“Trump, kişisel menfaat sağlamadan hiçbir ülke için elini kıpırdatmadı”

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik’te Ali Bilge, gündeme yönelik yorumlarını paylaştı.

(11 Ocak 2021 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, günaydın Özdeş, herkese iyi haftalar!

Özdeş Özbay: Günaydın!

ÖM: Her zaman olduğu gibi yine yoğun bir hafta başı gündemi var, Amerika’dan mı başlayalım?

AB: Olur. Geçen haftaki programdan bu yana, Amerika’da kongre baskını, ayaklanması oldu. Türkiye’de de göze çarpan en önemli husus; Boğaziçi Üniversitesi direnişi üzerinden muhalefetin yükselişini yaşadık. 28 Aralık günü yılı kapatırken yaptığımız programda “siyasaltoplumsal değişimler, demokratik değişimler, devrimler beklenmedik anlarda da olan hadiselerdir, beklenmedik bir anda kayma ile başlardemiştik

Bu tür durumlara ilişkin örnekler göstermiştik. ABD’nde seçimlerle birlikte yaşanmaya başlayan zorlu-gerilimli sürece karşı yapılan ayaklanma da toplumsal değişim nedeniyle oldu. Gerilim çok yüksekti ancak işin Kongre binasının basılmasına kadar varacağı tahminler içinde değildi. Eskiyi kovacak olan yeniye karşı saldırının demokratik siyasal değişime karşı gerçekleştiğini belirtelim. Önemli bir şok, 11 Eylül gibi bir şok, tabii 11 Eylül gibi dış saldırıydı, içeride gerçekleşti ama eylemi gerçekleştiren unsurlar dışarıdandı. Kongreye saldıranlar bu ülkenin insanları. Biden seçimi kazandığında da, Trump’ın iktidarı nasıl devredeceğini? ‘Sancılı mı sancısız mı, kanlı mı kansız mı?’ olacağını önceki programlarda konuşmuştuk. Perşembe’nin gelişini Çarşamba’nın izlerinden görmek mümkündü, ciddi çatışma beklentileri içindeydik, iktidarın devrine yönelik ciddi tereddütlerimizi dile getirmiştik. Sonuçta böyle bir şokla durumla karşılaştık. ABD ‘de yaşanan gelişmelere yönelik çalışırken, ABD’nin kurucu babalarından, teorisyen, ilk Hazine ve Bakanı Alexander Hamilton’un bir sözüne rastladım, Hamilton;“insanlığın kemâle erme kabiliyeti olmadığına inanıyorum” diyor. Kuruluşundan iki buçuk asır sonra Birleşik Devletler’de yaşananlar, bu ülkenin kemale eren bir demokrasiye sahip olmadığını ortaya koydu. 

ABD’de yaşadığımızın ve Trump döneminin Amerikan tarihinde nasıl yer alacağını merak ediyorum? Şöyle bir şey olurmuş, yıllar önce Dani Rodrik bana anlatmıştı; Amerikan başkanları görev süreleri bitmeye yakın, değişik disiplinlerdeki önde gelen bilim insanlarını Beyaz Eve davet eder, kendi dönemlerinin tarihe nasıl geçebileceği hususunda yorumda bulunmalarını isterlermiş. Clinton da görev süresinin bitimine yakın, Harvard Üniversitesi Profesörü iktisatçı Dani Rodrik’i, Josef Stiglitz’i, önemli tarihçileri ve bilim insanlarını davet edip, dönemini değerlendirmelerini rica etmiş, sormuş “nasıl tanımlarsın benim dönemi mi?” diye. 

Sanırım Trump’ın böyle bir davette bulunmaya imkânı yok, olsa da ciddiye alıp gelecek olanda bulunmaz, giden olursa da o adam ciddiye alınmaz. Bizim tarihimizde sultan “Deli İbrahim” dönemi gibi bir arızi dönem var ya, Trump ta böyle geçecek sanki, Amerikan tarihinde ciddi, arızi bir durum, tahribatı çok yüksek bir kayıp dönem. Gelişi, iktidar süresi içinde yaptıkları ve sonu ibretlik. Sonrasında olacaklar da çok önemli. Trump görevden alınmaz ya da yaptıklarından dolayı kongrenin ya da yargının önünde hesap vermezse, ABD’de demokrasisinde yaşanan aşınmanın durdurulması pek mümkün olmaz. 

Öncelikle DeTrumpizasyon döneminin yaşanması gerekiyor. Elbette Trump’ın döneminin gözden geçirilmesi, başka ülkelerle olan ilişkilerini de gündeme getirecektir. Trump’ın yargılanması ya da Kongre’ de hesap vermeye çekilmesi halinde, Türkiye, Rusya dahil pek çok ülkeyle ve Arap dünyası ile olan ilişkileri ortaya dökülebilir. Trump’ın hayatına ve son 4 yıllık iktidar sürecine baktığımda şöyle bir sonuca varıyorum. Öyle bir karakter karşımızda duruyor ki, Trump’ın, kişisel menfaat sağlamadan hiçbir ülke için elini kıpırdattığını düşünmüyorum. Herhangi bir ülkenin veya yöneticilerinin Amerikan devletiyle bir sorunu, talebi varsa, sorunu çözmek için de Trump’ın önüne gidiliyorsa, bundan çok rahat çıkar sağlamaktan çekinmeyecek bir portre karşımıza duruyor. 

 ABD, Trump dönemini aşmak için demokrasisini, anayasasını, özellikle seçim sistemini (arkaik bir seçim sistemi) gözden geçirmek durumunda. Biden döneminin bir geçiş süreci olacağı da söyleniyor. Trump faciasını, genişleyen demokrasiyi ve restorasyonu ile reformlarla aşmak durumunda. Bir anlamda Amerikan devletinin yapısal reformlara ihtiyacı var.

 ‘Kurumlar güçlü ise demokrasi güçlüdür’ tezi de kongre baskınıyla test edildi. Pek çok sonuçlar çıkarmak mümkün. Birinci önemli şok, 11 Eylül’de yaşandı, onlar için düşman belliydi, şoku dağıtmak için Afganistan’a, Irak’a ‘şer- şeytan’ ülkelerine saldırıldı, trilyonlarca Dolar harcandı ve sonuçta felaket oldu. İkinci şoku, kongre baskını şokunu, dağıtmak için çok kapsamlı reformlar değişiklikler yapmak gerekiyor. Öncelikle Trump’ın görev sürecinin gözden geçirilmesi gerekiyor.

 Şu an önümde duruyor Amerika’nın anayasası, Amerikan anayasasına göre da hâlâ silah sahibi olmak hak ve serbest. Amerikan anayasasında iklimle ilgili bir düzenleme yok. Amerika’nın bu haliyle, hem dünyaya hem de kendisine büyük bir maliyeti, bedeli var. Dolar’ın rezerv para olması, neoliberal finansal oligarşik yapı, hem Amerikalıları hem de dünyayı etkiliyor. Bir tarafta büyük bir zenginlik ve diğer tarafta derin gelir uçurumlarının yaşandığı, açlığın, yoksulluğun olduğu bir ülke. Bu sorunlar piyasaların çözmesi mümkün değil, umurunda da değil zaten, çözüm için kamucu politikalar gerekiyor. Hep kuvvetlilerin sözü geçen bir ülke, bu durum ölçüsüz isyanlara yol açıyor, toplumsal-sınıfsal tercihlerin çarptırıldığı bir ülke halinde. 

Amerikan tarihini bu kısa sürede anlatmak mümkün değil ama bu ülkede tarihi boyunca ve günümüzde dinci ve faşist yapılanmalar oldukça fazla. 1920’lerin sonlarından itibaren başlayarak artan ABD şirketleriyle Nazi Almanya’sı arasındaki ilişkileri hatırlamak lazım. İkinci dünya savaşı öncesinde hatta savaş sırasında Chase Bankası işgal Paris’inde kapanmayan bir Amerikan bankasıydı. Çok çetrefilli ilişkileri oldu şirketlerin-yönetimlerin Nazilerle. Ayrıca savaş sonrasında Nazileri tepe tepe değerlendiren ülkedir Amerika. Mussolini’nin şirket modelini Rockefeller ailesi ve diğer büyük şirketler benimsemişti. 

Velhasıl Amerika’nın önümüzdeki dönemde tamir edeceği çok şey var ama en önemli husus faşist kalkışmaya yol açan Trump’ın görevden azledilmesidir. Umarım kısa süre içerisinde gerçekleşir, gerçekleşmez ise son kalkışma dahil tüm başkanlık döneminin hesabını sorulması ile demokrasi ve sistem onarılabilir. Bir şey sormak istiyorum Demokrat Partiden başkan adayı senatör Bernie Sanders’in kongre baskını sırasında bir açıklaması oldu mu, atlamış olabilirim? Sizin gözünüze çarptı mı? 

ÖM: Oldu tabii, yani mesela şey yapanları Başkan Donald Trump’ı hemen, derhal, hiç beklemeden azledilmesi ve atılması yani senato kararıyla da atılması, önce Kongre’de azledilmesi, hemen atılması ve kendisine soruyorlar “bunu niye böyle istiyorsun diye hâlâ?” “Zaten az bir gün kaldı” diye soruyorlar. O da tek bir kelime ile cevap veriyor “emsal oluşturması açısından” diyor, yani ‘emsal’ kelimesini kullanmış, ABD’de bir başkanın ihtilal yapması, yani darbe teşebbüsüne girişmesi, bir daha olamaması için, ne şimdi ne de bir daha ABD hükümetine karşı bir ayaklanmayı öngöremez” demiş. Bence oldukça önemli bir noktaya işaret ediyor. 

AB: Kesinlikle.

ÖÖ: Ocasio-Cortez ve İlhan Omar gibi diğer demokratik sosyalistler de aynı açıklamalarda bulunmuşlar. Sanki burada bir eksiklik var gibi, öyle değil mi? Evet Trump azledilsin, yargılansın ama Amerika’da ciddi bir faşist yargılanma var ve bunların peşinden gidilmesi, bunların da açığa çıkartılmasına dair pek bir açıklama görmedik çünkü Proud Boys’tan tutun da Klu Klux Klan, vs. bu baskında çok ciddi paramiliter yapılanma şeyi var. Bu Amerika için Trump’tan bile daha büyük bir tehdit aslında.

AB: Çok doğru.

ÖM: Nükleer savaş saldırı da yapabilirler.

AB: Aslında ABD de faşist örgütlenmeler, Nazilerle ve Faşistlerle ilişkiler üzerine bir program yapmalıyız ama o kadar çok sorun- konu var ki odaklanamıyoruz. Mevcut yapılanmaları, geçmişten bu yana gelen yapılanmaları, Mussolini ve Hitler’le olan dostane ilişkileri geliştiren, bu ülkelere destek olan koruyan durumlar biliniyor, yazıldı belgesellere konu oldu. ABD 2. Dünya savaşına 1941 yılı aralık ayından sonra dahil oldu. 1930’lardan itibaren, 20’lerin sonundan itibaren başlayan iktisadi -siyasi ilişkiler var. Bu yapıların Amerika’daki karşılıkları var, Amerikan Nazileri var, İngiliz Nazileri olduğu gibi. İngiliz Nazilerinden biri de, tahtı bırakmak zorunda kalan bugünkü kraliçenin amcası, Kral George’un kardeşi Edward’dır. 

Sanıyorum değinilmesi gereken bir hususta görevde olan askerlerin müdahalesi. Suriye ve Irak’ında sorumluluğu altında bulunduran Afrika kuvvetleri komutanı Orgeneral Stephen Towsend’in Washington'da yaşanan olaylara ilişkin bir açıklaması oldu. “Anayasanın ordu için temel prensip olduğunu ve hükümet sisteminin yaşananların üstesinden geleceği değerlendirmesinde bulundu. Aynı zamanda ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi, ABD Genelkurmay Başkanı Mark Milley arasında bir irtibat kuruldu bu süre içerisinde bildiğim kadarıyla. 

ÖM: Özellikle de nükleer silahların düğmesine basmasının engellenmesi için. Çünkü her şeyi yapabilecek ve dünyayı gerçek bir ötesine de götürebilecek yani felaket ötesine de taşıyabileceği, yok olmaya giden bir adımı atabileceği kaygısı da var. Bunları devam edeceğiz konuşmaya tabii ama bugün aslında görüşülüyor Pazartesi itibariyle, saat farkı var tabii arada 8 saat filan ama bugün kongrede azil işlemi başlayacak mı? Bunu öğreneceğiz bugün.

AB: Evet, üzerinde çokça durmamız gereken çok önemli bir durum ama bugünlük bu kadar değinelim. TSK’ya ait silahların MİT ve emniyete devriyle ilgili bir düzenleme yapıldı. İsterseniz buradan ona geçelim. 

ÖM: Evet.

AB: Boğaziçi üniversitesindeki rektör atamaları dahil, yaşanan tüm gerilimlerde iktidar sahipleri muhalif olan herkese terörist damgası vuruyor.Muhalif olmak iktidarın gözünde terörist olmak demek. Cumhurbaşkanı Erdoğan da Boğaziçi Üniversitesi’ne atadığı rektörü tanımayan öğrencileri ve öğretim üyelerini, tüm Boğaziçi Üniversitesi camiasının ve atamayı uygun bulmayanların ‘terörist emelleri olduğunu’ iddia ediyor. Aynı zamanda Canan Kaftancıoğlu’nu da bu kapsama alıyor. Muhalifsen teröristsin! Çok uzun bir zamandır -en azından 5 yıldır- kullanılan bir dil. Ancak gerçekten AKP tabanında bile tam karşılık bulamayan bir söylem, bir durum. 

İşte böyle bir gerilim ortamında, toplumsal muhalefetin yükseldiği bir ortamda, TSK’ya ait silahların MİT’e ve Emniyet’e devrilmesi düzenlemesi ile karşılaştık. Ne demek bu? Bu meseleyi biraz araştırdım daha önce böyle durumlar oldu mu? TSK, emniyete ağır silahların verilmesi konusunda bugüne kadar çok hassas davranmış, çok istisnai durumlar dışında olmamış. Ayrıca şöyle de bir şey var, uzmanların söylediklerine göre özellikle de 15 Temmuz’dan sonra, Emniyet Genel Müdürlüğü çok ciddi teçhizatlandırılmış, gücü artırılmış. Bu tür gelişmelerin muhalif kamuoyu üzerinde tedirginlik yaratan psikolojik etkileri var. 

TSK’nın geçmişte böylesi devirlere karşı duruş sergilemesinde en büyük hassasiyet, silahların devrinin sivil iktidarları tam bir polis devleti haline getirecek olması endişesi. Asker devleti olabilirsin ama polis devleti olamazsın, polisin amirinin siyasetçinin olmasından kaynaklanan bir endişe, dolayısıyla asker karşısında polisin güçlenmesi istenmezdi. Şimdi, tek adam rejiminde bunlar karıştı, konsolide oldu. 

Geleneksel vesayet rejiminde askerlerin bir alanı vardır, bir de sivillerin alanı vardır. İki alan arasındaki mücadeleler içinde gidip gelirdik. Bugün bu iki alan, tek bir kişide toplanmış durumda. Şunu hatırlıyorum, Özal’ın 12 Eylül yönetimi ile Evren’in cumhurbaşkanlığına otomatik olarak geçmesinden sonraki 1983’ten sonraki dönemi kast ediyorum. Konsey’le yönetim arasında gerilimler oluyordu, o zaman da Emniyet’i kuvvetlendirme yolu tercih edilmişti ‘onların askeri varsa bizim de polisimiz var’ diye. Bugün artık bunlar konsolide olmuş durumda. Toplumsal muhalefetin geliştiği bir süreçte bu tür devirlere imkân tanıyan düzenlemenin yapılmış olması, tek adam rejiminin, otokrasinin daha da sertleşeceği psikolojisini yaratır. Çözüldükçe sertleşir zaten bu tür rejimler. Boğaziçi Üniversitesi rektörünün tanınmamasını terörist eylemler olarak nitelendirmek, aynı günlerde TSK silahlarının Emniyete devrine imkan veren düzenlemenin olması Cumhurbaşkanının eski askeri danışmanın şirketi Sadat’ın suikast eğitimleri verdiğine ilişkin haberlerin servis edilmesi rastlantısal olmasa gerek. Bunların hayra alâmet olmadığını belirtmek lazım Saray iktidarının gücünün azalması sonucunda Cumhurbaşkanı’nın yeni ittifak arayışlarına girdiğini iktidarını tahkim etmek üzere tedbirler aldığını görüyorsunuz. Anayasa mahkemesi ve uluslararası mahkeme kararlarının tanınmadığı bir ortamda, bahsettiğimiz düzenlemelerin gündeme gelmesiyle ekonomide ve hukukta reform beklentisinin ciddiye alınır bir tarafı olmadığı anlaşılıyor. 

2021 yılında Türkiye için ağırlıklı olarak dış dinamikler üzerinden gelişmeler beklemek durumundayız. Geçenlerde Eurasia isimli siyasi analiz yapan bir grubun bir çalışması yayınlandı. 2021 yılında top risklerini belirlemiş, risklerden biriside Erdoğan ve Türkiye. Türkiye’nin tüm dış sorunlarını saymışlar. Ekonomik hem siyasal olarak Türkiye ve Erdoğan bir risk unsurudur tespiti yapılmış, 2021 için dünya için 29 risk tespit etmişler. Merkel ve Trump sonrasında Türkiye’nin daha zor durumda kalacağını, Avrupa’da Macron’un öne çıkacağını, Macron ve Biden ile Erdoğan’ın ilişkilerin zaten sorunlu olduğunu Türkiye’nin açmazlarını belirtiyor bu analiz.. 

ÖM: Hangi ajans dediniz? Nereden kaynağını bir daha söyler misiniz?

AB: Eurasia diye bir grup. Gönderirim analizi.

ÖM: Evet lütfen, Erdoğan’ın Boğaziçi konusundaki açıklaması da Deutsche Welle’den aldığımıza göre “tam tersine, dünyada ve Türkiye’de her şey değişti, bir tek bu köhne zihniyet yerinde sayıyor. Kendileri ileri gidemediği için ülkeyi geriye döndürme gayreti içindeler. Karşınızda bırakın ülkeyi ve millete hizmete talip olmak konusunda kendilerini geliştirmeyi, eylem biçimlerinde bile yeniliğe gidemeyecek kadar tembel, dar kafalı, idrak yoksunu bir zihniyet var” demiş Boğaziçi öğrencileri için.

AB: Bütün bu durumlardaki açıklamalarını üst üste koysanız aynı kalıp cümleler yani! 

ÖM: Aksine çok yaratıcı olduğu kanaati de var bende.

AB: Efendim?

ÖM: Aslında öğrencilerin eylemlerinde oldukça yaratıcı, bir kısmının 1968 hareketlerine de yakın olduğunu söylemek mümkün ama yaratıcı, oldukça şarkılar, türküler ve eylemlere rastlamak da mümkün. Neyse, onu ayrıca daha…

AB: Beklenmedik anda başlayan bu direniş sanatını da mizahını da beraberinde getiriyor Gezi sürecinde olduğu gibi. İnsanların hayatına yaşam biçimine dokunulduğunda ortaya çıkan tepkileri biliyoruz. Olması gereken, tüm tepkilerin yatay ve dikey eksenlerin birleşmesi ve muhalefette bir demokrasi cephesinin oluşturulmasıdır. Çünkü iktidarda, ciddi bir çözülmeyle birlikte sertleşmenin de geliştiği görülmektedir. 

Son olarak başka bir konuya değinelim. Programımız parçalı oluyor ama gerçekten üzerinde de durmamız gereken çok ciddi haberler, gelişmeler ve analizler var. İşte bunlardan birisi de, Ziraat Bankası’nın Turkcell kredisi. Bu haberi yazan arkadaşımız kıymetli bir ekonomi muhabiridir, Erdoğan Süzer Sözcü gazetesinde yazdı haberi. 

Turkcell şirketine 2014 yılında Ziraat Bankası’ndan 1.6 milyar dolar kredi verilmiş. Sayıştay denetçileri kurumu incelerlerken farkına varmış takip etmişler. Kredi, British Virgin Adaları’nda kurulan bir şirkete veriliyor. Ancak hesaplarda görülen kredinin, o zaman kime verildiği bilinmiyor, takibat sonucunda bu şirketin Çukurova Grubu’na ait olduğu anlaşılıyor. Çok sonra açıklamak durumunda kalıyor Ziraat Bankası yönetimi. Banka, Çukurova Grubu’nun Turkcell’deki hissedarlığı münasebetiyle kredinin verildiğini söylüyor. Peki bu kredi niye Virgin Adaları’nda veriliyor? İlk soru bu. 3 yılı ödemesizmiş, firma 2014’ten 2017 Temmuz’una hiçbir şey ödememiş. 2018’de de firma çok cüzi bir ödeme yapıyor. Çok sonra Banka Sayıştay’a açıklama yapmak durumunda kalıyor diyor ki “Çukurova Türkcell hisselerini borcu nedeniyle satılacaktı, biz hisselerin Türkiye’de kalmasını istedik, hisseleri rehin alarak bu krediyi verdik, Çukurova da krediyi ödeyemeyince hisseler Varlık Fonu’na geçti”. Bu arada da Varlık Fonu kuruldu malum 15 Temmuz’dan sonra, Ziraat ve diğerleri fona geçti. Karanlık ve karmaşık bir işlem uzun süre Sayıştay’dan kamuoyundan gizleniyor. Sorulardan birisi de şu: bu krediyi, Çukurova Grubu ne yaptı? Önceki gün haberi yapan arkadaşımız Erdoğan Süzer’le konuştum takip ediyor, Ziraat yönetimine sorularını yönlendirmiş. Anladığım kadarıyla Çukurova krediyi aldığında Turkcell’in eski ortaklardan biri olan Rus şirketine ödeme yapılıyor, eski bir ortak olan İtalyan şirketine de sanırım borç varmış. Çukurova Grubu yükümlülüğünü bu şekilde Ziraat Bankası kredisi ile yerine getiriyor. Sayıştay belirlediği açıklanmayan sorulara çok sonra yanıt geliyor ve raporlara intikal ediyor. Bakınız, bu kredi bankanın ikinci derecedeki takipteki alacaklarının toplamının ¼’ü, tek bir kalemde veriliyor…

ÖM: Yaklaşık 11,5-12 milyar TL tutarındaki büyük bir meblağdan bahsediyoruz. 

AB: Kesinlikle. Bakın 2014 nire 2021 nire! Üstelik traji komik bir durum var. Verilen kredinin firmanın elde edeceği temettü ile ödeneceği öngörülüyor. Temettü dağıtımıyla bu borcunu ödeyeceği maddesi konuluyor. Tabii şirket ödeyemiyor, böyle bir şey mümkün değil. Sonuçta Turkcell’in hal-i pür melali de ortada! Erdoğan Süzer’in takip ettiği sorduğu sorularla haber genişleyecek. Operasyonun yapılış biçimi işte böyle, yıllarca gizleniyor, zaten sorunlu ne varsa Varlık Fonu’na attınız mı dert bitiyor! Varlık Fonu’na kimse karışamıyor. 

ÖM: Varlık Fonu ile iltisaklı diyebiliriz belki? Yapışma, birleşme, kavuşma anlamına geliyor ya.

AB: Birleşme evet.

ÖM: Mültesik.

AB: Oraya gönderdiğiniz takdirde kimse hesap sorma hakkına sahip değil Orası bir hurdalık halinde sonuçta Türkiye’nin kamu varlıklarının bir hurdalığı haline geldiğini, gelebileceğini söylemek pekâlâ mümkün. Dördüncü konu buydu.

ÖM: Süreyi bitirdik.

AB: Artık saate bakarak program yapıyorum.

ÖM: Tamam! Peki çok teşekkür ederiz. Biz de erken başladık ama.

AB: Bazen seste problemler oluyor ama duyuluyorum sanıyorum. Bugünlük programı sonlandıralım o zaman?

ÖM: Evet lütfen. Bunları konuşmaya devam edeceğiz. Çok teşekkür ederiz Ali Bey. Görüşmek üzere. 

AB: Hoşça kalın!