Türkiye Ormancılar Derneği Başkanı Hüsrev Özkaya ve akademisyen Prof. Dr. Erdoğan Atmış ile “Türkiye Ormancılığı 2022” raporunu kotuştuk.
(14 Haziran 2022 tarihinde Açık Radyo’da İklim İçin programında yayınlanmıştır.)
(Bu metin hızlıca hazırlanmış bir ses kaydı deşifresidir, nihai biçiminde olmayabilir.)
Ömer Madra: Herkese merhabalar, bir İklim İçin daha başladı. Bendeniz Ömer Madra.
Yücel Sönmez: Ben Yücel Sönmez.
Özdeş Özbay: Ben Özdeş Özbay.
ÖM: Dinleyicimiz, destekçimiz Nuran Enbiyaoğlu'na da çok teşekkür ederek başlayalım. İklim İçin’de bugün çok önemli bir yayını, “Türkiye Ormancılığı 2022” kitabını konuşacağız. Bunun editörleri ve Ormancılar Derneği başkanıyla da konuşacağız ama istersen Yücel, sen takdimi yapar mısın?
YS: Geçtiğimiz günlerde Türkiye Ormancılar Derneği'nin yeni bir yayını çıktı. Editörlüğünü Profesör Doktor Erdoğan Atmış'ın yaptığı, on bir akademisyen ve iki uzmanın kaleme aldığı, aslında bir raporun kitap haline getirilmesi. Yanılmıyorum değil mi Erdoğan hocam? Yanılıyorsam beni düzeltin lütfen. Kitabı şöyle bir inceledim; oldukça detaylı, kendi alanında çok iyi olan uzman akademisyenlerin kaleme aldığı bir kitap. Şimdi biraz hem kitabı konuşacağız hem Türkiye ormanlarını konuşacağız. Önümüzdeki dönem malum yangın sezonu. Geçen sene çok canımız yandı. Bu yıl bizi neler bekliyor, biraz onlara da bakacağız ama bunu konuşurken tabii kitapta anlatılan, Türkiye'deki ormanların durumu çok önemli, çünkü her şeyde belirleyici olan o. Ben öncelikle kitabın editörlüğünü yapan Erdoğan hocama bir soru sormak istiyorum; ormanlarımızın durumu nedir? Yani kitabın isminden yola çıkarak bize özetleyebilirseniz; 2022 yılı itibariyle, özellikle ormanlar açısından kritik dönemlere de girmiş durumdayız, bizi ne gibi tehditler ve tehlikeler bekliyor, önce bir onu alıp daha sonra isterseniz Hüsrev beyle devam edelim.
ÖM: Evet, Erdoğan Atmış ve Hüsrev Özkaya'ya da çok teşekkür ederiz bizimle bu programa katıldıkları için. Hoş geldiniz.
Erdoğan Atmış: Hoş bulduk.
HÖ: Hoş bulduk.
ÖM: Biz teşekkürediyoruz efendim.
YS: Biz teşekkür ediyoruz.
EA: Şimdi şöyle, bu kitap nereden doğdu? Ormanlar artık toplumun gündemini epey bir oluşturmaya başladı. Özellikle orman yangınlarından sonra çok büyük tepkiler, toplumsal tepkiler oluyor ama bu tepkiler aslında çoğunlukla sağlıklı bir bilgiye dayanmıyor. Yanlış bilgiler var. Yani bu da epey bir kaosun oluşmasına neden oluyor. Biz bu kitabımızda aslında uzmanların, yani kendi alanında uzman arkadaşlarımızın da yazdığı yazılarla aslında toplumu gerçekten doğru bilgiyle bilgilendirmeye çalıştık. Yani amacımız oydu. Sanıyorum bunu da biraz olsun başardık. Ama bu kitap sizin sayenizde ne kadar duyulursa… Sonuçta hem baskı olarak var -ücretsiz bir kitap- ve Türk Ormancılar Derneği'nde temin edilebilir, hem de PDF'si var, Türk Ormancılar Derneği'nin web sitesinden indirilebilir ve herkes ulaşabilir. Ne kadar çok kişiye ulaşabilirse o kadar iyi diye düşünüyoruz.
Resmi makamların ormanlarla ilgili iddiaları asılsız
Türkiye ormancılığının durumuna gelince, bir resmi görüş var, bir de gayriresmi görüş var Yücel bey. Yani eğer hükümet açısından ya da ormancılık örgütü açısından bakarsak her şey iyi, mükemmel, çok güzel, dünyaya örnek oluyoruz. Orman yangınlarıyla mücadelede biz örneğiz, ağaçlandırmada da örneğiz. Hatta dünyada üçüncü veya dördüncü olduğumuzu bile iddia edebiliyorlar, hiçbir veriye dayanmadan, hiçbir şeye dayanmadan… Ama gerçekler öyle değil. Biz yıllardır bunu yazıyoruz; meslektaşlarımla, Türkiye Ormancılar Derneği olarak bunu anlatmaya çalışıyoruz. Ve bunu anlatırken de bizzat resmi verileri, Orman Genel Müdürlüğü'nün verilerini ya da Dünya Gıda Tarım Örgütü verilerini kullanıyoruz. Bu analizleri yaptığımız zaman diyoruz ki, çizilen pembe tablo hiç de ortada yok. Türkiye ormanları büyük bir tehlike altında. Türkiye gün geçtikçe ormansızlaşıyor. Bize söylenene göre Türk ormanları artıyor. Evet, alansal olarak bir artış görünüyor ama bu yekpare bir artış değil. Yani ülkenin 60 ilinde orman artıyor ama zaten göç veren illerinde ormanlar artıyor. Çünkü ormanlar üzerinde baskı yok ama göç alan illerde, 19 ilde ormanlar azalıyor, bunu daha önce de söylemiştik. Ve sadece bu alansal azalışın yekpare olmaması, yani azalışın varlığı değil. Aynı zamanda biz ormanları kağıt üzerinde arttırıyoruz, çünkü şu anda, yani resmi verilere göre 2020’de 748 bindi ama bu sene de bir 40 bin hektar eklenirse, 790 bin hektar ormanımız, ormancılık dışı amaçlara tahsis edilmiş durumda; yani turizme, madenciliğe, enerjiye, havalimanına, üniversiteye, sağlık tesisine, bir sürü şeye ve bunlar ormanları paramparça ettiği halde, halen daha kağıt üzerinde orman olarak görünüyor. Buraların tekrar ormana dönüşme şansı ortada yok. Yani siz bunları göz ardı ederseniz tabii ormanlarımız artıyor dersiniz. Bunun dışında ülke biyoçeşitliliğinde, ülkenin korunan alanlarında büyük zararlar oluşuyor. Korunan alanlar korunan alan olmaktan çıktı, artık kullanılan alanlara dönüştü. Korumayla ilgili birçok özelliğini ortadan kaldırdılar. Ve en tehlikelilerinden biri, Türkiye'deki odun üretimi son yıllarda -nedenlerini de sorarsanız açıklarım- aşırı şekilde arttırıldı. Sadece son dört yılda, 2017 ile 2021 yılları arasında, endüstriyel odun üretiminin -yakacak odun üretimini de kattığımız zaman- %79’a kadar arttırıldığını görüyoruz. Sadece dört yılda… Bu da ormanlarda çok büyük bir yıkım demek. Bunu da bu kitapta kanıtlıyoruz; yani yıkımın ne olduğunu, bu aşırı odun kesiminin nereden kaynaklandığını ve hangi saçma sapan nedenlerle ağaç kestiklerini, milli parklarda bile ağaç kesimine, odun üretimine başladıklarını, bunların hepsini bu kitapta anlatıyoruz. Yani eğer ormancılığa sağlıklı bir açıdan bakarsak, bilimsel bir açıdan bakarsak, ormanlarımız son yıllarda büyük zararlar görüyor. O anlamda Türkiye'de ciddi bir ormansızlaşma ve orman bozulması var. Ormansızlaşma ne? Ormansızlaşma, alansal bir kayıp demek. Ormanların alansal olarak kaybedilmesi demek. Ama ormanların bozulması, alan olarak orman olsa bile içindeki biyoçeşitliğin azalması, içindeki tür çeşitliliğinin azalması, orman örtüsünün azalması gibi birçok şeyi biz bu kitapta kanıtlarıyla birlikte koyduk. Bunların çok önemli olduğuna ve kamuoyunun bunu tartışması gerektiğine, medyanın bunu tartışması gerektiğine ve ülkeyi yönetenlerin de bu yazdıklarımızdan bir şekilde ders alması gerektiğine inanıyoruz. Ben zaten mart ayında da “Rahatı Kaçan Orman” diye bir kitap yazmıştım. O da ormansızlaşma hakkında yazı ve söyleşilerden oluşuyordu. Popüler bir kitaptı, herkesin anlayacağı bir dille yazılmıştı. Daha çok, bilimsel rakamlar, istatistiklere boğulmamış bir anlatımdı. Orada da ormanın rahatı kaçtı diye uyardık. Bizim de halk olarak rahatımız kaçtı diyorduk ama yöneticilerin de rahatının kaçması gerek. O yüzden biz bu kitabı, en son kitabımızı ‘Türkiye'de Ormansızlaşma’yı yazdık ve inşallah yöneticilerin de rahatı kaçar ve onlar da der ki “ya ciddi anlamda ülkede bir ormansızlaşma var, ormanlarımız yok oluyor. Buna karşı ciddi tedbir almalıyız.” Ama mevcut yönetim almayacaktır. Neden? Çünkü mevcut yönetimin ormanları yönetim anlayışı ormanlardan para kazanmak, ormanların -yani tırnak içinde- kalkınmaya hizmet etmesi. Bunun için yönettikleri için de ormanları korumak için, ormanları uzun vadeli sağlıklı bir şekilde yönetmek için değil de ormanlardan kısa sürede para kazanmak için, sermayeye belli bir transfer, gelir transferi yapmak için yönettikleri için bir kere anlayışları ters. Bunu düzeltmeleri gerekiyor.
ÖM: Evet, çok teşekkürler. Ben bir de Hüsrev beye de şunu sormak istiyorum; biraz önce Erdoğan bey şunu söyledi, “endüstriyel odun üretimi” diye bir kavram kullandı. Bir kere bunun ne anlama geldiğini sanıyorum çoğumuz tam bilmiyor, onu bir açıklamakta fayda var. Bir de burada hakikaten çok değerli ve zamanında yazılmış bir kitaptan yola çıkarak ormansızlaşma tehlikesi nelere mal olur, biraz da bundan bahsedebilir miyiz lütfen?
Ormanlarımız ranta kurban ediliyor
Hüsrev Özkaya: Evet, teşekkür ederim. Şimdi, gerçekten, özellikle son yıllarda yaşanan ormansızlaşmaya ilişkin konuları biz ciddi bir şekilde 2019 Eylül ayından itibaren gündeme getirmeye başladık. 2020 yılında, yine Erdoğan hoca ve diğer değerli dört bilim arkadaşımızın katkısıyla yeni bir çalışma grubu oluşturduk. Bu oluşturduğumuz çalışma grubu öncelikle orman yangınları, aşırı odun üretimi, endişeli ağaçlandırma, dikili satış gibi konularda yaşanan gelişmeleri hızlı bir şekilde çalışmaya ve değerlendirmeye başladı. Ve daha sonra bu yapılan çalışmalar, biraz önce Erdoğan hocam Rahatı Kaçan Orman diye bahsetti, bu da biraz önceki söylediğimiz çalışmalardan bir tanesi. Dolayısıyla biz bunları hızlı bir şekilde kamuoyuyla paylaşabilmek, güncel sorunları değerlendirebilmek adına kitap haline dönüştürmeye karar verdik. Çok kısa bir sürede, gerçekten özel bir çabayla -ki birçok bilim adamı arkadaşımızın yoğun görevleri, hatta yurtdışı görevleri de olmasına rağmen- bu çalışmayı aksatmadan sonuçlandırdılar. Öncelikle ben editörümüz Erdoğan hocamıza ve diğer arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum. Önemli bir görevi somut bir şekilde gerçekleştirmiş olduk. Dolayısıyla kamuoyu çok güzel bir şey söyledi, bu tür olayları dikkate alırken, tepki gösterirken genelgeçer değerlendirmeler üzerinden bu tepkileri gösteriyordu. Bizim gerçekten işin vahametini anlatabilmek açısından sağlıklı verilere ihtiyacımız vardı. Bu sağlıklı verileri yine resmi rakamlardan hareket ederek -ki bakın tırnak içerisinde şunu söyleyeyim, resmi rakamların da çok sağlıklı olduğunu düşünmüyoruz, ancak tartışmayı daha anlamlı kılabilmek, aynı mecrada tartışabilmek için- mevcut değerleri kullanırken resmi rakamları esas aldık. O nedenle yapılan çalışma çok kıymetli. Öncelikle bunu bir vurgulamak istiyorum. İkinci konu, maalesef 2002 yılında dokuz milyon metreküp odun üretimi vardı. Bu, ülke genelindeki ormanlarımızdan yılda çıkarılan miktardır. Değişik, farklı amaçlarla değişik sektörlerde kullanılır. Son yıllarda lif levha, MDF, yassı levha dediğimiz bir grup, özellikle ülkemizde faaliyet göstermeye ve kapasitesini ülke ormanlarını dikkate almadan genişletmeye çalıştı. Bir de son yıllarda biomass, biyokütle yani odun yakarak enerji elde etmeye çalışan bir organizasyon var. Dolayısıyla bu iki grubun da baskısıyla ormanlarımızı korumamız gereken, öncelikle korumamız gereken doğal varlıklarımız olarak görmeyip gerçekten ticaretin bir anlayışı olarak gündeme getirmeye çalışan yaklaşımla birlikte talepler çok ciddi artmaya başladı. Dolayısıyla 2000’li yıllarda dokuz milyon metreküp olan odun üretimi, 2022 yılında 37 milyon metreküpe çıktı. Düşünebiliyor musunuz? Dört kat arttı. Bu söylediğimiz rakamlar özellikle 2017 yılından itibaren çok hız kazandı. Ve biz bunu şöyle hesaplıyoruz; ülkemizdeki yıllık artımın yaklaşık 42-43 milyon metreküp olduğunu biliyoruz, ülkemizde bunun %40’ı yıllık ürün miktarı, yani çıkarılacak olan odun miktarı olarak hesaplanır. Bu %40’lı rakamlar maalesef %70’lere dayandı. Dolayısıyla bu sürdürülemez bir durum. Bu söylediğimiz, ormanların hassasiyeti, devamlılığının etkilenmesi yönünde şöyle bir kısa bir bilgi vereyim; dün ya da ondan önceki gün Kütahya'da orman alanlarında bir devrilme söz konusu oldu, bilmiyorum gördünüz mü? O devrilmenin nedeni yapılan aşırı bakım müdahalesi, yani aşırı kesimler. Ormanlar kendi dinamikleriyle mevcut yapılarını rüzgâra, kara, diğer afetlere karşı koruyabilirken maalesef aşırı odun üretiminden kaynaklı olarak meşcereler içerisinde, orman yapıları içerisindeki dayanışma ortadan kalktı. Dolayısıyla bu tür güçlü fırtınalara karşı direnme imkânları da kalmadı.
YS: Hüsrev bey araya girip hem Erdoğan hocama hem de size bir soru sormak istiyorum; şimdi ormanların içinde bulunduğu durum ve yaşadığı sorunlar kitapta net olarak anlatılmış. Temel bakış açısı, ormanlara, bu ormanlık alanlara hem varlık olarak hem de kapladığı alan olarak rant gözüyle bakılması. Aslında geri dönüp baktığımızda, Türkiye'de ağaç ve orman konusunda ciddi bir duyarlılık da var. Hatta bu ağaç ve orman konusundaki duyarlılık, doğa denince akla ilk gelen şeyler olarak kendini gösteriyor. Buna rağmen neyi yapamıyoruz biz? Neden ormanlarımız bu kadar parçalandı? Neden ormanlarımız ranta bu kadar açık bir hale geldi? Toplum ağaç ve orman konusunda bu kadar hassasken… Yasalarımız mı eksik? Yoksa, o toplumsal duyarlılığın kamuya taşınması mı eksik? Yoksa, kamunun toplumun görmediği alanlarda başka türlü birtakım amaçlar peşinde, birtakım yasal düzenlemeler yapması mı, aslında bu ormanlarımızı koruyamamızın nedeni?
EA: Vallahi ben burada halkın mutlaka tepkisi olduğunu kabul ediyorum ama halkın tepkisi yeterli düzeyde değil. Birincisi bu. Ikincisi de siyasi iktidar ormanları bir kaynak olarak görmeye ve mevcut süreçteki sorunlarını, ekonomik sorunlarını bir boyutuyla ormanlar üzerinden çözmeyi hedeflediği için, hem yasal yönden hem de idari yönden birçok değişiklik yaptı. Sadece bu son yirmi yılda 32 kez 6831 sayılı yasa değiştirildi, 32 kez! Ve çıkarılan yasalarla birlikte, son zamanlarda hatırlıyor musunuz bilmiyorum, 7139 sayılı yasa çerçevesinde Ek-16. madde çıktı. Ek-16. madde -bugüne kadar 2B diye başımızda bir bela vardı- 2B'yi kesinlikle aratacak bir düzenleme getirdi. Bu durumda cumhurbaşkanı istediği alanı, orman alanı içerisinden, -bakın orman rejiminin dışına çıkarma şeklinde değil, dışarı çıkarılmış, hazine arazisi olmuş sahaları değil- orman rejimi içerisindeki sahaları direkt 2018 Nisan'ından itibaren -biri Bakanlar Kurulu kararı olmak üzere- 10 tane cumhurbaşkanı kararıyla çıkardı, 1350 hektar sahayı bir kalemde dışarı çıkardı. Dolayısıyla burada ben temel sorunun yönetenlerden kaynaklandığını düşünüyorum. Eğer yönetenlere siz yeteri kadar tepki göstermezseniz, yönetenlere bu yaptıklarının yanlış olduğunu, dönülmez bir yol olduğunu anlatamazsanız bu olumsuzluk aynen devam edecektir.
Ormansızlaşmanın vatandaşa maliyeti çok ağır
ÖM: Ben şunu da sormak istiyordum, demin birazcık girmiştim, özellikle Erdoğan beye de sorayım; peki bu korkunç, vahamet diye tabir ettiğimiz durum, ormansızlaşma ve işte ciddi kötüye gidiş, gerek iklim açısından gerekse toprak kullanımı açısından sizce ne sonuç verebilir ve bunun toplumsal maliyeti neye mal olur?
EA: Çok çok ağır bir maliyeti olduğu kesin. Şimdi bu sorunuza gelmeden Hüsrev beyin bıraktığı yerden devam etmek istiyorum. Zaten kitabımızın altıncı bölümü de ormansızlaşmaya karşı sürdürülen halk mücadeleleri, toplumsal mücadeleler; bunu anlatıyoruz, Türkiye'den seçilmiş örnekler veriyoruz. Şöyle bir mücadele var; duyarlı insanlar kendi civarlarındaki bozulmaya tepki gösteriyorlar. Ama bu tepkiler genellikle yerel kalıyor. Sayın Hüsrev Özkaya'nın anlattığı gibi, iktidar bir kere ormanları gözden çıkarmış. Ormanlardan para kazandıracak, yani inşaat sektörüne ucuz ham madde sağlayacak, ihracat sektörüne mal sağlayacak, ihracat gelirlerini artıracak. Şirketler de alana girmiş durumda. Her taraf delik deşik olmuş durumda. Ağaçlar kesiliyor ve şunu iddia ediyorum; biz de artık ormancılıkla ilgili kararları Orman Genel Müdürlüğü falan almıyor. Yani maden lobisi var, lif levha lobisi var, biyokütle lobisi var, bir tarafta enerji lobisi var… Bunlar karar veriyor. Bakanlıkta istedikleri gibi istedikleri kanun, istedikleri yönetmeliği değiştirebiliyorlar. Yani bu toplumsal tepkiler ne yazık ki yerel kaldığı için ve aslında bunun bir hükümet politikası olduğunu henüz fark etmedikleri ve bir araya gelip bunu muhalefet partileriyle de birlikte -bakın muhalefet partilerinin de bu konuda büyük ilgisizliği var, bunu kesinlikle söyleyebilirim- bir ana politika meselesi olduğunu çözemedikleri için ve halkla da bir araya gelip bu toplumsal tepkileri birleştiremedikleri için biz bu durumdayız şu anda. Çünkü engel çıktığı zaman yasa değiştiriyorlar. Yani bizim meslektaşımız diyor ki, bakın şu, yasaya uygun değil, tamam o yasayı değiştirelim; şu, yönetmeliğe uygun değil, o yönetmeliği değiştirin… Bir şekilde öndeki engelleri kaldırıyorlar. Oradaki meslektaşımız direnirse zaten ya emekli ediliyor, ya rotasyon denen bir şeyle sürülüyor, bir şekilde devreden çıkarılıyor. Yeni, genç meslektaşlar geliyor; onlar da iş buldukları için memnunlar, gereken imzaları atıp işe devam ediyor. Şimdi bunu tamamladıktan sonra sayın Madra'nın sorusuna geleyim; bize bunun maliyeti gerçekten çok ağır olacak. Şimdi, dün de seller yaşandı. Aslında bunlar ormansızlaşmadan değil de şehirlerin betonlaştırılmasıyla ilgili şeyler. Ama şehirleri betonlaştırmak yerine yeşil alanları korusaydık, yeni yeşil alanlar yapsaydık bu seller, bu şeyler olmayacaktı. Derelerin üzerini kapatmasaydık, dere yataklarını beton şeylerin içine almasaydık, üstünü kapatmasaydık, bunlar yaşanmayacaktı, insanlar ölmeyecekti. Bu aşağıki havzalarla ilgili şey. Bir de yukarı havzaya bakalım; bizim kitabımızda bu da var, sel ve taşkınların ormansızlaşmadan kaynaklanan şeylerini anlattık burada. Sayın Hüseyin hocamız anlattı, Hüseyin Emrullah Çelik hocamızın yazdığı bölümde var. Siz yukarı havzada ormanlarınızı yok edersiniz, eğer orada aşırı odun üretimi yaparsanız, orada maden sahaları açarsanız, yani bir şekilde orada orman işlevini kaybetmiş fındık bahçeleri, çay bahçeleri açarsanız orada yağan yağış anında akışa geçecek, sel ve taşkınlara neden olacaktır. Aynı şekilde erozyonun şiddetlenmesine neden olacaktır. Yani bunların hepsinin, ormansızlaşmanın toplumsal yaşamımızda çok büyük karşılığı var. Bize maliyeti çok ağır. Ya da ormanlarınızdaki gibi biyoçeşitliliği bozarsanız artık orası orman olmayacak, ağaçlık alanlara dönüşecek. O yüzden bizim bunu toplum olarak çok gecikmede idrak etmemiz, farkına varmamız ve bu ormansızlaşmayı engelleyecek şekilde hem iktidar partisine hem muhalefet partilerine baskı yapmamız gerekiyor. Onların ormanları koruyan ciddi bir politikaya dönüşmesi gerekiyor. Ama şu anda mevcut politika, iktidar politikası ormanları koruyan değil, ormanları bir meta olarak gören ve ondaki bütün kaynakları bir kaynak olarak gören, buna sermayeyi açan ve bundan da para kazandığını, ülkeye gelir kazandığını söyleyen bir şey. Halbuki bakın, bakanlık ve oda tarafından hazırlanan “2020 Madencilik Raporu var; bu madenlerden -kömür, mermer, taş ocağı, neyse- bunlarda devletin payı %3.2. Hani deniyor ya “tamam buradan altın çıkıyor, şöyle kazanacağız”, devletin aldığı para %3.2. Yani devlete de bir şey kazandırmıyor. Belki yerli ve yabancı şirketlere çok şeyler kazandırılıyor, ama devlete ve topluma kazandırdığı bir şey yok. Ya parasal olarak da gelir yok. Kaldı ki biz ormanları parasal gelirle böyle şey yapamayız. Ormanların işlevleri, fonksiyonları, ormanların bize sağladığı ekosistem hizmetleri çok çeşitli ve bizim hayata tutunmamız, hayatta var olmamız için ormanlar sadece insanların değil, bütün canlıların hayatta var olması ve varlığını sürdürmesi için çok değerli varlıklar. Bir kere ormanlara bu bakış açısıyla bakmamız gerek.
ÖM: Evet, burada maalesef, bu son derece önemli konuyu konuştuğumuz programda sürenin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Burada kamuoyunun yerel kalması meselesine itiraz vardı. Daha doğrusu bu tartışıldı. Bunun en önemli sebeplerinden biri de medyanın özellikle bu konuda duyarlı olmamasıdır diye düşünüyor insan. Çünkü kamuoyunun bunları, sizinle konuştuğumuz bu meseleleri medya, televizyon programları, radyolar ve gazeteler biraz daha etraflı şekilde kapsayabilseydi farklı bir tepki olacaktı. Çünkü bunları duyunca insanın tüyleri diken diken oluyor. Bu konuları konuşmaya devam edeceğiz. Çok teşekkür ederiz. Maalesef süreyi doldurduk. Türkiye'nin ve dünyanın en önemli konularından birinde çok önemli bir eser meydana getirmişsiniz. Çok teşekkür ederiz bize katıldığınız için.
EA: Biz teşekkür ediyoruz.
HÖ: Evet, biz de teşekkür ederiz, sağ olun.
ÖÖ: Görüşmek dileğiyle.
YS: Hoşça kalın.
HÖ: İyi günler, iyi çalışmalar.