İstanbul Politikalar Merkezi kıdemli uzmanı ve Açık Yeşil programcısı Ümit Şahin, Türkiye ve dünyadaki iklim politikalarını, atılması gereken adımları, engelleri aşmayı, sorumluları ve sorumlulukları bianet'ten Elif Ünal'a anlattı.
Son yıllarda iklim krizinin etkileri daha da görünür olmaya başladı. Atmosferde rekor kıran karbon emisyonu oranları, mevsim normalleri üzerindeki sıcaklık seviyeleri, değişen yağış rejimleri ve kuvvetli kasırgalar sebebiyle ölen binlerce kişi, yerlerinden edilen milyonlar…
Bilim çevrelerine göre ise bunlar henüz başlangıç. İklim krizine karşı harekete geçmek için zamanın daraldığını ısrarla vurguluyorlar. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından hazırlanan 1,5 derece özel raporu küresel ısınmanın 1,5 derece ile sınırlandırılmasının aciliyetini ortaya koyuyor.
Hükümetlerin iklim krizine karşı adım atmasını isteyen aktivistler ise sokaklarda. 20-27 Eylül arasında genç iklim aktivistleriyle birlikte 117 ülkede 7,6 milyon insan iklim grevine çıktı.
Peki hükümetler iklim krizine cevap vermede ne kadar yeterli?
İstanbul Politikalar Merkezi Kıdemli Uzmanı ve İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörü Ümit Şahin ile Türkiye ve dünyadaki iklim politikalarını, atılması gereken adımları, bunların önündeki engelleri ve sorumluluk sahibi aktörleri konuştuk.
Verilen sözler yetersiz
Hükümetler tarafından uygulanan politikalar içinde bulunduğumuz iklim krizine ve vatandaşların taleplerine cevap vermede yeterli mi?
Hükümetler Paris Antlaşması öncesinde verdikleri ulusal katkı beyanlarına tamamen uysa bile 3 hatta 3 buçuk dereceye yakın küresel ısınma garanti. Hiçbir şey yapmazlarsa 4 buçuk 5 derece. Bu da 1,5 derece hedefiyle kıyaslandığında verilen sözlerin yetersiz olduğunu gösteriyor.
Ki verilen sözlerin de tutulup tutulmayacağı belli değil. Hatta Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Brezilya, Avustralya gibi bazı ülkeler verdikleri sözleri tutmayacaklarını açıkça beyan etti. Yapılması gereken azaltım politikaları henüz ufukta gözükmüyor.
Verilen sözler yetersiz
Hükümetler tarafından uygulanan politikalar içinde bulunduğumuz iklim krizine ve vatandaşların taleplerine cevap vermede yeterli mi?
Hükümetler Paris Antlaşması öncesinde verdikleri ulusal katkı beyanlarına tamamen uysa bile 3 hatta 3 buçuk dereceye yakın küresel ısınma garanti. Hiçbir şey yapmazlarsa 4 buçuk 5 derece. Bu da 1,5 derece hedefiyle kıyaslandığında verilen sözlerin yetersiz olduğunu gösteriyor.
Ki verilen sözlerin de tutulup tutulmayacağı belli değil. Hatta Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Brezilya, Avustralya gibi bazı ülkeler verdikleri sözleri tutmayacaklarını açıkça beyan etti. Yapılması gereken azaltım politikaları henüz ufukta gözükmüyor.
Uygulanan iklim politikaları düşünüldüğünde örnek olarak alınabilecek bir ülke var mı? Neler yapıyorlar?
Yüzde 100 yenilenebilir enerjiye geçme konusunda çalışan Costa Rica gibi ufak ülkeler var. Almanya başlarda lider konumundaydı. Özellikle yenilenebilir enerjinin elektrik üretimindeki payını arttırma konusundaki söylemlerinde oldukça öncü bir ülkeydi. Fakat uygulamaya bakıldığında hala elektriğin yüzde 40’ı kömürden elde ediliyor.
Kömürden çıkış için verilen 2038 tarihi çok geç. Ve otomobillerden kaynaklanan emisyonları azaltma konusunda hiçbir şey yapmıyorlar- ki Almanya bir otomobil devi. Ayrıca Almanya’da hükümet toplumda iklim eylemine yönelik doğmaya başlayan hoşnutsuzluğu gidermek için hiçbir şey yapmıyor. Büyük kirleticiler arasında tam anlamıyla örnek alınacak bir ülke yok.
“Paris Anlaşması bir yılan hikayesi”
Türkiye’nin Paris Anlaşmasına taraf olmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yılan hikayesi. Türkiye’nin bitmek bilmeyen gelişmekte olan ülke olarak tanınma talepleri, kendisini sürekli masum gösterme çabaları, iklim krizinin aciliyeti ile hiç uyumlu değil. Uluslararası çabaların içerisinde daha fazla finansal destek almaya çalışan bir ülke olarak görünüyor. Bu anlamda Türkiye’nin iklim politikaları tıkanmış durumda.
Aynı hatalar 2015’ten beri her sene yapılıyor. Bu sene Aralık ayında Santiago’da yapılacak COP25 (Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı) öncesinde Türkiye’nin Ek1’den çıkma talebi yine konferans gündemine getirilmeye çalışılıyor.
Herkes biliyor ki bu konu gene geçiştirilecek. Çünkü gelişmekte olan ülkelerin aralarına büyük bir ülke katmak istememesi gibi bir sürü politik denge var. Bunu her sene ısrarla gündeme getirmek, Paris’in yükümlülüklerinde kaçmak için bir bahaneye dönüştü.
Paris İklim Anlaşması
Tarihin en büyük katılımlı ortak metni olan Paris İklim Anlaşması, sera gazı emisyonunu 2030'a kadar 56 milyar ton düşürmeyi ve bu sayede küresel sıcaklık artışının yüzyılın sonuna kadar 2 derecenin altında tutmayı hedefliyor.
2015 yılında Paris’te gerçekleşen COP21 (Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı) sırasında sunulan anlaşma, 2016'da yürürlüğe girdi.
“Paris’i onaylarsa finansman talepleri çözülür”
Bu tıkanıklığı açmak için Türkiye’nin yapacağı en mantıklı hamle ne olur?
Yapacağı en mantıklı hamle, Santiago öncesinde bir sürpriz yapıp Paris’i onayladığını açıklaması olur. Bu tam bir oyun değiştirici hamle olur. İyi niyet göstermek için önce biz Paris’i onayladık, üzerimize düşeni yapacağız derse o zaman finansman talepleri daha kolay çözülür.
Ben hala umutla bakanlıklarda birilerinin bu konuda karar vericileri ikna etmesini bekliyorum ya da karar vericiyi. Ama küçük bir umut bu.
Onaylamayan tek G20 ülkesi Türkiye
Dünya çapındaki 197 ülke arasında Paris İklim Anlaşması’nı onaylamayan 10 ülke kaldı. Bu ülkeler arasında Türkiye, Angola, Eritre, İran, Irak, Kırgizistan, Lübnan, Libya, Güney Sudan ve Yemen yer alıyor. Türkiye, anlaşmayı onaylamayan G20 üyesi tek ülke.
Meclisten geçirmemeye gerekçe olarak, gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülke sınıfına sokularak fon tarafından desteklenme isteğini gösteriyor.
“En büyük engeller kalkınmacılık ve üçüncü dünyacılık”
Türkiye’nin iklim krizine karşı etkili bir şekilde harekete geçmesinin önündeki en büyük engel ne?
Birinci engel Türkiye’deki bütün büyük siyasi partilerin ortak keseni olarak kalkınmacılık ve ekonomik büyüme saplantısı.
Bu Adalet ve Kalkınma Partisi'ne (AKP) özel bir durum değil; muhalefet partileri de 92’den beri aynı tavırda. Karbonsuz bir ekonomiyi bir fantezi olarak görüyorlar çünkü dünyayı takip etmiyorlar, ön yargıları var.
İkincisi yanlış anlaşılmış bir tür üçüncü dünyacılık: Türkiye çok haklı, çok mağdur, bütün suç hep Batılı ülkelerin. Bu doğru değil. Türkiye geç sanayileştiği için iklim krizindeki payı sanayileşmiş batı ülkelerine göre düşük. Ama dünyanın pek çok ülkesinden de 1990 sonrası ekonomik gelişmesi ve bugünkü emisyon miktarı sebebiyle daha sorumlu.
Türkiye’nin bugünkü iklim krizinde payı ne?
1990 sonrası yüzde 140 arttı Türkiye’nin emisyonları. Dünyanın en çok salım yapan ilk 20 ülkesi arasındayız. Kişi başı emisyonumuz 6,6 ton. Bu da Türkiye’nin masum değil, dünya ortalamasında kirletici bir ülke olduğu anlamına geliyor.
Türkiye’deki iklim politikalarında söz sahibi olanlar kimler? Bu eylemsizlikten kimi sorumlu tutmalıyız?
Ben 2014’te İPM’de Aktör Haritası kitabını yazmıştım. İklim Değişikliği Koordinasyonu Kurulu, Çevre Bakanlığı, Enerji Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı; hepsi konuda söz sahibi demiştim. Fakat bu kitabı yazdıktan sonra Türkiye’de yeni bir hükümet sistemine geçildi. Ve artık kimin neyden sorumlu olduğu eskisi kadar belli değil.
Kim daha etkili derseniz en çok Enerji Bakanlığı ile Hazine ve Maliye Bakanlığı şüphecidir iklim krizine. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı eyleme geçmek ve Paris’i onaylamak istiyor mesela ama Enerji Bakanlığı fosil ve kömür konusundaki tavrını değiştirmek istemediği için, diğeri de bu iş bize mali yük bindirir dediği için ikisinin bloke edici rolü var.
Yapılması gereken üç değişiklik
İklim krizi masası kuruldu, olağanüstü yetkilerle donatıldı ve başına da sizi geçirdiler. İlk neyi değiştirirdiniz?
İklim acil durumu ilan ederdimönce. İkinci olarak yapılacak yeni kömür, petrol, doğal gaz çıkartma, boru hattı, ne varsa, fosil yakıt yatırımlarını durdurur, lisanslarını iptal ederdim. Mevcut olanlardan önümüzdeki 10-15 yılda çıkmak için de bir plan oluştururdum. Madem bu kadar yetki verdiniz, Yatağan Termik Santrali gibi en kirletici olanları hemen kapatırdım.
Üçüncü olarak da İngiltere’deki Tyndall Center gibi bağımsız ve halkın görüşlerini söylemesine açık bir iklim değişikliği araştırma ve uygulama merkezi kurardım. 2050 yılında Türkiye’nin net sıfır karbon emisyonuna ulaşması için nasıl bir yol izlemesi gerektiği ve uyum için ne gibi önlemler alınacağı çalışılırdı bu merkezde. Buraya da kamudan bütçe aktarırdım.
Neden 2050?
IPCC 1,5 derece özel raporunda, küresel emisyonun 2050’de sıfırlanması gerektiği söyleniyordu. Ortak ama farklılaşmış sorumluluklar ilkesine göre tarihsel sorumluluğu en fazla ülkelerin 2025-2030,; tarihsel sorumluluğu olmayan, az emisyon üreten ülkelerin ise biraz daha geç, mesela 2070’e kadar sıfırlamaları gerekir.
Kişi başı emisyonumuz dünya ortalamasında, G20 ülkesiyiz; Küresel emisyonların yüzde 85’inden sorumlu ülkeler. Tarihsel sorumluluk olarak bir İngiltere, Amerika değiliz ama 1990 sonrası sorumluluğumuz çok. Dünya ortalamasında sorumluluğumuz olduğu için bizim de karbon emisyonlarımızı en geç 2050’de sıfırlamamız gerekiyor. Bu da 2020 gibi zirve yapıp sonra inmeye başlaması gerektiği anlamına geliyor.
“Birlikte hareket etmeyi görev bilmek lazım”
Bu konuda çalışan kişilerin Türkiye iklim politikalarına etki etmek için yapabileceği en etkili stratejik hamle ne?
Bir sürü şey denedik, ağırlığı sokağa çıkmaya verdik. Bilgi üretimi yaptık, politikaları değiştirmek için lobi de yaptık, kısmen başarılı oldu, kısmen başarısız olduk, sonuçta bu noktaya geldik. Tek bir yöntem belirlemek yetmez; yalnızca çocukların grevleri veya sadece sokakta eylem yapmak da bir anlam ifade etmez.
Bu konuda mücadele eden grup ve bireylerin farklı yöntemler kullanarak ama birlikte hareket etmeyi önüne görev olarak koyması lazım. Genellikle birbirinden bağımsız kopuk küçük gruplar halinde hatta çok yanlış bir şekilde rekabetçi bir davranış biçimi görülüyor. İş birliği ve diyalog içinde yapılması lazım. Bunun işin rengini değiştireceğini düşünüyorum.