Ekonomi Politik'te Ali Bilge, hafta sonu gerçekleştirilen Türkiye yerel seçimlerini değerlendiriyor.
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!
Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş, günaydın! Herkese iyi haftalar!
Özdeş Özbay: Günaydın!
Ö.M.: İyi haftalar! Çok ilginç yani çoğu zaman beklenmedik olduğu söylenen yerel seçim sonuçlarından bahsediyoruz.
A.B.: Açık Radyo’da bu seçim, benim beşinci yerel seçim programım; 2004, 2009, 2014, 2019 ve 2024. Yerel seçim üzerine yaptığımız değerlendirmeleri çerçevelediğimizde, 20 yılı aşkın bir siyasal sürecin profili ortaya çıkıyor. Bugün, elbette beş seçim üzerine değil, son yapılan seçimleri değerlendireceğiz. Türkiye’de yerel seçimlerin önemli bir kısmı, 2014’ten bu yana otokraside yapıldı, dün yapılan seçimde otokratik bir rejim içindeyken yapılan bir yerel seçim oldu.
Seçimlere giderken muhalefet için öngördüğümüz başarı ölçüsü neydi? 2019’da elde edilen başarının tekrar edilmesi ya da 2019’un üzerine çıkılmasıydı. 2019 başarısı için bir metafor kullanmıştık; ‘Kapı ile eşik arasına konan bir ayak’ demiştik, kapı aralanmıştı. Bu aralıktan geçtiğimiz beş yılda, biraz da olsa nefes alındı ve yerel yönetimler gücü olarak nitelendirebileceğimiz bir vektör oluştu.
Yasama, yürütme, yargı ve medya darmadağın olunca, kuvvetler ayrılığı ortadan kalkınca, yeni bir güç olarak nitelendirdiğimiz yerel yönetimler gücünden biraz nefes alındı. Yerel yönetimlerde sağlanan başarı ile oluşan güç ile Türkiye yönetimine az nispette ortak olunabildi. Dünkü seçimlerde beklenenin üzerinde bir başarı oldu, bu başarının nedenlerini ve sonuçlarını iyi analiz etmek durumundayız.
Önümüzdeki günlerde daha ayrıntılı analiz edeceğiz ama başarının temel nedeni, geçtiğimiz programlarda pek çok kez değindiğimiz gibi AKP’nin ekonomi politikalarının seçmeni yoksullaştırmasıdır, iktidar dünkü seçimlerde bunun olumsuz karşılığını gördü. İktidar oyunun ciddi azalmasında, yükselen enflasyonun AKP’ye oy veren seçmen üzerindeki etkisini birinci faktör olarak saptamamız gerekiyor. Enflasyon ve yoksullaşma tabanda yaşanmayan ittifakın, tabanda yaşanmasını sağladı. Tavanda demokrasi cephesi olmadı ama tabanda enflasyonun ezdiği yoksulların cephesi oluştu, yoksullaşma CHP’de vücut buldu. Seçmenler, yılların birikimiyle, bıçağın kemiğe dayanmasıyla tabanda geniş bir ittifak oluşturdu.Bunu iyi görmek lazım. Son dönemde bilhassa şu soruyu soruyordum; özellikle son iki yıldır ‘yaşanan yoksullaşma, yoksullar üzerinde var olan AKP illüzyonunu bozacak mı, bozmayacak mı? sorusunu soruyordum. Ne zaman bozacak ? 2023 Mayıs seçimlerinde bu illüzyon çeşitli sebeplere bozulmadı. Ancak bugün, yoksullar üzerindeki AKP illüzyonunun ciddi şekilde bozulmuş olduğu görülüyor.
Şimdi bu tespitime alt yapı oluşturacak bazı akademik çalışmalardan söz etmek istiyorum - ki biz bu çalışmalara geçtiğimiz yıllarda Açık Radyo’da da yer verdik - yayıncısı olduğum İktisat İşletme ve Finans dergisinde yayınlanan akademik makalelerdi bu çalışmalar. Prof Ali Akarca ve Prof. Dr Aysıt Tansel’in önceki yıllarda yaptıkları çalışmalardan bahsedeceğim.
Yazarlar; Türkiye’de seçmenin davranışlarını inceledikleri çalışmalarında, seçmenin oy verirken ağırlıklı olarak iktidarın ekonomide son bir yılda neler yaptığına baktıklarını belirtiyorlar. Seçmen, esas olarak enflasyon ve büyümedeki gelişmelere göre tepki veriyor. Enflasyona verdiği negatif tepki, büyümeye olan tepkiden daha kuvvetli oluyor, enflasyona karşı daha hassas. Örneğin; iktisadi büyümede %1’lik bir artış olmuş ise bu durum iktidardaki partinin oylarını %0.77’ye kadar artırabiliyor yani %1’den daha az oy artışı sağlıyor.
Ancak enflasyondaki %1’lik yükselme, bir kısım seçmenin daha önce oy verdiği iktidardaki partiden vazgeçmesine yol açıyor, enflasyonun %1 artması, seçmen davranışını olumsuz etkiliyor ve iktidar partisinin oylarını %0.13 - %0.02 gibi bir oranda düşmesine yol açıyor. Yazarlar, büyüme ve enflasyonda yaşanan gelişmelerle seçmen davranışı arasında anlamlı sonuçlar üretiyorlar.
Önceki yıllarda Akarca ve Tansel’in çakışmalarını, yaklaşımlarını, kullandıkları teknikleri Açık Radyo’da Ali Bey ile konuşmuştuk. Dün gece ABD’de yaşayan Prof Akarca’yı aradım, bu konuların üzerinden biraz gittik. Sayın Akarca, rakamların da güncellenmesi gerektiğini söyledi, muhtemelen önümüzdeki dönemde bu kapsamda bu seçimi ayrıntılı değerlendirecekler.
Ama biz şöyle kabaca bir bakalım; 11 ay önce seçimler yapıldıktan sonra gelişmelere baktığımızda, iktisadi büyüme ve enflasyon üzerinden baktığımızda, seçmenin ciddi kayıpları olduğunu rakamlara başvurmaksızın bile gözümüzle bile görebiliyoruz. Dolayısıyla iktidarın oylarının azalabileceğini teorik olarak görüyoruz.
Geçen 10 ayda enflasyon kümülatif olarak %50’nin üzerinde artmış vaziyette, 2021’den bu yana zaten ciddi bir şekilde aşınmaya devam etmiş yani enflasyon nedeniyle seçmenin ciddi kayıpları bulunuyor. Enflasyon nedeniyle seçmen davranışındaki yıpranma payı ciddi boyutlarda. Peki, büyümede gelişmeler seçmeni olumlu mu etkiliyor? Bunu da ifade edemiyoruz. Geçen dönemde Türkiye vatandaşlarının büyük bölümünün gelir ve refahını artıran reel bir büyümenin gerçekleşmediğini gözümüzle bile görüyoruz. Seçmenin refahını anlamlı artıran bir büyüme de görülmüyor. Dolayısıyla seçmenin enflasyon ve büyümedeki gelişmelerden olumsuz etkilediğini söyleyebiliriz. Seçmenin tavır değişikliğinin önemli ölçüde bunlara bağlı olduğunu söylemek mümkün.
Zaten epeydir bunu görüyor ve gittikçe yoksullaşan seçmende tavır değişikliği olabileceğini söylüyorduk. Akarca ve Tansel, önceki yıllarda yayınlanan çalışmalarında seçmenin önemli bir bölümünün, bu tür itkilerle bir önceki seçimde oy verdikleri partiden vazgeçtiğini söylüyorlar. Enflasyon ve büyümeden etkilenen seçmenin, % 14 – 15’inin ‘stratejik oy’ verdiğini belirtiyorlar. Stratejik oydan kasıt, seçmenin önceki seçimlerde olduğu gibi birinci tercihine değil, ikinci tercihine oy veriyor olması. Seçmen, bu davranışı çoğunlukla ve iktidarı dengelemek için yapıyor.
Seçmen, bu davranışı yani dengelemeyi çoğunlukla yerel seçimlerde yapıyor. 2009 - 2014 ve 2019 yerel seçimlerinde de seçmen davranışını bu şekilde izlemek mümkün. Yerel seçimlerde uyarıyor, oy verdiği partiyi ödüllendirmeyi ve cezalandırmayı bu şekilde yapıyor. Stratejik oy kullanmayı yerel seçimlerde daha yüksek oranda gerçekleştiriyor; uyarıyor ya da ödüllendiriyor.
Dün yapılan yerel seçimlerde de böyle bir davranışın olduğunu söyleyebiliriz. Son dönemde vatandaşın yaşadığı refah kaybının, yoksullaşmanın, açlık sınırına dayanmanın bu seçimde tavır değişikliğine sebebiyet verdiğinin altını çizmeliyiz.
Bir diğer unsur da şu; Sanırım üç hafta önceki programımızda bahsettik - özellikle emeklilerin ve devletten maaş alanların durumundan, emekliye bağlı olarak yaşayan nüfusun da durumundan bahsetmiştik. Devletin eline bakan nüfusun yoksullaşmasına bakmıştık. Son 20 yılda kamuda çalışanların iki katına çıktığını belirtip, devletten maaşı alan 16 milyon üzerinde emekli olduğunu, emeklilere bağlı olarak yaşayan 34 milyon üzerinde bir nüfusun da bulunduğunu belirtmiştik. Maaş köleleri diye nitelendirdiğimiz bu kesimin, yıllardır AKP illüzyonunda olduğunu, yerel seçimlerde bu kesim üzerindeki illüzyonun kalkmasının muhtemel olduğunu, kopuşun sergilenebileceğini ifade etmiştik. Şimdi bu analizin detaylarına girmeyeceğim, radyoda da yayınlandı ve ayrıca makale olarak da yayınlandı.
Sonuçta son dönem enflasyonu toplumu yoksullaştırdı ve yoksullaşan seçmen de AKP’yi cezalandırdı. İktidar partisinin oy kaybında yoksullaşma sürecinin katkısını en temel iki faktörden birincisinin analizini daha genişletmek mümkün ama burada keselim.
İktidar partisinin oy kabındaki ikinci kilit faktör de Kürt seçmenin tavrıdır, son adıyla DEM’e oy veren Kürt ve Türk seçmeninin tavrıdır. Batıda yaşayan Kürt seçmen ya da DEM’e oy verenler, yine anlam yüklü bir şekilde ‘stratejik oy’ verdiler, doğru da yaptılar.
Kürtler TC tarihinde çok kez belirleyici olmuştur, ta birinci meclise kadar gidebiliriz. Kürtlerin belirleyici unsur olmalarına, mesela 1973, 1977, 1991 seçimlerini de örnek verebilirim, 2019 seçimlerini de örnek verebilirim. Dünkü seçimlerde Kürt seçmenin partisinin kararlarına rağmen, siyasi tabloyu gözeterek stratejik oy kullanması çok önemlidir. İktidarın da, muhalefetin de artık bunu çok net görmesi gerekiyor ki aslında hepsi biliyor, AKP genel başkanı da görüyor, biliyor; tüm seçimlere baktığımızda Kürt seçmen ya da Kürtlerin ağırlıklı oy verdiği partiye oy verenler, nereyi destekliyor ise orası, o parti karşılığını alıyor.
Evet, Kürtler bu desteklerinin karşılığını alamıyor ama buna rağmen doğru, sağduyulu bir şekilde siyasi analiz ediyor ve otokrasiye karşı ya da otokrasinin daha da katılaşmasına ilişkin davranışını doğru belirliyor. Sonuçta Kürt seçmen, CHP’yi desteklemekle, AKP - MHP otoriterizme karşı doğru bir pozisyon aldı. Bu tür politikalara literatürde ‘radikal kötüye karşı, kötüyle uzlaşma’ deniyor. Buna çokça ‘Hitler’e karşı Stalin’le beraber olma’ örneği verilir. Radikal kötüye karşı kötüyü destekleme örnekleri vardır, otoriterizme ve faşizme karşı verilen siyasi mücadelelerde tanık oluruz. Örneğin; Latin Amerika ve İspanya’da tanık oluruz, demokrasi mücadelelerinde bu tavrı görmekteyiz.
Dünkü seçimlere Kürt ve Türk yoksulların isyanı yansımıştır, ilan edilmemiş bir demokrasi cephesi yoksulların üzerinden kurulmuştur.Yoksullaşan Kürt ve Türk emeklilerin ve Kürtlerin özgün tavrı belirleyici unsurlar olmuştur. Uzun süredir AKP ipoteğinde bulunan seçmen kitlesi, artık ipoteği kaldıracak bir şekilde rahatsızlığını beyan etmiştir.
Akılıma 1989 yerel seçimleri geliyor; iktidarda bulunan ANAP’ın oylarının 21,75’e düştüğü seçimler. ANAP ve Özal, bunu doğru değerlendirememişti, ANAP’ın sonu malum... 1983’te kuruldu , 2003te yoktu. Dünkü seçim sonuçlarını bir kırılma olarak değerlendirebiliriz. Türkiye’de 1995’te de böyle bir kırılma yaşanmıştı, belediyeler Refah Partisi’ne geçmişti, 2002’de topyekûn bir kırılma yaşandı, pek çok siyasi parti son buldu, tasfiye oldu.
Erdoğan, önceki yerel seçimleri değerlendirirken ‘metal yorgunluğu’ diyordu hatırlarsanız, yerel seçimlerde yaşanan metalin yorgunluğu değil, metalin kırılmasıdır. Bu, metal yorgunluğunu aştı, metal kırıldı böyle bir siyasal değişimi yaşıyoruz.
Dünkü seçimler için tespit ettiğimiz temel iki noktanın dışında başka faktörler de var ama onlara sonra değinebiliriz. Biraz da izin verirseniz, seçim sonuçlarının partilerin üzerindeki etkilerine girebilirim.
Ancak ondan önce şunu ortaya koyalım; 2019 seçimleri öncesinde, MHP genel başkanı Bahçeli ve bazı AKP yetkililerinin - sanırım birisi Hayati Yazıcı idi - ‘Eğer 2019 yerel seçimlerini kaybedersek, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi tartışmaya açılabilir’ demişlerdi. 2019’da yenilgiye rağmen bu konu tartışmaya açılmadı, kapandı gitti.
Şimdi ikinci bir yerel seçim yenilgisi yaşanıyor. Artık Türkiye içinde bulunduğu ‘tek adam rejimi’ diye ‘Sultanizm’ diye nitelendirilen otokrasi, kuvvetler birliği dediğimiz rejimi, topyekûn tartışmaya, değiştirmeye açmak zorundadır. Yerel seçimlerin sonuçları buna işaret etmektedir. Umarım muhalefet de bu şekilde değerlendirir, kuvvetlice ele alır, bu mücadeleye ilişkin siyasal geliştirecek önlemlerini alır. Bu uyarıyı iktidarın nasıl değerlendireceği de önemli elbette.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi rejimi için ‘bu lokomotif, bu ülkenin vagonlarını taşıyamıyor’ demiştik, taşıyamadığı da ortada, yönetilemiyor Türkiye. Kuvvetler birliği dediğimiz rejimle ülke yönetilemiyor. Seçim sonuçları bunu söylüyor.
Ö.M.: Ali Bey, ben de bir ufak ekleme yapayım, sabah birazcık bahsetme fırsatımız oldu ama onu tamamlayayım; ekonomi yazarı Uğur Gürses de Deutsche Welle Türkçe’de ‘Toplumun mesajı 1 Nisan şakası değil’ başlıklı bir yazıda şunu anlatıyor, ‘Haziran seçimi sonrasında hayata geçen ve ‘ekonomi uçacak’ sloganlarıyla sunulan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, sizin de sık sık üzerinde durduğunuz, hem politik, hem de ekonomik koşullarda daha fazla erozyona yol açtı, ekonomi derin bir krize girdi, ekonomi daraldı, işsizlik ve enflasyon hızla yükseldi, kriz yönetimi ise sorunlara değil sonuçlarına dönük makyaja önem verdi. Sonuç olarak da şimdi Ankara ve İstanbul, Türkiye’nin milli gelirinin %40’ını üreten metropoller. Bu son seçim tablosu gösteriyor ki henüz krizin dip noktasını görmeden bu iki metropolden toplumun Ankara’daki iktidara tepki ve mesajı çok açık. İktidar bu seçim yenilgisiyle yapısal reformlara girişebilir mi? Bu hukuk üstünlüğünün zarar gördüğü bir zeminde reformların altı boş kalır ve işlemez. Örneğin, yargı sistemine dönük kaygılar varken vergi reformunun yapılmasının ekonomiye olumlu bir ivme getirmesi zor’ diyor. Yani, ‘Türkiye kurum ve kuralları kaybeden, bunların altını boşaltan bir ülke konumuna geldi cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle. Sizin de söylediğiniz gibi, bu tabloda hâlâ içinde ne olduğunu bilmediğimiz ve piyasalar bunu duymak istiyor mottosuyla seslendirilen yapısal reform söylemiyle ekonomi politikasına itibar inşa etmek isteyen Ankara’nın reform yapması zor’ diyor.
A.B.: İşte ülkenin rejim meselesine geliyoruz, bu rejimle Türkiye yönetilemiyor, bu rejimle yönetilemediği aşikar, apaçık ortada, seçmen bu rejimi onaylamıyor, yerel seçimlerin mesajı bu, ‘vazgeçelim bundan’ diyor seçmen.
Ö.Ö.: Tabii ekonomi her zaman bütün seçimlerde en temel faktördür ama 10 ay öncesinde bambaşka bir seçim sonucu vardı cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerde. Ekonomi açısından da bu kadar radikal bir değişim için yeterli bir süre mi bu? Ondan böyle emin olamıyorum. Hızlıca enflasyon oranlarına baktım; bu 10 ayda %45’lerden - tabii resmi enflasyon bu yani insanların hissettiği gıda enflasyonu çok daha yüksek ama - %47’lerde Temmuz ayında, şimdi ise %67’ye çıkmış. Yani enflasyonun böyle bir yukarıya doğru çıkışı var. Bu bir gerçeklik, öte yandan Aralık ayında asgari ücrete %50 zam yapılmıştı, 17 bin liraya çıkarılmıştı.
A.B.: Yapılan artışlara nominal olarak değil de reel olarak baktığımızda durum böyle değil, bahsettiğin artışlar insanların refahını, gelirini reel olarak arttırmıyor. Enflasyon, yapılan artışları öğütüyor yani bunu iyi ölçmek lazım.
Ö.Ö.: Mesela enflasyon %70’lerde 2022 yılının yazında, hatta %80’lere kadar varmış, daha sonra bir düşüş evresine giriyor.
A.B: Şunu söyleyebilirim; insanların refah kayıplarını ölçmesi ve karar verme süreci hemen gerçekleşmiyor, zaman alabiliyor. Ayrıca Mayıs seçimlerinde doğru bir ittifak manzumesi oluşturulmadı, sancılı bir ittifaktı. Mayıs 2023 ile dünkü seçimler arasındaki diğer bir farklı durum, CHP’nin Kürt seçmene olan tavrıdır. Kemal Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP’nin ikircikli tavrı sürdürmesi, sıcak açık bir tavır sergilememesi, önemli bir olumsuz etkendi. Bu seçim sürecinde Özel ve İmamoğlu, öncekine göre Kürt seçmene biraz daha samimi bir yaklaşım sergilediler ve ilişki içinde oldular. Kılıçdaroğlu CHP’sinden farkı buydu. Özel’in ve İmamoğlu’nun bu tavrı, Kürt seçmenin sağ duyusu ile birleşti, Kürt seçmenler ya da DEM’e oy verenler çok doğru akıllı oy kullandılar.
Dün yapılan seçimler bize şunu gösteriyor; demokrasi cephesinin kurulabilmesinin, içinde bulunduğumuz rejimden kurtulmanın yolu Kürtlerle doğru bir ittifak kurulmasından geçiyor. Demokrasi cephesinin gerekliliğini Gezi’den bu yana söyleyen bir kişiyim. Demokrasi cephesi için gerekli olan Kürt seçmenle birlikte hareket etmektir. CHP’nin ve genel olarak muhalefetin hatta iktidar partisinin seçimlerde başarı elde etmesinin yolu Kürt seçmenle olan ilişkide yatmaktadır.
AKP, 2002 yılında iktidara gelirken Kürt oylarının payı çoktur. Kürtlerle doğru bir ittifak kuramazsanız yenilgiye uğruyorsunuz. Batıdaki Kürt seçmen, biraz önce bahsettiğim makalelerdeki gibi ‘stratejik oy’ kullandı; birinci partilerine değil, ikinci partilerine oy verdiler, doğru da yaptılar. Üstelik birinci partilerinin görüşüne aykırı bir şekilde davrandılar. Tavanda olmayan ilan edilmeyen demokrasi cephesi tabanda gerçekleşti. Yoksullaşan Kürt ve Türk seçmen demokrasi cephesini yoksulluk üzerinden kurdu, yoksulluk cephesini oluşturdu.
Kürt seçmen partilerinin tavrına rağmen ülkenin batısında AKP - MHP otoriter rejimine karşı CHP’yi destekleyen pozisyonda oldu. Radikal kötüye karşı beğenmediği ikinciyi destekledi. ‘Benim birinci partim değil, beğenmiyorum ama tek adam rejimine karşı CHP’nin yanında yer alacağım’ dedi.
Mayıs seçimlerinde maalesef dün tabanda kurulan bu ittifak gerçekleşemedi çünkü CHP Kürt seçmene karşı ikircikli, utangaç, korkak bir yaklaşımdaydı. Kürtleri görmezden gelen Türk milliyetçileri ile çok daha iç içe oldu. Bu sefer Kürt seçmene yaklaşımda biraz daha cesaretli oldu.
Kürt seçmenle ilişkiye geçemezsiniz başarılı olamıyorsunuz. CHP’nin 1973 – 1977 - 1991 başarısının altını hep çiziyorum, bu başarıda CHP’nin Kürt seçmenle, Kürtlerin yaşadığı bölgeyle olan sıcak ilişkisi belirleyici olmuştu.
Dolayısıyla, dünkü seçimin iki belirleyicisi var; yoksullaşma ve Kürt seçmenin tavrı. Yoksullaşma seçmenin tavrını değiştirmede çok ciddi bir katkıda bulundu. Enflasyonun ve kötü iktisadi değişkenlerin seçmenlerde yarattığı gelir ve refah kaybı yani yoksullaşma ve bu durumun seçmen üzerindeki etkileri önümüzdeki günlerde daha net ortaya konacaktır. Dün gece, Ali Bey ile de konuştum, eminim diğer yorumcular da bu hususa ilişkin durumu, hesapları güncelleyeceklerdir. Özdeş, bu iller çok statik değil, sen de iyi bilirsin, siyaset bilimi, toplum sosyolojisini etkileyen çok yönlü faktörler var. Ayrıca AKP çok kötü ve yanlış adaylarla seçime girdi.
Ö.Ö.: Aslında bir anlamda, bilmiyorum katılıyor musunuz ama şunu eklemek gerektiğini düşünüyorum; bu sefer bu yerel seçimlerde zaten herkes çok geç başladı seçim kampanyasına. Muhalefet açısından ortada bir yenilgi havası zaten vardı, 10 ay önceki seçimlerden dolayı bir heyecan yoktu. Dolayısıyla iktidar partisinde de cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı kampanyalar bir önceki seçimler kadar kutuplaştırıcı bir dil yoktu sanki. Gittiği her ilde İstanbul için oy isteyen birisi vardı mesela, yani başka bir ile gidip konuşmadı.
A.B.: Elbette İstanbul belirleyici tabii, İstanbul Erdoğan için hep önemlidir adam oradan geliyor. Son beş yılda Erdoğan, İstanbul’u üçüncü defa kaybetti. İstanbul’u kaybetmek Türkiye’yi kaybetmeye adaysın demek! Ayrıca belediyeler, partiler için çok önemlidir. 2019’da İstanbul seçimlerinden sonra AKP’nin üst düzey bir yetkilisi - ismini hatırlamıyorum - mealen şunu söylemişti, ‘Belediyeleri kaybettikten sonra bizim için büyük mitingler yapmak artık hayal oldu çünkü seçmenle en iyi ilişkiyi yerel yönetimler üzerinden kuruyorduk.’
Unutmayın, AKP ve Erdoğan yerel yönetimlerden geldi, yerel seçimler kazanarak ilerlediler, 1994’ten itibaren böyle geliştiler. Önceki programlarımızda çok üstünde durduğum bir konu var. Türkiye’de yerel yönetimlerin, 2012 mahalli idareler yasasının değişmesiyle ekonomik güçleri çok arttı, merkeze bağımlılıkları da artmasına rağmen mali güçleri de arttı. Şimdi bir haber geldi, Ankara Büyükşehir’de belediye meclisinde çoğunluk CHP’ye geçmek üzereymiş.
Ö.Ö.: Tabii.
A.B.: Büyükşehirlerde, belediye meclislerinde geçtiğimiz dönem yaşanan darboğaz da aşılıyor demektir, çok olumlu bir durum. Ne kalıyor? Merkezi hükümet ile yaşanan gerilimler. Merkezi hükümetle olan temaslarda problemler yaşanıyordu, bunlar bu seçimlerden sonra da yaşanmaya devam edebilir. Bilhassa korkum şu; 2019 seçimlerinden sonra Erdoğan iktidarı, 2012’de büyükşehir belediyeleri lehine yapılan mali düzenlemelere engel olmadı. Mesela, vergi gelirlerinin belediyelere düşen payları ve aktarımı hususunda engelleyici olmadı. Yani merkezden gelir aktarımı ve vergi gelirlerinde belediyelere verilen paylar hakkında engelleyici ve azaltıcı yasal düzenlemeler yapmadı. Umarım büyükşehir belediyelerinin gelirlerini azaltıcı yasal düzenlemeler yapmaya kalkışmaz ama emin değilim. AKP ve Erdoğan’ın siyasi sicili nedeniyle bundan çekiniyorum doğrusu.
Sonuç olarak, AKP yerel seçimlerden doğan bir partidir ancak anlaşılan yerel seçimlerle de gideceğinin işaretini veren bir partidir. Muhalefet başarılı seçimi ve süreci iyi değerlendirmek zorundadır. Bundan sonra siyasal hayatta ve partilerde neler olabileceğini anlatmak istiyordum ama vaktimiz kalmadı.
Ö.M.: Ona daha sonra devam ederiz.
A.B.: Devam ederiz. Son olarak şunu söyleyelim; iktidar partisindeki metal yorgunluğu söylediğim gibi metal kırılmasına yol açmıştır. Seçimin diğer partilerin üzerindeki etkilerini de önümüzdeki programlarda konuşalım. Açık Radyo’da Ekonomi Politik’te beşinci yerel seçimleri yaşamış durumdayız. Umarım bundan sonraki yıllarda süreç rejimin değişmesine yol açacak gelişmelere sahne olur, muhalefet bu başarıdan ciddi bir ders çıkarır ve rejimin değişmesine yönelik bir yapılanma içerisinde olur. Seçimin CHP’ye, İYİ Parti’ye, DEM’e ve diğer partilere etkilerini, milliyetçi ve muhafazakar konsolidasyonun önümüzdeki dönemde nasıl gerçekleştiğine ilişkin analizlere önümüzdeki haftalarda devam ederiz. İsterseniz burada kapatalım?
Ö.M.: Devam ederiz. Çok teşekkür ederiz Ali Bey, görüşmek üzere.
Ö.Ö.: Görüşmek üzere.
A.B.: İyi yayınlar dilerim, hoşça kalın!