“Mesele sadece iklim bilimi değil, bizim hangi tarafta durduğumuz”

-
Aa
+
a
a
a

İklim Kuşağı Konuşuyor'da Atlas Sarrafoğlu, iklim kriziyle sessizce yok olan türlerin hikâyelerini, ekosistemlerin kırılganlığını ve yaşamı savunmak için yükselen direniş hareketlerini bir araya getiriyor; küçük bir adadan Amazon’un derinliklerine uzanan bu anlatıyla 'hangi tarafta durduğumuzu' yeniden düşünmeye çağırıyor.

""
“Mesele sadece iklim bilimi değil, bizim hangi tarafta durduğumuz”
 

“Mesele sadece iklim bilimi değil, bizim hangi tarafta durduğumuz”

podcast servisi: iTunes / RSS

Merhaba değerli Apaçık Radyo dinleyicileri, İklim Kuşağı Konuşuyor programına hoşgeldiniz. Ben Atlas Sarrafoğlu. Bugün iklim krizinin artık sadece grafiklerde değil, canlıların hayatında nasıl geri dönülmez izler bıraktığının çok çarpıcı bir örnekleri var bugün konumuzda. 

Bramble Cay melomys yani Mozaik Kuyruklu Fareyi duymuş muydunuz? Yaklaşık 100 gram ağırlığında, küçücük bir kemirgen türüydü. Avustralya açıklarındaki Büyük Set Resifinde, Bramble Cay adlı minicik bir mercan adasında yaşıyordu. Dünyada sadece orada, Bramble Cay’de…. Yükselen deniz seviyesi ve artan fırtınalar, bu adayı defalarca sular altında bıraktı. Bitkiler yok oldu, yuvalar dağıldı, türün yaşam alanı adım adım silindi. 2009’dan sonra bir daha hiç görülmedi ve Avustralya hükümeti 2016’da türün yok oluşunu resmen ilan etti. Böylece Mozaik kuyruklu fare, iklim değişikliği nedeniyle yok olduğu resmen kabul edilen ilk memeli tür olarak kayıtlara geçti.

Bu “küçük bir fare türü”nün kaybı deniz seviyesinin ne kadar hızlı yükseldiğinin, kıyı ekosistemlerinin nasıl savunmasız olduğunun somut bir göstergesi. Haritada zor bulunacak kadar küçük bir adada başlayan bu yok oluş, aslında hepimize şunu söylüyor: Atmosfere saldığımız her ekstra ton karbon, sadece sıcaklık rakamlarını değil, bir türün var olup olmamasını belirliyor.

Mozaik kuyruklu fare artık yok. Ama bıraktığı uyarıyı hâlâ duyabiliriz: Eğer fosil yakıtlardan hızlı ve adil bir çıkış planı yapmazsak, bu, listede kaybolan son tür olmayacak.

Apaçık Radyo dinleyicileri biliyordur; Mercanlar, iklim krizinden en hızlı etkilenen canlı gruplarından biri. Daha geçen ay içinde mercanların geri dönüşü olmayan bir hızla yok olmasıyla beraber yedinci gezegensel sınırın da aşıldığı haberleri düşmüştü. Deniz suyu sadece 1–2 derece ısındığında, mercanlar bu stresle “beyazlıyor”, simbiyotik alglerini kaybediyor ve bu durum uzarsa toplu ölümler yaşanıyor. Bilim insanları, 1,5°C ısınmada mercan resiflerinin %70–90’ının, 2°C’de ise neredeyse tamamının yok olma riski altında olduğunu söylüyor.

Oysa mercan resifleri, okyanustaki türlerin dörtte birine ev sahipliği yapıyor; balıkların yaşam alanı, kıyıların doğal dalga kalkanı ve milyonlarca insan için gıda ve geçim kaynağı. Yani bir mercan resifinin çöküşü, aynı anda hem ekosistemin hem de kıyıda yaşayan toplumların savunmasız kalması demek. İklim krizini konuşurken “sadece birkaç ondalık derece” artıştan söz etmiyoruz; denizlerin kalbinin atıp atmamasından bahsediyoruz.

Şimdi de size, belki hiç adını duymadığınız ama yok oluşu hepimizi ilgilendiren bir kuştan bahsedeceğim: ince gagalı kızkuşundan. Uluslararası Doğa Koruma Birliği IUCN, bu türü resmen küresel ölçekte yok olmuş ilan etti. Bir zamanlar Orta Asya’da üreyip kışın Avrupa, Kuzey Afrika ve Batı Asya’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada görülen bu kuş, artık yeryüzünde yok. 1912’den beri nüfusundaki düşüş fark edilmişti, 1990’ların ortasından bu yana da doğrulanmış tek bir gözlem bile yapılmadı. Tarım ve inşaatla yok edilen sulak alanlar, göç yollarında avcılık ve üreme alanlarının tam olarak bilinmemesi, bu sessiz tükenişin başlıca nedenleri olarak gösteriliyor.

Ama mesele sadece bir türün daha kaybolmuş olması değil. İnce gagalı kızkuşu, turbalıkların ve sulak alan ekosistemlerinin sağlığını gösteren bir uyarıcı türdü. Onun yok olması, aynı habitatı paylaşan başka canlılar için de ekolojik bir boşluk anlamına geliyor. Birleşik Krallık’ta yakın akrabası olan avrupalı kızkuşunun da hızla azaldığını biliyoruz; yani hikâye sadece geçmişe ait değil, bugün de devam ediyor. 

İnce gagalı kızkuşunun yok oluşu, bize şunu hatırlatıyor: Türler bir anda “ansızın” kaybolmuyor. Onlar sessizce azalırken, biz yıllarca bakıp görmezden geliyoruz. Sulak alanlar kurutulmaya, ormanlar kesilmeye, iklim krizi derinleşmeye devam ederse, bu yalnızca kuşların değil, bizim de geleceğimizin hikâyesi olacak. Bilim insanları “daha fazla türü kaybetmeden” acil ve ortak bir koruma seferberliğine ihtiyaç olduğunu söylüyor. Belki de bu küçük kuşun yok oluşunu, geriye kalanları korumak için bir dönüm noktası yapıp yapamayacağımız, asıl sınavımız olacak.

İnce gagalı kızkuşunun hikâyesi, bize bir türün nasıl sessizce sahneden çekilebildiğini gösteriyor. Aynı sessiz çöküş, bu kez pek sempatik bulunmayan ama ekosistemin görünmez işçileri olan bir başka grupta da karşımıza çıkıyor: akbabalar..

İnsanlar yüzünden akbabalar neredeyse tamamen yok olmuş. 1992 ile 2007 yılları arasında, uzun gagalı akbaba, ince gagalı akbaba ve beyaz sırtlı akbaba türlerinin sayısı yüz kattan fazla azaldı; yaklaşık 4 milyondan, sadece 32 bin bireye düştüler. Bilim insanlarına göre bu çöküşün hızı, bir zamanlar milyarlarca olan yolcu güvercinlerinin 1914’te tamamen yok oluşunu aratmıyor. Akbabaların yokluğunda leşlerle beslenen köpek sayısı artıyor, hastalık taşıma riski yükseliyor, kuduz vakaları çoğalıyor. Yani bir tarafta ölmüş sığırlar için mücadele eden birkaç akbaba, diğer tarafta onların yerini almaya çalışan köpekler ve bu hastalıklarla boğuşan insanlar… Hepsi insan kaynaklı bir zincirleme ekolojik reaksiyonun halkaları. Akbabaların hikâyesi de, insanlığın sürdüğü altıncı büyük yok oluşun sessiz ama çok güçlü bir uyarısı olarak karşımızda duruyor.

Ama ne yazık ki bu sadece birkaç kuş türüyle sınırlı bir kriz değil. Bilim insanları şimdi, tüm yaşam ağını taşıyan en temel gruplardan biri olan böceklerde benzer bir çöküşün yaşandığını söylüyor. Açık söyleyim, bu makaleyi okurken gözlerim doldu. Bilim yeryüzündeki yaşamın çöküşünün resmen başladığı konusunda bundan daha net olamazdı.

Dünya ısınmaya devam ederken, böcek dünyası gözümüzün önünde yok oluyor. Üstelik bu sadece pestisit kullanılan tarlalarda ya da yok edilen habitatlarda değil, kimyasal kullanımının az olduğu, görece “korunaklı” yerlerde bile yaşanıyor. Hızla ısınan bir gezegen, üzerindeki canlıları sessizce silmeye başlıyor. Araştırmacılar, tek bir insan ömrü içinde, “Yaşam Ağacı”nın neredeyse yarısının yok olmasından bahsediyor. Bu, kelimenin tam anlamıyla felaket. Ve insan sormadan edemiyor: Böceklerin bu kadar hızlı çöküşü, her yerde manşetlerde olmuyorsa, ne olunca manşetlere taşınacak? Neden bu haberler her medya kuruluşunda duyurulmuyor? Ama şunu kabul etmemiz gerekiyor: Eğer böcekler ölürse, biz de ölürüz. Bu kadar basit.

Sırada yaban arıları var. Yaban arıları, sebze, meyve ve birçok tarım ürünü için vazgeçilmez tozlayıcılar. İklim krizi yüzünden artan sıcaklıklar onları daha serin bölgelere itiyor, bahar çiçekleri ise normalden erken açıp soluyor; böylece arılarla bitkiler arasındaki zamanlama bozuluyor. Aşırı yağış, kuraklık, sel ve yangınlar, hem arıların besin bulma düzenini hem de yaşam alanlarını yok ediyor. 2024 itibarıyla 26 yaban arısı türü tehdit altında ya da nesli tehlikede. Yani arıların krizi, aslında bizim gıda sistemimizin de krizi demek.

Amazon’un iğnesiz arıları, binlerce yıldır ağaçların arasında vızıldayarak yağmur ormanının yaklaşık yüzde seksenini tozlaştırıyor. Amazon mucizesini mümkün kılan bu küçük işçilerin sesleri artık daha az duyuluyor; çünkü bir yandan ormanlar kesilip tarım ve madencilik uğruna yok edilirken, diğer yandan pestisitlerle zehirleniyorlar. Yani hem yuvaları, hem bedenleri saldırı altında.

Tam da bu nedenle Peru, bugünlerde tarihe geçebilecek bir adım atmanın eşiğinde. Ülkede, bu olağanüstü arıların ve genel olarak doğanın, “var olma ve gelişme hakkı”nı tanıyan bir yasal düzenleme tartışılıyor. Böyle bir hak tanındığında, hem arıların hem de onların yaşadığı ormanların korunması için çok daha güçlü bir hukuki zemin oluşacak. Bu devrim aslında başladı bile: Peru’da bir eyalet, bu çığır açan yasayı çoktan kabul etti ve başkalarının da aynı yolu izlemesi gündemde.

Şu anda yerli halkların liderleri, Amazon’un derinliklerinden kalkıp bu talebi Peru Kongresi’ne taşımak için yola çıkıyor. Bu konuda bir de Avaaz üzerinden açılmış bir kampanya var. Onlar ormanın içinden seslenirken, biz de dünyanın dört bir yanından yanlarında olabiliriz. Yeterli destek toplandığında, Amazon yerli halkı bu sesleri doğrudan Peru’nun yasa koyucularına iletecek. Amazon’un arıları için, ormanın ve gezegenin geleceği için, “doğanın hakları”nı savunan bu hikâyeye adımı ekleyip ben destek verdim. Belki siz de desteklemek istersiniz. Avaaz üzerinde “iğnesiz arılar için haklar” diye yazdığınızda kampanya detaylarına ulaşabiliyorsunuz. 

Bugün programda, küçücük bir adadan silinen mozaik kuyruklu fareden, okyanusun kalbi sayılan mercan resiflerine; ince gagalı kızkuşundan akbabalara, böceklerden Amazon’un iğnesiz arılarına uzanan bir yok oluş haritasına baktık. Ama aynı harita, sadece çöküşü değil, direnci de gösteriyor. Yerli halkların açtığı davalar, arılar için hak talep eden kampanyalar, balinalar, ormanlar, nehirler için büyüyen adalet hareketleri… Bunların hepsi, “bu gidişatı kabul etmiyoruz” diyenlerin çoğaldığını gösteriyor.

Belki tek başımıza türleri geri getiremeyiz ama nasıl bir dünyada yaşamak istediğimize dair hikayemizi, bugünden kurabiliriz. Tüketim alışkanlıklarımızdan oy verdiğimiz politikalara, desteklediğimiz kampanyalardan birbirimize anlattığımız hikâyelere kadar… Yani mesele sadece iklim biliminde değil, bizim hangi tarafta durduğumuzda düğümleniyor: Yok oluşu normalleştiren tarafta mı, yoksa yaşamı savunan tarafta mı?

İklim Kuşağı Konuşuyor programının sonuna geldik. Ben Atlas Sarrafoğlu. Haftaya yine aynı saatte buluşana kadar, kendinize, sevdiklerinize ve bu güzel gezegende birlikte yaşadığımız bütün türlere iyi bakın.