Açık Gazete’nin köşelerinden Ekonomi Politik’te Ali Bilge, gündeme yönelik yorumlarını paylaştı.
(2 Ağustos 2021 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!
Ali Bilge: Merhaba! Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş, Feryal!
Özdeş Özbay: Günaydın!
AB: Herkese iyi haftalar diyelim artık ama hiç de iyi girmedik.
ÖM: Evet, Türkiye’de ve dünyanın da çeşitli yerlerinde yangınlar devam ediyor. Ülke bölge ve dünya yanıyor. İklim krizinin vahamet inin ele alınmasının tam zamanı aslında. Küresel iklim felaketinin ne kadar acil önlemler alınması gerektirdiğini bundan daha iyi ne gösterebilir ki.. Ancak çeşitli komplo teorileriyle ‘kim çıkardı yangınları?’ diye vakit kaybetmeye devam ediyoruz.
ÖÖ: Kundakçı arıyoruz.
ÖM: Kundakçılara da göndermeler yapılmaya devam ediyor maalesef.
AB: Evet maalesef çok çeşitli katliamlar devam ediyor, orman yangınları, doğa katliamı, orman katliamı, Konya’daki Kürt ailenin katliamı, sığınmacılara ırkçı saldırılar, son hafta hepsini yaşadık bunların. 1,5 ay önce HDP İzmir il örgütündeki katliamdan, Deniz Poyraz katliamından Konya’daki Kürt aileden 7 kişinin katliamına geldik. Bir yandan anayasa mahkemesinde HDP’nin kapatılmasına ilişkin süreç devam ediyor. İsterseniz biraz bunları toparlayarak programa girelim.
ÖM: Lütfen.
AB: Şimdi Konya katliamına bakarken gerçekleştiren Mehmet Altın kişiyi okurken aklım eski yıllara gitti, çok soğukkanlı bir katil, 7 kişiyi kafalarına profesyonelce sıkarak öldürüyor. Bu katliamlar bana bazı kişileri hatırlattı, Abdullah Çatlı gibi, Mehmet Ali Ağca gibi, Haluk Kırcı gibi isimler aklıma geldi. 1970’ler iç savaşının tetikçileriydi bunlar. Çok profesyonelce işlenmiş bir katliam Konya katliamı. 1970’lerde de benzer toplu katliamlar yaşadık biz. Tabii burada dikkat çeken husus, katliam öncesinde yeni Konya Emniyet müdürlüğüne yen yapılan atama. Ülkede katliamlarla iç içe yaşadığımız için katliam öncesi o bölgede güvenlik bürokrasisindeki duruma bakmak gerektiğine inanırım. Katliamlar öncesi atamalar önemlidir. 1978 Maraş katliamında da, 1993 Sivas katliamında da, örneğin Hrant Dink katliamında, Trabzon emniyet müdürlüğündeki atamalar dikkat çekicidir. Büyük bir katliam olunca, güvenlik bürokrasisine bakacaksınız, onun öncesinde neler oldu, nasıl isimler atandı, bir iç devlet operasyonu var mı bu atamalarda? Konya’da dikkat çeken husus 7 Temmuz’da atanan yeni emniyet müdürünün geçmişi. Hrant cinayetinde sanık koltuğunda oturmuş bir isim. Ankara gar katliamında istihbarat belgelerini geciktirdiği ortaya çıkan bir isim, katliamla ilgili ifadesi bile alınmayan bir isim, Hrant Dink katliamında en önemli isimlerden biri olan Erhan Tuncel’i muhbir yaptığı da belirtiliyor. Buna dikkat çekmekte fayda var.
ÖÖ: Trabzon istihbarat müdürü o dönem.
AB: Evet. Dolayısıyla hem katliamı gerçekleştiren portre ve katliam biçimi, hem de söz konusu atanan kişi hakkındaki bilgiler pek çok şey ima ediyor. Yani Konya katliamı sıradan bir katliam değil, bu izler sıradan olmadığını ı gösteriyor. Bir iç devlet politikası ve işi olup olmadığı faillerin bulunması ve yargılanması ile ortaya çıkacak, bu şekilde aydınlanacak? Doğu ve güneydoğuda bu tür olaylarla karşı karşıya kalıyorduk ama son dönemde bölge dışında katliamlar ve saldırılar olmaya başladı, Ege ve İç Anadolu’da üstelik orta Anadolu’da ki nazik bir bölgedir. Göçmenlere, sığınmacılara karşı ırkçı saldırılar ve söylemler. Yaşamaya devam ediyoruz. İnsan Hakları Vakfı verilerine göre 2020 yılında 13 ırkçı saldırı yaşanmış. Bunlar kayda girenler, bir de girmeyenler var. Türkiye’de bütün bu olaylara karşı vaziyet almak gereklidir, almamak iç savaşa davet etmek demektir, göçmenlere, sığınmacılara ve Kürtlere ırkçı saldırılar ve katliamlar çok tehlikeli bir gidişata işaret ediyor. Tehlikeli bir durum, ormanlarımız yanıyor, doğa katliamı sürüyor, küresel iklim yıkımına karşı duyarsız bir iktidar var. Aynı zamanda 6 milyon oy almış bir partinin kapatılma davası sürüyor. Bu dava bu sürerken iktidar ortağı Bahçeli dün bir açıklama yaptı. “Anayasa mahkemesine HDP’yi kapatmazsanız iki elimiz yakanızdadır” diyor.
Bahçeli, HDP’yi, 6 milyon oy alan partiyi, terörist bir parti olarak ilan ediyor, Bahçeli daha önce söylediklerini tekrar etti, anayasa mahkemesinin yetkilerinin elinden alınmasını gerekli kılan, sınırlayan yeni bir anayasa taslağını cumhurbaşkanlığına gönderdiğini belirtiyor. Bu arada halen cumhurbaşkanlığından bu konuda dönüş olmamasını da eleştirdiğini serzenişte bulunduğunu anlıyoruz.
ÖÖ: Ayrıca Afganların da istila ettiğini söyledi o açıklamalarından bir tanesinde, yani iki ırkçılığı bir arada yapmış oldu.
AB: Evet, iktidar ortağı açısından durum bu şekilde. HDP’nin kapatılma sürecine ilişkin de bir şey söylemek lazım, süreci hatırlatmakta fayda var. Biliyorsunuz AYM tarafından önce iddianame eksik bulundu, Yargıtay cumhuriyet başsavcılığına geri gönderildi, yeniden Yargıtay cumhuriyet başsavcılığı iddianameyi ele aldı yeniden anayasa mahkemesine iddianameyi gönderdi. Yani süreç 21 Haziran’da başladı, kapatılması istenen partiye bu tür durumlarda savunma yapması için 60 günden 90 güne süre tanınıyor, savunma süresi 90 güne kadar uzayabiliyor. Partinin savunmasını yapmasından sonra raportör gerekli bilgi ve belgeleri ekliyor, gerekirse Yargıtay Başsavcılığı yeni belgeler ekliyor. Sonrasında dava mahkeme üyelerinin önüne geliyor ve 2/3 çoğunlukla kapatılması ya da hazine yardımlarından kesilmesi ve siyasi yasakların uygulanmasına ilişkin karar alınabiliyor. Sonuçlanması da muhtemelen işte Eylül sonu ve Ekim başını bulabilecek, netleşebilecek. HDP ‘nin kapatılması davası siyasi hayatı kökten etkileyebilecek sonuçlara sahip olması bakımından çok önemli. Son günlerde önemli bir gözden kaçan hususta ek gözaltı süresinin uzatılmasıdır. OHAL döneminde yapılan düzenleme OHAL sonrası uzatılmıştı, şimdi tekrar 1 yıl daha uzatıldı.
Türkiye’nin içinde bulunduğu orman yangınları başlı başına yönetimin acziyetini bize gösterdi. Orman yangınlarına müdahale edebilecek uçak bulunmaması, müdahale edecek ekipmanın olmaması ve varken olmaması başlı başına yönetimin nasıl bir acz içerisinde olduğunu bize göstermekte. Türk Hava Kurumu eski yöneticisi Sivil Havacılık Kurumu’nun eski genel müdürü, Atilla Parla ile gazeteci arkadaşımız Nursun Erel ile konuşmuş, Parla açıklamalarından bir günde uçakların sertifikalarının yenilenebileceği ve uçuşa hazır hale gelebileceğini anlıyoruz.
Yangın söndürme uçak filosu için yapılan ihalede şartnamenin bilhassa Türk Hava Kurumu’nun engellenmesi hedeflenerek hazırlandığını anlıyoruz.
Tümüyle ülkenin yönetimde bağnazlığın zaferi yaşanıyor ama bu zafer ülkeyi tüketiyor. Hangi konuya el atsak elimizde kalıyor. Katliamlar, orman doğa katliamları devam ediyor. Yönetimin birbirini reddeden kararlar alması devam ediyor, istifalar görevden almalar devam ediyor. YÖK, Boğaziçi Üniversitesi ortada eğitim sektöründeki feci durum ortada, Milli Eğitim Bakanı’nın da görevden affedilmesi de konuşuluyor, artık istifa olmuyor, kişiler görevden affediliyor ülkemizde, bütün bu yaşadıklarımız, ekonomide eksi döviz rezervlerde olması, Sedat Peker’in suç örgütü liderinin açıklamalarının hâlâ yargıda bir karşılık bulunamaması, İçişleri Bakanı hakkındaki iddiaların soruşturulmaması, incelenmemesi, meclisin devre dışı bırakılması ne kadar acayip ve kötü durumda olduğumuzu gösteriyor.
Hep bu metaforu kullanıyoruz, 19.yüzyılın hasta adamı, hasta ülkesi Osmanlı’ydı, 21.yüzyılın hasta ülkesi de Türküye ’idi, hasta yoğun bakıma geçti, şimdi gittikçe terminal dönemine doğru yaklaşan bir ülke görünümünü arz ediyor. Bu haldeyken iktidar suçluların değil. Sürekli suçsuzların üzerinde gidiyor, korkutuyor.
Evet acziyeti adeta tescil edilmiş bir iktidar bulunuyor, iktidar ayaklarının üstünde değil dizlerinin üzerinde, ancak maalesef muhalefette dizlerinin üstünde, bir türlü ayağa kalkamıyor. Dolayısıyla rejimin ve iktidarın değişimi imkânı azalıyor ya da çok gecikiyor. Sahada doğru dürüst bir oyun göremiyoruz, kaos hakim, çünkü yargı yok, medya yok, yani hakemler yok, düdük de yok, seyirci de sahaya inmek istemiyor ya da inemiyor.
Ülkenin içinde bulunduğu vaziyet, her geçen gün vahim bir görünüm arz etmeye devam ediyor. Her alanda tüm yaşadıklarımız, covid, sağlık, yangın, iklimle ilgili duyarsızlık, boş vermişlik, aynı zamanda ırkçı, sığınmacılara ve ülke içerisindeki sığınan Afgan ve Suriyeli sığınmacılara karşı takınılan tutum, ki burada adeta bir koalisyon var. Geçen hafta Bolu Belediye Başkanı sığınmacılar hakkında söyledikleri üzerine CHP merkezli herhangi bir açıklama yaptı mı? Benim bildiğim olmadı.
ÖÖ: Parti politikamızı temsil etmiyor dendi.
AB: Öyle dendi değil mi? Edirne Belediye Başkanı suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı’yı makamında ağırlayan, hediye veren, onun hakkında da bir şey yapılmadı bildiğim kadarıyla değil mi? Göçmen, sığınmacı karşıtlığı ve ırkçı saldırılar ortak bir payda üzerinden yükseliyor. Bu ortak paydada önümüzdeki yıllarda ülkenin siyasetini, medyasını, hepimizi çok yakından ilgilendirecek hususlar.
ÖM: Ben de bir iki şey söyleyebilir miyim Ali Bey?
AB: Tabii buyurun lütfen.
ÖM: Özellikle bu şeyde şimdi son bahsettiğinizde İrfan Aktan’ın Gazete Duvar’da ismini vermedikleri Abraham X diye belirttikleri birisiyle 15 yaşında mülteci olarak gelip burada 10 seneden beri burada 25 yaşında olan bir Suriyeli mülteci ile yaptığı çok çarpıcı gerçekleri içeren bir söyleşisi. Onun derinine girmeye imkân yok, ayrıntısına ama tavsiye edilebilir. İrfan Aktan genellikle başarılı söyleşiler de gerçekleştiriyor, onlardan biri de bu. Çok objektif bir değerlendirme yapmış, Halepli bir gencin durumu, bütün bu şeyleri, çarpık komplo teorilerine yatkın görüşleri de eğer anlayan bir zihinle bakılırsa yerle bir edecek çok net şeyler söylüyor. Hiçbir nefret diline filan hakim tamam hiç onun dışında kalarak söylüyor. İlginç bir şey. Bir de bu nefret dili meselesinden bahsederken, Konya’nın Meram ilçesinde daha önce Kürt oldukları için ırkçı saldırıya uğrayan Dedeoğulları ailesinden 7 kişinin soğukkanlılıkla dehşet verici bir şekilde öldürülmesinden sonra HDP merkez yürütme kurulu toplantısında eşbaşkan Mithat Sancar’ın “iktidarın nefret dili bu katliamın başlıca sorumlusudur ve kaos planı gerçekleştiriliyor bu konuda uyarılarda bulunduk. Kürtlere yönelik katliam politikası izleniyor” demişti. Demokrasi güçleri ve muhalefetten de etkili bir ortak tutum gelmediğini belirtmişti. Cenaze töreninde bu ailenin, bir de Demirtaş’tan Konya mesajı geldi. Edirne F tipi cezaevinde tutuklu bulunan eski HDP genel başkanı Selahattin Demirtaş “maalesef bu katliam gerilim ve çatışmaların esas nedeni hükümetin ayrımcı politikaların hedef gösteren dili ve bundan cesaret alan devlet içi ve dışı çetelerin kirli hesaplarıdır” diyor. “Nefret diline prim vermeyin, boyun da eğmeyin” demiş. “Kürt, Türk bütün halkımıza naçizane tavsiyem şudur, nefret diline, ayrımcı politikalara prim de vermeyin, boyun da eğmeyin. Koşullar ne olursa olsun her zaman akılla ve sabırla hareket edelim. Öfkeyle değil birlikte yaratacağımız ortak vicdana sığınalım” demiş. Yani “bizler hukukun işlediği, adaletin olduğu bir ortam için çok çalışıyoruz, bu nedenle sakın ola ki kendinizi umutsuz, çaresiz ve sahipsiz hissetmeyin. Belki biraz zor olacak ama barışı, demokrasiyi, eşitliği, özgürlüğü ve adaleti mutlaka ama mutlaka sağlayacağız” demiş. Bu da dün gelen gece itibariyle gelen bir Gazete Duvar haber merkezinden bir haberdi.
AB: Çok uzun yıllardan beri söylüyoruz, Türkiye’de demokraside kaybettiğimiz toprakları geri alabilmemiz için ve Türkiye nefes alabilmesi için, oksijen alabilmesi için tek tek muhalefet partilerinin olması durumu kurtarmıyor.Birleşik demokrasi cephesi, vicdan cephesi kurulmadan çözüm oluşamıyor. Bu yapılanma da seçimler için yapılacak ittifakın ötesinde bir organizasyondur. Seçimler sadece bunun bir parçasıdır, önemli bir parçasıdır. Bugün için Türkiye’nin ihtiyacı birleşik demokrasi ve vicdan cephesinin kurulmasıdır. Birleşik demokrasi ve vicdan cephesi otokratik iktidarları zorlar, seçimi zorlar en azından, seçimin ve geleceğin garantisi olur. Çünkü gelecek bu şekilde kurulabilecektir. Toplumun geleceğini aramaktan kaçınıyor olmasının nedeni böyle bir organizasyonun yapılanmanın halihazırda olmamasıdır. Geleceğini ve demokrasisini arayan bir toplum yaratmak istiyorsak birleşik demokrasi ve vicdan cephesini gerçekleştirmeliyiz.
Şimdi Kılıçdaroğlu yine böyle bir kısa açıklama yapmış, “6 milyon 300 bin genç oy kullanacak, oyunuzu A partisine, B partisine verin demiyorum. İradelerine hep saygı duyarım. Sandığa giderken ellerini vicdanlarının üzerine koysunlar, oylarını ona göre kullansınlar. Biz ülkeye demokrasiyi getireceğiz” demiş. Kılıçdaroğlu şunu anlamalı, eğer birleşik demokrasi ve vicdan cephesine öncülük etmezlerse, sadece seçimlerden ibaret bir birlikteliği savunurlarsa, Kürtleri, HDP’yi ötekileri görmeden yaklaşırlarsa, bu yetmiyor, demokrasiyi yeniden kazanmaya yetmiyor. Eğer muhalefet dizlerinin üzerinde değil de ayakta kalkmak suretiyle bir rejim değişikliğine hedefleyerek seçimlerden başarıyla çıkacak bir süreci yaşatmak istiyorsa, bu denklemi bu şekilde kurmak durumunda. “gençler vicdanlarına ellerini götürsün” demesi yetmez, vicdan cephesinin öncülüğünü yapması gerekiyor.
Çok kötü günler içindeyiz, hepimiz biliyoruz. Fiilen bir iç çatışma yaşamıyoruz, politik görüş ayrılıkları nedeniyle fiili silahlı bir iç savaş yaşanmıyor ama çok tehlikeli bir savaş yaşanıyor, o da zihinlerde, zihinlerde bir iç savaş yaşanıyor, psikolojilerde bir iç savaş yaşanıyor, bu durum kötü ötesi bir şey.
Zihinlerde var olan nefret ve yok etme duygusunu işte görüyoruz, fiiliyata dökülmesi katliamların gerçekleştirilmesine yol açıyor, fiiliyata dökülmeden engellenmesi için de vicdan cephesine ihtiyaç bulunmakta. Şunu çok iyi görüyoruz, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denen otokratik rejim çaresizlikler içerisinde. “128 milyar dolar nerede” diyoruz, “eksi 46 milyar dolar döviz rezervlerindeyiz” diyoruz, dış sorunlara Afganistan’ da eklendi, Suriye, Irak, Libya, doğu Akdeniz, bölgesinde ve Akdeniz’de sorunların içinde kıvranan bir ülke Türkiye, kendini tüketen bir ülke, ekonomik kaynaklarını tüketen bir ülke.
Böyle bir durumda seçimlerin yapılmasını, adil bir şekilde yapılmasını - ki seçimlerin adil yapılması garantisini kimse veremiyor-istiyorsak vicdan cephesinin birlikteliğinin, ittifakının tane tane oluşturulması gerekiyor. Ülkede çok şey yanıyor, orman yangınları, zihin yangınlarına dönüşmüş durumda, çok fazla çatışma ve hesaplaşma birikmiş durumda zihinlerde, zihinlerdeki çatışmanın, kutuplaşmanın, savaşın fiiliyata dökülmesi inanılmaz sonuçları olan bir durumdur. Ana muhalefet ve muhalefetin tüm unsurları toplumun psikolojisindeki, zihnindeki savaşın, fiiliyata dökülmesini engelleyecek tutumu ve yapıyı oluşturmak durumundadır. İktidar için bir şey söylemiyorum çünkü onlar yangına benzinle gidiyorlar, ama kuvvetli bir muhalefet cephesi iktidarın hareket alanını sınırlar.
ÖM: Evet ben de Ali Bey şeyi ekleyeyim, yani Kılıçdaroğlu’ndan Konya’daki katliama ilişkin olarak Birgün gazetesinde yer aldı, bir tepki vardı yani bu 31 Temmuz tarihli bir günde çıktı yani Konya’daki katliama ilişkin olarak “kendini derin devlet olarak görme gafletine düşen çetelere sesleniyorum” dedi Kemal Kılıçdaroğlu CHP genel başkanı. “Halkımızın kardeşliğini bozma çabanıza kesinlikle izin vermeyeceğiz” deyip ve Twitter hesabından yaptığı açıklamada “Konya’daki korkunç bir katliam haberini aldık Konya’dan, konu çok hassas olduğu için detaylar netleşmeden konuşmak istemedim” dedi “ama Abdülatif Şener beyin başkanlığındaki heyetimiz bölgede tespitler paylaşılacaktır. Yine de ileride olabilecek yeni provokasyonlarla ilgili düşüncelerimi paylaşayım” deyip “en kıymetli varlığımız Türk-Kürt kardeşliğidir” diyor “ülkemizin çok yükü var biliyorum, kardeş olanların beli bükülür gönlü bükülmez, kendini derin devlet olarak görme gafletine düşün çetelere sesleniyorum. Halkımızın kardeşliğini bozma çabanıza kesinlikle izin vermeyeceğiz” dedi. Bir de CHP’li milletvekillerinden Murat Bakan Konya’daki katliama “düpedüz faşizm bu” yani “komşusunu katletmek hangi kitapta yazar? Düpedüz faşizm bu, hem de en acımasızından. Lanet olsun bu ülkeyi bu hale getirenlere” diyerek bir tepki göstermiş. Bu da Gazete Duvar’dandı. Bir de Evrensel’den bir alıntı yapayım. CHP’nin temsilcileri ve sol partininkiler de Evrensel’e konuşmuşlar, Özgür Özel iktidar tarafından yapılan açıklamaların adli sürece istikamet dayattığını ve yaşananların basit bir aile kavgasına indirgemeyi amaçlamak olduğunu belirtmiş. “Kutuplaştırıcı siyasi söylemlerden iktidar partisinin kaçınması gerektiğinin altını çiziyoruz” demiş. “İktidar katliama zemin hazırlıyor” diye konuşmuş Özgür Özel de. “Daha 2,5 önce meydana gelen saldırının devamı olduğu anlaşılan bu vahşi katliamın ırkçı saiklerle işlendiği iddiası tüyler ürperticidir” demiş. Yani böyle bir çıkış da var CHP’den, onu da eklemek istedim.
AB: Böyle bir çıkış yetmiyor, daha da kuvvetli görüntülerin, yaklaşımların, birlikteliklerin süreklilik arz ederek olması gerekiyor. Deniz Parlak katliamını birkaç hafta önce yaşadık. Türkiye katliamlar ülkesidir, ancak Konya katliamı yapılış biçimi, cinayetlerin işlenme biçimi, kötü hatıraları gündeme getiriyor.
Birbirinin yüzüne bakmayacaksa bu toplum kavga devam edebilir,aramıza bir duvar örmeyeceğimize göre ya birlikte yaşayacağız ya da çatışacağız. Çatışma istemiyorsak, birlikte yaşamak istiyorsak bu psikolojik savaşın içinden çıkacak siyaseti geliştirmek durumundayız.
ÖM: Peki burada noktalayalım isterseniz.
AB: süremizi doldurduk bu nedenle durdum.
ÖM: Evet, çok teşekkürler. Yani muazzam sayıda önemli konu var devam edeceğiz hepsini
AB: Hangisine yetişeceğimizi bilmiyoruz ama yüreklerimiz, vicdanlarımız yanıyor, tütüyor. Her programda dinleyicilerle birlikte hepimiz, büyük bir ağırlık, yük altında oluyoruz. Çünkü daha fazla yakından bakıyoruz olaylara, izliyoruz, tahlil etmeye çalışıyoruz. Bir gazeteci olarak süreçleri temiz analiz etmek için elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz, ama bununda çok yıpratıcı olduğu bir gerçek ama mücadele devam edeceğiz, yeter ki demokrasi olsun, yeter ki özgür gazetecilik olsun.
ÖM: Çok teşekkürler Ali Bey, görüşmek üzere.
AB: Hoşça kalın!
ÖÖ: Görüşmek üzere.