Ekonomi Politik’te Ali Bilge, gündeme yönelik görüşlerini paylaştı.
(1 Mart 2021 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!
Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş, merhaba Feryal, herkese iyi haftalar!
Özdeş Özbay: Günaydın!
ÖM: Evet bu hafta Ekonomi Politik’te döviz rezervlerindeki bu yükselmeyi mi konuşacağız biraz?
AB: Geçen hafta Berat Albayrak, namı-ı diğer damat yeniden gündeme getirildi, itibar iadesi yapılmaya çalışıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Albayrak’ın Ekonomi Bakanlığı döneminde izlediği para politikasının ve ekonomi politikalarının doğru ve masumane olduğunu belirten açıklamalar yaptı. Ardından yeni Ekonomi Bakanı da, yani halef-selef ilişkisinde olduğu Lütfü Elvan’da benzer açıklamada bulundu. Damat yeniden gündeme getirildi, diriltilmeye çalışıldı, dönemine ilişkin uygulamalar da hafifletilmeye çalışıldı. Bu konuya biraz bakalım ama öncesinde bazı rakamlar verelim, 2021 Ocak ayında toplam Türkiye’nin brüt rezervleri 95,7 milyar Dolar, toplam döviz yükümlülükleri, dövizle yerine getirilmesi gereken yükümlülükleri 135,9 milyar Dolar. Dolayısıyla net rezervler -40,2 milyar dolar şu anki rakam.
ÖM: Yükümlülükler ne demek terim olarak soruyorum?
AB: Döviz varlıkları altın ve döviz toplamıdır. Döviz yükümlülükleri de borçlardır, ödemesi gerekenlerdir, yurt içi ve dışı döviz cinsinden ödemelerdir. Döviz cinsi alınan kredilerdir, mevduattır, ihraç edilen menkul kıymetlerdir. Borç takası dediğimiz swap işlemleri nedeniyle döviz olarak yapılacak ödemelerdir. Gelecek 1 yıl içinde yükümlülüklerin karşılığı brüt rezerv olarak varsa yükümlülükler döndürülebilir. Bugün yükümlülüklerin yerine getirilmesi için de gereken döviz rezervi elde yok, eksideyiz, ödeme yükümlülüklerinizin tam olarak karşılığı yok, Kasanızdaki parayla yapacağınız ödemeler arasındaki fark da net rezervlerinizi oluşturur. Bugün net rezervler eksi durumda, -40.2 milyar Dolar seviyesinde. 2018 Aralık ayında +45 milyar Dolar imiş. Dolayısıyla Türkiye net döviz rezervleri açısından durum vahim. Brüt rezervleri siyasetçi kullanır, iktisatçılar net rezervlere bakarlar.
Kasım ayındaki ekonomi yönetimi değişmesi sonrasında yapılan faiz artışlarına karşın gelen sıcak para, yabancıların Türkiye varlıklarına itibar etmesi istenilen seviyede olmadı. Çok sınırlı ölçüde sıcak para girişi oldu. Ayrıca swap işlemleri oldu, daha çok yurt içi borç takası işlemleri oldu. Yönetimin değişmesi ve para politikasının da beraberinde değişmesi, faizlerin artırılması sonrasında beklenen kaynak girişi yeterli olmadı. Sonuçta Türkiye’nin net rezervlerinin ekside olduğunu görüyoruz. Sadece demokrasi ekside değil, özgürlükler, insan hakları ekside,çok önemli bir ekonomik gösterge olan net döviz rezervleri de eksi seyrediyor. Pek çok konuda ekside seyreden bir ülke durumundayız.
Olayımıza gelirsek, yaklaşık 4 aydır ortalık görünmeyen eski ekonomi bakanı var, aynı zamanda ailenin damadı. Halen ortalıkta yok ama kayınpeder Erdoğan ve gelen emirle ekonomiden sorumlu bakan da, damadın izlediği politikaları, ki bu politikalar gerçekte saray iktidarının politikasıydı, sadece Berat Albayrak’ın değildi, Albayrak-Erdoğan ikilisinin takip ettikleri politikaydı. Mayıs 2018’deki Erdoğan’ın Londra da yaptığı tarihe geçen meşhur “enflasyonun sebebi faizdir” açıklaması sonrasında izlenen politika ile yerel seçimleri kazanmak, AKP’ye park eden seçmeni küstürmemek için iktisadi büyümeyi artıracak politikaları, aşırı borç ve kredi yaratan, tüketimi ve konut- inşaat gibi harcamalarla büyüme sağlamayı hedefleyen politikaları Berat Albayrak izlemedi. Meseleye Erdoğan-Albayrak ikilisi olarak bakmak lazım, saray iktidarı olarak bakmak lazım. 4 ay önce damat ekonomi yönetiminden benzeri görülmemiş bir şekilde görevden affedildi. Üstünden 4 ay geçti, Berat Albayrak hiç konuşmadı, kendini savunmadı, görülmedi bile. Ancak geçen hafta Erdoğan ve Elvan tarafından Berat Albayrak’ı aklayan bir atakla karşı karşıya kaldık. Burada dikkat çeken husus,Merkez Bankası’nın eski Bakan ve eski MB Başkan dönemine ilişkin yapılan değerlendirmelere katıldıklarını belirten bir açıklamada bulunmamalarıdır. İşte bu açıklamalar, zaten kıt olan dövizin fiyatının da yükselmesine sebebiyet verdi.
Ayrıca ABD ile olan ilişkilerin sarih bir şekilde düzelmeyecek bir görünüm içerisinde olması, aynı zamanda Türkiye’nin iç dinamiklerinde HDP’nin kapatılmasına yönelik hamlelerde bulunulması, bla bla pek çok vaat edilen, yerine getirilmeyen içi boş olacağı anlaşılan reform paketlerinden söz edilmesi, Covid’deki durum gibi faktörlerinde döviz fiyatının yükselmesine neden olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca, iç ve dış piyasalar için ekonomide yönetim değişimi sonrasında arttırılan faiz oranları tatmin edici olmadı. Enflasyondaki gelişmeler mevcut faiz oranlarının daha üstüne çıkılmasını gerektiriyor. Sadece faizlerin artırılması da yetmiyor, başka önlemlerin de alınması lazım. İç-dış siyaset ve iktisadi gelişmelerle birlikte bir paket şeklinde bakılması lazım.
Ancak asıl mesele, Türkiye’nin rejimidir. Türkiye otokrasiye Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi geçtikten sonra ekonomi yönetimi Erdoğan ve ailesi ve saray etrafında belirlenmiş olmasıdır. Bağımsız kurumlardan biri olan Merkez Bankası bağımsızlığını yitirdi, diğer bağımsız kurumlarda olduğu gibi. Sarayın bankası oldu. Rezerv rakamlarına inanç kalmadı
Berat Albayrak’ın rezerv rakamlarını doğru söylememesi, hem içerde hem de dışarda kredibilite sorunu yarattı, kimsenin ciddiye almadığı bir isim oldu. Erdoğan -Albayrak ikilisi, uluslararası ekonomi siyasi çevrelerde kredibiliteleri olmayan yöneticiler olarak algılanıyorlar. Sadece döviz rezervi yalanları değil şeffaf olmayan uygulamalar nedeniyle Türkiye ciddi bir gözetim altında bulunduruluyor. Yeniden itibar kazanmak için, borçlanmanın devamını, sıcak parayı, döviz akışını sağlamak için 180 derece dönüş yapılarak ekonomi yönetiminde ve para politikasında değişiklik yapıldı ama bu değişikliğin de yeterli olmadığı görülüyor. Türkiye uzunca bir süredir belini doğrultmuş bir ülke değildi, geçtiğimiz yıllarda iktisadi büyümenin arkasındaki itici güç, önce kredi garanti fonuydu, aşırı borçlanmaya dayalı politikalardı. Son yıllarda bu borçlanma dinamiğindeki azalışlar, Merkez Bankası kaynaklarına yüklenilmesine ve bu rezervlerin yitirilmesine yol açtı. Merkez Bankası ve kamu bankaları aracılığı ile kurulan bu sistemle hem faizin hem de dövizin düşük seyretmesi bir süre sağlandı, sonra ipler koptu, çanak-çömlek patladı! Bunun üzerine, tamamen Erdoğan’ın faiz takıntısının tersi bir politikaya geçildi ama yeni politikaya da itirazların Saray’ın içinden geldiğini, Erdoğan’ında halen eski duruşunda olduğunu görüyoruz.
Soru şu: Neden, 4 aydır ortalıkta gözükmeyen ve kendini savunamayan bir insanı, kayınpederi ve emir kulları yeniden desteklemeye, yeniden diriltmeye çalışıyor? Anladığım kadarıyla kimi zaman otokraside bazı isimleri feda edemeyecek duruma gelebiliyorsunuz. Çünkü bakınız, Gara harekâtında Akar ve Soylu’nun sorumluluğu ve harekatın başarısızlığı tartışması devam ediyor. Başarısız bir harekât, rehineleri kurtaramıyorsunuz, ölümlerine yol açıyorsunuz. Normal bir ülkede, bu iki bakanın da mecliste bir kere hizaya çekilmesi gerekir, ardından istifa etmeleri gerekir. Ama feda edilmeyecek isimler bunlar. İstanbul seçimlerini kaybeden Binali Yıldırım’ı feda edebildi mi Erdoğan? Aynı şekilde Soylu’yu, gece sokağa çıkma genelgesini, hatırlayın Soylu önce istifa etti, sonra Erdoğan geri aldı. 15 Temmuz’dan sonraki açıklamasını hiç unutmam Erdoğan’ın, Erdoğan’a sordular “Genelkurmay Başkanı ile MİT Müsteşarı’nı görevden alacak mısınız?” diye. O da dedi ki, “dere geçiyorum, at değiştirmem, onlar benim sır küpüm!” Mesele işte burada düğümleniyor, otokrasilerde saraylarda sır küpleri de bulunuyor. Saraylarda dolu olan küplerden başkasır küpleri de bulunuyor,sır küpleri kolay kolay feda edilemiyor.Ülkenin ekonomi politiğine, eksi döviz rezervlerine bakarken rejimin ekside olduğunu göz önünde bulundurarak bakmak lazım. Türkiye’de 20 yıllık bir kapitalist örgü var, özellikle son 10 yılda. Bu akraba sistemine dayanan, eş-dost-akraba kapitalizmi dediğimiz, yandaş kapitalizmi dediğimiz, eş-dost kapitalizmi dediğimiz ‘currency kapitalizm’ denilen bir örgü var. Bu örgü çok iç içe geçmiş durumda bir örgü, akrabalıklar var her şeyden önce, evlilikler var, kızlar-oğlanlar evlendi, ortaklıklar gerçekleşti, mülkiyet ortaklaştı, karmaşık bir ilişki var havuz sisteminde. 20 yıl az bir süre değil, 20 yıl içerisinde bu mülkiyet ilişkileri bir kader oluyor. Akrabalık ilişkilerinde birbirinizi feda edemeyecek boyutlara geliyorsunuz, mülkiyet ilişkileri başlı başına çok önemli bir konu, ortaklık ilişkileri. Çünkü tüm kamu ihalelerinde bu ilişkiler ağı karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla, olan bitene bakarken son 20 yıl içinde oluşan menfaat topoğrafyasına bakmak lazım, bu matriksi çözdüğünüzde birbirini feda edemeyecek ilişkiler ağı karşınıza çıkıyor. Kendisini savunmasına imkân bırakılmayan, ortalıkta görülmeyen eski bir ekonomi bakanı var, üstelik damat, 4 ay önce görevden alıyorsunuz şimdi övüyorsunuz, ne kadar garip bir durum. 4 ay önce konuşmuştuk bu konuları, Instagram hesabından açıklama yapılmıştı ve o açıklamada da “at izi it izine karıştı” demişti damat. Şimdi adam ortada yok ama kayınpeder onu aklamaya çalışıyor, işte bu gariplikler biraz önce söylediğim akraba kapitalizminin yansımaları, açıklamaya muhtaç konular Rothschild ailesinde de sermaye bölünmesin diye kuzenler birbirleriyle evlendirilirdi. Otokrasilerde çok rastlıyoruz, otokratik örneklerde, servet-sermaye-mülkiyet ilişkileri birbirine geçince, taraflar da mecburiyet, birbirine katlanma durumları oluyor.
Bir diğer husus da Biden yönetimi ile Türkiye ilişkileri üzerine henüz yeni bir şey yok. Geçmişte Trump’la birebir yürütülen, damatlar üzerinden yürütülen bir ilişki vardı, bugün bu ilişki yok, Trump yok. ABD ile önemli başlıklardan birisi de Halk Bankası idi, Halkbank – Reza Zarrap davasında Trump müdahildi. Türkiye yönetimini koruyan müdahalelerde bulundu. Bu davanın önümüzdeki günlerde nasıl seyredeceğini bilmiyoruz, Biden yönetimi en azından Trump gibi davranmayacak. Bu dava geliştikçe neler çıkar bilmiyoruz. Başka isimlerde gündeme gelebilir. Daha önce açıklanan bir rapor var, sanıyorum Ekim ayıydı, -asıl davada Berat Albayrak’ın üstü örtük bir şekilde ismi geçiyor ama - bahsettiğim raporda özellikle Zahrap modelinin uygulanırken, İran’la ambargonun delinmesinde Türkiye’de özel bankaların da devreye girdiği, özel bankaların da aynı işlemleri Halkbank gibi yaptığı yazılı. Ekonomi Bakanı olmadan önce Berat Albayrak’ın ambargoyu delen işleri yapan bir özel bankanın başında olduğu belirtiliyor. Tüm bu olan biteni anlamaya çalışırken bu hususun da derkenar edilmesinde fayda var.
2010-2019 arasında Türkiye’de 9 seçim ve referandum yapıldı. 9 seçim ve referandum sonucunda Türkiye’de otokratik bir düzen kuruldu, otokratik düzeni Erdoğan aşırı dış borçlanmayla kurdu. Borçla kurulan bir otokrasiyiz! Finansal şirketler dışındaki reel kesime de dış piyasalardan borçlanma imkânı verildi. Türkiye’de devlet borçlanabiliyor, bankalar sistemi borçlanabiliyor, kamu ve özel bankalar, holdingler, şirketler borçlanabiliyor, borçlar bir şekilde vatandaşa dönüyor ve kredi olarak dayanıklı tüketim malları ve özellikle konut, inşaat sektörüne kullandırılıyor. Bu kaynaklar döviz kazandıran verimli yatırımlara da gitmiyor, verimsiz alanlara gidiyor ve verimsiz alanlardan sağlanan büyüme ile seçmenin oy verme illüzyonunun devam etmesi sağlanıyor. Asıl mesele budur. Sürekli iktidarda kalabilmek. Bunun için kredi önce garanti fonu kaynakları kullanıldı, devasa borçlar yapıldı aşırı bir şekilde ekonomi ısıtıldı, borçlar tavana çıktı, üstüne üstlük kullandığınız iktisadı argüman ‘enflasyonun sebebi faizdir’ olunca, alabora olduk, ödemeler dengesi krizine gelmişken, yönetim değişti faizleri yükselterek geçici bir nefes alındı. Ama bu sürede sona eriyor, Türkiye, dışarıdan kaynak girişini sağlamak için güvenilir bir ülke olmadığı için döviz fiyatları yükseliyor ve biz hâlâ eksideyiz. Yükümlülüklerle varlıklar arasındaki farkı artıya çekmiş durumda değiliz
ÖM: Bu yeni çalkantılara yol açacak mı bilmiyoruz?
AB: Sürekli çalkantı içinde bir ülke Türkiye, iç ve dış, iktisadi, sosyal sorunlarınızı salgınla ilgili meseleleri üst üste koyduğunuzda zaten bir çalkantı içerisindesiniz. Okyanusta bir ceviz kabuğusunuz, ciddi tehlikeli bir dudumdasınız. Başka bir konu Türkiye’nin doğalgaz anlaşması Rusya ile 2021 de doluyor. Bu kontratların yenilenmesi gerekiyor, bunlar hakkında da bilgi sahibi değiliz örneğin. Türkiye’de hiçbir şey şeffaf cereyan etmediği için bu konuyu da bilmiyoruz. Yani geçtiğimiz aylarda birkaç kez gündeme getirmiştim, Rus doğalgazı pahalı bir gaz, Rusya da indirim yapmıyor, Rusya ile son zamanlarda ilişkilerimizde ton değişiklikleri malum yansıyor, en sık görüştüğü liderdi, ‘dostum Putin!’ pozisyonundan daha farklı konumlarda gibiyiz. Türkiye gidiyor Rusya ile çok büyük bir alışverişte bulunuyor, gidiyor daha sonra Trump’la yoğunlaşıyor. Bu siyaset değil, bunun sonuna gelindi, bu tür siyasetle yürünmüyor, “yerini tarif et” diyorlar, başta Birleşik Devletler ve NATO “yerini bir tarif et, netleş!” diyorlar. Bunun için de, “S400 kullanımından vazgeçmen gerekiyor, alımını yaptın ama kurulumundan vazgeç, bunu ambara at!” diyorlar. Rusya ile doğalgaz anlaşması nasıl şekilleneceği önemli, Türkiye’nin doğal gazda kaderi uzun süren Rusya doğal gaz kontratlarına bağlı kaldı. Bu kontratlar 1980-90’lara uzanıyor, o zamanki iktidarların açıklamadığı devlet sırrı olan doğalgaz anlaşmaları, bugünde kamuoyunun gözünün önünde olmuyor. Bilmiyoruz, mecliste önceki devirlerde bile problemliydi, bu mesele yüzünden bakanlar yüce divanda yargılandı, Başbakanlara yol açıldı ama birbirlerini mecliste kurtardılar. 2021 Şubat diye aklımda kalmış, doğalgaz anlaşması sona eriyor ve bunun yenilenmesi oldu mu, olacak mı, nasıl olacak, yenilenmezse, Azerbaycan’la mı anlaşma yapacak? Rusya ile son zamanlarda yaşanan soğukluğun arkasında bunlar mı var? Ayrıca biliyorsunuz doğalgazımızı da bulduk, Erdoğan’ın müjdelerinden biri de doğalgazdı… ama o ne durumda bilmiyoruz.
ÖM: Bu noktada bir şey söyleyeyim izninizle.
AB: Buyurun.
ÖM: Öte yandan da çok önemli bir konu daha var, artık dünyanın bütün en önemli kuruluşları yani BM olmak üzere ya da dini liderler Papa Francesco ya da dünyanın en büyük iklimbilimcileri son aşamaya gelinmiş olduğunu ve fosil Paris anlaşmasının üzerinden 5 yıl geçtikten sonra Glasgow’da toplanacak olan iklim zirvesine de ülkelerin yeterince tedbir almazlar ve bu fosil yakıtları, doğalgaz, kömür ve petrolden vazgeçmemeleri halinde büyük bir yıkıma doğru gittiğini net olarak açıklamaktalar. Yani Türkiye’nin sadece doğalgazı Rusya’dan mı yoksa Azerbaycan’dın mı alacağı meselesinin çok ötesinde bundan yenilenebilir enerjiye nasıl geçileceğinin, devrimci bir biçimde dönüşüm yapacak şekilde tartışılması gerekirken hiç gene büyük bir muğlaklık devam ediyor.
AB: Ömer Bey biz imzalamadık bile değil mi?
ÖM: İmzaladık ama onaylamadık, onaylamayan 6 ülkeden bir tanesiyiz.
AB: Onaylamadık daha doğrusu pardon!
ÖM: Yani taraf olmayan 6 ülkeden bir tanesi, onların 3’ü de en büyük yani petrol ülkeleri zaten Irak, İran, Libya petrol ve doğalgaz dayalı şeyler yapan ülkeler.
ÖÖ: S. Arabistan.
ÖM: Ve S. Arabistan evet, yani petrol devletleriyle, bir tek Türkiye var zaten G20 ülkeleri arasında buna taraf olmayan.
AB: Parlamentosu onaylamayan.
ÖM: Evet parlamentosu onaylamayan.
AB: Trilyon dolarları aşan dış borç yapıldı son 20 yılda, borçlanma imkânı kolaydı uluslararası piyasalardan. 1989’dan beri, aşama aşama serbestleştirmişsiniz, ekonominiz artık borç almadan, borcunu yenilemeden, borcu borçla yenilemeden yürümeniz mümkün olmuyor, büyüme ve açıkları bu şekilde sağlıyorsunuz Türkiye 30 yılı aşkın bir süredir böyle bir hayatın içine girdi, bunun kaymağını AKP yedi. Bol bol ve ucuza borçlanma imkanları vardı, 2007-2008 dünya bunalımı sonrasında faizlerin gelişmiş ülkelerdeki negatif ve sıfır seyretmesi nedeniyle Türkiye bol bol borçlandı. Ancak bu borçları örneğin yenilenebilir enerjiye yatırmadı, teknolojisine yatırmadı. Toplam faktör verimliliği yükseltecek alanlara değil, verimsiz bir yerlere, işte doğayı ve iklimi mahvedecek alanlara yatırdı. Yenilebilir enerjiye yatırım yapamaz mıydı, teknolojiye yatırım yapamaz mıydı? Trilyon dolarla varan borçlanma yapıldı.
ÖM: Betona ve asfalta yatırdı.
AB: Türkiye, yenilenebilir enerji ve teknolojileri üzerine geliştiremez miydi kendini? Geliştirme olanağı vardı, başka alanlarda da geliştirebilirdi ama bunlar yerine dev binalara ve kamu-özel işbirliklerine ve işte verimsiz alanlara, dere yataklarına kurulan toplu konut projelerine gitti bu paralar. Dolayısıyla eksi döviz rezervlerine düşülmesi iklim felaketlerine yol açan yatırımlarla oldu. Nitekim bunları bütün kentler üzerinde görüyoruz. Doğalgaz ve petrol anlaşmaları gözetildi, Türkiye en kötü kömürlerine yöneldi, hiç unutmuyorum yıllar önce bir yılbaşı gecesi bir kararname çıkmıştı, baktık ki aslında kapatılmış kömür rezervlerin bile, ocakların bile açılması sağlandı. Aynı zamanda bu durum seçmenin oyunun ipotekleyecek kömür yardımı meselesine kadar uzanan bir zincirin parçası olarak karşımıza çıktı, AKP sosyal harcamaları portföyünde yer aldı, bu da başlı başına bir konu. Dolayısıyla çok haklısınız.
Son olarak konuya da dikkat çekelim, AKP kongrelerinde malum konuşuyor Erdoğan, geçen gün şöyle bir söz sarf etti, “271 bine yakın sandık için 813 bine yakın kadın sandık kurulu üyesi görevlendirme” sözü verdi. Türkiye’de yeni sandık sayısını bilmiyorduk, kamuoyu ve biz 271 bin sandık olduğunu bilmiyorduk. Elimizde eski rakamlar vardı. YSK’ da açıklamadı, tarafsız olması gereken YSK, Sarayın arka bahçesi, belli ki yeni bilgileri Saray ile paylaşmış, YSK ‘nın imam-hatip ruhuyla çalışan bir kurum olduğunu hatırlarsınız YSK’nin eski başkanı ifade etmişti! Sandık sayısını bilen Erdoğan sandığın 3 katı görevlendirme sözü veriyor “hanım kardeşlerimizi şimdiden belirlemeliyiz” diyor. Sandık sayısını Erdoğan biliyor ama biz bilmiyoruz, 2019 seçimlerinin çok üzerinde bir sandık sayısından bahsediyor. Haluk Ağabeyoğlu arkadaşımızın uyarması ile konuşmayı tekrar okudum, dikkati yoğunlaştırmamız gereken bir açıklama.
Mahkemeler size bağlıysa, eksi döviz rezervleriniz bile olsa, kudretle yönetme kabiliyetine sahip olabiliyorsunuz. Mesele yüksek yargının ve mahkemelerin yürütmeyle yakın ilişkide olmasında emir komuta zinciri gibi olmasında düğümleniyor. Bu hafta galiba hukuk reformu açıklanacakmış, muhtemelen öyle olduğu söyleniyor, bundan da bir şey çıkmayacağını daha önceki haftalarda konuşmuştuk ama son olarak bu sandık meselesine dikkat çekmekte fayda var. Stalin’e ’den atfen söylenir “seçimde oyu veren değil sayan önemli”. Yakın geçmişte pek çok da böyle seçim yaşadık.
ÖM: Evet bu sandık meselesini filan tekrar dikkat çektiğiniz iyi oldu, bunu konuşmaya muhakkak devam etmeliyiz yani. Peki çok teşekkürler.
AB: Size iyi yayınlar, hoşça kalın!
ÖM: Teşekkürler.
ÖÖ: Teşekkürler, görüşmek üzere.
AB: Hoşça kalın!