İran’da halkın gerçek dostları kimlerdir?

-
Aa
+
a
a
a

Fizan Ekspresi'nin programcısı Milat Bülent Kılıç'ın İran'da üç buçuk aydan uzun süredir devam eden direniş hakkında kaleme aldığı yazıyı sizlerle paylaşıyoruz.

AP Photo/Middle East Images, File

İran’da ayaklanmalar üç buçuk aydan fazla bir zamanı geride bıraktı. İlk günden beri her türden eylem bir kendiliğindenlik niteliği taşıyor. Bu yüzden de hareket, örgütsüzlüğü nedeniyle eleştiri alıyor. Bu eleştirilerin haksız olduğunu söylemek mümkün değil. Ama somut bir liderliğinin olmaması, onu bugüne kadar Rejim’e karşı bir yanıyla güçlü de kıldı. Çünkü Rejim, liderleri kolayca bulup etkisizleştiremedi.

Bu liderlik yoksunluğunun yarattığı boşluk, tamamı Avrupa’da ve Amerika kıtasında yaşayan ve İran’daki harekete öyle ya da böyle yön vermek isteyen İranlı ünlülerden oluşan altı kişilik bir grubun yeni yılın ilk saatlerinde öne çıkmasına olanak sağladı. Grup, yayımladığı ortak tweetle İran halkını Molla Rejimi’ne karşı birlik olmaya ve ortak mücadeleye davet ediyordu.

Listedeki altı kişinin gerçek niyetinin “şu ya da bu” olduğunu söylemek güç ama hiç değilse bir kaçının önderlik havasında olduğunu sezmemek de mümkün değil.

Çağrı tweetini atan kimi kişilerden, bu süreçte yazdığım yazılarda ve yaptığım programlarda söz etmiştim. Yine de, gelin, bunların kimler olduğuna sırayla bir bakalım: 

Önderlik havasında olanlardan biri, ülkede bulunduğu dönemde, egemen mollalara değilse bile muhalefete düşmüş mollalara, örneğin Mir Hüseyin Musevi’ye yakınlığıyla bilinen kadın aktivist Mesih Alinejad. Alinejad, ABD’deki kurumlarca fonlandığı öne sürülen, dolayısıyla kimi çevrelerce ABD’nin çıkarları doğrultusunda hareket etmekle eleştirilen biri. Önderlik havasındaki bir başka kişi ise devrik Şah’ın oğlu Şehzade Rıza. Rıza da, her ne kadar “ben monarşik düzeni yeniden inşa edelim ısrarında değilim, devrimden sonra özgür ve demokratik bir seçimle ve referandumla karar verelim” diyorsa da, Şah taraftarı kesimlerden bile “bugünleri öngörüp vaktinde hazırlık yapmadı” diye eleştirilen biri. Molla Rejimi tarafından düşürülen Ukrayna uçağında eşini ve kızını kaybeden, son aylarda ise Kanada’daki ve özellikle Berlin’deki Rejim karşıtı büyük mitinglerin organizatörü olarak öne çıkan Hamdi Esmailiyun da listedeki adlardan bir başkası. Esmailiyun’un kendisinin büyük iddiaları varmış gibi gözükmese de, Batılı medyalarca nicedir öne çıkarılmaya çalışıldığını söylemekte sakınca yok. Önderlik iddiasında olmayan, buna karşın büyük saygınlığı olan, halk tarafından çok sevilen ve bu nedenle sahneye doğru itilen kişilerden biri ise futbol insanı Ali Kerimi. Kerimi’nin ise ülkedeki devrimci kitlelere önderlik edecek türde bir siyasal bilincinin, derinliğinin olduğunu söylemek güç. Listedeki beşinci kişi olan Golşifte Ferahani ise Hollywood’da da belli bir üne erişmiş genç bir sinema oyuncusu ki zaten politik formasyonun yetersizliğini kendisi de samimi bir biçimde ifade eden, önderlik iddiası olmayan biri. Listedeki son kişi ise mesleği modellik olan, bugüne kadar siyasal süreçlere hiç katılmamış genç bir kadın olan Nazenin Bonyadi. 

Rejim karşıtı grupların belli bir bölümü futbol, moda, sinema gibi alanlardan gelen bu altı insanın ortak bir mesaj vermesini değerli buluyor. Bunun, halkın birliğini sağlamaya dönük önemli bir adım olduğunu düşünenler var. Fakat bir örgütü, partiyi ya da etnisiteyi temsil etmeyen bu grubun hamlesinin siyasal olarak ne anlama geldiği konusunda işin içinden çıkamayanların sayısının daha fazla olduğunu söyleyebiliriz.

Öte yandan, bu tweetin ciddi tartışmaları da beraberinde getirdiğini söylemek zorundayız. Söz konusu altı kişi bir ittifakı mı temsil ediyor yoksa basit bir iş birliğini mi? Bu ünlüler, hareketin önderliğine mi oynuyor yoksa yalnızca halkı kenetlenmeye mi davet ediyor? Kimine göre bu bir “ittihat” sayılamaz çünkü ittihat ancak partiler arasında, örgütler arasında söz konusu olabilir. Oysa bu altı kişi herhangi partiyi ya da örgüt temsil etmiyor.

Elbette, çok daha sert tepkiler de var ve bunlardan biri üzerinde mutlaka durmak zorundayız: Washington’da gazetecilik yapan, Kürt kökenli Ali Cevanmerdi, olayların başından beri İran’daki sokak hareketinin fiili basın sözcülüğünü üstlenmiş durumda. Her gece, birden çok kez kameranın karşısına geçiyor ve hem nerede ne olduğunu aktarıyor hem de eylemlerin nerede yoğunlaşması gerektiği, neler yapılması gerektiği konusunda taktikler veriyor. Onun bu videoları ise eşzamanlı olarak Şah yanlısı gruplardan birinin kanalında ve özellikle de Beluç ve Kürt kanallarında yayımlanıyor. Cevanmerdi’nin, hareketin yurt dışındaki en organik militanı olduğunu söylemek zorundayız.

Cevanmerdi, Pazartesi gecesi kameranın karşısına geçti ve yaptığı zehir zemberek açıklamayla, yayımlanan bu tweetle hedefleneni kendi penceresinden deşifre etti. Ona göre, halkın devrimci süreci yabancı ülkelerin elinde bulunan medya kanalları aracılığıyla -bir dizi ünlüyü de figüran olarak kullanarak- Şah’ın ailesine ve İran milliyetçilerine teslim ediliyordu. Yabancı ülkelerin elindeki kanalların neler olduğuna açıklık getirmeye çalışarak devam edecek olursak, bunlardan biri, Iran International televizyonu ki Suudi sermayesine ait olduğu herkesçe biliniyor. Bir başkası iseMan o To adlı televizyon kanalı. Bu kanalın kimin sermayesiyle çalıştığı bugüne kadar açıklık kazanmasa da kanalın İsrail’in desteği ile yayın yaptığına inanılıyor. Cevanmerdi, bu büyük kanalların ve bir dizi Şah yanlısı daha küçük kanalın devrimci sürece el koymaya çalıştığını öne sürüyor. “İran, kimi Avrupa ülkeleri gibi monarşik ya da federal bir yapıya da sahip olabilir, sorunumuz bu değil ama kırmızı çizgimiz bu yapının demokratik nitelikte olmasıdır” diyor ve yeni yönetimin başına Şah ailesinin, onlarla birlikte de İran milliyetçilerinin oturmasından duyduğu endişeyi dile getiriyor. Milliyetçilerden kastı ise Fars milliyetçiliği. Yani Beluçların, Kürtlerin, Azerilerin (Türkler) ve öteki azınlıkların dışlanmasından, yok sayılmasından endişe ediyor. “Evet, bunları ben dile getiriyorum ama bu benim değil, bizim kaygımız” diye de ekliyor.

Bu bilgileri aktardıktan sonra, şunu söyleyebiliriz ki İran’daki devrimci harekete ilişkin İranlı muhalif kesimlerin tutumunu genel olarak iki başlıkta toparlamak mümkün:

Birincisinde, halkı örgütlenmeye davet etmeyen, bir program önermeyen, organik-örgütlü yerel liderleri dışlayan ve bunların yerine Avrupa’da ve Amerika kıtasında yaşayan bir grup ünlüyü öneren ve benimseyen bir anlayış var. Bu anlayışın temsilcileri, örneğin, Makron’un, Biden’ın, Avrupa Parlamentosu’nun desteğini almanın, İran’a yönelik yeni yaptırımları yürürlüğe koymanın, İran İslam Cumhuriyeti’nin Avrupa ve Amerika’daki elçiliklerini kapatmanın devrimi başarıya ulaştırmaya yeterli olacağı kanısında gibiler. Bu tutumun arkasında belli ölçülerde emperyalist güçlerin ve onların istihbarat örgütlerinin olduğunu söylemek bile fazla.

İkinci grupta ise hareketin önderliğinin ne olursa olsun ülke içinden, sokaklarda şu anda mücadele etmekte olan kesimler içinden çıkması gerektiğine inanan, yurt dışındaki her İranlı’nın ise ülke içindeki bu eylemciler için yolu düzenlemekle sorumlu olduğuna inananlar bulunuyor. Düşünceler kısmen farklı olsa da genel eğilim bu yönde. Tutuklu yakınlarının, idam mahkûmlarının ailelerinin, nakliyat sektöründe çalışan sürücülerin oluşturduğu örgütlenmeler, esnaf, emekli, öğretmen birlikleri örgütlenmeleri üzerinden yürüyelim ve bir program oluşturalım diyorlar. 

Bana kalırsa, gerçekçi ve işe yarar bir devrimci süreç, kimi etnik ve mezhebi unsurları doğru biçimde bu önderlik yelpazesine yerleştirmek zorunda. Örneğin Beluçlar, sistemce en çok dışlanan ve en büyük bedeli ödeyen halklardan biri olarak, olayların ilk günlerinden beri bir bütün halinde hareket ediyorlar. Böylesine birlik halinde hareket eden bir etnik grubun önderlik mekanizması içinde yer almaktan yoksun bırakılması herhalde büyük sakıncalar doğuracaktır. Üstelik olayların ikinci haftasında, Cuma namazı sonrasında Rejim’in silahlı güçlerince helikopterlerden açılan ateş sonucu yüzden fazla Beluç katledilmişken ve bu katliamın acısı onlarda yer etmişken... 

Sünni bir topluluk olan Beluçlar, olanca tutuculuklarına karşın aylardır samimi bir biçimde, her türden grubu içeren devrimci hareketin içinde yer alıyorlar ve tutumlarından asla taviz vermiyorlar. 

Beluçların en büyük dini lideri olan Movlevi Ebdul Hemid (Mevlana Abdul Hamid), Hamaney’in barışmak için iki ayrı dönemde gönderdiği iki heyetle de, Rejim’in güven vermediğini ve samimi olmadığını öne sürerek görüşmeyi reddetti. Her Cuma Hutbesinde de Hamaney’i ve Rejim’i kıyasıya eleştirmeye devam etti. 

Fakat bence (Şeyhülislam) Movlevi Ebdul Hemid, en ilginç ve önemli hutbesini 2022’nin son Cuma gününde verdi. Konuşma uzun ama birkaç önemli sözü aktarmakta yarar var. Şöyle diyordu: “İnsan haklarına uymak gerek, insanlığı düşünmek zorundayız. Burada Yahudiler var, Nusayriler var ama Bahailer de var. Bahailerin de insani hakları var. Hatta inançsızların da hakları var. Bütün yasalar Müslüman olan ile olmayan üzerine kurulamaz. Bunu Allah da kabul etmez. Bazıları bize ayrılıkçı diyor. Biz, bütün ayrılıkçı taleplere karşıyız. Biz, her türden ayrılıkçı talebin karşısındayız. İran’daki bütün kavimler olarak kardeşiz ve İranlıyız. İran’daki herkesin acısını yaşıyoruz.”

Şeyhülislam Movlevi Ebdul Hemid gibi İran gibi bir şeriat ülkesinde bir etnik grubun siyasi liderliğini de üstlenmiş olan bu türden bir din adamının söylediği bu sözleri ilginç, ilerici, hatta devrimci bulmamak olanaksız. Belki de tarih kitaplarına geçecek ve sonraki on yıllarda atıfta bulunulacak bir konuşmaydı son Cuma Hutbesi. 

Ancak, Batının, İsrail’in ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin, İran için oluşturmaya çalıştıkları bu yeni liderlik tablosunda Beluç, Kürt, Azeri, Komünist grupların temsilcilerine yer vermemeye çalıştıkları anlaşılıyor. 

O halde bir kez daha vurgulamalıyız ki bu kesimlerin haklarını ve taleplerini dile getiremeyecek biçimde düzenlenmiş bir devrim hareketi önderliğinin, Batılı merkezlerde ne ölçüde şık durursa dursun, başarıya ulaşabilmesi neredeyse olanaksız olacaktır.