İklim Kuşağı Konuşuyor’da Atlas Sarrafoğlu Nepal’de kendisi gibi iklim aktivisti nesildaşı Shreya KC’e mikrofonu uzattı ve küresel gençlik hareketinin Nepal’deki yansımalarını konuştu.
(19 Ağustos 2022 tarihinde Açık Radyo’da İklim Kuşağı Konuşuyor programında yayınlanmıştır.)
Atlas Sarrafoğlu: Yaz bitmek üzere ve küresel iklim grevi yaklaşıyor. İklim krizinden “en çok etkilenen insan ve bölgeler”i (MAPA - Most Affected People and Areas) öne çıkardığım iklim aktivistleriyle sohbetlerimde konuğum Nepal’den Shreya KC. Shreya 24 yaşında, Solukhumbu, Nepal’de yaşayan bir iklim aktivisti. Hayatı “Asya’nın su kulesi” veya “üçüncü kutup” denilen Himalaya Dağları’nın eteklerinde geçmiş.
Buzul göllerinin taşmasıyla oluşan sel tehdidi, kuraklık, zamansız yağışlar, yeni hastalıklar ve istilacı türlerin artmasıyla tarımsal üretimin hızla tükenmesi geçimleri için doğaya çok fazla bağımlılığı olan Nepal halkını savunmasız kılıyor. Shreya KC genç bir iklim aktivisti olarak farkındalığı yaymak, iddialı politikaları savunmak ve iklim için elinden geleni yapıyor.
Nasıl iklim adaleti aktivisti oldun, hikâyeni kısaca anlatır mısın?
Shreya KC: Beş yıl önce iklim krizinden ve çevreye tehlikelerinden habersizdim. Ta ki çevre bilimi dersinin birinci gününde iklim krizinin korkunç etkilerini öğrendiğim ana kadar. Okulda küresel ısınma ve asit yağmurları hakkında bir şeyler okumuştum ama iklim krizinin aciliyetini bilmiyordum.
Yaşadığım yer Solukhumbu dünyanın en yüksek sıradağlarına ev sahipliği yapan Himalayalar’ın kucağında yer alıyor. Kar seviyesindeki büyük değişimleri, aşırı sel ve toprak kaymalarını gözlemlemiş, azalan tarımsal üretimin insanları göç etmeye ve yoksulluğa ittiğini görmeye başlamıştım. İklim krizinden etkilendiğimizi hissettiğimde sorunu bilmediğim için ilk etapta çok korktum. Kademeli olarak, “Ne kadar zengin ve ayrıcalıklı olursak olalım hepimiz iklim krizinden etkileneceğiz ve daha fazla acı çekeceğiz,” sonucuna vardım. Bunun kurbanı olmak yerine elimden gelen her şeyi yapmaya karar verdim ve çalışmaya tabandan başladım.
A.S.: Nepal'in ve özellikle Himalayalar’ın iklim değişikliğine karşı savunmasız olduğunu biliyoruz. Bize ülkenin iklim değişikliğinden nasıl etkilendiğini ve hükümetin bu sorunlarla nasıl başa çıktığını anlatır mısın?
S.K.: Nepalliler doğayla iç içe yaşıyorlar. Başlıca ekonomik kaynaklarımız tarım, turizm ve hidroelektrik enerji ki bunların hepsi doğal kaynaklarımızla doğrudan bağlantılı. Bunun yanı sıra tepelerden dağlık alanlara kadar uzanan zorlu ama zengin biyoçeşitliliğe sahip bir coğrafyadayız. En az gelişmiş ülkelerden biri olduğumuz için hem finansal hem de teknik açıdan adaptasyon potansiyelimiz çok az. Tüm bu faktörler bizi iklim değişikliğine karşı son derece savunmasız hâle getiriyor. Nepal küresel olarak iklim değişikliğine karşı en savunmasız dördüncü ülke konumunda.
Himalayalar'da ortalamanın üzerinde ısınma hızı ve buna bağlı olarak kar örtüsünün azalmasıyla buzul göllerinin sayısı önemli ölçüde arttı. Uluslararası Entegre Dağ Gelişim Merkezi’nin (ICIMOD) hazırladığı bir rapor sıcaklık artışını 1,5 dereceyle sınırlasak bile Himalaya buzullarının üçte birinin eriyeceğini söylüyor. 1977'den beri Nepal'de 26 buzul gölü taşkını yaşadık. Buzul gölü taşkınları (GLOF) risk çalışmalarında ve erken uyarı sistemlerinde ilerleme kaydettik. Yine de bu tür sellerin zamanını veya büyüklüklerini tahmin etmek hâlâ mümkün değil. Buzul gölü taşkınları tüm köyleri yok etme, can, mal ve altyapıya zarar verme potansiyeliyle aşağı havza topluluklarında yaşayan bizler için kalıcı bir tehdit. İnsanlar ömürleri boyunca yaptıkları işi bir saniyede kaybedebiliyor. Aynı zamanda hayallerini ve umutlarını da… Bu nedenle Nepal hükümeti değişen iklim etkileriyle mücadele etmek üzere çeşitli girişimlerde bulundu. Bugün, 2019’dan itibaren iklim ve çevreyle ilgili tüm yasalar için bir şemsiye politika görevi gören ve iklim değişikliği risklerini azaltarak dirençli bir Nepal geliştirmeyi hedefleyen “Ulusal İklim Değişikliği Politikası”na sahibiz.
Bunun yanında enerjiden su ve turizme kadar her alanda kırılganlık değerlendirmeleri yaptık. Ulusal Katkı Beyanı’nı esas alan Ulusal Uyum Planı ve İkinci İklim Eylem Planı'nı Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi birimine sunduk. Nepal 2045’e kadar net sıfıra ulaşacağını ve 2045'ten sonra karbon negatif bir ülke olacağını, 2030’a kadar orman örtüsünü yüzde kırk beşe çıkaracağını duyurdu. Ayrıca COP gibi resmî müzakerelere dahil edilmeye, gençler olarak karar alma süreçlerine katılmaya başladık. Küresel olarak göz ardı edilebilir emisyonlara rağmen bu krizle baş etmek için elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz. Ancak ulusal açıdan fosil yakıt tüketimimizi azaltmak, doğa dostu kalkınma projelerine öncülük etmek ve böylece yereller ve yerli halkların haklarına saygı göstermek için çok çalışmalıyız.
“Yaptıklarımı ulusal düzeyde politikacılar ve sahadaki topluluklarla ilişkilendirmeye çalışıyorum”
A.S.: Nepal’de gençlerin iklim hareketi ve eylemlerine katılımı nedir? Ne tür eylemler düzenlediğinizden bahseder misin?
S.K.: İklim krizi ve diğer sosyoekonomik krizlerden en çok gençlerin etkilendiği yadsınamaz bir gerçek. Bu varoluşsal tehdide karşı biz gençlerin oynadığı önemli rol hakkında evrensel bir anlayış olmalı. Yaratıcılık, tutku, bilgi ve becerilerle dolu, birbirine kuvvetle bağlı bir nesil olarak hepimiz adına yaşanabilir bir gelecek için direksiyon başında olmalıyız. Bugünün gençleri liderleri harekete geçirmek için ister ofis yöneterek ister sokakta örgütlenerek ellerinden geleni yapıyorlar.
Gezegenin krizini çözebilecek tek nesil olduğumuz için neslimizin önemine hep inandım ve iklim değişikliği ülke sınırlarıyla kısıtlı kalmadığından, eylemlerimizi yereldense uluslararası platformlara bağlamamız gerektiğini anladım.
Çevre bilimi öğrencisiyim ve iki yıl boyunca yerel bir okulda “bilim ve çevre” dersi verdim. Burada bir Yeşil Kulüp kurdum ve öğrencileri ve öğretmenleri farklı çevre buluşmalarına, kampanyalara dahil ettim. Nepal genelinde gençliğin önderlik ettiği ve tamamı gönüllü 600'den fazla genci doğrudan iklim eylemine dahil ederek 17 bölgesel örgütlenmeyle faaliyet gösteren ülkenin en büyük platformu “Nepal İklim Eylemi için Gençlik” (NYCA) ile çalışıyorum. Gençleri harekete geçmek için motive ediyor ve eğitiyoruz. Ben tüm ekibi danışman olarak destekliyorum. Yaklaşık 45 okulda farkındalık oturumları düzenledim ve bu çalışmalar aracılığıyla on binden fazla gence ulaştım. “Save Nijgadh” [Nijgadh’a Sahip Çık] gibi kampanyalar düzenliyorum. Nepal Yüksek Mahkemesi’nin yakın zamanda Nepal hükümetine el değmemiş Nijgadh Ormanı’nı yok eden havaalanı inşaatının iptal edilmesi talimatını vermesiyle bu davayı kazandık. Yaptıklarımı ulusal düzeyde politikacılar ve sahadaki topluluklarla ilişkilendirmeye çalışıyorum.
Uluslararası düzeyde de Mock COP kampanyamızda koordinatör olarak çalışıyorum. Burada bir devrim yaratmak adına iklim eğitiminin her seviyede uygulanması için dünyanın farklı bölgelerinden gençlerle çalışıyoruz. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'nin gençlik ve çocuk seçmenleri YOUNGO'nun Ulusal Katkı Payı Çalışma Grubu’na liderlik ediyorum. Ayrıca Kayıp ve Hasar Gençlik Koalisyonu'nun savunuculuk ekibini ve Care About Climate'ın Ulusal Katkı Payı ekibini de destekliyorum. Bunların dışında, UNICEF Güney Asya genç iklim değişikliği şampiyonu ve Save the Children'ın “Red Alert” kampanyasının sözcüsüyüm. Son zamanlarda Nepal'den gelen kayıp ve hasar davalarını sunmak için çalışıyorum.
A.S.: Madrid’de yapılan COP 25, Glasgow’da yapılan COP 26, Bonn’da yapılan SB56'ya gittiğini, Mock COP ve YOUNGO'ya katıldığını biliyorum. Bu etkinliklerdeki deneyimlerinden ve gelecekten umutlu olmanı sağlayan şeylerden bahseder misin?
S.K.: Aktivizm ve savunuculuk el ele gitmeli. Bir başka aktivizm yolu olarak politika savunuculuğuna şiddetle öncelik veriyorum. Paris Anlaşması'nın 1,5 derece sınırlamasına uyum sağlamaya hazırlanan Nepal'in İkinci İklim Eylem Planı’nda gençlerin önceliklendirilmesinde aktif rol oynadım. Ekibimiz bu konuda düzenlenen çeşitli etkinliklerin sonuçlarına dayanarak gençlerin ulusal önceliklerini İklim Eylem Planı’na ileterek bakanlığın odak grubuna sundu. Buna istinaden Nepal gençlerin katılımına öncelik veren, karar alma süreçlerine dahil edilmeleri taahhüdünde bulunan ve Ulusal Katkı Payı’na sahip ikinci ülke. Ulusal Katkı Payı’nın bu taahhüdü üzerine Nepal'in resmi gençlik delegasyonunda COP 26 ve SB56'ya katılabildim.
Bu Küresel Kuzey konferanslarına katılma fırsatı Nepalli olan benim için büyük bir ayrıcalık. Farklı ağlardan fon temin edebilsek bile vize kısıtlamaları katılımımızı engelliyor. Temel müzakere toplantılarını gözlemledikten sonra, dünya liderlerinin hâlâ her zamanki işlerine devam etmek için çok uğraştıklarını fark ettim ki bu bugün yapmaya gücümüzün yetmediği bir şey. Bu elitler konferansında 2050 yılına kadar “net sıfır” hedefi üzerine büyük tartışmalar var. Bu tartışmalar, krizle karşı karşıya olan toplulukların yaşam ve geçim kaynaklarının zaten perişan olduğunun kabul edilmediğini açıkça gösteriyor. Hâlihazırda küresel ortalamanın 1,2 derece olması zaten kötüyken böyle bir müzakere, bizim gibi yoksul ülkeler için iklim krizinin 1,5 derecede başlamadığının anlaşılmadığını gösteriyor... Bu yakın gelecekte beklediğimiz bir şey değil. Biz “şimdi” bunun sonuçlarından dolayı acı çekiyoruz fakat bunun yansımaları önümüzdeki günlerde daha da şiddetlenecek. Emisyonu en yüksek ülkeler maalesef daha cesur adımlar atma ve savunmasız ülkelere daha fazla destek sağlama sorumluklarını inkâr ettiği için hiçbir yere ilerleyemiyoruz.
COP 25, COP 26 ve SB56'ya katılımımla gerçek değişimin bu özel konferanslardan değil, topluluk düzeyinde harekete geçen insanlardan geleceği sonucuna vardım.
“Tarihte kimin doğru tarafta olduğunu unutmayacağız”
A.S.: Dünya liderlerine seslenecek bir mikrofonun olsaydı onlara iklim krizi hakkında ne söylerdin?
S.K.: Gözlerimiz üzerinizde. Bizim gibi milyonlarca insan için her eyleminiz fark yaratıyor. Olumlu bir etki yaratma ya da kötü sonuçlara yol açma kararı size ait. Tarihte kimin doğru tarafta olduğunu unutmayacağız. Gücünüzü kullanırken ve hepimiz adına kararlar alırken bunu unutmayın.
A.S.: “İklim adaleti” senin için ne ifade ediyor?
S.K.: “İklim adaleti” terimi benim için güzel bir umut ve bu söz ağzımdan her çıktığında iklim değişikliğinin sert etkileriyle en ön saflarda mücadele eden insanları hatırlıyorum. Ne için mücadele ettiğimi hatırlamak yaptıklarıma devam etmem için bana cesaret veriyor. İklim adaletinin anlamı benim için basit: Tüm canlıların adil ve yaşanabilir bir çevrede yaşama hakkı. İklim değişikliği nesiller arası bir insan hakları sorunu olarak kabul edilmelidir. İklim krizi ve iklim adaleti için acil eylemler mevcut sistemde benzeri görülmemiş bir dönüşümle ele alınmalıdır.
A.S.: İklim kriziyle ilgili gelecek algın nedir? 2030'da kendini nasıl hayal ediyorsun?
S.K.: Herkes için yaşanabilir bir gezegen istiyorsak yüzyıl sonuna kadar sıcaklık artışını 1,5 derece ile sınırlamamız gerektiği konusunda bilim insanları hemfikir. Bunu başarmak için 2030’a kadar emisyonların 2010’daki seviyelerine göre yüzde kırk beş oranında azaltılması gerekiyor. İstatistikler bu hedefin yanından bile geçmediğimizi gösteriyor. Bu yüzden 2030 hedefini düşündüğümde açıkçası çok korkuyorum. Bu sorun hakkında ancak çok sayıda insan eğitim alırsa hükümetin adım atmaya başlayacağını umuyorum. 2030 hedeflerim doğrultusunda mevcut yasal boşluklardan kurtulma ve sahadaki insanlarla derinden bağlantı kurmaya dair karar vericilerle birlikte çalışacağım.
“Kayıp ve hasar, güç ve politikayla ilgilidir”
Shreya’nın bahsettiği ve 23 Eylül’de gerçekleştireceğimiz Küresel İklim Grevi’nin ana konusu olan kayıp ve hasarlar üzerine biraz konuşmak istiyorum. Konuyu İklim Değişikliği Araştırma Grubu’ndan (International Institute for Environment and Development) Anna Carthy’nin çalışmalarından yararlanarak anlatacağım.
Meseleyi kayıp ve hasara karşı kırılganlık yaratan tarihî ve siyasî güç dinamiklerinin önemini anlayarak tartışmalıyız. İklim adaletini elbette istiyoruz ama bu artık derinleşen krize karşı çok yüzeysel bir talep olarak kalıyor bu. Meselenin derinlerine inmeli ve geçmişle yüzleşmeliyiz. Kayıp ve hasar sömürgecilik tarihiyle kesişen marjinalleşmeyle bağlantılı olup hem iklim etkilerinden hem de iklim eylemlerinden kaynaklanabiliyor. “Kayıp ve hasar” iklim değişikliğinin “önlenmeyen”, “önlenemeyen” veya “önlenemeyecek” olan olumsuz etkilerini ifade ediyor. Ancak bu tartışmalar, iklim değişikliğinden en çok yoksulların etkilendiği gerçeğini görmezden geliyor.
İklimle ilgili tehlikeler daha şiddetli ve sık hâle geldikçe Küresel Güney'de kayıp ve hasarların arttığını görüyoruz. İklim adaletinin bu acil sorunu hem şimdi hem de uzun vadede radikal eylemler gerektiriyor. İklim krizi ırkçılık ve sömürgecilik tarafından şekillendirildi. Küresel Kuzey uluslarının doğal kaynakların aşırı kullanımını şiddetle sürdürdüğü, sanayileşmeden sağladığı ayrıcalıklarına dair tarihî ve politik bağlam genellikle göz ardı edilir. İklim değişikliği şimdiden yoğun kayıp ve hasara neden olmakta. Küresel Güney bağlamında bu kayıp ve hasarlar emperyalizm, sömürgeleştirme, kötü gelişme ve dış güçler tarafından dayatılan uyumsuzluk projeleri yoluyla hâlihazırdaki kayıp ve hasarın tarihine dayanmaktadır.
Ruanda'da yaşanan fırtına, sel ve toprak kaymalarından kaynaklı can kayıpları; Solomon Adaları'nda denizin yükselmesinden kaynaklı toprak ve kültür kaybı; Çad Gölü Havzası'nda iklime bağlı yerinden edilme nedeniyle yerli bilgeliğinin kaybı veya geçtiğimiz haftalarda Bangladeş’te yaşanan seller “daha iyi inşa” projeleri için para yatırmanın yeterli olmadığını vurguluyor. Bunun yerine, gelişmiş ülkeler iklim krizi nedeniyle karşılaşılan kayıp ve zararları gidermek için ek finansmanı derhal harekete geçirmeli.
Seller ve yangınlar evleri yaşanamaz hâle getirdikçe insanlar “güvenli alanlara” akın etmek zorunda kalıyor. Bu da sosyal mesafe veya temel hijyen teminini neredeyse imkânsız kılıyor.
Afrika ülkeleri her yıl milyarlarca dolarlık yatırım potansiyellerini okul ve hastanelerde kullanmak yerine, kendilerini daha da derin bir yoksulluğa sürükleyen iklim krizinin etkileriyle başa çıkmak için harcamak zorunda kalıyor.
“Uluslararası iklim eylemi yetersiz olduğu gibi uyum finansmanı da büyük ölçüde yetersiz”
Görüyoruz ki bu etkiler halkı iklim krizine karşı daha savunmasız hâle getirmekle kalmıyor, mevcut eşitsizlikleri de derinleştiriyor.
Shreya’nın sohbetimizde bahsettiği gibi Bangladeş, Nepal veya Hindistan gibi ülkelerin iklim krizi kaynaklı kayıp ve hasarlarına yönelik kendi “yeşil iyileşmelerini” karşılayabilmeleri için malî desteğe ihtiyaçları var. Üstelik son iki yılda Covid-19 pandemisi toplumları evsiz, işsiz ve sosyal güvenlik ağlarından yoksun bırakarak iklim etkilerine uyum sağlamaya dair yetenekleri azalttı ve aşırı hava olaylarına karşı savunmasızlıkları artırdı.
Eğer dünya kayıp ve hasarı ele almak adına ek finansman sağlamak için zamanında uzlaşamazsa bu topluluklar geride bırakılacak. Bu noktada en önemli konu gelişmiş ülkelerin neden oldukları zararlara karşı sorumluluklarını kabul etmeleri olmalı.
Gelişmekte olan ülkelere 2009’da -Paris Anlaşmasının büyük pazarlığı olarak anılan- iklim değişikliğiyle mücadele etmelerine yardımcı olmak için 2020'den itibaren her yıl 100 milyar dolar sözü verilmişti. Bu taahhüdün yerine getirilmediğini görüyoruz. Uluslararası iklim eylemi yetersiz olduğu gibi uyum finansmanı da büyük ölçüde yetersiz. Uluslararası eylem kayıp ve hasarı ne önledi ne de en aza indirdi. Bu eylemsizlik ve finansman eksikliği Küresel Güney ülkelerini kayıp ve zararları birleştirmeye ve artırmaya mahkûm ediyor.
Bu büyük bir adaletsizliği gösteriyor. Dünya artan sera gazı emisyonlarına katkıda bulunan ve iklim değişikliği etkilerine neden olan Küresel Kuzey ülkeleri tarafından sanayileşmeyi hızlandıracak kaynaklar için sistemik şekilde sömürüldü. Ve iklim felaketleri kısır döngüye girerek ilk ve en şiddetli olarak daha önce sömürgeleştirilmiş bölgeleri vurdu.
“Sömürgecilik mirası devam ediyor”
Bu bölge ve insanları basitçe “savunmasız” olarak etiketlemek yanlış, çünkü sömürgeci düşünce uluslararası iklim politikasına da hükmediyor ve sözde "uluslararası kalkınma"yı şekillendiriyor. Yetersiz iklim eylemi sadece kayıp ve hasar yaratmakla kalmıyor. Sorunlu uygulandığında bazı eylem türleri insanlarda daha fazla kayıp ve hasar yaratabiliyor. Küresel Kuzey ülkeleri tarafından dayatılan karbon dengeleme projeleri insan hakları ihlalleriyle dolu bir geçmişe sahip ve “yeni karbon sömürgeciliği” olarak adlandırılıyor. Yukarıdan aşağıya uyum müdahalelerinin insanları daha da zor duruma soktuğuna veya onları savunmasız kıldığına dair birçok kanıt var. Buna uyumsuzluk deniyor. Lisa Schipper bunu şöyle açıklıyor: "İklim değişikliğine uyum eylemleri geri teptiğinde kırılganlık azalmak yerine artıyor."
Kesişimsellik bazıları için ayrıcalık ve güvenlik yaratan diğerleri için kırılganlık ve marjinalleşmeye neden olan eşitsiz güç ilişkileriyle ilgilidir. Marjinalleştirilmiş gruplar kayıp ve hasara karşı orantısız güvenlik açıklarıyla karşı karşıyadır. Örneğin Tikapur, Nepal'de belirli etnik veya kast gruplarına mensup insanlar sel kaynaklı kayıp ve hasardan en çok etkilenen insanlardır. Urir Char, Bangladeş'te engelliler ve yaşlılar kasırgaların yol açtığı kayıp ve hasarlardan orantısız şekilde etkileniyor. Bu nedenle kayıp ve hasara karşı eylemler, bunlardan en çok etkilenen marjinal grupları ve kırılganlıklarını açıkça odağına almalıdır.
Biz genç iklim aktivistleri MAPA’nın yaşadığı felaketleri, acı, kayıp ve hasarı ancak bir yere kadar anlatabiliriz. Bunu yaşamadığımız sürece taleplerimiz de yeterince güçlü olmayacaktır. Bu yüzden kayıp ve hasar üzerine çalışmak isteyenler iktidarlarını kendi marjinalleşmeleri, direnişleri ve ihtiyaçları konusunda deneyime sahip kişilere devretmelidir. Tüm bunlar insanların kâr yerine yaşamı seçmeleri gerektiğini gösteriyor.
23 Eylül’deki iklim grevimize bir ay kaldığı için önümüzdeki günlerde bu tema üzerinden programlarla karşınızda olacağım. Haftaya cuma saat 14.00’te tekrar buluşuncaya dek, kendinize ve gezegenimize lütfen iyi bakın.