Ömer Madra ve Özdeş Özbay, İklim İçin'de iklim değişikliğiyle ilgili dünyadaki ve ülkemizdeki son gelişmeleri paylaşıyorlar.
Ömer Madra: Bir İklim İçin programı daha başlıyor. Yücel Sönmez aramızda değil, bugün yok. Bendeniz Ömer Madra.
Özdeş Özbay: Ben Özdeş Özbay.
Ö.M.: Dinleyicimiz ve destekçimiz Ladin Arslan'a da çok teşekkür ederek başlayalım. Aslında çok kritik bir dönemde bu programları yapıyoruz. Giderek iklim krizinin hem yangınlar, hem yüksek sıcak dalgaları, hem seller ve hem de kuraklık açısından ve nesli tehlike altındaki türlerin de artışı bakımından dört bir taraftan kuşatılmış bir durum var. Mücadeleler de elbette devam ediyor. Özellikle de hukuki mücadeleler çok ciddi bir nitelik kazanmaya yüz tutuyor. Son olarak Libya'daki büyük sellerle ilgili bir haber vardı. Seldeki kurtarma operasyonlarında silahlı kuvvetlerin 94 mensubunun öldüğü haberi vardı değil mi?
Ö.Ö.: Bu bu çok ilginç gerçekten.
Ö.M.: Savaş ağası ya da savaş beyi Khalifa Haftar’a bağlı Libya'nın doğusundaki silahlı güçler sözcüsü Ahmed el-Mismari’nin yaptığı açıklamada bu muazzam sel felaketinin ardından Derne ve diğer kentlerde yardım ve kurtarma operasyonlarına katılan silahlı güç ve güvenlik güçleri mensuplarından hayatını kaybedenlerin ailelerine başsağlığı dilemiş. En çok etkilenen Derne ve diğer kentlerde silahlı güçlere mensup 94 kişinin hayatını kaybettiğini belirtmişler. Anormal bir rakam. Daniel Fırtınası'ndan olduğu tespit ediliyor. Bunun üzerine de epey yayın yapmıştık daha önce Açık Gazete’de ve diğer programlarda.
Ö.Ö.: Resmi olarak dört bin kişinin öldüğü söyleniyor. Önce 11 bin civarındaydı sonra resmi olarak dört bine düşürüldü. Bunun sekiz dokuz bin kadarının kayıp olduğu açıklandı. Ama zaten onlar da bulunamadığına göre herhalde gerçek ölü sayısı olarak söylemekte bir sorun olmasa gerek. Bir de üzerine bütün bu çalışmalar sırasında 94 de asker yani kurtarma çalışmaları yapan asker hayatını kaybetmiş.
Ö.M.: Evet. Zaten son sıralarda verdiğimiz haberlerin neredeyse %80’inde, görülmemiş boyutlarda, alışılmamış veriler diye belirtiliyor. Yani mesela İran'da Sistan-Beluçistan eyaletinde etkisini gösteren kum fırtınasında da iki bin 100’ün üzerinde kişinin hastaneye gittiği ve 136 kişinin de tedavi altına alındığı haberini dün vermiştik. Gerçekten çarpıcı vurgular var ve bu durumun da azalacağına dair herhangi bir belirti de görünmüyor ortada öyle değil mi? Tam tersine yani.
Yeşil Gazete’de İstanbul barajlarında dair önemli bir kuraklık haberi var; ‘Suları çekilen İstanbul barajlarında hayvanlar otluyor.’ Bu yıl yaşanan kuraklık, Türkiye'nin en büyük şehrinin, İstanbul metropolünün havzalarındaki su seviyesini neredeyse son on yılın en düşük seviyesine indirilmiş olduğu belirtiliyordu. ‘İstanbul'un dışındaki Terkos Barajı'nın kurumuş göl yatağında artık sığırlar otluyor ve ayçiçekleri yetişiyor’ diye bir çarpıcı haber var. Gençler pek bilmez ama biz eskilerin yıllar önce musluktan içme suyu da ‘terkos’ diye adlandırılırdı, ‘terkos içiyorum’ denirdi. Yani o barajın kurumuş olması ve orada sığırlar otlayıp, dağ çiçeği yetiştiği haberi özellikle belli bir yaş grubunun üzerinde olan yani altmış yaş grubu insanlar için çok çarpıcı etkileri de olduğunu ayrıca söylemek lazım. Haberin ayrıntılarında da, rakamlarında da çok ciddi şeyler var. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’ne göre son bir yıldır Türkiye'nin kuzeybatısı yani İstanbul'un da dahil olduğu Marmara Bölgesi ve Edirne bölgesi, Türkiye'nin ortalamasından %23 daha az yağış almış. Sadece Ağustos 2023’te bu oran, ortalamanın %74 altında kalmış ve geçen yıla göre %90 azalmış. Bu önemli bir haber. Reuters'dan Ali Küçükgöçmen’in imzasını taşıyor. İstanbul'daki 10 barajdan en dolusu olan Terkos Barajı'nda %9’un altında su seviyesi, 2014’ten bu yana en düşük seviye olan %25’in altında genel su seviyesi ve toplam nüfusu da 16 milyon olan büyük bir metropol için su karnesi uygulamasıyla sonuçlanabilir deniliyor.
Ö.Ö.: Ama İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, bunu biraz reddeden bir açıklama yaptı yakın zamanda; “İstanbul'un bu yıl için bir su sorunu yoktur,” dedi. Halbuki elimizdeki veriler bu kadar kesin konuşmaya izin vermiyor aslında.
Ö.M.: Bence de öyle. Yani çok sayıda bu konularla uğraşan akademisyenlerin farklı farklı görüşlerine değer verdik. En son Artı Gerçek’te İrfan Aktan'ın Murat Türkeş'le büyük bir kuraklık tehlikesi altında olunduğunu net olarak ifade eden ayrıntılı bir söyleşisi vardı.
Yani şimdi mesela Reuters'dan Ali Küçükgöçmen’in aktardığına göre İstanbul'daki 10 barajdan en dolusu Terkos Barajı ve su seviyesi %9 civarında. Genel su seviyesi 2014’ten bu yana en düşük seviye, %25’in altında ve “Bu durum su karnesi uygulamasıyla sonuçlanabilir,” diyor açıkça. Yani balıkçı teknelerinin barajın eski su hattı boyunca karaya oturmuş durumda olduğunu da söylemek lazım. Yakındaki köylüler de bir zamanlar göl olan yerlere, toprakları işlemek için ayçiçeği ekmektelermiş. İstanbul'da bir çoban olan Mehmet Emin Gergili de üç ay önce hayvanlarını otlatmak için Terkos Barajı'na geldiğini ve o zamandan bu yana da suların daha da önemli ölçüde çekildiğini söylemiş. “Ot yoktu. Her yer suyla kaplıydı ama şimdi sığırlar diğer ucuna kadar gidebiliyor barajın. Su her gün çekiliyor,” demiş. Terkos Barajı’nın suyuna bağımlı olan Ormanlı’daki köylüler de bu yıl yağmur yağmadığı için pirinç tarlalarını boş bırakmışlar. Pirinç çok sulama isteyen bir üretim. Köylüler, 2023’teki düşük rekoltenin gelirlerini düşürdüğü için şikayettelermiş. 1958’den bu yana, 70’ine yakın bir zamandan beri pirinç ektiğini söyleyen çiftçi Cavit Gürbüz de şöyle demiş, “Bu yıl farklı ürünler ekmeyi denedik ama toprak uygun değil. Eğer tarlayı görebilseydiniz, ayağınızın içine girebileceği kadar geniş çatlaklar vardı. Bir yıldır yağmur yağmadı, bir yıldır sağanak yağmur yağmadı. Bu yıl her yere ekim yapmadık sadece gerektiğinde sulayabileceğimiz yerlere yaptık ama onları bile sulayamadık. Çünkü su yok, nehir akmıyor. Gelecek yıllar hakkında da çok karamsarız. Kuraklık her yeri kasıp kavuruyor.” Dolayısıyla İBB Başkanı'nın sözlerini de biraz ihtiyat payıyla karşılamak lazım değil mi? “Nüfus arttıkça su tüketimi de artacaktır,” demiş.
Ö.Ö.: Ayrıca Ekrem İmamoğlu'nun açıklaması su krizine daha bütüncül bir bakış açısından çok, ‘bu yıl musluklardan akar, kesinti olmaz’ demeye çalışıyor.
Ö.M.: Evet. Ama bu çarpıtılmış bir bakış açısı.
Ö.Ö.: Bir de tabii ona yönelik de herhalde, ‘böyle bir kriz yok’ demeye çalışıyor olsa gerek. Ama gerçekleri tabii bu şekilde ip bükmenin sonuçları oluyor. El Niño etkisini henüz yeteri kadar bastırmıyor. Aslında bu geçtiğimiz ay biraz daha hissetti gezegen ama yıl sonuna doğru da artıracak. Dolayısıyla kurak bir kış da olabilir. Tabii bu çok otomatik değil bu şekilde işlemiyor. El Niño yılında ille dünyanın her bölgesi daha kurak olmuyor, değişim gösterebiliyor ama bu da bir ihtimal. Dolayısıyla İstanbul geçen yıla göre daha kurak geçirdi. Bu yılın daha da kurak olma ihtimali var ve su meselesini çok ciddiye almak gerekiyor. Yağmur hasadı, gri su kullanımı, çeşitli başka yöntemler, özellikle arıtma tesisleri, sanayi bölgelerinin aynı suyu çevirerek kullanması gibi uygulamalara acilen gitmek lazım ama bu konuda çok sınırlı bir çalışma var.
Ö.M.: Evet ve şunu da hatırladım sen söyleyince. James Hansen, küresel ısınmanın ağababası diye nitelendirelim. Dünyada anlaşılabilir bir dille 1988’den itibaren araştırmaları ve yazılarıyla NASA'da çalışan çok önemli bir bilim insanı. NASA'daki görevinden emekliye ayrıldı ama araştırmalarına da devam ediyor. Makiko Sato ve Reto Ruedy adlı iki bilim insanıyla beraber düzenli araştırmalar yayınlamaya ve hakemli dergilerde de yayınlatmaya devam ediyor. Son yazılarından bir tanesinde, kesin olarak El Niño etkisinin aslında gelecek yılın Temmuz ayında ancak ortadan kalkacağını, o zamana kadar devam edeceğini ve en çok güçlü olan doğa olayının da o tarihte olacağını, bunun da endüstri çağına göre 1,5 derecelik sıcaklık yükselmesini de ortaya koyabileceğini söylemişti. Tüyler ürperticiydi. Yani bir milyon yıldan beri ortaya çıkmış ya da vuku bulmuş, hangi dille konuşacak olursak söyleyelim en yüksek sıcaklık seviyesi rekorunun kılınmakta olduğunu, bunun da iklim enerji dengesine, dünya enerji dengesine de büyük bir yarılmaya gittiğini gösteren bir olgu olduğunu söylemişlerdi. Onu da hatırlatalım, çok ciddi bir durum var.
Ö.Ö.: Evet, İstanbul'un barajlarının %25 gibi bir doluluk oranında olduğunu söyledik ki zaten %10, %15 civarına indiğinde kullanılamaz duruma da geliyor barajlar. Böyle bir kriz varken bir de Büyükada'dan ilginç bir haber vardı geçtiğimiz günlerde. Bu iklim krizine dikkat çekmek için denize konulan bir heykel, ‘Huzursuz Poseidon Heykeli’, ismi de güzel, huzursuzluk yarattığı için kaldırılmış bölgeden. Haber, Artı Gerçek’te vardı.
Sanatçı Genco Gülan'ın 10 Eylül'de Büyükada Vapur İskelesi açıklarında sergilenmeye başlayan
Huzursuz Poseidon Heykeli, vapur ve teknelerin denizdeki manevra kabiliyetini kısıtladığı gerekçesiyle sahil güvenlik tarafından kaldırılmış. Antik Yunan ve Orta Doğu Felaket Tanrılarını selamlayan Huzursuz Poseidon Heykeli, iklim felaketine dikkat çekmek amacıyla vapur iskelesinden denize zincirlenmiş şekilde suların arasında bir görünüp bir kaybolarak ada sakinlerini ve günübirlik ziyaretçileri karşılıyordu deniyor haberde. Ancak eser sergilenmeye başladığı hafta, teknelerin manevralarını engellediği gerekçesiyle sökülmüş. 80-35-35 santim boyutlarındaki heykel, yani 80 santim yüksekliğindeymiş, Antik Yunan'ın denizler ve deprem tanrısı Poseidon'u simgeliyor deniyor. Adalar Sanat İnisiyatifi tarafından açıklama yapılmış. Huzursuz Poseidon'un Ekim ayında ait olduğu yer olan Adalar’da denizle yeniden buluşacağı kaydedilmiş.
Ö.M.: Peki bu da ilginç bir açıklama. Neye göre kaldırılıyor ve tekneler açısından huzursuzluk yaratmayacağına dair nasıl bir garanti var?
Ö.Ö.: Çünkü teknik bir gerekçe göstermişler.
Ö.M.: Navigasyon doğru dürüst yapılamıyor diye. O zaman bambaşka bir yere koyarsanız bu sefer de heykelin işlevi ve anlamı ortadan kalkacak tabii.
Ö.Ö.: ‘Ait olduğu yere’ denmiş. Bu ait olduğu yer neresi bilemiyorum. Ama hafif bir değişiklik yapacaklardır diye düşünüyorum eğer bu gerekçe doğruysa tabii.
Ö.M.: Hiçbir şeyden artık emin olunamıyor. Evet, devam edecek olursak tabii iklim değişikliğinin yalnız İstanbul ve çevresinde değil Karadeniz'de de ciddi bir etkisi var. Artı Gerçek’te Karadeniz'de kahverengi kokarca böceği istilasından bahsediliyor. Soner Özdemir imzalı bir haber. Kahverengi kokarca böceğinin tarım ürünlerine zarar verdiği söyleniyor ve fındıkta verim kaybına yol açtığını da söylüyorlar. Bunu da söyleyen fındık bölgesi olan Ordu'nun Cumhuriyet Halk Partisi'nden (CHP) milletvekili Mustafa Adıgüzel. Adıgüzel, “Üreticiler devletten yardım bekliyor,” derken, “Büyük zararlı kahverengi kokarca böceği, fındıkta ortalama %2 ila %3 rekolte kaybına yol açıyormuş. Bu kilo başına altı lira zarar demektir. Türkiye'nin bu yıl sadece fındıkta kahverengi kokarca böceği sebebiyle zararı bir ila üç milyar Türk lirası arasında. Karadeniz'de bütün kıyı şeridinde var. Ordu'da da en yoğun zarar Fatsa, Perşembe, Gülyalı ve Ünye'de var. Şimdi bahçelerden çekildi. Kışı geçirmek için kapalı alanlara hücum etti. Tarım ve Sağlık Bakanlıklarının acilen önlem almasını istiyoruz,” diye eklemiş.
Ö.Ö.: Siz istilacılar demişken, aklıma birincisi bu kelimeyle ilgili hatırlarsanız bir tartışma yaşıyorduk, acaba kullanabileceğimiz daha iyi bir kelime yok mu bu istilacı kavramı yerine diye. Daha rekabetçi türler deniyormuş. The Guardian gazetesinde bu şekilde yer aldığını bize de yazmıştı dinleyicilerimiz, oradan haberdar olduk. Daha iyi bir kavram gibi yani rekabet açısından daha yüksek avantajları olan türler.
Bu hafta sonu “İstilacılar” ismiyle bir belgesel iki gün boyunca açık gösterimde paylaşıldı. Ben de izleme fırsatı buldum. Türkiye'nin Akdeniz kıyılarındaki istilacı türlerinin, -belgeseli yapanlar bu kavramı kullanıyor- kayıt altına alındığı ve Dr. Mert Gökalp'in yönettiği belgeseldi bu. Bir buçuk saat yakın bir belgesel. Akdeniz kıyılarında ekosisteme zarar veren, başta aslan ve balon balığı olmak üzere Türkiye denizlerindeki bu istilacı türlerin odağına alan bir belgeseldi. Çok çarpıcı gerçekten. Yani nasıl hızla ürediklerini de gösteriyorlar. Çeşitli tarihlerde dalış da yapılmış. İyi, kaliteli de görselleri vardı. Akdeniz'in tabii ki özellikle Kızıldeniz'den gelen ve giderek sayısı çoğalan türlerinden bahsediyorlar. En büyük sebebi için de predatörlerin yani bu türleri yiyen ya da yok eden canlıların Akdeniz'de olmaması onlara rekabet avantajı sağlıyor. Dolayısıyla çok büyük bir hızla çoğalıyorlar ve ekosisteme ciddi zararlar veriyorlar diyorlar.
Ö.M.: En çok önemli ve zorlu gelişmelerin olduğu bir zamandayız. Yani sürekli davalar da açılıyor. Mesela T24'te, ‘İş dünyası, 1 Ekim'deki karbon düzenlemesine hazırlanıyor’ diye Eray Görgülü imzalı bir haber vardı. Yani Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) Karbon Vergisi'nden en fazla etkilenecek ülkeler arasında yer alacağına dikkat çekmiş Sanayi Odası Başkanı Seyit Ardıç. Yeşil dönüşümün 2040’a kadar Türkiye'ye maliyeti 60 milyar doların üzerinde olması bekleniyormuş. Ankara Sanayi Odası Meslek Komiteleri ortak toplantısı konuşmaları var. Yani Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması'nın demir-çelik, alüminyum, gübre, elektrik ve çimento sektörlerini kapsayan ilk aşamasının 1 Ekim 2023’te yani birkaç gün sonra devreye gireceğini hatırlatmış.
Ö.Ö.: AB’nin Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması, geçtiğimiz yıl hazırlanmıştı ve bir takım tarihler belirlenmişti. Burada bahsedildiği gibi 1 Ekim’de bazı sektörler devreye girecek. Yani AB’ye ürün satışı yapacaksanız, ihracat yapacaksanız karbon emisyonlarınızı vermeniz gerekiyor ve buna yönelik vergiler uygulanacak. Mümkün olduğunca düşük karbon salımı yapan ürünler ihraç etmeniz gerekiyor yani en azından piyasa avantajı açısından. Burada da rekabet açısından diyelim. Demir-çelik, alüminyum, gübre, elektrik ve çimento ilk sektörlermiş. Türkiye bu konuda pek fazla adım atmamış tabii.
Ö.M.: Evet. Bir de tabii biraz önce Açık Gazete’de de azıcık değinme fırsatı bulduğumuz, Cumhurbaşkanı'nın Azerbaycan ziyaretinden sonra, Azerbaycan ile doğal gaz boru hattı sistemini yani anladığım kadarıyla ‘pipeline’ boru hattı kurarak böyle bir şeyin içinde olduğunu da belirtmesi bu karbon düzenlemesiyle çelişiyor gibi gözüküyor tabii, değil mi?
Ö.Ö.: Aslında şöyle, sınırda karbon vergisi şirketleri bağlıyor. Şu anda siz bir çelik üreticisisiniz ve Avrupa'ya çelik üreteceksiniz. Karbon emisyonunuzu tabii açıklıyorsunuz ve ona göre vergi koyuyorlar üzerine. 1 Ekim'den itibaren bu gerçekleşecek. Dolayısıyla üretimde daha az karbon emisyonu yapıyorsanız, -bunu nasıl kontrol ediyorlar, bunları hiç bilmiyorum- o daha rekabetçi bir fiyat. Yani daha az vergi üzerine konacağı için daha ucuz piyasaya girmiş olacak. Bu da sizin şirketinize avantaj sağlayacak. Bahsedilen böyle bir uygulama. Onun dışında tabii ülkelerin verdiği sözler de var.
Ö.M.: Onlar da dava konusu olacak, sabahleyin konuştuk. Bir de son bir cümle söyleyeyim bitirmeden. Britanya eski başbakanlarından Gordon Brown, “Petrol üreticisi devletlere aşırı kâr vergisi konması şarttır. Bu, yoksul ülkeleri iklim krizinden kurtarılabilmesi için mutlak bir zorunluluk,” demiş. Brown, en büyük üreticilere petrol ve gaz ihracat gelirlerinden %3 uygulanacak böyle bir vergi, Küresel Güney diye adlandırılan yoksul ülkelere yılda 25 milyar dolar kadar bir gelir sağlayacağını da söylemiş. Bunu sonraki programlarda tekrar konuşma fırsatı bulacağımızı söyleyelim ve bugünkü programa son verelim. Hoşça kalın.
Ö.Ö.: Görüşmek üzere.