İklim İçin'de Ömer Madra, Can Tonbil ve Yücel Sönmez'den iklim gündemi...
(11 Haziran 2019 tarihinde Açık Radyo’da İklim İçin programında yayınlanmıştır)
Can Tonbil: Herkese merhabalar. 94.9 Açık Radyo’dasınız ve İklim İçin programı başladı. Ben Can Tonbil.
Ömer Madra: Ben Ömer Madra.
Yücel Sönmez: Ben Yücel Sönmez.
ÖM: Bu sabah Açık Gazete’de iklim kriziyle ilgili olarak oldukça kötü yeni gelişmeleri ele almaya çalıştık. Artık takip edilemeyecek kadar çok sayıda yeni araştırmanın haberleri geliyor birbiri ardından. Ama iyi haberleri de beklediğimizi söylemiştik. İklim İçin programında biraz bunları konuşalım istedik. Ama öncelikle belki de kötü haberleri kısaca özetlemekte yarar var.
En önde gelen felaket haberi, 571 bitki türünün son 250 yıl içinde yok olmasının haberiydi. İtibarlı bir uluslararası bilimsel dergide yayınlanmış bir araştırmada söyleniyor bu. Daha önemlisi, gerçekte bunun en az 5 katı kadar daha feci bir durum olduğunu da söylüyor araştırmacılar. Bitkilerin yok oluşu tabii bildiğimizden daha feci sonuçlara sebebiyet verecek. Yani bütün kuşların, memelilerin ve amfibilerin toplamının iki katından fazlası yok olmuş durumda bitkilerin. Ve bitkiler, bütün hayatın temelini, tabanını oluşturuyor tabii. Çok bilinemeyenler de ortada: Özellikle de Altıncı Kitlesel yokoluş geliyor bir çok bilim insanına göre. 1 milyon tür bitki ve hayvanın yokolma riski altında olduğu daha önce söylenmişti zaten. Bu bitki analizi mesela Hawaii’de en fazla yokoluş olduğunu söylüyor: yani kayda geçmiş 79 tür varmış çok kısa süre önce yokolmuş olan. Ayrıca, Güney Afrika’daki Ümit burnu civarında Cape denilen bölgede ve bir de Avustralya, Brezilya, Hindistan ve Madagaskar’da çok büyük kayıpların olduğu tespit edilmiş. Ana sebep hayvancılık, tarım, düzenli yangınların artması ve insanların da pirinç gibi tahıllar yetiştirmesi. Bir de ormanları kesiyorlar tabii. Büyük çapta ormansızlaştırma var.
YC: Biz bu konuda hem çok şanslıyız, hem çok şanssızız; çok şanslıyız, çünkü muazzam bir bitki çeşitliliği ve zenginliği var Türkiye’de ve Anadolu’da. Şöyle düşünün: bütün Avrupa kıtasında 12 bin çeşit varken bizde alt türlerle beraber Anadolu’da sadece 12 bin çeşit bulunuyor. Şanssızlığımız da şu: bu kadar zenginlik çok büyük bir hassaslıkla beraber geliyor tabii. İnanılmaz hassas bir coğrafya, en ufak bir müdahalede çok önemli bitki türlerini yokedebiliyoruz. Endemizmi en yüksek olan ülkelerden bir tanesiyiz, bizim mesela bitkilerimizin 1/3’ü sadece Anadolu’ya özgü, dünyanın başka bir yerinde yok! 650 tanesi de sadece bulunduğu noktaya özgü. Bazısı var ki mesela – ben birkaç tanesini gördüm – şu radyo kadar bir alanda yaşıyorlar yeryüzünde, tamamen o kadar bir alanda. Öyle olunca tabii çok hassas oluyorlar: Bir tanesini yolun önünden kurtardık mesela: yol geçiyordu tam üzerinden, zaten yol genişliği kadar bir alanda yaşıyordu....
ÖM: Bir de nerede bulunduğunun çok önemli olduğu konusunda senin dediğini doğrulayacak taze bir bilgi var elimde: Bitkinin türünden çok, yaşadığı bölgenin önemi çok büyük diyor bir bilimsel makalede. Özellikle küçük adalarda ya da Akdeniz iklimine özgü yerlerde yaşayanlar çok daha büyük risk altında bulunuyorlarmış. Bunlar ister gülgillerden olsun, ister orkidelerden, isterse palmiye cinsi olsun, çok büyük risk altındalar.
YC: Bizde bir tane Likya orkidesi vardı: dünyada sadece bizde var – 11 kök kalmıştı biz en son araştırdığımızda! O da bir mezarlığa sığınıp kalmıştı – mezarlıktan çiçek koparmazlar ya! Kültürel olarak öyle bir alışkanlık var. O sayede 11 kök duruyordu orada.
ÖM: Bu tabii dediğin gibi, hem iyi hem de son derece kötü bir haber. Çeşitli dergilerde çıkmış bu. Mesela araştırmayı yürütenlerden Vorontsova adlı bir hanım: “Bitki körlüğü yaşıyoruz biz!” demiş. “Yani hayvanlar bize daha sempatik, daha yakın geliyor, genellikle onları seviyoruz, önemsiyoruz, ama bitkiler hiç öyle değil: Tam anlamıyla şoka girdim bu araştırmayı yaparken” diyor. Geniş çaplı bir araştırma bu.
Hayvanlara gösterilen duyarlılık, uyanıklık ve bilinç katiyen yok, bitkileri olduğu gibi var sayıyoruz, nasılsa hep hayatımızda var diye bakıyoruz. Bu olabilecek en büyük yanlışlıklardan biri. Birleşik Krallık Ekoloji ve Hidroloji Merkezi’nden Alan Gray de Vorontsova’ya ilaveten “Artık biyolojik çeşitliliğe bize nasıl hizmet verebilir diye bakmak yerine biz bioçeşitlilik için ne yapabiliriz diye baksak çok iyi olacak” demiş. Gayet önemli bir konudan bahsediyoruz, bu Damian Carrington’ın dünkü Guardian gazetesinde çıkan yazısından alıntılıyoruz bu haberi.
YS: Bu arada hemen şu parantezi de açayım, ilaçlarımızın halen yaklaşık %50’si bitkilerden elde ediliyor.
CT: Geri kalanı?
YS: Geri kalanı kimyasal.
ÖM: Evet kullanabileceğimiz ilaçların da yakında sona ereceği bir durumdan bahsediyoruz ama onun ötesinde ikinci bir “kötü haber” daha var: Great Pacific Garbage Patch denilen yani Büyük Pasifik Okyanusu’ndaki büyük çöp yığını artık kocaman bir ülke büyüklüğüne ulaşmış, akıl almaz bir şey!
YS: Bazen görüntüleri geliyor, gerçekten akıl almaz!
ÖM: Ama onun 4 katının denizin dibinde olduğu tespit edilmiş! USA Today gazetesinde yer alan bir haberde ünlü ve itibarlı Nature dergisindeki yeni bir araştırmadan bahsediliyor. Yani bilimciler şoka uğramışlar, çünkü bugüne kadar esas olarak plastik vb çöplerin okyanus yüzeyinde biriktiği düşünülüyordu. Oysa şimdi, deniz dibinde birikiyormuş: nereye baksalar mikroplastik parçaları görüyorlarmış. Neyse, şimdi artık iyi haberlere geçmek istiyorum –
YS: ... Bu arada bizim Akdeniz de çok fena durumda plastik açısından, sık sık haberler geliyor ama dün rastladığım bir haberdi bu WWF’nin raporundan; Türkiye’den Akdeniz’e her yıl 110 bin ton plastik atık karışıyormuş. 110 bin ton!
ÖM: Bir de Türkiye ithalatta da bulunuyor galiba, öyle raporlar da vardı.
YS: Tabii toplamda ise 24 milyon ton plastik atık Akdeniz bölgesindeki ülkelerden giden.
ÖM: İklim aktivisti Greta Thunberg’in twitter hesabında paylaştığı bir şey vardı zaten, onun maalesef gerçek olduğu da bir başka makalede ortaya çıktı: Birleşik Krallık yoksul ülkelere ihraç ediyor ve bunu sübvansiyone ediyor. “Siz alın bunu, artık ne yaparsanız yapın!” gibilerden. Fosil yakıt şirketlerine yardımda bulunuyorlar...
Fakat şimdi iyi haberlere geçelim: Bir kere art arda önemli kitaplar çıkmaya başladı. İkincisi, Greta Thunberg Uluslararası Af Örgütü’nün, “vicdan elçisi” ödülünü aldı. Ayrıca Penguin yayınlarından kitabı çıktı Greta’nın: ‘Hiç kimse değişiklik yaratamayacak kadar küçük değildir’ diye. ‘Extinction Rebellion’ın (Yokoluş İsyanı) da kitabı çıkıyor: ‘This is not a drill’ (Bu bir Tatbikat Değildir) adı altında. Bu hafta basılıyor o da gene Penguin’den.
Şimdi Extinction Rebellion’un yani Yokoluş İsyanı hareketinin, ve Greta Thunberg’in başını çektiği çocukların okul kırma, iklim grevi hareketlerinin çeşitli ülkelerde büyük yankılar bulmağa başladığını da görmekteyiz. Matthew Todd diye bir gazeteci var, zaman zaman yazılarına yer veriyoruz, aynı zamanda kendisi yazar ve romancı. Guardian’a şöyle bir yazı yazmış: "Extinction Rebellion yani Yokoluş İsyanı İşliyor” başlığı ile. Yougov diye büyük bir kamuoyu araştırma şirketinin geçen hafta yaptığı bir araştırmada Yokoluş İsyanı denilen doğrudan eylem grubunun ve Greta Thunberg’in başını çektiği milyonlarca çocuğun iklim krizi karşısındaki eylemlerinin kamuoyundaki uyanışı ve kaygıları, yani sıradan halkın gözündeki uyanışı kat be kat arttırdığını ortaya koymuş. Yani rekor seviyelere çıkmış... En temel kaygılardan biri haline geliyor yavaş yavaş iklim değişikliği. Spor müsabakaları sonuçları, hangi dizinin finali tartışmalarının yerini bunların almaya başladığını gösteren çok ilginç bir araştırma var gerçekten.
Todd şöyle devam etmiş yazısına: "İşin paradoksal tarafı, bu aktivistler, iklim krizi hakkındaki korkunç gerçekleri korkmadan dile getirerek sahici bir umut yarattı. Bu tarihte ilk defa oluyor" diyor. İlginç, çünkü “Extinction Rebellion diye bir grup olmamalı aslında” diye devam ediyor Matthiew Todd yazısına. Aslında kendisi de bu grubun üyelerinden. “Böyle bir şey var olmamalıydı, olmasının sebebi medya tamamen çuvalladığı için, bundan bahsetmediği için ve hükümetler, devletler de hiç bu konuda herhangi bir şekilde harekete geçmedikleri için, ikisi birden çuvalladığı için" diyor. 30 küsur yıl önce NASA açıkça söyledi ABD’nin ve dünyanın en büyük bilimsel kuruluşlarından biri olan NASA’nın önde gelen bilimcilerinden biri, James Hansen küresel felakete doğru gidiyoruz diye taa 1988’de ABD senatosuna açıklama yapmıştı. Neredeyse 31 yıl oluyor, o en sıcak yazlardan birinde “Küresel ısınma vardır ve insan kaynaklıdır” diye gayet net olarak söylemişti. O zaman senatör olan Al Gore’un çağrısı üzerine tanıklık etmişti James Hansen. Şimdi NASA’nın bu uyarısına rağmen 30 küsur yıldan beri medya bir kere olsun, tamamen “İmparator çıplak!” demedi. Aksine, hep, “Yeni elbiseleri ne kadar güzel” dedi durdu kralın. Doğa koryucusu tv sunucusu Sir David Attenborough’nun da nihayet söylediği gibi “binlerce yıldır görülmüş en büyük tehditle karşı karşıyayız”. Matthew Todd makalesinde “David Athenborough’nun böyle anlattığı programı yayınlayan yayın kuruluşu bile buna inanmıyordu, inanmaz gibi bir havası vardı” diyor.
Yani bütün yıllardan beri medyanın bize söylediği “Plastiklerini atmayın, ayırın, çöpü ayrıştırın, musluklarını idareli kullanın ve telefonunuzu da şarjdan çekin” lafları bir işe yaramadı. Geçen yıl küresel salımlar, karbondioksit ve diğer sera gazı salımları tavan yaptı. Aynı zamanda bilimsel uyarılar da gittikçe yükselerek yayınlanıyor, ama kayıtsızlık hakim. Bunca zamandır takip ediyoruz ve artık neredeyse yetişemez hale geldik yani.
YS: Evet o kadar çok rapor çıkıyor ki...
ÖM: Ama Hansen, dünyanın bir numaralı iklim bilimcisi sayılan adam da artık ana babalara “sokağa dökülün” diyor. Şimdi işte Yokoluş İsyanı hareketi bu iklim inkârcılığı balonunu patlattı” diyor Todd ve ekliyor: “Bu ilk defa oluyor!”
YS: Onun Türkiye ayağını da Can takip ediyor, bize belki Türkiye’de neler olduğuna dair bir şeyler anlatır.
ÖM: Genellikle Can’la birlikte anlatmaya çalışıyoruz ama şimdi 20 Eylül’deki dünya çapındaki genel grev odaklı çağrılar başladı, devamı da geliyor. Todd şunu yaptılar diyor: “Ülke çapında yerel topluluklara konuşmalar yapıldı ve bu Yokoluş İsyanı krizi 'insanileştirdi'”, insani boyut taşıdı. Sadece deniz seviyeleri yükselecek, fırtınalar, hastalıklar çoğalacak, hasatlar çökecek vs.nin ötesinde, bu bizim çocuklarımızın ve kendimizin meselesidir demeyi, olayı insanileştirmeyi başardı Extinction Rebellion. Çocuklarımız için acı çekmekte olduğumuzu, yani geleceği düşününce korku ve acı içinde kaldığımızı da söyledi. “Hem çocuklarım, hem yaban hayatı, hem de doğa hakkındaki çektiğimiz acıyı ve korkuyu, hem de bizi ayakta tutan sistemlerin, hayat destek sistemlerinin çökmekte olduğunu anlattı.”
Yani “Paradoksal bir gelişme oldu” diyor ki ben buna katılıyorum, Mtthew Todd “Paradoksal bir şey oldu, o korkunç gerçeklik dile getirildiği zaman tarihte ilk defa olarak insanların hayatında sahici bir umut doğmasına yol açtı. Yani bir küçük çocuğun öne çıkmak cesaretini göstermesi ve herkese örnek olması: “A işte bak, kral çıplak” demesi herşeyi değiştirdi.
“Yeryüzündeki hayatbütünüyle tehdit altındadır, yok oluş tehdidi altındadır... Hatta gazetecilerin de, milletvekillerinin de, siyasetçilerin de, bakanların çocukları da tehdit altındadır” dediler ve bunu herkesin yüzüne karşı söylediler. Bunu ancak tek bir şey önleyebilir, o da dünya çapında kitlesel bir seferberliktir. Aktivistelr bunun başka bir yolu olmayacağını söylediler ve yollarından şaşmış liderlerimizi eyleme sevk etmeyi başardılar. Bu bilgiyle donanmış olan binlerce insan, özellikle çocuklar sokağa çıktılar, ayağa kalktılar ve barışçıl bir şekilde hayatı, sokağı durdurmaya, sekteye uğratmaya geçtiler. Medyanın buna odaklanmasının tek yolu da buydu.
Öyle bir hikâye ki daha bildikleri, duydukları andan itibaren bu korkulu rüyanın, kâbusun sona ermesine kadar tek haberin, ana haberin bu olması gerektiği konusunda birdenbire bir değişiklik yaratmayı başardılar. Yani şu anda savaşı kazanmış olmaktan tabii ki uzaktayız: “2 hafta önce 1 milyondan fazla çocuk kendi hayatları için ayağa kalkmışken BBC haberleri, internetteki web sitesi köpeklerin tasmalarının uzunluğuyla ilgili tehlikeleri daha önemli bir haber yapabildi mesela” diyor Todd. “Maliye Bakanı Philip Hammond iklim değişikliği mücadele etmek için, bir trilyon Sterlin çok pahalı, bunu veremeyiz dediği zaman, yani çocuklarımızın geleceği için bir trilyon fazla bir miktar gibilerden bir laf ettiği zaman da televizyonda onu konuk eden çok ciddi yorumcular da, anlayışla kafalarını salladılar. Sanki tanrı kelamıymış gibi onaylayarak kafa salladtılar diyor" Todd.
Yani şöyle bir durum var, bütün korkutucu gerçeklik henüz tam yüreklere ve zihinlere yerleşmiş durumda değil, çok fazla sayıda insan da, yani güç mevki sahibi insan da durumun vahametini kabul edebilmiş değil. Bu insanlar henüz görmekte olduğumuz yıkımın gelecekte nelere kadir olduğunu görmekten âcizler ama ana babalar da artık bilimin çok uzun zamandan beri söylediği, ama nedense daima şüpheyle karşılanan gerçekliğin, yani çocuklarının artık orta yaşı geçmeyecek bir şekilde hayatlarının sona erebileceğinin farkındalar. “Eğer en kötü senaryolar gerçekleşirse, çocuklar da orta yaşı geçemeyebilecekler” diyor Matthew Todd.
YS: Orta yaş dedikleri Ömer abi, şurada 20 yıl maksimum.
ÖM: Evet onu göremeyebileceklerini nihayet fark ediyor insanlar. Extinction Rebellion ya da Greta Thunberg, “Bizi değil bilimi, sadece bilimi dinleyin yeter!” diyorlar. Bilimciler bize 30 yıldan beri net olarak söylüyorlar: başımıza gelecek olanları giderek daha yüksek sayıda raporlarla ve analizlerle anlatıyorlar. Eğer bu mesaj etkili güç durumunda, yani karar alma durumunda olan insanları etkilemeye başlarlarsa – ki başladı diyor Todd – o zaman kendimizi kendimizden kurtarabilecek bir mesaj vermiş olacaklar. "Eğer bu başarılı olamazsa öylesine korkunç bir gerçeklikle karşı karşıya kalacağız ki hiç kimse kavramayacak” diyor.
Özetle, Matthew Todd Guardian’da çıkan 10 Haziran 2019 tarihli makalesinde “Yokoluş İsyanı’nın taktikleri işliyor; onlar inkâr balonunu da delmeyi, patlatmayı başardılar” diyor.
Son olarak yeni yayımlanmış olan çok önemli bir kitabın duyurusunu da yapayım: Yazar, akademisyen ve aktivist Bill McKibben’ın Falter – 'Has the Human Game Begun to Play Itself Out' adlı kitabı da çıktı. 30 yıl önce bilim insanlarının dünyaya söylediği uyarıları biz sıradan insanların anlayabileceği şekilde yazan Bill McKibben 350.org’un da kurucularından biri. Kitabı nihayet bugün bitirmiş bulunuyorum, insanlık oyununun sona erip ermeyeceği konusunda yazılmış bilgece gerçekleri içeren önemli bir kitaptan bahsediyoruz...
Artık programı bitirelim değil mi?
CT: Evet önümüzdeki hafta görüşmek üzere.
YS: Görüşmek üzere, hoşça kalın.