Açık Gazete'nin köşelerinden Ekonomi Politik'te Ali Bilge, gündem ilişkin yorumlarını paylaştı.
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey!
Ali Bilge: Merhaba!
Özdeş Özbay: Günaydın!
AB: Günaydın Özdeş, günaydın Ömer Bey.
ÖM: Ben telefondayım gene geçen haftanın başından beri, 1 haftadır, yani 8. programda ve bu şekilde daha belirsiz bir süre de, ne kadar süreceği belli olmayan bir süre de devam edeceğiz. Zaten gidişat da böylesi tedbirlerin de olması gerektiğini gösteriyor. Radyodaki arkadaşlarımız da, bütün çalışan arkadaşlarımız da büyük bir ciddiyetle ve fedakârlıkla bunu yürütüyorlar. Bunu da baştan belirtmek istedim.
AB: Zaten belli bir yaş dilimi sokağa da çıkamıyor, değil mi?
ÖM: Evet.
AB: Garip bir durumla karşı karşıyayız.
ÖÖ: Yasayı ihlal edenlere, yani 65 yaş üzerinde olup da sokağa çıkanlara şu anda 3100 TL ceza uygulaması da var. Yani asgari ücretten daha fazla! Bir aylık maaşlarına el koyacaklar anladığım kadarıyla sokağa çıkan yaşlıların.
ÖM: Şimdi yeni yasaklar da geleceğini tahmin ediyoruz Ali bey, 30’la 40 arasına mesela 1500 TL para cezası, 40’la 55 arasındakilere 2000 filan diye gidecek ve çıkma saatleri de, yasakları uzatılacak.
ÖÖ: Arjantin’de olmuş, böyle kademeli yasaklar gelmiş, 2 gün sonra da tamamen sokağa çıkma yasağı gelmiş kademeli.
ÖM: Akıllarını kaçırmış olmalılar bence bunun uygulanabileceğini düşünüyorlarsa.
AB: Abuk, garip bir durum. Biz gelelim salgın sonrasına, Türkiye bu süreci nasıl yönetiyor sorusunu soralım. Geçen hafta da söylemiştik, birincisi Türkiye ekonomisi muazzam güçlükler içindeyken salgınla karşı karşıya kaldı. İç ve dış kaynak sıkıntısı yaşıyordu. Ekonomide müthiş bir darboğaz ve bunalım durumu söz konusuydu. Kriz nasıl aşılabilir diye bakılıyordu, durum vahimdi. İkincisi, AKP dönemi boyunca uygulanan sağlık politikasında yaşanan devasa sorunlar bulunuyordu. Hem ekonomi de, hem de sağlıkta devasa sorunlarla karşı karşıya kalmışken pandemi ortaya çıktı. Güçlü bir ekonomiye ve sağlık sistemine sahip değildik.
Sağlıkta şehir hastaneleri sistemi denilen bir ana eksen vardı. Pek çok sağlık kurumu ortadan kalktı. Türkiye tarım, hayvancılık, eğitim, dış politika gibi pek çok alanda iyi yönetilemiyordu. Hak ve özgürlüklerin sınırlandığı, yargıda bağımsızlığın ortadan kalktığı, otokratik bir ülkeyken COVİD19 kapımızdan içeri girdi.
Türkiye, CHS ile (cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi) denilen bir sistemle 23 aydır yönetiliyor. CHS, tek adam rejimi denilen, demokrasi denilemeyen bir rejimin adıdır. Bu sistem pek çok yapıyı, örneğin başbakanlık müessesesini kaldırılmıştı, 23 aydır ülkede başbakanlık müessesesi yok, yani Türkiye’nin yönetim hafızası, kiti ortadan kalkmış durumda. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen sistemle ülke idare edilemiyor -bu sistemi getirenlerde idare edilemediğini ifade ediyor - sistem işlemiyor, lokomotif vagonları çekemiyor, raylar bozuk ve vagonlar tek tek devriliyor. Sağlık vagonu da bunlardan biri, aksayan baskıcı rejimle, salgın ile mücadele edecek politikaların kurgulanmasında muazzam bir beceriksizlik, organizasyon yeteneksizliği, yetersizlik ve çaresizlikle karşı karşıya kalındığını görüyoruz.
Öncelikle altını çizmek isteğim husus şu : Türkiye hali hazırda karantina donanımına ve karantina yürütme becerisine, politikasına, anlayışına, kadrosuna sahip değil. Vakalar görülmeye başlamışken sadece S.Arabistan topraklarından 21 bin umre ziyaretçisi memlekete döndü. 21 bin kişinin geleceği biliniyordu. Neden umreye gönderildiler, o da ayrı konu ama dönüşleri bir acayipti. Çünkü, Çin’de görülmeye başlayan Covid19 virüsü 3 aydır devam eden bir gelişmeydi. Çin, gecikmeli de olsa tedbirlerini aldı, ancak Çin’in Mekke ve Medine’ye, umreye giden 21 bin kişisi yoktu, İtalya’nın umre ziyaretçisi yoktu.
Karşımızda 21 bin umre ziyaretçisinin dönüşünü organize edememiş bir yönetim var. Umre ziyaretlerinden dönen insanların, 9 bini ‘sözde karantinadalar’ sözde diyorum çünkü öğrenci yurtlarına yerleştirildiler, yurtlar karantina alt yapısı olamayan yerlerdi, karantina altyapısı hazırlanmış değildi, bunların geleceği de belliydi.
ÖÖ: İsyanlar çıktı zaten o yurtlarda hatırlarsanız geçen hafta, insanlar “hangimiz sağlık hangimiz değil belli değil, hepimizi aynı yere koydunuz ve üstelik bu yurtlar da tekli odalar değil, bir kısmı ranzalı falanlar. Dolayısıyla hepimize yayacaksınız” diye endişelilerdi.
AB: Kesinlikle, Türkiye 450 bin umre ziyareti yaptırıyor yılda, yaklaşık 80 bin de hac ziyaretçisi var, 2020 için 83 bin kişi belirlendi, umre ziyaretini S.Arabistan yasakladı, dolayısıyla o en son gelen kafileden başka giden olmadı ama hac kayıtları ve işlemleri Diyanet İşleri Başkanlığında devam ediyor, hacda herhangi bir problem yok.
ÖM: Ama Ali bey burada bir şey var, THY’nin tüm yurtdışı seferleri durduruldu 5 nokta haricinde ve buna S.Arabistan da dahil, dolayısıyla görünür, gelecekte hac zamanı geldiğinde açılıp açılmayacağı belli değil.
AB: Ben Diyanet İşleri’nin yalancısıyım, onlar geçen hafta eğitim yaptılar Antalya’da hac için.
ÖM: Öyle mi? Hazırlanıyorlar yani. Diyanet İşleri Başkanı 65 yaşın üzerinde mi?
AB: Bilmiyorum.
ÖM: Onun sokağa çıkamaması lazım.
AB: Elbette, bakın şöyle, Türkiye’de hacca gidenlerin %81’i 50 yaş üstü, umreye gidenlerin %60’ı 50 yaş üstü.
ÖM: Yani o zaman umreye ve hacca gideceklerin tümüyle sokağa çıkmasının yasaklandığı, tümüyle demeyeyim ama zaten uçuşlar da yasak. Çok ilginç bir durumla karşı karşıyayız.
AB: Türkiye’de hac ve umre faaliyetleri Diyanet İşleri’nin yönetiminde yapılıyor. Diyanet en büyük din turizmini gerçekleştiriyor. Hac’ın %60’nı diyanet, kalanını diğer tur şirketleri yapıyor. Bu yıl gerçekleşirse 50 bin kişiyi Diyanet, kalanını diğer şirketler götürecek. Dolaysıyla, Türkiye’nin en büyük seyahat acentelerinden biri Diyanet İşleri oluyor, bu faaliyetten de muazzam bir gelir elde ediyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın web sitesine baktığınızda şu anonsu görüyoruz. “ hacca gitmek isteyenlerin kayıtları 15 Mayıs 2020 tarihine kadar uzatılmıştır” 22 Haziran’la 25 Temmuz’da gidişlerin, dönüşlerin de 6 Ağustos ve 2 Eylül’de olacağı belirtiliyor.. Yani Hac da bir kısıtlama yok, umre yasak ama hac henüz yasak değil. Daha doğrusu henüz yasak kapsamına girmedi ama THY uçuşları yasaklamış. Devletin 2 kurumu bu durumu böyle, anlaşılan salgının biteceğini düşünüyor Diyanet, gideceklerin paralarının bir kısmını da yatırmış oldukları anlaşılıyor.
ÖM: Ayrıca ikametlerinden ayrılmalarına kısıtlama ve yasaklama getirildi, bu durumda Diyanet İşleri Başkanı’nın, Cumhurbaşkanı’nın, Meclis Başkanı’nın 112’yi, 155’i ya da 156’yı arayarak yardım istemeleri gerekiyor.
AB: Yaş icabı muhatap olmaları gerekiyor. Şimdi umreden dönen en son parti, 21 bin vatandaş Türkiye’ye döndü. Demin Özdeş’in söylediği gibi, 9 bini yaka paça yurtlara kapatıldı. İçlerinden torpilliler konvoydan çıkarıldı, 21 bin kişinin kalan 12 bin kişi memleketlerine evlerine gönderildi. Bunlara sadece nasihat edildi “14 gün boyunca evden çıkmayın!” dendi.
ÖÖ: Evet ilk 15 bin kişiden bahsediyorsunuz.
AB: Gelen 21 binden 12 bini evlerine gitti, bildiğim kadarıyla 9 bini yurtlarda karantinaya dağılmış durumda. Gelenler için bir bölge seçilmedi, illere göre boşaltılan öğrenci yurtlarına, karantina alt yapısı olmadan yerleştirildiler. Gelenlerin kontrolleri sadece hava limanlarında xray cihazı gibi bir alet var, ateş ölçer galiba, onun dışında fazla da bir şey yapılmadı, memleketin her bir tarafına dağıldılar.
ÖÖ: İlk vakalar zaten umre dönüşünden gelenler ve aile üyeleri çıkmıştı.
AB: Evet zaten oradan patlak verdi. Şimdi size bir şey söyleyeceğim, bizim Diyanet İşleri Başkanlığımızın, kimine göre bu başkanlık bir holding, muazzam dev bir iktisadi faaliyeti bulunuyor, din işleri başkanlığının devasa bir holdinge dönüşmesinin detaylarına girmeyeceğim, vaktimiz yetmeyecek. Şimdi sıkı durun: Diyanet İşleri Başkanlığımızın Mekke ve Medine’de hastanesi var biliyor musunuz?
ÖM: Hayır bilmiyoruz!
AB: Yaa!
ÖM: Çok ilginç!
AB: Mekke, Medine’de iki hastanesi ve Arafat’ta da 400 metrekarelik sağlık çadırları var, çok sayıda ambulanslar var, sağlık ocakları var, kutsal topraklarda ! Mekke’deki hastane 16 katlı bir binada, tam donanımlı, 150’ye yakın doktor görev yapıyor, hacılara, oraya gidenlere sağlık hizmeti veriyor yıllardan beri, 16 katlı binaya 2008’de taşınmışlar. Tam teşekküllü bir hastane, sık sık yöneticiler sağlık bakanları ziyaret ediyorlar. Ayrıca 2018’de sağlık bakanlığı da bir protokol imzalamış Suud yönetimiyle, onlar da hastane açma hazırlığı içindelermiş.
Diyanet Holding’in, Diyanet’in birçok farklı vakıfları, şirketleri var, inşaat şirketleri var, cami inşaatlarını Komaş isimli inşaat şirketi yapıyor, çok zengin bir kuruluş Diyanet İşleri. Bunlar Sayıştay tarafından da doğru dürüst incelenip denetlenmiyor şeffaf değil faaliyet rakamları.
Biz yine konumuza dönelim, 3 Ekim 2013 tarihli bir habere rastladım. Bahsettiğim Diyanet hastanelerini, o tarihte bir bakan eşliğinde basına gezdirmişler, Anadolu Ajansı da bir haber yapmış, haberde hastanelerin ne muhteşem olduğundan, kapasitelerinden, hizmetlerinden, 400 metrekarelik klimalı çadırdan falan bahsediliyor, haberin son cümlesi çok ilginç geldi bana. AA haberinin son cümlesi “hac öncesi endişeye neden olan ağır akut solunum yetmezliği sendromu, sars hastalığına benzer belirtilerine neden olan korona virüsü konusunda da şimdiye kadar olumsuz bir durum yaşanmadı. S. Arabistan yetkilileri korona virüsü içinde gerekli önlemlerin alındığını açıkladı.”
Dikkatiniz çekerim; Ekim 2013’te bugünkü covid19’un abisi, ablası kol geziyor oralarda ve habere konu oluyor korona virüsü. Belli ki bu konu, o zamandan bu yana biliniyor, oradaki Diyanet hastaneleri bilgi sahibi, bu bölgeler her daim korona çeşitlerinin kovanları, milyonlarca insan geliyor yıl boyunca, her türlü virüsü taşıma potansiyeline sahip insanlar bunlar, siz tüm bunlara rağmen önlem almıyorsunuz, haydi bıraktım önceki kafileleri, en son 21 bin kişiyi neden umreye gönderiyorsunuz? neden gelişlerini yayılımı önleyecek şekilde organize etmiyorsunuz? umre ziyaretçileri Türkiye’ye gönderilirken, hastanelerde ön bir tarama yapılamaz mıydı?, vakalar ayıklanamaz mıydı? Bazı testleri yapamaz mıydınız, bazı önlemleri alamaz mıydınız? Hastanelere ilişkin haberlere baktığınızda 5 TIR ilaç gittiği söyleniyor. Çin’de ve dünyada vakalar başlamışken, bu gidiş ve dönüşler yaşandı. İnsanların virüsün içine girip çıkmasına neden müsaade ediyorsunuz?
Ama bunlar gelir yaratan işler, akçeli işler.. Her iki taraf içinde güzel işler.. Suudi yönetimleri ile yenilenen protokollerle umre hac işlemleri yapılıyor. Suudlar, her yıl ülkelere bir kota tanınıyor, bu organizasyonlar karşılıklı işbirliği üzerinden yürüyor! Suudi devletinde petrol gelirlerinden sonraki ikinci büyük geliri hac ve umre gelirleri. Büyük bir din turizmi var, her iki tarafta kazanıyor!
Ezcümle, sadece umre ziyaretçilerini bile ele aldığımızda Korona salgınına ilişkin sürecin iyi yönetilemediğini görüyoruz,. Türkiye’de karantina işleri nasıl işliyor diye baktım Sağlık Bakanlığı bünyesinde Halk Sağlık Genel Müdürlüğünün altında Bulaşıcı Hastalıklarla Mücadele Daire Başkanlığı var, Karantina işlerinin bu birimde olması gerekiyor, ayrıca Diyanet İşleri’nde ya da Sağlık Bakanlığı’nda adının başında ‘karantina’ olan bir birim görülmüyor Karantina Müdürlüğü, başkanlığı gibi bir birim görülmüyor.
Nasıl deprem sonrasında nasıl çaresiz kalmışsak, hatırlayın o günleri 20 yıl önce yaşadıklarımızı, sanki deprem bölgesi ülkesi değilmişiz gibi deprem konusundaki çaresizlikler yaşamıştık, vatandaşın ve devletin ne kadar bilgisiz, yetersiz ve duyarsız olduğunu görmüştük. Deprem toplanma yerleri bile tespit edilmemişti.
Salgında da karantina meselesi son derece önemli. Karantina eğitimi yapılıyor mu Türkiye’de diye baktım, Sağlık Bakanlığı’nda da var mı diye de baktım, bulamadım. Ne kadar karantina eğitimli, donanımlı ekibimiz, kadromuz var? Pek bir şey bulamadım. Çok gerilere gitmeyelim, 1878’den itibaren Osmanlı-Rus savaşından bu yana geldiğimizde Osmanlı yönetimlerini meşgul eden önemli konulardan biri karantinalardır. Karantina işi o kadar önemlidir ki, Türkiye’nin kurucu anlaşması olan Lozan müzakerelerinde görüşme başlıklardan biridir.
ÖM: Üstelik İzmir’de de bir mahallenin adı da Karantina’dır. Hatta Atilla İlhan’ın ünlü şiiri de Karantinalı Despina adını taşır. Yani bu karantina kültürü çok yaygın Türkiye’de.
ÖÖ: Urla’ya da yakın olan bir ada var, o da Karantina Adası diye biliniyor.
AB: Osmanlı sınır boylarında karantina yönetimleri vardır, sınırlarda ve limanlarda. Karantina bölgelerinin yönetimi yabancılara kapitülasyon hakkı olarak verilmiş, “biz idare edemiyoruz, sen idare et, gelirleri de senin olsun” demişiz. Lozan’da başlık olması da bu nedenle. Lozan’da “ siz buraları yönetemezsiniz” diyor yabancılar, “yönetemediğinizde de tüm Avrupa’yı salgın sarar, ülkelerimiz etkilenir “ diyorlar. Ciddi, çetin müzakereler oluyor, “beceremezler bu işi” demekle birlikte, elbette gelirden de olmak istemiyorlar.
Salgın hastalıklar geçmişimiz acılarla doludur, Osmanlı-Rus savaşından bu yana savaşlarda ölenlerin misli misli salgın hastalıklardan ölen askerlerimiz, sivil insanımız vardır. Balkan harbinin trajedisi inanılmaz bir şekildedir, Balkan bozgununun büyük bir bölümünü bulaşıcı hastalıklardan yaşamışızdır. Ordunun önemli bir bölümü ve halk bulaşıcı hastalıklara teslim olmuştur. Dönemin Sadrazamı yani başbakanı Mahmut Şevket Paşa Balkan savaşı sırasında yaşanan bu trajedi ile ilgili olarak, “gerek askeri gerekse sivil alanda en geri olduğumuz konu sağlık hizmetlerini organize edemeyişimizdir. Geçen yıl bütçeden aldığım 460 bin altın bile kullanılamadı” der.
Aradan 100 yılı aşkın bir zaman geçiyor ve sanki pek bir şey değişmiyor devletin bugünkü karantina anlayışına baktığımızda durumun vahametini görüyoruz. Bu işlerin Çin’den, İtalya’dan da ders alınamadan yürütüldüğü ortada. Diyanet İşleri Başkanlığınızın her şeye donanımı var ama bu konuda donanımı ve ajandası yok. Salgın ülkelere yayılmışken umre dönüşlerini bile organize etmekten yoksunsunuz. Virüsü tespit kitleri, aşılar, malzemeler konusunda yaşananlarda ortada. Çin’de Kasım ayında vakalar başlamış ve siz dünyada en fazla din turizmi yapan ülkelerden birisiniz, elbette buradan muazzam bir geliriniz var, 1,5 milyar TL’lik sadece Diyanet İşleri’ne bırakılıyor, kurban gelirleri ayrı, onlara girmeyeceğim.
Türkiye’de umre ve hac ziyaretlerinin salgın hastalıklarla olan bağlantısını kurmadan yaklaşmak ciddi bir eksiklik oluyor. Karantina anlayışı, karantinaya bakışın yetersizliği ortada. Salgınlar bir afet yönetimi gibi mücadele ve organizasyonları gerektir. Karantina yönetimleri ciddi bilgi birikimi ve iyi kadrolar gerektirir. Hatırlayın Birleşmiş Milletlerin, Dünya Sağlık Örgütünün ebola ve benzeri salgınlarında salgının yaşandığı ülkelerde oluşturdukları organizasyonları, eminim Cengiz Aktar arkadaşımız bu konuları, deneyimleri nedeniyle daha iyi bilen bir kişi olarak, bu işleri anlatabilir. Karantina politikası, karantina tedbirleri, karantina bölgelerinin yönetimi hususu ciddiye alınmadan bu işlerle mücadele edilmesi mümkün gözükmemektedir. Yakın tarihimiz hem Anadolu’da hem de Rumeli’de sıtmadan, trahomdan, veremden, koleradan, tifüsten insanlar kırılmıştır. Birinci dünya savaşında doğu cephesinde soğuktan çok tifüsten, tifodan ölenlerle doludur. Dolayısıyla salgın ve karantina deneyimiz bilgimiz var ama yakın zamanda bu alanda hafızası olan kurumları ortadan kaldırdık, karantina bilgi birikimimizi, aşı bilgi birikimimizi, Hıfzıssıhha Enstitüsünü 2011’dekapattık.
ÖM: Bu konuda ben de izninizle bir iki cümle ilave edeyim. Tabii Osmanlı döneminden verdiğiniz Mahmut Şevket Paşa da öldürülmüştü değil mi?
AB: Evet suikasta uğradı.
ÖM: Ders alınacak çok sayıda şey var, bu yalnız Türkiye ile de ilgili değil, yani İspanya gribi, nezlesi denilen 1918’deki büyük salgından sağ kalan tek kişi olduğuna inanılan birisi Josea Mealpenia diye 105 yaşında bir kişi ile konuşmuşlar Guardian gazetesinde var. Diyor ki “çok dikkatli olun, ben bütün 7 kardeşten canlı kalabilen tek kişiyim 1918 sonbaharında. Yürüyemiyordum, müthiş ateşim vardı fakat bu aynı şeyin tekrarlanmasını istemiyorum, aynı hatalar da yapılıyor” diyor. 102 sene önceki hataların yapıldığını söylüyor, o kadar çok hayata mâl oldu ki, bu gerçekten çok ciddi bir şey. Atlantik’in öbür tarafında da 107 yaşındaki Joe Newman diye birisi de 1918 İspanya nezlesini atlatmış, Florida’da yaşıyormuş hâlâ. NBC News’ta “aramızda geçecek diyenler var, gidecek ama bedeli ne olacak? Asıl onu sormamız lazım” demiş. Gerçekten durum Türkiye’de uygulanan şeylerin, bu yaş politikası filan pek akla, ciddiyet sınırlarına sığdırılabilecek gibi değil. Yani bütün yetkililer, müdürler, belediye başkanları, valiler, 65 yaşın üstündekiler durumlarını 112, 156 ya da 155 numaralı telefonlara anlatarak mı ihtiyaçlarını giderecekler? Böyle bir gayri ciddiyet görülmemiştir diyebiliriz.
AB: Bu gayri ciddilik otokrasiyle böyle oluyor, beceriksiz, bilgisiz yaklaşımlarla bu kadar, ayrıca bir kamu faaliyeti özel sektörden gelenlere hasredilmiş. Bakın Sağlık Bakanı özel hastane sahibi, Turizm Bakanımız turizm tesisleri sahibi, Milli Eğitim Bakanımız okul sahibi, zaten Başkan da diyor ki “ben CEO’yum” ama iyi bir CEO değilsiniz, salgına karşı açıkladığınız tedbirlerden bu anlaşılıyor, açıklanan paket, bu işi ciddiyetinin farkına varılamadığını gösteriyor. İlan edilen tedbirlere ‘neşen yerinde tedbirleri’ diyorum ! Tedbirler böyle mi açıklanır? Böyle bir pandemide böyle mi söylersin? “Neşen yerinde!” ‘neşen yerinde tedbirleri’ olarak tarihe geçecek. Önemli gördüğüm bir konuya da değinmek istiyorum. Salgınla ilgili anayasa maddelerini hatırlatmak istiyorum izninizle.
ÖM: Estafurullah buyurun.
AB: Salgınla ilgili anayasanın 199. maddesi var, diyor ki “cumhurbaşkanı tehlikeli salgın hastalık ya da ağır ekonomik bunalımın ortaya çıkması hallerinde yurdun tamamında veya bir bölgesinde, süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilan edebilir. Olağanüstü hâllerde, temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir. Kısaca, temel hak ve özgürlükler bu tür olağanüstü hâl kararı verildiğinde uygulanmıyor. Salgınlarla ilgili Anayasa hükmü uygulandığında otoriterlik dozu daha da yükselebilir.
ÖM: Yani Sağlık Bakanı’nın da aslında özel hastanesi var dediniz, yani en akla uygun makul tedbirler aldığı görülen ve söylenen Sağlık Bakanı’nın da tam bu korona virüsü konuşulurken bir de “bahar temizliğine başladık” şeklinde bir demeç verdiğini de unutmamak gerekiyor İdlib’deki müdahaleden bahsederken. ‘Bahar temizliği’ kelimesini kullandı savaşla ilgili olarak.
AB: Evet ayrıca oradaki askerlerin, birliklerin salgına karşı durumları hakkında bilgi sahibi değiliz, sınıra yığılan halkın durumu hakkında bilgi sahibi değiliz, Türkiye’de resmi olarak 4 milyon, gayri resmi 5,5 milyon mülteci, göçmenin bulunduğu söyleniyor, bu insanların salgınla ilgili durumları hakkında da bilgimiz yok, taranıp taranmadıkları hakkında hiç bilgimiz yok.
Son 10 yıl içerisinde dünyanın en büyük göç dalgasının olduğu ülke Türkiye. Bu insanlar sağlıksız insanlar, beslenmeleri, içtikleri su, yedikleri yemekler problemli, bağışıklık sistemleri güçsüz insanlar. Tüm bunlar hakkında da yeterli bilgi sahibi değiliz. Enformasyon sadece her gün şu kadar kişi öldü, şu kadar vaka şeklinde yetersiz olarak gece yarısı yapılıyor.
Hep şunu söylüyorduk, epeydir bilgi ve veri güvenliğinin olmadığı bir ülkeyiz, böyle bir ülkenin böylesine bir salgın karşısında açıkladığı bilgilere de kuşku ile yaklaşılmaktadır.
Salgın nedeniyle anayasadaki hükümleri kullandıkları takdirde Türkiye’de ciddi siyasal problemlerin de başlayacağının belirtmekte fayda var. Kırıntı özgürlük ve haklar dahi askıya pekala alınabilir. Çünkü bu olağanüstü hâl yönetime, sağlık alanı dışında da özgürlükleri sınırlamaya imkan veriyor, zaten biz otoriter bir rejim içerisindeyiz. Rejim bu ülkeyi yönetemiyor, pandemiye karşı dayanışmacı bir siyaset ve mücadele sergileyemiyor. Salgında rejim şeffaf bir yönetim sergileyemiyor, parlamentoyu da, siyasi partileri de, sivil toplumu da devreye sokamıyor. Üstelik yönetimin kapasitesi de buna uygun değil, yetersiz. Parlamento salgını doğru dürüst ele alamıyor, çünkü rejim meclisi önemsizleştirmiş vaziyette, bunları gündeme getiren bir parlamento olmaktan çıkmış durumda. Ne oluyor sonuç olarak? Aile meclisinde alınan kararlar haline geliyor ve böylede olmuyor. Çin bir süre sonra uyguladığı tedbirlerle ilerleme sağlamış gözüküyor, orada da otoriter bir rejim var evet otoriter rejim ama akıl, bilgi ve beceriyi anlaşılan ortaya koydu ve tedbirler paketiyle şu ana kadar gördüğümüz de başarılı bir sonuç almış oldu.
ÖM: Evet Selim Badur da aslında tekrar çıkabileceğine dair önemli bir bilgi verdi, yani “o bile istikrarlı olmayabilir” dedi. Bitirirken ben bir de şunu söylemek istiyorum, dünyanın şu anda %88,72’sine ulaşmış durumda. Yani muazzam bir salgın bu, dünya tarihinin gördüğü en büyük salgınlardan bir tanesi ama sizin şikayetleriniz, bu ekonomideki darboğaz ve şeffaflık ihtiyacı, bilgi ihtiyacı filan için ben 65 yaş üzeri birisi olarak şimdi bütün bu ihtiyaçları 112 numaraya bildireceğim!
AB: Öyle mi? Sokağa çıkma yasağı henüz uygulanmayanlardanım…
ÖM: Siz istediğiniz gibi söyleyebilirsiniz, ben ancak 112’ye telefonla söyleyeceğim. Bakalım ne cevap gelecek şeffaflık konusunda?
AB: Gerçekten abuk bir durum ve uygulama, beceriksizliği, bilgisizliği vurgulamakta fayda var. Türkiye böylesine amorf bir yapı ve anlayışla salgına girdi. Yürümeyen bir cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ve otoriterlik virüse çare değil, ‘neşen yerinde tedbirleriyle’ de salgınla baş edilemez. Parti liderleri ile bile bir araya gelinmedi..
ÖM: Onlar da sokağa çıkamıyor zaten.
AB: Evet, liderler de çıkamıyor. Sokağa çıkamadığımıza göre şu Açık Gazete 7/24 yayın yapabilecek kapasitede.
ÖM: Ona girmeyelim! Peki Ali bey çok teşekkürler.
AB: Hadi kolay gelsin, hoşça kalın!
ÖÖ: Görüşmek üzere.