Milat Bülent Kılıç’ın gündeminde Afganistan’daki kadınlara yönelik eğitim kısıtlaması ve İran’da devam eden direniş hareketinin detayları vardı.
Aylardır İran’ın yoğun gündemine odaklandığımız için Afganistan’da olup biten önemli olayları ne yazık ki kaçırıyoruz. Birçoğunuzun bildiği gibi Taliban yönetimi kadınların ve kız çocuklarının okula gitmesine sınırlama getirdi. Şeriat kurallarına göre bir kız çocuğunun altıncı sınıftan sonra okula devam etmesi caiz değil. Bu nedenle hâlihazırda eğitimini sürdürmekte olan bütün kız çocuklarının ve elbette üniversiteye devam eden genç kadınların eğitim süreçleri sona erdirildi.
Bu, son derece korkunç bir karar ve çok ciddi bir insan hakları ihlali. Buna karşın bir kez daha dünyadan gerçek bir tepkinin gelmeyeceğine neredeyse eminiz. Şunu iyi biliyoruz ki Afgan halkı ve Afgan kadınları eğer bir hak elde edeceklerse, bunu kendi mücadeleleriyle, bileklerinin gücüyle, inançlarıyla elde edecekler.
Kararın ardından özellikle Kabil’de ve Tekhar’de üniversite öğrencisi kadınlar sokaklara dökülüp durumu protesto etmeye çalıştılar. Çalıştılar diyorum çünkü son derece inançlı ve kararlı gözükseler de sayıları çok kalabalık değildi. Ve çok geçmeden polis plastik mermi ve tazyikli su kullanılarak öğrenci gruplarını dağıtmayı başardı. Sonrasında bu eylemci öğrenciler yayımladıkları videolarla durumun gerçek niteliğini gözler önüne sermek için uğraştılar ve dünyanın dikkatini konuya çekmek için çabaladılar.
Kabul edelim ki Afgan kadınlarının yaşadıkları sorunlara karşı dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir noktasında gerçek bir ilgi, derin bir uğraş söz konusu olmuyor. Bu ilgisizliğin İran halkı nezdinde de böyle olduğunu birçok kez söylemiş ve İran halkını eleştirmiştim. Oysa Afgan kadınlarını en iyi anlayabilecek olanlar İranlılar ve İran kadınlarıydı. Böyle bir sıralama yaparsak bu gruba Türkiyeli kadınları da eklememiz gerek.
İran’da eylemler sırasında kullanılan kimi sloganlar, Afganistan’daki kadın eylemciler tarafından da kullanılmaya başlandı. Bunlardan biri de “zen, zendegi, azadi” yani “kadın, yaşam, özgürlük” sloganıydı. İran’da mollaların yenilmesi çok önemli. İran’ı kökten değiştireceği gibi, Afganistan’da da birçok şeyi derinden sarsacak. Ve bir özgürlük dalgası, özgürlük umudu bu bölgede yayılacak, karşılık bulacak.
Geçtiğimiz Pazartesi, İran İslam Cumhuriyet’i tarihinde daha önce görülmemiş bir şey oldu. Dünyaca ünlü, muhalif futbolcu Ali Dai’nin eşinin ve kızının da içinde bulunduğu uçak, Dubai’ye inmesine 10 dakika kala Rejim’in emriyle geri döndürüldü. Dai’nin eşi ve kızı gözaltına alındı. Son derece tuhaf, hatta skandal niteliğinde bir olaydı. Çünkü her iki kişi için de bir arama ya da yakalama kararı yoktu ve zaten havaalanı kontrolünden sorunsuz biçimde geçmiş, uçağa binmiş, hatta Dubai hava sahasına girmişlerdi. Uçak iner inmez Dai’nin eşi ve kızı gözaltına alındı ama gerekçe belirtilmedi. Ali Dai de yaptığı açıklamada durumun saçmalığına dikkat çekiyordu. İnsanların aklına hemen Molla Rejimi’nin birkaç yıl önce iki füzeyle düşürdüğü Ukrayna uçağı geldi.
Rejim, bugüne kadar resmî olarak tam 15 kez “olaylar bugün itibariyle sona erdi, evlerinize dönün” dedi. “İran güçlü bir devlettir, bizden korkun, bu işe son verin” açıklamaları yaptı. Bu gözdağları işe yaramadı. İran halkı nezdinde öyle inanılıyor ki, Şiraz’daki Şahçerağ katliamı Rejim’in iddia ettiği gibi IŞİD’in değil, Rejim’in provokasyonuydu. Aynı biçimde, Evin Hapishanesi’ndeki katliam denemesi de… Yani Molla Rejim’i gözdağından provokasyona, oradan da sembol hâline gelmiş eylemcilerin idamına uzanan bir seri yol denedi, deniyor ama başarılı olamıyor. Eylemler üç buçuk ayı geride bıraktı.
Geçtiğimiz hafta İran’ın belli başlı kentlerinde yağmur ve kar vardı. Ama eylemciler yine de sokakta, barikatlarda, kampüslerdeydi. Tahran’da metrolar büyük bir eylem alanı olma özelliğini korumaya devam ediyor. Aslında bir izdihama neden olabilecek türden dar mekânlar olduğu için eylem için çok elverişli yerler değil. Ama halk, baştan beri buraları bir miting alanına çevirmekte sakınca görmüyor. Geçtiğimiz haftalarda polislerin vagonlardan birine girip halkı ve özellikle kadınları neredeyse linç ettiğine ilişkin görüntüler dünya basınına yansımıştı. Geçen hafta Tahran’da metro içinde küçük çaplı çatışmalar yaşandı. Hatta polis metronun koridorlarında gençlere karşı göz yaşartıcı kapsüller kullanmaktan bile çekinmedi. Şunu söyleyebiliriz: Eylemler son bulmuyor. Ama ezici bir bölümü Rejim’den nefret ediyor olmasına karşın İran halkı milyonlar hâlinde sokaklara dökülmüyor. Sokak eylemleri, belli eyaletler dışında, esas olarak inatçı, kararlı militan kesimler üzerinden yürüyor.
Grevler ve boykotlar belli ölçüde süreklileşmiş durumda ama bunlar da büyük bir hızla yaygınlaşamıyor. Çünkü direniş saflarında grevdeki işçilerin ailelerinin yaşamasını, geçinmesini sağlayacak bir yardımlaşma ya da dayanışma ağı organize edilebilmiş değil.
Beluçistan, İran İslam Cumhuriyeti’nin bilerek, isteyerek ilgilenmediği, ihmal ettiği, hor gördüğü eyaletlerden biri. Görebildiğimiz kadarıyla bu durumun önemli gerekçelerinden biri Beluçların Sünni olması. Beluçlar, Rejim’in Zahedan kentinde gerçekleştirdiği büyük katliamda 100’den fazla insanını kurban vermişti. Hatırlarsanız, bu katliamın öncesinde de Pasdarlar yani polisler bir Beluç ergenine günlerce tecavüz etmiş, Beluçlar da bu kız çocuğunun intikamını almak üzere tecavüzcü iki polisi öldürmüştü. Beluçların direnişi özellikle her Cuma günü Cuma namazından sonra bir kez daha tazeleniyor. Çünkü Beluçların dini lideri Movlevi yani Mevlana Ebdul Hemid mollalara karşı aldığı pozisyondan taviz vermiyor.
Molla Rejim’i bu süreçte Movlevi Ebdul Hemid’i yanına çekmek üzere iki kez Zahedan’a molla heyeti gönderdi ama kendisi heyetlerle görüşmeyi reddetti. Çünkü Rejim’in, o kanlı saldırının faillerini ortaya çıkarmak ve cezalandırmak yönünde hiçbir girişimde bulunmamasını içlerine sindiremiyorlar, kabul edemiyorlar. Bu durum da, aslında son derece tutucu hatta bağnaz olan Beluç topluluğunun bir anlamda ilericileşmesine neden oluyor. Beluçlar bu süreçte etnik ve mezhebi kimliklerini bir kenara koymayı başardılar. Daha laik bir hatta geçtiler. Sloganlarında ve söylevlerinde inananla inanmayanı, örtülü olanla olmayanı ayırmamaya özen gösterdiler. Tek dertleri Molla Rejimi’nin yıkılması ve daha demokratik bir ortamın oluşması, baskının, şiddetin, katliamların son bulması oldu.
Geçtiğimiz haftanın önemli ve acı olaylarından biri de, Fransa’nın Lion kentinde doktora yapmakta olan 38 yaşındaki Muhammed Moradi’nin dünyanın dikkatini İran'daki olaylara çekmek için intihar etmesiydi. Moradi, geride bir video kaydı bırakmıştı ve şöyle diyordu: “Burda, Franda’da İran’a oranla çok daha rahatım. Bir ekonomik güçlük yaşamıyorum ve ruh sağlığım da yerinde ama ülkemde olup bitenler benim huzur içinde yaşamama engel oluyor.” Bu türden sözler ettikten sonra Moradi kendini nehrin buz gibi karanlık sularına bırakmıştı. Böyle düzgün, aklı başında bir gencin intihar etmesi son derece üzücü ve seçtiği yöntem, gerekçesi ne olursa olsun, kimsenin seçmemesi gereken bir şey. Olay, sonrasında çok tartışıldı ve Moradi’nin seçtiği bu yöntemin tersine kitlelerde bir moral bozukluğuna neden olduğunu söyleyen çok kişi oldu.
Diğer birçok eylemci gibi “yaradana savaş açmak” suçlamasıyla yargılanan Doktor Hamid Karahasanlu’nun idam hükmü üst mahkemece bozuldu. Ben kararın bozulmasında uluslararası alanda, özellikle hekimlerin yürüttüğü Hasanlu’ya sahip çıkan kampanyanın etkili olduğu kanısındayım. Hasanlu bir kez daha yargılanacak ama bu kez “yaradana savaş açmak” suçlamasıyla değil. Bu da yeniden yargılama süreci başlayana kadar serbest bırakılma olasılığının olduğu anlamına geliyor.
Geçen haftanın bir başka tartışma konusu da, bir süre önce idam edilen ve kahramanlığıyla dikkat çeken Mecid Rezarahneverd’in ölümünden sonra yapılan haberlere ilişkindi. Mecid Rezarahneverd, iki Besiç’i bıçakla yaralamaktan dolayı çıkarıldığı mahkemede, “yaradana savaş açmak” suçlamasıyla yargılanmış ve idama mahkum edilmişti. Cenazesinde dini tören istemediğini, mutlu şarkılar istediğini söyleyerek de dikkat çekmişti. Mahkemede çekilen fotoğraflarda Mecid’in sol kolunun sargıda olduğu gözüküyordu. İdamdan sonra anlaşıldı ki onun kırılan bu sol kolunda Şah döneminin bayrağının sembolleri olan aslan ve güneş figürü bulunuyordu. Polis bu nedenle kolunu kırmıştı.
Mecid Rezarehneverd’in idamıyla ilgili yayın yapmayan şah yanlısı kimi haber kanalları, Mecid’in Şah yanlısı olduğunu öğrenip haberler yapmaya başlayınca devrimci kesimlerin öfkesine neden oldu. Çünkü devrimci gruplar ölenler arasında ayrım yapılmasına şiddetle karşı çıkıyorlar ve bunu ölüleri yarıştırmak olarak niteliyorlar. Bu ayrımcılığın ise bölücülük olduğunu öne sürüyorlar.
Rejim geçen hafta çocukları öldürmeye devam etti. Önce Süha adlı 12 yaşındaki bir kız çocuğunu daha sonra 17 yaşındaki bir genci öldürdüler. Cenazelerinin 40. gün törenlerini yapmasınlar diye ailelere baskı uyguladılar. Mezarlıklarda toplanan kalabalıkları taciz ettiler. Ama halk yılmadı, vazgeçmedi. “Gökkuşağını yaradan tanrı” sözlerinin geçtiği çocuk şiiriyle özdeşleşen Loristanlı 10 yaşındaki Kian’ı da katletmişlerdi. Ama aynı olayda yaralanan yoğun bakımdaki babası oğlunun ölümünden habersizdi. Geçen hafta, hasta yatağındaki babaya nihayet söylediler.
Eylemler sürecinde öne çıkan sloganları zaman zaman size aktarmaya, açıklamaya çalışıyorum. Bana göre geçen haftanın ilgi çekici sloganı Beluç eylemcilerinin kullandığın “merg ber Cumhuriye Edami” sloganı oldu. Bu, “Kahrolsun İran İdam Cumhuriyeti” anlamına geliyor. Bu da onu son derece vurucu kılıyor.
Son günlerde mollaların egemen olmayanları yani mevcut Rejim’e karşı mesafeli olanları sarıklarını çıkararak dolaşıyor. Egemen mollaların bir bölümü de “sarık uçurma” eylemlerinin korkusuyla sarıksız dolaşıyor. Halkın mollalara karşı büyük bir öfkesi var. Bu nedenle gençler, sokakta yürüyen bir mollaya yaklaşıp, sarığına tokat atıp, yere düşürüp kaçırıyor. Bu eylemlerin görüntüleri de internette paylaşılıyor. Buna da “emmame peri” yani “sarık uçurma” deniyor.