alınmış mı? Binayı yıkmadan güçlendirme seçeneği bilimsel bir sorunsal olarak tüm taraflarca ayrıntılı çalışılmış mı? Burada önemli olan bir nokta var. 1999 depreminden sonra oluşturulan ve yapıların deprem dayanımına dair koşulları tanımlayan deprem yönetmeliklerinin şartları çok ağır. Genellikle hesaplar sağlam tarafta kalmak üzere güvenlik dereceleri çok yüksek tutularak hazırlanıyor. Eski ya da tarihi yapıların yapılış teknikleriyle bu ölçütler her zaman uyuşmuyor çünkü onlara göre düzenlenmemiş, bu bakımdan eski yapılar çok baskı altında. Ölçütler yapıların en yüksek dereceli depremlerde hiç yıkılmamasına göre koyulmuş, oysa tarihi yapılarda hayat kurtaracak seviyede tutulması gibi ara derceler göz önüne alınmalıdır ve kimi durumlarda bu kadarı da yeterli görülebilir.
Tam burada, rekonstrüksiyon ne demek? Neden yapılır? ne zaman yapılır? Bir koruma yöntemi kabul olarak edilebilir mi? sorularını sormalıyız. Rekonstrüksiyon “koruma” bağlamında bakarsanız esasen koruma değildir. Çünkü olanı korumak anlamına gelmez. Mevcut bir yapıyı/nesneyi yıkıp, yok edip yeniden yapmak özgün haliyle korumak olamaz. Çünkü bu durumda yapılan şey özgün yapı olmaz; onun bir kopyası olur.
Varlığın tarihselliğine ve özgünlüğüne ilişkin değer atfederken otantik olması kritik bir konu. Orijinallik, kopya ya da sahte olmamak, yapıldığı dönemde aldığı forma sadık olmak anlamında genellikle düşünülür. Buna karşılık bir varlığı bulunduğu hali ve şekliyle korumak yaklaşımı, değerine tarihsel süreç boyutu katan önemli bir katkıdır: buna göre varlığın tarih içindeki varoluş sürecinde form, tasarım, malzeme, anlam, bütünlük ve yeri itibarıyla bir süreklilik ve değişim sarmalı içinden geçip koruma anına ulaştığı hali bir bütün olarak değerini oluşturur. Otantiklik, orijinallik ve tarihsel katmanlılık kültür varlıklarının değer tanımlarını yaparken tartışılan kavramlardır: 1964 Venedik Tüzüğü’nde orijinallik tanımı ağır basarken UNESCO Dünya Miras Sözleşmesi’nde her iki tanım kendisine yer bulur. 1994 yılında Japonya’nın Nara şehrinde bir araya gelen ICOMOS uzmanları farklı kültürel bağlamlarda otantiklik kavramının farklı yorumlanmasının söz konusu olduğunu söyleyerek o zamana kadar hakim olan orijinallik kriterlerini yeniden yoruma açmaktaydı (Bakınız Nara Özgünlük Belgesi*). Kültürcü bakış açısında orijinallik inşa edilen ve atfedilen bir değerdi ve her kültürel bağlamın önceliklerine göre neyin hangi kritere göre orijinal olduğu değişebiliyordu. Otantikliğin saptanmasında sabit kriterlere dayanmanın mümkün olmadığı ve farklı önceliklere göre varlığın otantikliğinin belirlenebileceği öne sürülüyordu. Otantiklik ile ilgili değerlendirme kriterleri varlığın formu, tasarımı, kullanılan malzeme ve işçiliği, kullanım amacı ve işlevi, gelenekler ve teknikler, bulunduğu yer, çevresi, bağlamı gibi asıl olana ilişkin esaslarla belirlenirken bunların yanısıra, zamansallık ve hafıza boyutunu yani zamanın, orada yaşananların hatırasının izini de işin içine katan varlığın ruhu ve duygusu gibi yeni dinamikleri de kapsayacak şekilde genişlemekteydi. Farklı kombinasyon, vurgu ve yorumlarla da olsa bu kriterlerin kullanımıyla sanatsal, tarihi, sosyal ve bilimsel yönleriyle varlığın özgün(otantik) miras değerinin çok boyutlu olarak belirlenmesi söz konusuydu.
Bir kültür varlığını yıkarak kopyasını inşa etmek, söz konusu varlığın otantikliğini yitirmesine yol açmayacak mıdır? Maddi varlığı esas alan yaklaşımları izlediğimizde asıl olan maddi varlığın ortadan kaldırılıp yeniden yapılması işaret ettiği bazı değerlerin korunması açısından önemli bir müdahale olarak görülür. Oysa bu yaklaşımın tam tersi, çok klasik bir örnekte Japonların ISE tapınaklarını ele alışlarında görülür; Ise tapınakları henüz orijinali yıkılmadan 20 yılda bir yanına aynı malzeme ve işçilikle yeniden inşa edilir. Bu da aslında bir rekonstrüksiyon örneğidir ve Japon kültürü içinde kabul gören bir koruma yaklaşımıdır.
Rekonstrüksiyona örnek olarak 2. Dünya savaşı sonrasında bombalanarak büyük ölçüde yok olmuş kentlerin tarihi merkezlerinin yeniden inşası gösterilir. Vatandaşların savaşla travmaya uğrayan aidiyet, kentsel hafıza duygularını onarmak için kabul edilebilir görülmüştü bu hamle. Veya Bosna Hersek savaşında yıkılmış Mostar köprüsü, yine kimlik ile bağlantılı olarak ve de orada yıkık kalması insanları üzdüğü için yeniden yapılmıştı; üstelik bu köprü daha önce rekonstrüksiyonu yapılmış olandı. Yani tam da asıl olan değildi. Günümüzde de Orta Doğu’da sayısız kültür mirası varlığının yıkımına şahit olduk. Bugün, sadece bu gibi toplumsal olaylar veya doğal felaketler sonucunda yıkılmış yapıların toplumun bunlara atfettiği değerlere, duygusal veya psikolojik ihtiyaçlarına dayanarak, yani çok özel koşullarda, yeniden yapılması kabul edilebiliyor. Bu konu ICOMOS’un 2016’da İstanbul’da yapılan Genel Kurul’u sırasında gerçekleşen sempozyumda da “Felaketler, Travma Sonrası Rekonstrüksiyon” başlığıyla tartışılmıştı.
Rekonstrüksiyona ilişkin, savaş ve doğal afet tahribatı gibi, çok özel durumlarda geçerli gerekçelerle yapılabilir, şeklinde bir kabulün ortaya çıktığından bahsedebiliriz. Bu da ancak varlığa ilişkin bütün belgeler temin edilebiliyor ise, özgün yapının nasıl olduğu saptanabiliyorsa mümkün. Böylesi gerekçelerin ve ihtiyaçların olmaması durumunda, tarihi bir varlığa ilişkin yeniden yapım kararı veriliyor ise– ki Türkiye’de çok yaygınlaşan “ihya” örnekleri bu tür kararları içermekte – burada dönüp resmi kültür mirası politikasına bakmamız gerekiyor.
Türkiye’de kültür mirası politikası kapsamında çoktan yok olmuş, kimsenin varlığını bilmediği hatırlamadığı yapılar bütün çevresi değişmiş, kentin şekli değişmiş olsa da yeniden yapılıyor – “ihya ediliyor”. Bu tür uygulamaların arkasında belli bir dönemin kültürüne dair dair yapıları canlandırarak ve çoğaltarak belli bir kültürel kimliği baskın kimlik olarak kamusal alanda göstermek çabası söz konusu. Günümüz kültür politikasının temelinde Osmanlı kültürüne yaslanan kimliğimiz söylemini görmekteyiz; “yeni Osmanlıcılık” kavramı ile ifade edilen de bu. İhya uygulamalarını tetikleyen bir diğer dinamik ise bugün yeni yapı izni verilmeyen yerlerde yapı yapma hakkı doğurmak çabası, bu şekilde yitip gitmiş evler, yalılar yapılıyor. Birinci yaklaşım siyasi kültürel kimlik söylemini yeniden üretecek uygulamalara işaret ederken, ikinci yaklaşım tamamen serbest piyasaya hakim ticari rant arayışından kaynaklanıyor.
Tekrar Bursa Merkez Bankası binasının rekonstrüksiyonu vakasına dönecek olursak, öncelikli olarak yıkımın sadece Merkez Bankası binası ile sınırlı olmadığını, Bursa’nın tarihi Çarşı ve Hanlar bölgesini çevreleyen ve bir dönemin modernleşme hareketinin parçası olarak inşa edilmiş geniş cadde üzerinde yer alan tüm binaları kapsadığını hatırlatmak gerekiyor. Bir dönemin modernleşme hamlesinin kentsel tezahürü bugün “tarihi silueti bozduğu” gerekçesi ile temizlenmekte. Bursa kent yönetimi açısından kültür mirası değeri taşıyan varlıklar kapsamına Merkez Bankası binası gibi mimarlık değeri tescillenmiş yapılar girmiyor. Bursa’nın otantik değerleri belli bir dönemde sabitleniyor ve tarihsel akışın biçimlendirdiği Çarşı ve Hanlar bölgesi ve çevresi hakim kültürel miras değerleri önceliklerine göre yeniden şekillendirilmek isteniyor. Burada ilginç olan, Koruma Kurulu’nun bu değerler manzumesinde yer almayan bir modern dönem eserini korumak üzere rekonstrüksiyon kararını vermiş olması.
Burada DOCOMOMO- Türkiye’nin bu konudaki basın duyurusunu hatırlatmakta yarar var; “Bursa Merkez Bankası’nın yapısının özgünlüğünü ve bütünlüğünü kaybetmeden korunabilmesinin öncelikli hedef olması gerektiğini; bu çerçevede, verilmiş olan rekonstrüksiyon kararının yeniden gözden geçirilmesi ve güncel koruma teknikleri kullanılarak yapının yıkılmadan, güçlendirilerek korunması için çalışmaların yapılması hususundaki görüşümüzü Yüksek Kurul’la paylaştık.”
Koruma Kurulu’nun vermiş olduğu rekonstrüksiyon kararının Merkez Bankası yapısını nasıl ayağa kaldıracağı ve Bursa’nın yeni kentsel kimlik politikası bağlamda nasıl bir ruh ve kimlik ile modern varlığını aktarabileceğini zaman içinde göreceğiz. Burada top Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin açmış olduğu Bursa Hanlar Bölgesi Çarşıbaşı Kentsel Tasarım yarışmasında.
* Nara Özgünlük Belgesi, 1-6 Kasım 1994 günlerinde Japonya’nın Nara kentinde düzenlenen Nara Özgünlük Konferansı’nın 45 katılımcısı tarafından kaleme alınmıştır. Dünya Mirası Sözleşmesi çerçevesindeki bu konferans, Japon hükümeti Dış şleri Dairesi ve Nara Valiliği’nin daveti üzerine gerçekleştirilmiştir. Bu daire, konferansı UNESCO, ICCROM ve ICOMOS’un işbirliğiyle düzenlemiştir. Belge için: http://www.icomos.org.tr/Dosyalar/ICOMOSTR_tr0756646001536913861.pdf