Elektronik sigara kullanan gençler beş kat daha fazla Covid riski altında

-
Aa
+
a
a
a

Yapılan araştırmalara göre elektronik sigara kullanan genç yetişkinler, sigara kullanmayan diğer gençlere göre beş kat daha fazla Covid’e yakalanma riski altında. 

Gençlerde E-sigara kullanımı ve Covid riski
 

Gençlerde E-sigara kullanımı ve Covid riski

podcast servisi: iTunes / RSS

(21 Ekim 2021 tarihinde Açık Radyo’da Salgınlar Çağı programında yayınlanmıştır.)

 

Ömer Madra: Günaydın, merhabalar!

Osman Elbek: Günaydın!

Kayıhan Pala: Günaydın!

Özdeş Özbay: Günaydın!

ÖM: Evet, pandemide sağlık, nasıl durumlarımız?

OE: DSÖ’nün 19 Ekim tarihli durum raporuna göre geçtiğimiz haftayı dünya -Avrupa kıtası hariç- görece stabil bir durumda geçti. Avrupa’da ise vakalarda ve ölümlerde hafif bir yükselme var. Bu hafta Rusya’da vaka ve ölüm sayılarında inanılmaz bir artış yaşandı ve bu artışla birlikte dünyada vaka sayısı en yüksek beş ülke sıralaması değişti: ABD ve Birleşik Krallık ilk iki sırayı paylaşırken üçüncü sıraya Rusya oturdu, biz dördüncü sıraya geriledik ve Hindistan bizi takip etti. Son 28 günlük vaka sayısında ise Türkiye ne yazık ki dünya üçüncülüğünü koruyor. Bir önceki haftayla benzer şekilde Türkiye’de geçtiğimiz hafta 100 bin kişide 253 yeni vaka saptandı oransal olarak. Bunun anlamı şu ki -sevgili dostumuz Cavit Işık Yavuz da saptamış bu veriyi- son 12 haftadır, yani son üç aydır Türkiye’de salgın 100 binde 100 yeni vakanın hep üzerinde kaldı. Bu ortalama günlük 29 bin küsur vakaya karşılık geliyor ve aktif vaka dediğimiz -vefat edenleri ve iyileşenleri çıkardığımız zaman geriye kalan hastalar- 500 binin üstünde. Ölümler konusunda da ne yazık ki oldukça kötü halimizi üzülerek söylemek gerekir ki koruyoruz; dünya sekizincisiyiz ölümler açısından. Geçtiğimiz haftayı her gün ortalama, günlük 208 vefatla kapattık. Yine oransal olarak bakarsak sekiz haftadır günlük 200’ün üstünde insan kaybediyoruz. Yani iki ayda 12 binin üstünde insan kaybettik. Dünyanın en çok vaka saptanan ilk beş ülkesine baktığımız zaman -günlük ve iki haftalık- nüfus başına ölümler açısından birinci sırada Rusya, ikinci sırada Amerika, üçüncü sırada ise Türkiye var ne yazık ki. Test sayımız bu hafta azalma veya artış göstermedi; 350 bin küsur testi geçiyoruz günlük olarak. Ancak test pozitifliğimiz hâlâ çok yüksek: %8,2. Test pozitifliği açısından en çok vaka saptanan ilk beş ülkeye baktığımız zaman ilk sırada ne yazık ki Türkiye’yi görüyoruz; Amerika ve Rusya ise bizi izliyor. Aşılar açısından son verimiz ise tam aşılı -iki doz Koronavac’ı da dahil edersek- oranımız %55,9. Sayın bakan üçüncü doz aşısını olmayan beş milyon kişinin olduğunu açıkladı ama daha kötüsü günlük aşılama dozumuz 250 bin dozun altında. Amerikan Hastalık Önleme Merkezi (CDC) geçtiğimiz hafta çok kritik bir açıklamada bulundu. Bu açıklamada 12-18 yaş grubundaki gençleri mRNA aşılarının %93 oranında hastaneye yatmaktan koruduğunu ve iki doz mRNA aşısı olup da yoğun bakımda yatan hiçbir ergenin olmadığını açıkladı. Bu vesileyle bir kere daha görüldü ki aşı koruyor. Ama aşının koruyucu gücünden çok uzakta, hâlâ hastalığın, vakaların, ölümlerin çok yaygın olduğu, salgının kontrol altına alınamadığı ve gündemden düştüğü bir Türkiye’deyiz. Sen ne dersin Kayıhan?

ÖM: Bir şey sorabilir miyim? Test pozitifliği dediniz ve burada Türkiye’nin çok yüksek, en yüksek sırada olduğunu da söylediniz.

OE: Evet.

ÖM: Bu ne demek? Birazcık, bir cümleyle açabilir misiniz?

OE: Tabii, DSÖ iki haftalık bir sürede %5’in üstünde test pozitifliğinin o ülkede salgınının kontrol altında olmadığına işaret ettiğini ve o ülkenin görece az test yaptığını, hasta olup da saptayamadığı çok kişinin olduğunu, test sayısının mutlaka arttırılması gerektiğini, şikayeti olup da teste ulaşamayan çok insanın/hastanın olduğu anlamına geldiğini söylüyor. O yüzden ısrarla test sayısının Türkiye’de artması lazım. %8,2 test pozitifliği ulaşamadığımız, hasta olup da tanı koyamadığımız çok insan olduğuna işaret ediyor. Kayıhan şüphesiz halk sağlıkçısı olarak buna benden daha çok katkıda bulunacaktır.

"Aşı karşıtlarının yalanlarına karşı herhangi bir şey yapılmamasını anlamak mümkün değil"

KP: Osman teşekkürler bu güzel değerlendirme için. Gerçekten ne olduğunu çok kısa bir zaman diliminde paylaşmış oldun dinleyicilerimizle. Tabii burada halen Sağlık Bakanlığı verilerinin şeffaf olmadığını, bizim halen, yani salgından sonra 600. güne yaklaşırken ne olguların ne ölümlerin yaş ve cinsiyet dağılımlarını, il-ilçe dağılımlarını, meslek dağılımlarını, sosyal sınıf dağılımlarını, eşlik eden hastalık dağılımlarını bilmediğimizi ve dünyanın bunu açıklamayan ender ülkelerinden biri olduğumuzu tekrar vurgulayalım. Test pozitifliğinde de ilginç şeyler yaşanıyor; Türkiye üzerinden baktığımızda böyle ama biliyorsun Çorum valisi ilginç bir açıklama yaptı. Çorum Valisi diyor ki “test yaptığımız 100 kişiden 20’si pozitif”. Dolayısıyla burada aslında iller arasında çok daha ciddi bir problemin bu pandeminin ilk aylarında olduğu gibi aynen karşımıza çıkmış olma potansiyeli var. Anımsarsan Sağlık Bakanlığı panemiden aylar sonra, yanlış hatırlamıyorsam pandeminin yedinci-sekizinci ayında, 2020 yılının nisan ayında Türkiye’deki test pozitifliğinin %20 olduğunu açıklamak zorunda kalmıştı. Dolayısıyla şu anda Türkiye’ de salgın bütün hızıyla devam ediyor ve maalesef Sağlık Bakanlığı burada sorumluluğu yurttaş üzerinden tanımlamaya çalışan bir politika izliyor. Aşılar konusunda da, toplumun büyük bir kesiminin aşılanması konusunda da ciddi bir sağlık iletişimi uyguladığını söylemek mümkün değil. Yani aşı karşıtlarının birkaç yerde birden gösteri yapmasına izin verilen bir durumu ve aşı karşıtlarının yalanlarına karşı, artık bunu net olarak söylememiz gerekir, herhangi bir şey yapılmamasını gerçekten anlamak mümkün değil. Toplumun kafasındaki aşı tedirginliğini gidermek üzere başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere hem Sağlık Bakanlığı hem TTB hem sağlık meslek uzmanlık dernekleri gibi bilim insanlarını da katacak olursak geniş bir ekip tarafından insanların kafasındaki soru işaretlerin giderilmesine dönük çabaların da yetersiz olduğunu söylemek zorundayız. Bu arada Sağlık Bakanlığı eğer iyi bir sağlık iletişimi uygulayıp bu ekiplerin tamamını bir araya getirerek topluma güçlü bir mesaj verebilse daha başka bir şey olabilirdi diye düşünüyorum. Çünkü henüz Türkiye aşılama oranıyla -senin verdiğin rakamlar da bunu çok net gösteriyor- güçlü bir yanıt verme yaklaşımından çok uzak. Aşı dışındaki halk sağlığı önlemleri de neredeyse ortadan kaldırılmış gibi. Öte yandan aşı konusunda ben kişisel bir gözlemimi paylaşayım; Bursa’da benim de uzaktan tanıdığım bir sağlık çalışanı 30’lu yaşlarında maalesef bu hafta içerisinde hayatını kaybetti Covid yüzünden, çünkü aşısızdı. Yani sağlık çalışanlarında bile, tıp öğrencilerinde bile, hekimlerde bile henüz tamı aşılılığı sağlayamamış bir durumdayken işimiz biraz daha zor görünüyor Osman. 

OE: Gerçekten öyle ama hem aşısız olanlardan PCR istemlerinin iller bazında peş peşe iptal edilmesi hem de görebildiğim kadarıyla sağlık bakımından sadece Turkovac üzerinden “üçüncü dozunuzu yapın” düşüncesi dışında aşıların genel olarak arttırılmasına yönelik bir çabaya girişilememesi, girişilmemesi, önümüzdeki dönemde yüksek ölümlerin hâlâ devam edeceğini düşündürüyor. Ayrıca senin şeffaflık vurgunu ölümler üzerinden de tariflememiz lazım. Yılı kapatmamıza rağmen TÜİK’in hâlâ ölüm istatistiklerini yayınlamadığını, bunun tek nedeninin Covid-19 pandemisinde açıklanandan çok daha fazla ölümün olduğunu, bu nedenden dolayı yayınlanmadığını biliyoruz. Bu yüzden şeffaflık sorunu ilk günden itibaren aynen devam ediyor.

"Maalesef Türkiye şu anda hızlı test uygulamasını gündeme getirmiş değil"

KP: Osman, burada yalnız testlerle bir şey söylemek isterim. Biliyorsun dün birlikte de katıldığımız bu 6. Ulusal Klinik Mikrobiyoloji Hibrit Kongresi’nde de gündeme getirildi, KLİMUD ve Türk Mikrobiyoloji Cemiyeti tarafından düzenlenen kongrede. Yani meseleyi çok daha fazla sayıda PCR testi üzerinden tartışmak yerine PCR testinin kalitesini güvence altına alıp hızlı testleri de bir an önce uygulamaya koyacak bir perspektife ihtiyaç var. Maalesef Türkiye şu anda hızlı test uygulamasını gündeme getirmiş değil. Sağlık Bakanlığının bu konudaki tutumunu da anlamak mümkün değil. Oysa salgının kontrol altına alınabildiği ülkelerde başta eğitim kurumları olmak üzere hızlı testler aracılığıyla tarama yapılmasının, daha sonra riskli grupların PCR testiyle kesin tanı almasının çok daha doğru bir yaklaşım olduğunu dünya artık gördü, kanıtladı. Oysa henüz Türkiye bu hızlı test yaklaşımını da tercih etmemiş durumda. Bunu da vurgulamakta yarar var zannediyorum.

ÖM: Ben de bir şey daha ekleyebilir miyim? Yani Covid konusunda DSÖ, yoksul ülkeler yeterince aşıya erişemedikleri için salgının gereğinden en az bir yıl daha uzun süreceğini söylemiş. Yani 2022’de de pandemiyle birlikte yaşayacağımızı açıklıyor örgütün üst düzey yöneticilerinden Bruce Aylward diye birisi. Yani “Afrika kıtasında hep dile getirdiğimiz gibi nüfusun, yani dünyanın en yüksek nüfuslu kıtasının %5’inden azı aşılanmış durumda. Diğer kıtaların çoğunda bu oran %40 kadar” diyor. Yani “gerçekten hızlanmamız gerekiyor yoksa biliyor musunuz bu pandemi gereğinden fazla bir yıl daha devam edecek” demiş. Böyle de bir durumdan bahsediyor.

KP: Ömer bey, çok önemli bir konuya vurgu yaptınız. Bu sanki yalnızca Afrika vb. ülkelerin bir sorunu gibi algılanıyor. Oysa bu küresel bir sorun. Şuradan değer biçelim; biz pandemi ilk başladığında pandemideki toplumsal bağışıklık düzeyi için %67 diye bir hesap ortaya koymuştuk R0 değerinden yola çıkarak. Ancak dünya aynı oranda yanıt veremediği için, endişe verici varyantlar ortaya çıktıkça %67-70’lere, 75’lere, şimdi %83’e çıktı. Dolayısıyla dünya bunu eğer küresel düzeyde baskılayamazsa bu dünyanın geri kalanı için de çok ciddi bir problem. O yüzden DSÖ daha başlangıçta çok önemli bir mottoyu dile getirmişti “pandemide herkes güven altında olmadan hiç kimse güvende olamayacak”. O yüzden de küresel bir yanıt çok önemli. 

OE: Ancak düşük sosyo-ekonomik statüdeki ülkelerde, hani Afrika dışına da baktığımız zaman, aşı oranlarının bugün %2,8 dolaylarında olduğunu görmek lazım. Bu aşılama trafiğiyle mümkün değil. Tekrar patentleri tartışmadan, aşıları farklı yerlerde üretmeden ve topluma ulaştırmadan, sağlık altyapılarını güçlendirmeden bu pandemiden çıkabilmenin kısa zamanda olmayacağı çok aşikar ama dünya bunun karşısında aşı pasaportu gibi, hani aşılanan ülkelerin kendilerini koruması ve ötekini, yabancıyı, hastalık taşıyanı almaması gibi bir politika izlemeyi hedefliyor ne yazık ki. Öte yandan bu hafta aslında ikinci konuyu konuşmak istediğimiz özel bir gündeyiz; 21 Ekim’in neden özel bir gün olduğunu da paylaşacağız sonunda. Pandemide sağlık başlığının o sağlığı bozan kısmıyla ilgili, en fazla bozan kısmıyla ilgili biraz konuşmak istiyoruz. Aynı zamanda Covid’le de doğrudan ilişkili: Sigara, tütün kullanımı, özellikle elektronik sigara kullanımı. 

Elektronik sigara, akciğerde iltihap yükünü artırıyor ve bağışıklık sistemini bozuyor

Bu pandemi döneminde, Gaiha ve arkadaşları Journal Adolescent Health’te yaptıkları bir araştırmada 4351 ergen adolesan genç yetişkini araştırma kapsamına aldılar ve gördüler ki elektronik sigara kullanan genç yetişkinlerin, sigara kullanmayan diğer gençlere göre beş kat daha fazla Covid’e yakalanma riski altında olduğunu gördüler. Elektronik sigara kullananların çok büyük bir kısmı ikili kullanır, yani zaman zaman sigarayı da kullanır. Elektronik sigara ve sigara kullananlarda Covid-19’a yakalanma riski herhangi bir tütün ürünü kullanmayan genç yetişkinlere göre yedi kat daha fazla. Yine insanlardaki toplumsal eşitsizlik buraya da yansıyor: Yapılan araştırmalar gösteriyor ki Afro-Amerikalılar, siyahiler, Hispanikler, zayıf veya şişmanlarda Covid-19 semptomları diğer gruplara göre iki kat daha yüksek elektronik sigara kullanıcılarında. Bu konuda birtakım efsaneler vardı pandeminin en başında. Sigaranın, nikotinin Covid-19’dan koruduğuna dair birtakım araştırmalar yayınlanmıştı. Dinleyicilere aktarmak lazım ki yazarlarının tütün şirketleriyle çıkar ilişkileri olduğu için bu araştırmalar geri çekildi daha sonra. Elektronik sigara kullanıcılarının en büyük efsanelerinden biri -tıpkı aşılarda olduğu gibi- bu likitlerin içerisinde, o sıvı dolu haznenin içerisinde nikotin olmadığı yolundaki yalanları. Halbuki veriler bize gösteriyor ki üç tane çok kritik zehir var içerisinde: biri propilenglikol, biri gliserol, üçüncüsü de nikotin. Şimdi son dönemlerde bugünkü bu konuşmayı yapmamızın nedenlerinden biri de CDC’nin 30 Eylül’de yaptığı bir açıklama. Diğer katkı maddeleri saptanmaya başlandı bu e-sigaraların içerisinde ki bunların içerisinde de en önemlisi aromalar. Çünkü genç yetişkinler, babalarının ve annelerinin aksine kötü kokmak istemiyorlar, bu yüzden aromalı elektronik sigaralar çok revaçta. Bunların içerisinde en fazla kullanılanı ise tarçın aroması. Yeni araştırmalar gösterdi ki tarçın aroması bir aldehid ve immün sistemini baskılıyor ve bozuyor. Endüstrinin bu dönemdeki önemli cümlelerinden biri “biz de dumansız hava sahası istiyoruz, o nedenle buhar veriyoruz duman vermiyoruz ki buharda da hiçbir zararlı madde yok” oldu. Oysa son araştırma verileri gösterdi ki elektronik sigaradan etrafa saçılan buharın içerisinde propilen oksit, akrolein, asetaldehid, formaldehid, asetamid, kurşun, nikel, gümüş ve silikad partikülleri var ve bunlar etraftaki kişilerde de pasif maruziyet yoluyla sağlık sorunlarına yol açıyor. O yüzden elektronik sigaraların hem hayvan hem insan araştırmaları akciğer başta olmak üzere iltihabi yükü arttırdığı ve bağışıklık sistemini bozduğunu gösterdi. Burada çok enteresan bir veri var: Biliyorsunuz Covid-19 geçiren hastalarda kan pıhtılaşması daha fazla ve buna bağlı kalp krizleri, felç olma ihtimalleri daha yüksek. İlginç bir araştırma verisi var ki elektronik sigara kullanımı kanı pıhtılaştıran, bizim kan pulcukları dediğimiz, plateletlerin kümelenip çökmesine neden oluyor. Aynı Covid gibi kan pıhtılaşmasını arttırdığı için Covid riskini de hastalığın ağırlığını da o nedenle arttırıyor elektronik sigaralar. Elbette elektronik sigara da aynı klasik sigara gibi insanlar için kanser yapıcı bir madde. Peki bugün neden bunu konuşuyoruz? Birincisi, Amerikan Hastalık Önleme Merkezi (CDC) 30 Eylül 2021’de acil bir durum raporu yayınladı ve dedi ki “pandemi olanca hızıyla gidiyor, ancak ABD’de yaptığım ulusal gençlik araştırmasında elektronik nikotin dağıtım sistemleri ki pek çok farklı elektronik sigarası var, ABD’de lise ve ortaokul öğrencilerinde inanılmaz düzeyde arttı”. Gerçekten ABD’de lise öğrencilerinde %11, ortaokul öğrencilerinde %3’e ulaşan elektronik sigara kullanımı oranları var. Her elektronik sigara kullanan 10 gençten 8’i ise biraz önce tariflediğim aromalı sigaraları kullanıyor. Bu yüzden “pandemi, elektronik sigara mücadelesinin önüne geçmesin ve buna dair önlem alın” dedi kendi ülke ve politika yapıcılarına. “Türkiye’deki durum nedir?” derseniz, Türkiye’de yakın tarihte yayınlanmış bir veriden ifade edeyim: 2012 ile 2019 arasında Türkiye’de toplam nüfusta herhangi bir tütün kullanımının oranı %21 arttı. Alt grup analizine baktığımızda, özellikle kadın cinsiyette, bu geçen yedi yıldaki artış oranının %38’e ulaştığını görüyoruz. Yine Sağlık Bakanlığı’nın son yayınladığı istatistik yıllığında 2014-2019 arasında 15-24 yaş arası genç kızlarda-kadınlarda herhangi bir tütün ürünü kullanma olasılığı %39 oranında artmış durumda. Peki, bu ülke “tütün kontrolü” yaparken sanki buna nispet edermiş gibi tütün kullanma ihtimali artarken biz bugün neden bu konuyu seçtik? Çünkü bugün, yani 21 Ekim 2021 tarihinde Türkiye Ekonomik Politikalar Araştırmalar Vakfı tarafından yayınlanacak bir rapor var. Söz konusu rapor bir tütün şirketi tarafından tümüyle ekonomik olarak fonlanan bir vakıftan alınan parayla hazırlandı ve Türkiye’de adolesan genç erişkinlere, genç yetişkinlere elektronik sigara ve ısıtılmış tütün ürünlerinin bir sigara bırakma tedavisi, bir tütün kontrol müdahalesi olarak önerilmesi içeriğine sahip. Yani Türkiye, bu rapor aracılığıyla, genç yetişkinlerin ve erişkinlerin tütün bağımlılığını arttıracak bir politika önerisiyle bugün karşı karşıya; tamamen bir tütün şirketi tarafından fonlanan bir vakıftan alınan parayla hem de. Bu yüzden pandemi ve sağlık dediğimiz süreçte sağlığın temel risk faktörlerine, hele hele pandeminin yükünü arttıracak, toplumun geleceğini bu kadar etkileyecek bir duruma sırtımızı dönmemek lazım. Bugün Türkiye’de tütün şirketleri tütün kontrol müdahalelerini zaten her geçen gün arttırırlarken bir de böyle görece “bağımsız” vakıflar yoluyla kendi politikalarını hayata geçirmek istiyorlar. Bunun farkında olmak, politika önericilere, politika yapıcılara demokratik kamuoyu baskısı yaratmak ve tütün şirketlerine karşı çok açık bir cephe almak gerekiyor. Bilmiyorum Kayıhan sen ne dersin bu konuda?

KP: Çok haklısın ve bu açık cephe alma konusunda Türk Toraks Derneği ve Halk Sağlığı Uzmanları Derneği, bunu hem topluma duyurmak hem de karar vericilerle buluşturmak amacıyla yoğun bir çaba içerisinde ve biliyorsun geçtiğimiz birkaç gün içerisinde ana muhalefet partisi CHP de bu konuda ciddi bir duyarlılık ortaya koydu. Türkiye’nin bu tuzağa düşmemesi ve tütün tekellerinin kâr maksimizasyonu uğruna gençlerin, özellikle kadınların hayatlarının daha fazla tehlikeye atılmaması gerektiği için bir çabayı gündeme getirdi. Umuyorum ki önümüzdeki günlerde bu tütün tekellerinin değişik propaganda yöntemleriyle gündeme getirmeyi planladığı, Türkiye’de tütün piyasasının daha da genişletilmesine dönük girişimler toplumun büyük kesimlerinin duyarlığıyla geri çevrilecektir, geri çevrilmelidir. Aksi halde gerçekten çocuklarımızı ve gençlerimizi bu büyük tehditten koruyamamış duruma düşeceğiz.

ÖM: Evet, yani bir yandan mesela bütün radyolarda, bizim de radyomuzda da kamu spotları dedikleri şeyler yayınlanıyor, yani sigaranın ne kadar sağlığa zararlı olduğu konusunda. Bir yandan da böyle bir gelişme olması ve bunun medyada pek yer almaması da şaşırtıcı ve endişe verici biraz da.

"Covid pandemisinin mücadelesiyle tütün kontrolünde sergilenen tutum aynı"

OE: Aslında Ömer bey, Covid pandemisinin mücadelesiyle tütün kontrolünde sergilenen tutum aynı. Covid-19 pandemisinde de salgını baskılayacak kamusal tedbirleri almayan ama devamlı twit’ler ve haberler yoluyla “maske takın, kendinize dikkat edin, salgın var, rehavete kapılmayın” diye hep bireye hedeflenen, bireye seslenen, sanki kamusal bir politika yokmuş gibi eğer hastalanırsa da bireyi suçlu tutan bir dil ve politik tutum sergileniyor. Tütün kontrolünde de aynı; “sigara sağlığa zararlıdır, sigara öldürür, sigara-tütün ürünleri insanların yaşamlarına kasteder” gibi bireye yönlenen ama bir taraftan da kamusal politikaları hep göz ardı eden, bu dönemde tütün piyasasındaki, biraz önce Kayıhan’ın dediği çeşitliliğini giderek arttıran, giderek yeni ürünlerin çıktığı, tütün şirketlerinin istediği şekilde vergi politikalarının tariflendiği bir hayat tarzı var. Çok garip bir tutum. Salgında da tütün kontrolünde de kamusal politikalar tamamen salgını baskılamamaktan, tütün arzını arttırmaktan yana ama devlet diyor ki “ben bunları yapabilirim, sizi kışkırtabilirim ama siz kışkırmayın, maskenizi takın, sigaranızı da içmeyin, sorumluluk sizde”. Sorumluluğu sağlıkta tümüyle bireye yükleyen, hasta öldüğü zaman da “senin suçun, aşını da olmadın, tütün de kullandın ben ne yapayım” diyen bir politika. Bunun bizim mücadele etmemiz ve değiştirmemiz gereken en temel zihniyet olduğunu düşünüyorum. Ne dersin Kayıhan?

KP: Çok haklısın, üstelik bir yandan bu tütün tekellerinin yalnızca tütün işiyle uğraşmadıklarını medyayı etkileyebilecek reklam pastaları üzerinden ciddi baskı grupları da oluşturabileceklerini hem dünyada hem de Türkiye’de yakından gözlüyoruz. Ömer bey siz de farkındasınızdır, bu olaylar mesela ana akım medyada neredeyse hiç gündeme gelmiyor. Çünkü arkada medyanın reklam baskısı nedeniyle bunları gündeme getirmemek gibi bir tutumu var maalesef.

OE: Yavaş yavaş sona doğru geliyoruz, şarkımızı anons etmek isterim. Geçtiğimiz ay gerçekleşen Uluslararası Hrant Dink Ödülleri Töreni umudu çoğaltmak üzerine inşa edildi. Evet sorunlarımız var, evet zor ve ağır bir pandemiyle mücadele ediyoruz, dünyanın en öldürücü şirketlerinden biri olan tütün endüstrisi ile mücadele ediyoruz ama dayandığımız iki tane değer var: Biri haklıyız. Çünkü bilgi, bilim bizden yana. Ama haklı olmak yetmiyor bir de umut gerekiyor.  Hrant Dink Vakfı da “umudu çoğalt” demişti. Ezhel de rap müziği ile Hrant Dink anısına bir şarkı düzenlemişti. O umudu böyle tariflemişti:

“Yine de ben isterdim elbet

Yaşamak el ele de, yaşamak hallerde hep

Bu yer bu yerlerde

Hayallerde hep”

Evet, el ele, yan yana, umutla, daha iyi bir ülkeye, daha iyi bir dünyaya ulaşmak için mevcut sorunlarımızı gören ama onlara teslim olmayan, hani kötü sinizme kapılmayan, pesimist bir bakış açısına mahkum olmayan, bilakis umuttan, insandan, barıştan, adaletten yana bir hayatı var edeceğimize inanan bir yerden bugün Ezhel’i size armağan etmek istedik. 

ÖM: Çok teşekkür ederiz, görüşmek üzere.

ÖÖ: Görüşmek üzere.

KP: Hoşça kalın!

OE: Hoşça kalın!