Bu haftaki programımızda “İzmirli Dario” adlı kitabını yayınlamaya hazırlanan, müzik ve eğlence dünyasının duayen ismi Erkan Özerman’ı Burak Aktaş ile birlikte konuk ettik ve onun bizler için seçtiği şarkıları, bu şarkıların birbirinden ilginç hikayeleri eşliğinde dinledik.
Devrim Özkan: Bu hafta iki konuğumuz var. Bu konuklardan biri, birkaç hafta önce Kanada ve Kanada müziğiyle ilgili bir program yaptığımız Burak Aktaş. Bu program sonrasında birçok olumlu geri dönüş almıştık, Burak da büyük keyif aldığını söylemişti ilk radyo deneyiminden. Bu nedenle bana bir program daha yapmayı teklif etti ama bu kez kendisinin sürpriz bir konuk getireceğini söyledi. Memnuniyetle kabul ettim ben de ve sürpriz konuğumuz da bu hafta bize katıldı. Ben de önce Burak’a tekrar hoş geldin diyor ve hepimizin yakından tanıdığı, Türkiye’de marka haline gelmiş bu ismi takdim etmesi için sözü kendisine bırakıyorum.
Burak Aktaş: Devrimcim, seninle haftalar önce güzel bir program yaptık, Kanada – Fransız müziği üzerine, çok güzel yorumlar aldık. Ondan sonra Fransız Öpücüğü programına konuk olarak katılması gereken tek bir isim aklıma geldi çünkü kendisi Fransız müziği denince akla gelen ilk isim. Senin, benim gibi Kadıköylü biri, tanıtmadan önce biraz tüyo vereyim kendisi hakkında. Jacques Chirac tarafından Fransa Devlet Liyakat Madalyasıyla ödüllendirilmiş bir kişi. İstanbul ve Ankara’da gece hayatına büyük renk katmış, Ankara Siyasal’da okurken açtığı gece kulübüyle başkentimizi renklendiren uluslararası bir organizatör. Senin gibi Fransız ekolünden gelen bir kişi, Galatasaray Lisesi mezunu olmasının gururunu yaşıyor, benim gibi de okumanın yaşı yoktur diyerek kırk yaşında, Sorbonne’da Sosyoloji Doktorası yapmış, İstanbul’un dans kralı olmuş, Best Model yarışmalarıyla bir sürü ismi Türk sinemasına kazandırmış ve ünlü yapmış uluslararası bir isim. Devrimcim, lafı daha fazla uzatmayacağım, benim davetimi kabul edip bu akşam bizimle beraber olan kişi Sayın Erkan Özerman. Hoş geldiniz efendim.
Erkan Özerman: Hoş bulduk, ama ne kadar sonra, 1960’tan sonra hoş bulduk diyorum, çok hoşuma gitti bu program. Bu programı başlatan kişi olarak, geçmiş günlere dönüp bazı anılarla konuşmaya devam etmek istiyorum. Türkiye’de her Pazar, Eyfel’den Müzik adı altında baştan aşağı Fransız şarkılarını çalarak 1960-68 arasında sekiz yıl süreyle non-stop, herhangi bir mazeret göstermeksizin böyle bir programı yaptım. Çok zorluk çektiğim bir programdı bu, bütün bu plakların yurtdışından gelmesi lazımdı. Bunları devlet dairesine gelen bir mal olarak kabul ettiremedim ve hepsi için gümrük vergisi ödemek zorunda kaldım. Öyle olduk ki dört-beş ay, bütün maaşım gümrüğe gitti.
D: Hoş geldiniz Erkan Bey. Sizi programımızda ağırlamak büyük bir mutluluk gerçekten. Burak’ın da ifade ettiği gibi biz sizi hem prodüktör olarak, hem büyük konserlerin organizatörü olarak ve hem de tabii Best Model yarışmalarından tanıyoruz ama şimdi bir de yazarlığı eklediniz kariyerinize. Dario Moreno’yla ilgili yazdığınız İzmirli Dario adlı kitap, yakında piyasaya çıkacak. Bundan bahsetmek ister misiniz bize biraz?
EÖ: Anılarla dolu olan Fransız müziği serüvenimin, bendeki en unutulmayacak kısımlarında Dario Moreno yer alır. Bunu her fırsatta tekrarlıyorum, on yıl müddetle Dario Moreno’nun hayatını yazsınlar diye bütün kalem tutan bütün arkadaşlarıma rica ettim, kimse bir araştırmacı gazeteci olarak bu olaya giremedi. Ben de mecbur kaldım, on yıl sonra Dario Moreno’nun hayatını İzmirli Dario olarak yazdım. Benim için Dario’nun pop müzik dünyamızda çok önemli bir yeri vardır çünkü onun misyonu: Türkiye’nin güzel melodilerini, Anadolu’nun güzel şarkılarını dünyada onların dilinde okumak, yabancı şarkıları da Türkçe sözlerle okuyarak Türk halkına, kendi halkına dinletmekti. Şimdi görüyorum ki öleli çok uzun zaman olmasına rağmen onun bu misyonu güzel bir şekilde devam ediyor. Bugün yabancı şarkılar Türkçe sözlerle okunuyor ve Türk şarkılarını da Dünyada, kendi dillerinde okuyan sanatçılar var. Onun için bu programa ben Dario Moreno ile başlarım. Dario Moreno’yla başlarken de, Fransa’da karantina döneminde, her Salı radyo ve televizyon programı yapmıştım, o programda çaldığım tanıtım müziği Dario Moreno’nun Ali adlı parçasıydı. “Entarisi ala benziyor, şeftalisi bala benziyor” ama Ali’nin başka bir hikâyesi var, bunun tüm detayını da romanda anlattım. Herhalde önümüzdeki aylarda İzmirli Dario adı altında roman piyasaya çıktığı zaman seveceksiniz çünkü ne bir roman ne bir hikâye, sadece bir anlatı. Gördüklerimi, bildiklerimi anlattım ama şimdi hemen Ali’yi dinleyelim: “Entarisi ala benziyor, şeftalisi bala benziyor”, yarısı Türkçe, yarısı Fransızca.
D: Bu haftaki programımızda Erkan Bey’le ağırlıklı olarak altmışlı yıllara ait şarkılardan ve şarkıcılardan bahsedeceğiz. Sıradaki isim ise, Patricia Carli ve onun en ünlü şarkısı Arrête arrête.
EÖ: "Arrête, arrête ne me touche pas – Dur, dur, dokunma bana çünkü sen yarın evleniyorsun." Söz ve müzik Patricia Carli’ye ait. Patricia Carli, Patricia Carli olmadan, -biliyorsunuz ünlü olmadan önce sanatçıların ismini değiştiririz, daha artistik bir isim yaparız- kendi adıyla Fransa’daki bir arkadaşımın gece kulübünde hazırladığı revülerde şarkı söylerdi. Yani Fransa’da Miss France olmuş kızlar veya ünlü mankenlerle bir şov hazırlarlar, bir Parisien şovu hazırlarlar daima da bir şarkıcı vardır. Patricia da Ankara Palas’ta sahneye çıkardı, Happy Boys orkestrasında, İtalyanların eşliğinde çünkü esasında Patricia, İtalyan asıllı Belçikalıdır. Biliyorsunuz zaten Belçika’da Belçikalı diye bir millet yok. Her türlü millet bir araya gelmiş ve Belçikalı olmuş. Bizim için çok şeker bir olay var: Patricia; Arrête, arrête ile meşhur olduktan sonra Dario Moreno’yla birlikte olduğumuz bir yerde: “Siz Belçika’ya geldiğinizde ben sinemada dondurma satıyordum, size dondurma satmıştım” deyince Dario Moreno da: “Ne kadar güzel, bu güzel dondurmacı hanım, şimdi Fransa’da en çok sevilen şarkının, listelerdeki bir numarada yer alan şarkının sahibi olmuş” dedi.
EÖ: Patricia Carli’yi dinledik, Carli’nin bu şarkının söz ve müziğini yazmış olması ona bambaşka bir yol daha açtı. Fransa’daki plak dünyasının dahi prodüktörü Léo Missir, Riviera’nın genel müdürüydü, daha sonra Oh Lady Mary şarkısıyla milyonun üzerinde satınca Barclay’in de genel müdürü oldu ve Patricia Carli, kocasının prodüksiyonlarının hepsinin sözlerini yazarak sahnedeki kazancından kat kat daha fazla para kazandı. Samanyolu şarkısını onlara veren bendim fakat üzülerek söyleyeyim, ben şu şarkıyı verdiğim zaman, şarkının sahibinin Teoman Alpay olduğunu biliyordum. Ancak Türkiye’de çıkan plağın üzerinde, bu şarkının bestecisi olarak Teoman Alpay yazılı değildi. Plak şirketinin sahibi ki o da arkadaşımız, müzik dünyasında her gece bir gazinoda cümbüş çalan müzisyenlerinden biriydi, kendi adını yazdı. Eskiden telif hakları kanununu anlatmak oldukça zor bir olaydı. Notere gidiyordun, “bu eser benim” diye kayıt ettiriyordun. Şimdiki gibi MESAM o işi yapabiliyor mu bilmiyorum ama Fransa’da SACEM çok iyi yapıyor. Neticede, Teoman Alpay’ın şarkısı ne yazık ki başkasının şarkısı olarak ortaya çıktı ve Oh Lady Mary oldu. Samanyolu şarkısının hakiki sahibi, söz ve müik anlamında Teoman Alpay’dır, o plağın üzerinde de zaten “söz” yazıyordu ama o sözler de Fransızcadan sonra yazıldı diyerek o hakkı da elinden aldılar. Yani bestecinin hakkını elinden almış olan plak şirketinin sahibi, maalesef söz yazarının da hakkını almasına mani oldu, yolunu tıkadı. Bu çok acı bir olaydır. Daha güzelini söyleyeyim, bir besteci, bir kadına: “Bir şarkısın sen, ömür boyu sürecek” diyorsa, o kadın önemli bir kadındır. Teoman, benim Ankara Radyosundaki müzisyenlerimden biriydi, çok beğendim bir müzisyendi, çok da emeğim var ona. Çok güzel şarkıları oldu. Bir kadına söylenebilecek en güzel cümleyi o şarkıda söyledi. Peki, bu sevgili besteci arkadaşımızın aşkı ve kendisine şarkı yazılan hanım kimdi? Daha sonraki yıllarda, o hanım yazdığı şarkılarla Türk pop müziğinde inanılmaz başarılar temin etti. Aysel Gürel’di bu isim ve kızı da Müjde Ar tabii ki. Aysel’in hayat arkadaşıydı Teoman ve ikisinin yan yana gelmesi inanılmaz güzel bestelerin ortaya çıkmasına sebep oldu. Teoman öldükten sonra da Aysel devam etti. Aysel de ölümsüzler arasına girdi. İnsan olarak da dünya tatlısı bir insandı, benim arkadaşımdı. Ben onu tiyatrodan tanırım. Münir Özkul Tiyatrosu’nun oyuncularından biriydi. Çok başarılı bir oyuncu, çok başarılı bir söz yazarı, müzik dünyasının insanı olarak adını altın harflerle yazdırdı.
Hadi biz dönelim, o şarkının bizden gidip dışarda ne hale geldiğini görelim. Aranjman değişmişti, biraz fazla “TomJones-ize” etmişlerdi, o zaman Tom Jones’un zirvede olduğu bir dönemdi. David Alexandre Winter, tabii onun da hakiki adı bu değil, İstanbul’da bir orkestrayla çalışırken Kervansaray’da bambaşka biri isimle çalışmıştı. David Alexandre Winter adıyla ona şarkıyı okuttular. Esasında Patricia Carli; hayran olduğu, o şarkıyı okutmak istediği başka bir insanı çağırdı, o insan gidemedi. O da bir Türk sanatçısıydı. Diyebilirim ki bizim pop müziğimizdeki en güzel sesti, hatta Dario Moreno şarkılarını ona verirdi. İzmirli oldukları için onların kendi arasında inanılmaz bir gizli bağ vardır. O isim de Tanju Okan’dı tabii. O şarkıyı Tanju Okan okuyacaktı ama kendini kaldırıp gitmedi Fransa’ya. Sonra tabii şarkı meşhur olduktan sonra gitti. Léo Missir, Patricia Carli ve Barclay ile resimleri çıktı ama Fransa’ya gidip yerleşip orada savaş vermek lazım. Uzaktan şarkı söylemekle olmuyor. David Alexandre o şarkıyla çıktı, Olympia’da program yaptı ama o zaman star değildi. Olympia’nın starı Rika Zaraï’dı. Onun altındaki programda birinci kısmı Oh Lady Mary ile bitirmişti, biz de o galayı hep beraber yaşamıştık. Şarkılar gerçekten hayatımızda çok önemli ama bizim gibi radyocuların, radyoda doğmuş insanların hayatında müzik bambaşka bir şeydir. Herkesin suya, havaya, ekmeğe muhtaç olduğu bir dünyada, biz müziğe de muhtacız. Benim hayatımda müzik olmasa yaşayamazdım. Onun için müzik fevkalade önemli bir şey.
D: Programın ilk yarısında Dario Moreno’dan bir şarkı dinlemiştik, ikinci kısmın açılışı için de yine bu değerli sanatçıdan bir parça seçti Erkan Bey bizim için. Bize biraz bu şarkının hikâyesinden bahsedebilir misiniz Erkan Bey? Dario Moreno’nun son şarkılarından biri bu yanılmıyorsam.
EÖ: Dario Moreno’nun son plağı, şarkıyı çok beğendim fakat Mykonos adasının reklamını yapıyordu, Mykonos’taki martılar diye. “Ben bu şarkıyı Fransızca olarak çıkarmam, üzerine Türkçe söz yapalım, şarkı da güzel, öyle çıkaralım” dedim ve ne kadar enteresandır onca senedir şarkı hala Türkçe olarak biliniyor ve aslının Fransızca olduğunu kimse bilmiyor: “Deniz ve mehtap sordular seni, neredesin?”. Onun aslını şimdi dinleyeceğiz: Les mouettes de Mykonos.
D: Sesi Dario Moreno’ya oldukça benzeyen bir sanatçı var sırada. Ben de kendisinden Erkan Bey sayesinde haberdar oldum: Vadim Montenegro.
EÖ: Dario Moreno vefat ettikten sonra, -1968’in 1 Aralık’ı idi, havaalanında beyin kanamasından öldü, maalesef çok gençti, kırkı yedi yaşında- hemen onun şarkılarını kendilerine miras olarak kabul eden gençler çıktı. Bunlardan biri de Vadim Montenegro’ydu. Bu arkadaş Türkiye’de okuduğu Türkçe bir şarkıyla da çok çok ünlü olmuştu. Dolayısıyla, Dario’nun La marmite ve Si tu vas à Rio gibi şarkılarıyla müzik piyasasına girdi. Çok şanssızdı çünkü gırtlak kanseri oldu. Sesini kaybetti ondan sonra da vefat etti. Türkiye’de çalıştı, hatta “Gardiyan, etme bana ziyan” diye bir şarkı okudu ve çok popüler oldu. Dario’dan miras olarak ona kalan La marmite şarkısını dinleyelim.
D: Sıradaki isim Fransız müziğini efsanelerinden biri, Charles Aznavour. Bize biraz da ondan bahsetmek ister misiniz Erkan Bey?
EÖ: Fransa’da müzik dünyasında ölünceye kadar zirvede kalmış şarkıcılar nadirdir ama bunlardan biri Charles Aznavour’dur. Aznavour’la en son yemek yediğimde, Paris’te Türk büyükelçisiyle tanıştırdım. Ölmeden bir sene evveldi. Hayatının en güzel röportajlarından birini yaptık. Türkiye’de Posta gazetesi tam sayfa olarak verdi. Dünyayı karıştırdık o röportajla ama en güzel lafı: “Ben Türkleri severim çünkü annem Türk” demesiydi. Aznavour’un her şarkısı muhteşemdir ama Les comédiens’in yeri ayrıdır, onu dinleyelim.
D: Eurovision şarkı yarışmasını kazanan bir isimle devam edeceğiz programa: Vicky Leandros…
EÖ: Bir zamanlar Eurovision o kadar önemliydi ki. Eurovision’da birinci olan şarkı çıkıyor, kıyametler kopuyor. Çok enteresandır, Eurovision bazen hiç tanınmamış şarkıcılara da yer veriyordu. Mesela Atilla Şereftuğ, on altı yaşında Kanadalı genç bir şarkıcıya şarkısını okuttu ve Eurovision’da İsviçre’yi temsil ettiler. O kimsenin tanımadığı genç kız, şu an Dünyada en çok plak satan şarkıcılardan olan Céline Dion. Céline Dion, müzik dünyasına girmesini çok kuvvetli bir menajere borçluydu, babası kadar da yaşlıydı ama ona milyarlar kazandırdı ve ne kadar enteresan o ilk şarkının besteci de Atilla Şereftuğ idi. Onun eşi de çok iyi bir şarkıcıydı. Daniela Simmons, ertesi sene yarışmaya katıldı ama maalesef ikinci oldu. On altı, on yedi yaşında Hollandalı bir kız kazandı. Bazen Eurovision böyle harcıalem işler yaptı ama bugün ABBA’nın çıkışı da Céline Dion’un çıkışı da unutulacak bir şey değildi. Biz de Sertap Erenler’le o mutluluğu yaşadık. Zaten Sertab da çok iyi bir şarkıcıdır, elektroniğin yardımıyla değil sesiyle şarkı söylüyor. Şimdi biz bir Eurovision şarkısına dönelim. Komşumuz Yunanistan’ın şarkıcısı. O şarkı Eurovision’da yayınlanırken ben ona birincilik vermiştim. Hiç unutmuyorum, Tülay German ile Erdem Buri ki onlar da müzik dünyasının önemli insanlarıdır. Kültürlü, bilgili hatta burjuva ailelerdir. Ben “Bu şarkıya birincilik veriyorum” deyince: “Yapma Allah aşkına, bu şarkının neresi birinci olur” demişlerdi. Neticede şarkı birinci çıkınca da bu kez “Pes” demişlerdi. Bu iddialar da böyleydi. Vicky Leandros’un çok güzel bir sesi vardı. Benim bildiğim zaten Yunanca Leandros denmez Leandru demeleri lazım, Leandros erkek için denir, ismini bile belki yanlış söylediler. Çok büyük sükse yaptı. Şarkı Türkiye’de de çok sevildi çünkü Ayla Algan Türkçesini yaptı. Bundan haberiniz var mıydı bilmiyorum?
D: Hayır, bilmiyordum.
EÖ: Tarihten bir yaprak. Beni bugün konuşturuyorsun, başkaları da gelmeye başlayacaklar sonra ben işimi gücümü bırakıp tamamen radyoya döneceğim. Unutma, bir insan radyoda doğmuşsa o mutluluk diğerlerinden farklıdır çünkü herkesin bir evi vardır. Baba evi vardır. Hepimizin baba evi, Allah kimseyi o baba evinden eksik etmesin ama bizlerin iki evi vardır: Baba evi ve Radyo evi. Şimdi biz dönelim Après toi’ya, bu şarkıyı dinleyelim ondan sonra kendisini sevdiğim, yıllarca çalıştığım, Fransa’da ilk plağıyla müzik piyasasını allak bullak eden bir şarkıcıya geleceğiz.
EÖ: Bugünkü programımızı çok ünlü bir sanatçıyla bitireceğiz. Bu ünlü sanatçıyla ben çok konserler yaptım, çalıştım. Olympia’da sahneye çıkacak dediler, ne kadar çıkar bir insan? Dario Moreno da bir ay çalışmıştı ama Gilbert Bécaud! Bir insan üç ay bir yerde okursa başkasına sıra gelmez. Fransızlar Gilbert Bécaud’yu çok sevdiler çünkü “Et maintenant – Ve şimdi ben geldim” dedi. Öyle bir geliş ki fevkalade büyük bir başarıdır. Onunla ilgili de ufak bir anım var onu da anlatayım. Gilbert Bécaud daima bir kravat taktı. Bu kravat mavi üzerine beyaz puantiyeliydi. Bu uğuru derler, bence uğuru olmaktan daha çok anısı önemli. Annesi götürüyor onu bir menajere ve “Oğlumun müzikhollerin starı olmasını istiyorum çünkü benim oğlum çok kıymetli” diyor. “Madam, sizin oğlunuzun kravatı bile yok, gömleği açık kravatsız bir adam” deyince kadın bir makas alıyor, tuvalete gidiyor ve eteğini kesiyor, o puantiyeli kumaşı oğluna kravat yapıyor, menajerin karşısına öyle çıkarıyor. Ona jest olsun diye Türkiye’ye geldiği zaman Güngör Bayrak, puantiyeli, eşarplı bir kıyafet giyerek gitti. Adam programın ortasında kesti, “Bunu bana nasıl yaptınız” dedi. Artistlerle, şarkılarla yaşamak başka bir şey, herkes şarkıyı dinler, sever ama o şarkının hikayesini biliyorsanız, o artist sizin arkadaşınızsa o bambaşka bir şey. Bunun çok iyi tarafları var, insanı üzen tarafları da var. Ben Frank Sinatra’ya hayrandım. Dario Moreno bir gün: “O mafya liderinin gerçek hayatını tanımış olsan o şarkılardan o kadar zevk alamazsın, sanatçıları tanıma” dedi. “Et maintenant, que vais-je faire” diyor yani “Ne yapacağım”. Ne yapacak, müzik dünyasını allak bullak etti, seksen yaşına kadar da zirvedeydi. Bir gün televizyonu açtım baktım ki, Gilbert Bécaud bize veda etti dediler. Şimdi ben ne yapacağım? Et maintenant que vais-je faire?
D: Bir programın daha sonuna geldik artık. Bu hafta bizimle birlikte olup programımıza renk katan konuklarımıza teşekkür etmek istiyorum, öncelikle sevgili Burak Aktaş’tan başlayarak. Sadece programa katılmakla kalmayıp aynı zamanda çok değerli bir ismi konuk etmemize vesile oldu kendisi. Senin eklemek istediğin son bir şey var mı Burak?
B: Bu akşam Fransız Öpücüğü’nde Fransız müziğinin Türkiye’deki üstadı, crème de la crème’i, Erkan Özerman’ı beraber ağırladık Devrim. Muhteşem bir programdı. Ben çok mutlu oldum. Kendisine tekrar çok teşekkür ediyorum. Bu akşam sizinle birlikte olup bu muhteşem şovu, müzik ziyafetini beraber dinlemek çok büyük zevkti.
D: Ve tabii ki Sayın Erkan Özerman. Çok özel bir program oldu sayenizde. Vakit ayırıp katıldığınız ve değerli anılarınızı bizimle paylaştığınız için çok teşekkür etmek istiyorum size.
EÖ: Çok güzel bir program oldu ama bana az geldi bu.
D: O zaman bir program daha yapalım isterseniz.
EÖ: Olur ama bir program daha yapalım çünkü o zaman alışkanlık yapmaya başlar, ben her işi bırakmak zorunda kalırım, radyoya tam bir dönüş olur ama bir program daha sana söz. Bundan sonraki programda yine beraber buluşalım ama sizler de radyoda bizi bekleyin çünkü benim belki çok değişik sürprizlerim olabilir öteki programda.
D:O halde iki hafta sonra yani 21 Ocak’ta, Erkan Özerman’ın seçtiği şarkıları ve bu şarkıların birbirinden ilginç hikâyelerini dinlemek üzere sizleri yeniden Açık Radyo’ya, Fransız Öpücüğü’ne bekliyoruz.
Şarkıcı / Yorumcu | Parça Adı | Albüm Adı | Süre |
---|---|---|---|
Dario Moreno | Ali | Dario Moreno'suz 40 Yıl | 2:26 |
Patricia Carli | Demain tu te maries (Arrête, arrête...) | Salut les copains | 2:56 |
David Alexandre Winter | Oh Lady Mary | Age tendre… La tournée des idoles, Vol. 5 | 3:14 |
Dario Moreno | Les mouettes de Mykonos | Dario Moreno'suz 40 Yıl | 2:59 |
Vadim Montenegro | La marmite | Vadim Montenegro | 2:45 |
Charles Aznavour | Les comédiens | Live au Carnegie Hall, New York 1963 | 2:08 |
Vicky Leandros | Après toi | Vicky Leandros | 3:33 |
Gilbert Bécaud | Et maintenant | Olympia 1976 | 2:45 |