Kadınlar eşit ve özgür olmayan ve haklarına ulaşamayan bu güç hiyerarşisinin tabanında yer aldığı için iklim değişikliğinin etkilerinden erkeklere oranla daha fazla etkileniyor.
İklim değişikliği şüphesiz günümüzün en büyük krizidir.
Birleşmiş Milletler Afet Risk Azaltım Dairesi (United Nations Office for Disaster Risk Reduction /UNDRR) doğal afet diye tanımlanan olayları doğadaki tehlikeler (hazards) sosyo-ekonomik koşullara bağlı olarak afete (diaster) dönüştüğü için “doğal afet” değil sadece “afet” olarak tanımlıyor.
Yani günümüzde meydana gelen doğal yıkımlar insan etkisi ile afete dönüşmüş kabul edilmektedir.
İklim değişikliği insan etkisi ile geri dönüştürülemez noktaya gelmiş birbiri ile bağlantılı olarak gerçekleşen afetlerin krizidir. Üstelik artık uzun zaman dilimlerinde başımıza gelecek bir takım doğal felaketlerin afete dönüşmüş hali de değildir. Ekonomide, çevrede, sağlıkta, kültürde, sosyal hayatta ve gündelik hayatımızın her aşamasında birebir hepimizin hayatına dokunan bir krizdir.
Bu sebeple yalnızca iklim değişikliği olarak adlandırmak eksik bir tanımamladır. Tüm gezegendeki yaşamı tehdit eden bir kriz olduğu için iklim krizi adlandırması en doğru tanımlamadır.
Üstelik iklim değişikliği sadece çok uzak diyarlarda eriyen buzullar yüzünden kaybolan birkaç adanın sorunu değil tam da hayatımızın içinde cebimizde, soframızda, hücrelerimizde ve psikolojimizde bir sorundur.
Tüm bu sebeplerden ötürü, iklim değişikliği aynı zamanda bir sosyo-ekonomik sorundur. Yoksullukla ilgilidir, bir sınıf ve eşitlik sorunudur. Haklarla ilgilidir ve insan hakları sorunudur. Bir hak sorunu olduğu içinde toplumsal cinsiyet eşitliği sorunudur.
Bir ekonomi, çevre, sosyoloji ve sağlık sorunu olarak iklim değişikliği cinsiyet eşitliği ile doğrudan ilgilidir. Bu ilginin detaylarına inmeden önce toplumsal cinsiyet eşitliği, iklim değişikliği ve iklim adaleti nedir diye kısaca bir hatırlayalım.
Toplumsal cinsiyet eşitliği nedir?
Biyolojik olarak kadın ya da erkek olarak tanımlanmamız ‘cinsiyet’ olarak tanımlanırken, toplum içindeki kültürel ve sosyal rollerimiz ise toplumsal cinsiyet olarak tanımlanır. İngilizcede ‘gender’ olarak ifade edilen kavramın Türkçe karşılığı toplumsal cinsiyettir. Kavramın kendi içinde de ifade edildiği gibi cinsiyet rolleri, sosyal ilişkiler ve kültüre bağlı olarak belirlenir.
Halihazırdaki sosyal yapı içerisinde tüm cinsiyet gruplarının (sadece biyolojik kadınlar ve erkekler değil, kendini hissettiği cinsiyette tanımlayan tüm bireyler) eşit haklara sahip olması ise ‘toplumsal cinsiyet eşitliği’dir.
Toplumsal cinsiyet eşitliği sosyal adaletin kalbindedir. Buradan hareket ile sağlıklı bir toplum ve sosyal yapı için ve de bu yapı içerisinde sağlanacak adaletin baki olması için toplumsal cinsiyet eşitliği temel taştır.
İklim değişikliği nedir?
Dünya Meteoroloji Örgütü’ne (World Meterorological Organization/WMO) göre ‘iklim’ aylık, yıllık, otuz yıllık veya birkaç yüzyıllık zaman diliminde ortalama hava değerlerinin (sıcaklık, yağış, rüzgar) istatistiksel rejimidir.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli‘nin (Intergovernmental Panel on Climate Change/ IPCC) 2007’de yayımladığı Dördüncü Değerlendirme Sentez Raporu’nda ‘iklim değişikliği’ bir yörede, iklim durumunun, en az on yıllık bir zaman diliminde, iklim değerlerindeki değişme ile değişmesidir, diye tanımlanıyor.
IPCC raporlarına göre 1700’lü yıllarda başlayan sanayi devrimi ile birlikte doğada 280 ppm oranında bulunan karbon dioksit 2000’li yıllarda 398 ppm değerine ulaşarak yüzde 40 oranında artış gösterdi.
Doğadaki karbon dioksit oranı Ocak ayı itibari ile ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer Araştırmaları Müdürlüğü (Unites States National Oceanic & Atmospheric Administration, NOAA Research) verilerine göre, 400 ppm 3 seviyesi kalıcı olarak aşıldı ve artık maalesef fosil yakıtların kullanımı hemen yarın dursa bile bu değerin altına düşmeyecektir.
İklim adaleti nedir?
İklim adaleti, insan haklarının ve gelişmenin iklim değişikliği ile ilintili olarak güvenceye alınması, iklim değişikliği etkilerinin adil paylaşılması ve iklim değişikliğine adil ve ortak çözümler aranması olarak tanımlanıyor.
İklim adaleti bir kavram olarak 1990'lı yıllardan itibaren hem akademinin hem de sivil toplumun gündeminde olan bir kavramdır. Fakat bu kavram ilk kez Kopenhag'da düzenlenen 15. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Taraflar Konferansı’nda müzakere edildi.
Toplumu ilgilendiren tüm krizlerde ve toplumsal krizlerde cinsiyet eşitliği sebepler, etkiler ve sonuçlar bakımından çok kritik bir odaktır. Sosyal adaletin sağlanması için en başta olması gereken eşitlik cinsiyet eşitliğidir. Herhangi bir toplumsal veya ekonomik krizde en başta derinleşecek eşitsizliklerin başında yine toplumsal cinsiyet eşitsizliği geliyor.
Maalesef bir neoliberal devlet politikası bir kriz durumunda her zaman en uçtaki ötekinden vazgeçer. Birçok sosyolojik krizin sebeplerinden biri cinsiyetler arası eşitsizliğin yarattığı adaletsizliğin çarpıklığa dönüşmesidir. Ekonomik krizlerde ve çevre felaketlerinde ise bu eşitsizlik krizin etkileri ve neticeleri açısından büyük bir çarpandır.
İklim krizine bağlı olarak gerçekleşen tüm krizler elbette en başta en dezavantajlı grupları vuracaktır. Zira vurmaktadır. Bu krizin ortaya çıkışından, etkilerine, sonuçlarına, yönetilmesine ve bu krizle baş edilmesine kadar her aşamasında cinsiyet eşitliğinin sağlanmamış olmasının olumsuz etkileri yaşanıyor.
Özellikle yoksul veya gelişmekte olan ülkelerde kadınların, mülkiyet hakkının olmaması, eğitime ve sağlığa erişim hakkı olmaması, gelir sahibi olamamaları, onları yoksul sınıfın en altındaki bireyler yapmakla kalmıyor, iklim değişikliğinin etkilerinin en fazla zarar verdiği alt sınıf haline de getiriyor.
Afrikalı kadınlar üzerinde iklim değişikliği etkisini araştıran Garce Adeniji’ye göre toplumsal cinsiyet iklim değişikliği etkilerinin bir bileşenidir. Cinsiyet eşitsizliği bu iklim değişikliği etkilerinin kadınları erkeklere göre fazla etkiliyor. [Adapting to climate change in Africa. Grace Adeniji, Jotoafrika. no. 6 (2011)]
Maalesef iklim değişikliğinin yol açtığı iklim krizi aynı zamanda bir sınıfsal sorundur. Özellikle iklim değişikliğinin etkilerinin acı bir biçimde gözlendiği ülkelerde, iklim değişikliği önce en alt sınıfları ve alt sınıflarda da en çok kadınları vuruyor.
Bunun altında ise kadınların haklarının ellerinden alınması yatmaktadır. Eğitim hakkı, kendini ifade etme hakkı, bedeni ile ilgili kararları alma hakkı, hayatı ile ilgili kararları alma hakkı elinden doğar doğmaz alınmış bir birey elbette ki yaşanacak tüm olumsuz şartların en çok etkileneni olacaktır. İklim krizinin yaşandığı yörelerde etkisinin yayılması güç hiyerarşisine göre gerçekleşir.
Eşit ve özgür olmayan ve haklarına ulaşamayan kadın bu güç hiyerarşisinin tabanında yer aldığı için iklim değişikliğinin etkilerinden erkeklere oranla daha fazla etkileniyor.
İklim krizinin tüm sınıfları aynı oranda tehdit ettiğini öngörmek oldukça naif ya da derinlikten yoksun bir bakış açısıdır. İklim krizi, yoksulları, bilakis yoksul kadınları, orta ve üst sınıf insanları etkilediği gibi etkilemiyor. Örneğin orta üst sınıf için istihdam sorunu olan iklim krizi bir Üçüncü Dünya ülkesinde açlık demektir. Yoksul ülkelerin çoğunda kadın olmak doğrudan yoksul olmak olduğu için de bu ülkelerin kadınları etki hiyerarşisinin en dibindedir.
Hatta birçok örnekte, kadının yaşam hakkı bu adaletsizlik sebebiyle elinden alınmıştır. Adeniji’nin çalışmasında, London School of Economics (LSE) tarafından 141 ülkede yürütülmüş iklim değişikliği sebepli felaketlerde ve krizlerde kadın ölüm oranlarının daha yüksek olduğu bunun da sebebinin kadınların sosyo-ekonomik durumları olduğu belirtiliyor. Kadınların daha az hakka ve güce sahip olduğu örneklerde ölüm oranların daha yüksek olduğu gözlemlenmiştir.
Eğitime erişim hakkı elinden alınan kadın birçok yoksul veya gelişmekte olan ülkede evin geçimini sağlamak için çiftçilik yapmak durumunda kalmaktadır. Dünya Gıda ve Tarım Örgütü’nün 2011 yılı Tarımda Kadınlar raporuna göre, teknolojiye ulaşamayan, daha az ürünü ve tarım toprağı olan ve daha az geliri olan kadın çiftçiler, erkek çiftçilere göre iklim değişikliğinden daha fazla etkilenmektedir.
Çiftçilik yapan kadın için bile eşit şartlar söz konusu değildir. Alman Kalkınma Enstitüsü’nün 2009’da yayımladığı İklim Değişikliğine Adaptasyon ve Toplumsal Cinsiyet raporunda, gelişmekte olan ülkelerde gıdanın yüzde 60-80 oranında üretilmesini sağlayan kadınların, bütün tarım topraklarından ancak yüzde 10'luk bir kısmına ve tüm topraklardan ancak yüzde 2’lik bir kısmına sahip oldukları belirtiliyor.
İklim değişikliği sınıf gözetmeden her bir dünya gezegeni sakinini aynı ölçüde demokratik bir şekilde tehdit ederken bunun sadece yoksul ülkelerin yoksul kadınlarının derdi olarak görülmesi oldukça sığ bir toplumsal cinsiyet bakışıdır. Cinsiyet eşitsizliği sorunun temellerinden birisi eşit olmayan temsiliyettir.
Gezegeni bu hale getiren kararların erkek egemen iktidarlarca alındığı gözlerden kaçmasın. Bu elbette cinsiyet eşitliği olsaydı iklim değişikliği politik kararlar ile önlenebilirdi anlamına gelmiyor. Sadece erk ile doğrudan ilgili olan erkin eşitsiz ve adaletsiz kararlar ile bu sonuca ulaştığının altının çizilmesi gerekir. Mücadele ve adalet birbirini besleyerek yükselir. İklim değişikliği ile mücadele ederken, iklim adaletini talep ederken, cinsiyet eşitliği ve adaleti talep etmemek, ‘sorunlar daha kritik olduğu için şimdilik talep etmemek ‘iklim değişikliğinin etkileri ile mücadele etmeyi eksik bırakır. Cinsiyet eşitliği mücadelesi iklim mücadelesini, iklim mücadelesi cinsiyet eşitliği mücadelesini besleyecek ve yükseltecektir.
Toplumsal cinsiyet eşitliği günümüzde artık iklim krizi politikası gündemlerinden biridir. Nasıl bir gündem haline geldiğini ve nasıl bir politika yapma mekanizmasına dönüştüğünü açıklamak gerekirse, Birleşmiş Milletler İklim Krizi Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) gündeminde yer alma hikâyesini anlatmak gerekir.
Birleşmiş Milletler İklim Krizi Çerçeve Sözleşmesi kapsamında Bali’de düzenlenen 13. Taraflar Konferansı’nda sivil toplum örgütleri ‘cinsiyet adaleti olmadan, iklim adaletinin olmayacağını’ dile getirdiler.
Bu çalışmaların ardından kadın çalışmaları ve iklim adaleti ağları kurulmuş bu ağların çalışmaları üzerinde de Lima’da yapılan 20. Taraflar Konferansı’nda ‘Lima Toplumsal Cinsiyet Çalışma Programı’ başlatıldı.
Bu program hem iklim değişikliğine çözümler bağlamında kadına yönelik çalışmaları teşvik etti, hem de BMİDÇS çatısı altında yapılan müzakerelerde kadınların katılımı ve karar alma süreçlerine müdahil olması yönünde hayli etkiledi. Günümüzde bir çok önemli görevde kadın müzakereci bulunması Lima Programı’nın başarılarından birisidir. Ne yazık ki Paris Anlaşması toplumsal cinsiyet eşitliğine değinmiş olsa da emisyon azaltma konusu gibi bu konuda da taraf ülkelere hukuken bağlayıcılığı olan yaptırımlar öngörmedi.
Marakeş’te gerçekleşen 22. Taraflar Konferansı’nda da toplumsal cinsiyet eşitliği konusu en çok finansman konusu ile birlikte ele alındı. Toplumsal cinsiyet toplantı ve müzakerelerinin yüzde 80’ni toplumsal cinsiyet ve finansman ile ilgiliydi. Bu finans aktörlerinin bu konuyu finansman sağlama şartlarından biri olarak ele almaya başladıkları anlamına geliyor. Daha basitleştirilmiş bir ifade ile iklim değişikliği ile mücadele için finans kaynağı sağlayacak kurum ve kuruluşlar finansman sağlayacakları her program ve proje için toplumsal cinsiyet eşitliği boyutu şartı uygulayacak.
2017 yılında ise bu konu sivil toplumun ve özel sektörün tartışmalarını aşıp BMİDÇS gündemlerinden biri haline geldi. 10-11 Kasım 2017‘de yapılan toplantı ve görüşmeler neticesinde özellikle kadın organizasyonları Toplumsal Cinsiyet Aksiyon Planı’nın Paris Çalışma Programında karar olarak yer alacağı müjdesini verdiler.
14 Kasım 2017’de günün sonunda yapılan son ana oturumda diğer başlıklar ile birlikte BMİDÇS uzunca bir zamandır tartışılan Toplumsal Cinsiyet Eylem Planı’nı (Gender Action Plan, GAP) kabul etti. Özellikle kadın örgütleri ve sivil toplum kuruluşları bu alanda yıllardır böyle bir plan çıkması için mücadele vermekteydi. En sonunda bu mücadele geniş kapsamlı ve geliştirilmeye açık bir eylem planının kabul edilmesi ile ivme kazandı.
Bu karar kesinlikle bu alandaki nihai başarı değil çünkü alınacak o kadar uzun bir yol var ki. Bu mücadele temelde bir hak ve eşitlik mücadelesi bu sebeple tüm hak ve eşitlik mücadeleleri gibi karşısında çıkar odaklı iktidar sahipleri ile karşı karşıya. Üstelik bu durumda bir de ‘erkeklik’ ve sinsi cinsiyetçilik de bu iktidarın tam kalbinde yer almakta.
Kadınlar, sadece kendi adlarına değil toplumsal cinsiyet eşitliği adına zor bir kazanım elde ettiler. Bu kazanım için yıllarca mücadele eden hem sivil toplumdan hem devlet delegasyonlarından gelen kadınların hakkını teslim etmek gerekir. Bu iklim müzakerelerinde yer alan kadın hareketinin bir başarısıdır.
Toplumsal Cinsiyet Aksiyon planı bir SB46 uygulaması olarak COP22’ye sunuldu. COP22 ise Lima Kararlarını 2019’a kadar uzatma kararı aldı. Ardından yapılan iki günlük bir çalıştay ile Aksiyon Planı oluşturuldu. Bu çalıştaya ise hem BMİDÇS hem kadın Organizasyonları katıldı.
Aksiyon Planı hedefleri şu şekilde belirlendi;
Bu alanda kapasite geliştirme, bilgi paylaşımı ve iletişim geliştirme
Cinsiyet eşitlikçi katılım ve kadın liderliğinin desteklenmesi
BMİDÇS ve BM arasında bu kararlar ile ilgili olarak en yeni ve ilerici kararın kabulü bağlantısı
Cinsiyete duyarlı uygulamalar ve Paris’in uygulanmasında cinsiyete duyarlı kararların alınması
İzleme ve raporlama.
Aslında bu plan toplumsal cinsiyet politikasını ana akımlaştırıp tüm kararlarda gözetilmesini hedeflemekte. Ayrıca cinsiyet hassasiyeti olan iklim aksiyonu ve iklim politikası da ana hedeflerinden birisi. Bu plan ile birlikte tüm BMİDÇS mekanizmaları uzun vadede etkilenecek. Üstelik daha önceki kararlar gibi alınıp bir köşede tutulacağa da benzemiyor.
Toplumsal cinsiyet eşitliğini bir iklim politikasına dönüştürmeyi başaran kadın hareketi Paris Anlaşması ile birlikte başlayan yeni iklim rejiminde tüm ötekilerin hakları için yoğun çaba gösteriyor. Aynı zamanda patriarkaya karşı bu çetin mücadele öfkesiz mümkün değil.
Bu alandaki en temel eşitsizlik temsiliyet konusunda. Kadınların yerine, sadece erkeklerden oluşan grupların konuştuğu karar aldığı o kadar çok yaşandı ki. Kadınların özne değil araç hatta meta olduğu o kadar çok oldu ki. Teknik konularda dışarıda bırakıldıkları hatta uzun ve saçma açıklamalara maruz kaldıkları o kadar çok oldu ki…
Bu yüzden öfkeliler.
İklim değişikliğine karşı mücadele için çaba gösteren kadınlar bu sebeple daha fazla öfkeliler. Aynı mücadeleyi aynı çabayla verirken neden eşit değiliz, diye sormakta çok haklılar. Hem gezegeni yok edip hem de bizi yok saymaya devam edemezsiniz demekte çok haklılar.
Ben bile bu yazıyı kaleme alırken ve bu konuyu anlatırken kendimi aynı öfkeye kapılmaktan alamıyorum. Günümüzün en büyük krizi ve felaketi ile mücadele ederken bir de en temel eşitlikleri sağlayıp adaleti gerçekleştirmek aynı kriz için mücadele eden avantajlı gruplara göre daha fazla yük taşımak demektir.
İklim krizi durdurulabilir mi sorusunun cevabını vermek zor fakat iklim krizi ile baş ederken adaleti sağlamak mümkün. Bunu da en temelde toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadele edenler sağlayacak. En azında gelecek kuşaklara daha adaletli bir gelecek bırakma şansımız var. (MK/APA)
* UNFCCC Taraflar konferansları ile ilgili tüm numerik bilgiler ilgili toplantının ilgili mekanizmasının tutanakları burada.