"Normal bir demokraside değiliz, sancılı bir otokrasideyiz"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik'te Ali Bilge'nin gündemini gelecek seçimlerde HDP ile ittifak ihtimalleri, dünya üzerindeki tahıl ve gıda sorunları, Türkiye'deki gıda enflasyonu oluşturdu.

2016 Onur Yürüyüşü sırasında polis şiddeti

(25 Temmuz 2022 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

(Bu metin hızlıca hazırlanmış bir ses kaydı deşifresidir, nihai biçiminde olmayabilir.)

Ömer Madra: Günaydın Ali bey, merhabalar.

Ali Bilge: Merhaba Ömer bey, merhaba Özdeş.

Özdeş Özbay: Merhaba.

AB: Günaydın, iyi haftalar.

ÖM: Evet, son derece yoğun bir hafta geçirdikten sonra tekrar pazartesi. Tabii en önemli şeylerden bir tanesi bütün dünyayı kapsayan yangınlar var. Her tarafta muazzam bir yangın dalgası var, özellikle de Kaliforniya'da artık acil durum ilan edilmesini gerektirecek büyüklükte. Ama onun dışında da, işte diktatörlüklerde ağırlaşan manzaralar da seziliyor. Türkiye'de de hem yangınlar var hem de otoriter rejimle ilgili kaygı belirtilen durumlar var. Ben şunu da belirtmek istedim burada; bir açıklama geldi: “Değerli medya mensubu biz iki yüz iki yurttaş, sayın Selahattin Demirtaş'ın son iki söyleşisinde yaptığı açıklamalara ilişkin görüşlerimizi ve isimlerimizi aşağıda ve ekte iletiyoruz. Yer vermeniz dileğiyle” diye. Şöyle bir şey deniyor:

HDP’nin önceki eş genel başkanlarından sayın Selahattin Demirtaş’ın, son iki söyleşisinde önemle vurgu yaptığı, Kürt sorunu ve çözümüne ilişkin, -siyasetten ‘şiddeti dışlama’ ve bu amaçla silah kullanan tüm yapılara ‘silahı bırakma’ çağrılarını da içeren- görüş ve önerilerini son derece önemli, değerli ve içtenlikli buluyoruz.

HDP yetkililerinin de defalarca belirttikleri gibi, sorunlarımızın hukuk ve demokrasi içinde çözümünü ve toplumumuzun bütün farklılıklarıyla ‘barış içinde birlikte’ yaşamasının sağlanmasını amaçlayan, 6’lı masa liderleri başta olmak üzere, tüm siyasi partileri, tarafları ve herkesi, bu yoldaki barışçı ve birleştirici açıklama ve girişimleri desteklemeye çağırıyoruz. Kamuoyunun bilgi ve değerlendirmesine saygı ile sunarız.

202 yurttaş imzası var. Evet, bunu da girişte söylemek istedim ben de.

AB: Son yapılan HDP kongresini izlemiştim, bir evvelki programımızda değerlendirmiştik. Selahattin Demirtaş'ın, diğer liderlerin ve HDP'nin şiddete karşı duruşunu anlatmıştık. Bu bağlamda, Demirtaş'ın işaret ettiği hususlar, aslında HDP'ye oy veren Kürt ve Türk kökenli tüm seçmen tarafından da genel kabul görmüş bir duruma işaret etmektedir. Türkiye'nin hem otokrasiden çıkışı hem de Kürt sorununun çözümüne doğru yol alması bir ortaklık içermektedir. Bu ortaklık için şiddetten uzak kalınması temel unsurlardan bir tanesidir.

Zaten izlediğim HDP kongresini değerlendirirken de söylemiştim, kongrede “Kandil vurgusu” hiç yoktu. Ancak, kongrede de görüldüğü gibi, eski Eş Başkan Demirtaş olgusu/ağırlığı HDP üzerinde çok önemli. Demirtaş'ın HDP seçmeni ve kadroları üzerinde çok önemli bir etkisi bulunuyor.

Uzun yıllardan beri otokrasiye karşı siyasal ittifak konularını dile getiriyorum, bilhassa Ekonomi Politik programında dile getirdiğim bir mesele… Şunun farkına varmak lazım; gerçekleştiği taktirde önümüzdeki seçimler normal bir seçim olmayacak,ülkenin otokrasiden demokrasiye geçiş geçip geçmeyeceğini belirleyen bir seçim olacak. Bugün biz normal bir demokraside değiliz, sancılı bir otokrasideyiz. Sancılı bir otokrasiden normal bir düzleme geçmeyi sağlamayı düşündüğümüz bir seçimde, ittifak manzumesinin de kilit unsuru HDP'dir. Dolayısıyla bu kilit unsurun, HDP’nin ittifaka eklemlenmesi projesi önümüzde duruyor. Yani bu mesele, iki yüz iki aydının da, tüm aydınların da, entelektüellerin de kafa yorması gereken, aynı zamanda ihmal ettiği bir alandır. Önümüzdeki dönemde, demokrasi kapısının açılması için bu kilidi çözecek formülleri ortaya koymak durumundayız.Bu da öncelikle şiddetten uzak kalmayı gerektiriyor. PKK hendek savaşlarıyla/çatışmalarıyla gücünü yitirmiş durumda, bunu çok net görebiliyoruz. Türkiye'nin içerisindeki silahlı gruplar minimize olmuş durumda, çok ciddi darbe inmiş durumda. Yanlış stratejiler uygulandı. Binlerce genç bodrumlarda katledildi, öldürüldü, bunları da biliyoruz.

Dolayısıyla bu tür metinler, imzalar, bu tür yaklaşımlar daha da genişleyerek meseleye açılım sağlamak durumundadır. Türkiye entelektüellerinin, aydınlarının odaklanması gereken nokta, kafa yorması gereken husus, sağlam bir ittifakın, zengin bir ittifakın nasıl kurulması gerektiği ve HDP’nin ittifaka eklemlenme formülünün geliştirilmesi üzerine olmalıdır; altılı masa denilen yapıyla HDP arasındaki sürecin nasıl geliştirileceğinin formülleri üzerinde yoğunlaşmaktır. Önümüzde yaklaşık bir sene bulunuyor, seçimlere kadar olan süre içerisinde bu konu üzerine çalışıyor olacağız, çalışmamız lazım. Sonraki programlarda da buna ilişkin yaratıcı fikirleri gündeme getireceğimizden eminim.

ÖM: Evet, yani zaten Bianet platformunda yazmış olduğunuz son yazıda da “seçimler otokrasiyle demokrasinin yarışacağı bir seçim olacak ve sancılı bir otokrasi içerisindeyiz.” diye belirtiyorsunuz. “Gelecek seçimlerde demokrasiye geçilip geçilmeyeceğini belirleyeceğiz. Dolayısıyla da sancılı bir yoldayız” diye de belirtmişsiniz zaten.

HDP ile ittifak: "21. yüzyılda otokrasilerden birinde demokrasi kapısı aralanacaksa, bu çok önemli bir deneyim olacak"

AB: Evet, yayınlandığından haberim yoktu. Şimdi öğrenmiş oldum ben de. Yazı geçen haftaki konuşmamızın bir özeti zaten. Sonuç itibariyle, önümüzdeki gündemin en önemli maddesi HDP'nin ittifaka ne şekilde eklemleneceğidir. Buna ilişkin zengin deneyim fırsatı var. Eğer, 21. yüzyılda yaşanan otokrasilerden birinde demokrasi kapısı aralanacaksa, bu çok önemli bir deneyim olacak. Türkiye deneyimi, dünya açısından da çok önemli bir deneyim olacak. Türkiye’de seçimlerle otokrasiden demokrasiye geçiş deneyimi yaşanması, 21. yüzyılda yaşadığımız faşist ve otokratik rejimler için çok önemli bir deneyim olacak. Onun için enerjimizi buraya teksif etmemiz gerektiğini yıllardır söylüyorum, yıllardır demokrasi cephesi diyorum, ittifakların nasıl kurulacağı ve ittifaka HDP'nin nasıl formüle edileceği üzerine kafa yormamız gerektiğini söylüyorum. Hem Kürt hem Türk aydınların yapması gereken, harcaması gereken enerji buraya teksif edilmesi gereken enerjidir. Önümüzdeki günlerde yıllardır bu konularda çalışan bir kişi olarak tabii ki öncelikle kendi programımızda, kapsamlı görüşlerimizi kamuoyuyla paylaşma imkânı bulacağımızdan eminim diyelim. Başka bir gündeme geçelim mi?

ÖM: Evet, lütfen.

AB: Şimdi iki tane konumumuz var: Bir tanesi bu tahıl anlaşması. Anlaşmanın üstünden 24 saat dolmadan tahıl sevkiyatının yapılacağı liman bombalandı değil mi?

ÖM: Evet, çok tuhaf. Yani tuhaf ötesi bir durum.

AB: Bu tuhaf ötesi durumları her gün, her saat yaşıyoruz. İran'da yapılan üçlü zirvede Erdoğan umduğunu hiç bulamadı. Üstelik ailecek de gitmişlerdi. Türkiye’nin Suriye'ye yeni sınır ötesi operasyonuna ilişkin İran ciddi bir ağırlık koydu. Rusya zaten geçit vermiyor. Erdoğan’ın istediğini elde edemeden döndüğü toplantılardan bir tanesi daha gerçekleşti. Erdoğan büyük bir iç kredibilite sorunu yaşadığı gibi -hatta ondan daha çok- dış kredibilite sorunu yaşamaktadır. Tahıl koridoru projesinde Türkiye/Erdoğan, aslında kredibilite kazanacağını düşünerek bu süreçte aktif olarak yer aldı. Buna Birleşmiş Milletler de destek verdi. Ve bu anlaşma imzalandı.

Buna çok ihtiyaç var, çünkü bu iki ülke -Ukrayna ve Rusya; Kazakistan'ı da eklememiz lazım- dünya tahıl üretiminde, buğday üretiminde, arpa üretiminde ve özellikle de Ukrayna ayçiçeğinde çok önemliler. Bu iki ülkenin altı aydır savaş içinde olması yüzünden bu ülkeler dünyaya tahıl ihracatı yapamadılar. Ayrıca savaş bu yıl ve önümüzdeki yıllar için üretim düşüklüğüne de sebebiyet veriyor. Özellikle Afrika ülkeleri Ukrayna tahılına çok ihtiyaç duyuyor, çoğunluğunu Afrika ülkeleri alıyordu. Suriye dahil, Orta Doğu ülkeleri de bu iki ülkeden çoğunlukla buğday alıyordu. Dünyada buğday ihracatının çok önemli bir kısmını bu ülkeler yapıyor zaten. Dolayısıyla savaşın olması etkiledi. Tabii savaştan önce pandemi de vardı, pandemi de etkiledi. Aslında dünyada tahıl ve gıda sorunu savaşla başlamadı, açlık sorunu savaşla başlamadı. Ondan önce pandemi de büyük bir etkide bulundu. Pandemiden evvel de vardı. Uluslararası kuruluşlar -FAO, BM-UNTAC, Dünya Bankası- otuz yıldır gıda ve tarım fiyatlarındaki duruma işaret eden raporlar yayınladılar. Yani bu sorun yeni değil; pandemi ve savaşla daha da arttı, çünkü nakliye, navlun imkanları kalmadı. Ukrayna, Avrupa Birliği üzerinden trenle yapmaya çalıştı. Onda da raylar uyumlu değildi. Buğday ihracatını Romanya'nın üzerinden yapmaya çalıştı ama savaş koşullarında bunlar gerçekten zor. Bir taraftan durgunluk-resesyon da dünya ekonomisine hâkim olmaya başladı. Ve sonuçta tüm bunlar hem tarım ve tahıl fiyatlarında hem de gıda fiyatlarında zincirleme olarak büyük fiyat artışına yol açtı. Aynı zamanda miktar kısıtlamaları da söz konusu oldu.

Ancak esas mesele, on yıllardır yaşadığımız sorunlar iklimle ilgili. Siz de girişte de bahsediyorsunuz, artık yakın gelecekte ormansız bir dünyayla karşı karşıya kalacağımız anlaşılıyor. Yanan ormanlar sözleşmeli endüstriyel tarıma açılıyor. Tarımın kapitalistleşme sürecinde yaşanılan, yani sözleşmeli tarımın bedelini Afrika çok ciddi bir şekilde ödüyor ve Afrika açlık sıkıntısı çekiyor. Evet, Afrika'da Ukrayna'dan tahıl gitmediği için büyük bir sıkıntı var, ama Afrika'daki toprakları güçlü kapitalist işletmelerin elinde. Yani orada yaşayan insanlar bu toprakları işletmiyor. Düzen tamamen buna dönmüş bir vaziyette.

Dolayısıyla bu mesele sadece Ukrayna-Rusya savaşından kaynaklanan bir olgu, sıkıntı değil. Bunun arkasında, biraz öncesinde pandemi, esas olarak iklim yıkımı yatmakta. İklim krizinin, iklim sorunlarının dünyaya bir bedeli var. Bu da ilk önce tarımda karşımıza çıkıyor. Tarım ve hayvancılıkta yaşanan sorunlar beslenme meselesini gündeme getiriyor. İstanbul’da imzalanan anlaşma için yapılan toplantıda dikkatimi çekti; anlaşma bombalamayla bir anlamda kadük oldu gibi görünüyor ama yine de bazı faaliyetler de sürüyor gibi. Savaşan iki ülkenin de bu satışa ve sevkiyata da ihtiyacı var aslında. Onu şimdilik kenara bırakalım. Dikkat çekmek istediğim husus şu: Liderlerin yaptıkları konuşmada iklim yıkımından söz etmemeleri. Mesela Erdoğan, “tüm bunlara sıcak hava dalgası, kuraklık sebep oldu.” diyor ve yani iklim krizinden bahsedilmiyor.

CIA eski başkanı Woolsey: “Diğerkâmlık ve cömertlik körleşecek, ortadan kalkacak”

ÖM: Evet, bu son derece önemli bir şey. Chris Hedges da dün akşam çıkan son yazısında, bir miktar söyleyebildik biz de… Ama izin verirseniz iki kelimeyle de…

AB: Lütfen.

ÖM: …devam edeyim; çok ilginç bir metinden bahsediyor: 2007’de Amerika'da Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi, Yeni Amerikan Güvenliği konusunda büyük bir toplantının sonunda konuşma yapanlardan biri ve rapor verenlerden birisi James Woolsey olmuş, R. James Woolsey. Bu da CIA'in eski direktörlerinden. Ve raporun son bölümünde ta 2007’de bundan 16 yıl önce, neredeyse 15 yıl önce eski CIA başkanı şunu söylemiş son raporunda: “Dünyanın deniz seviyelerinin iki metre yükseldiği ve sürekli sellerin de bizi beklediği yerde Amerika Birleşik Devletleri ya da herhangi bir başka ülke için olağanüstü bir efor sarfedilmesi gerekiyor, kendi kurtuluşu için.” “Yalnız kendi değil, bütün dünyanın kurtuluşu için” diyor. CIA başkanından bahsediyoruz bunları anlatan. Ve bugüne kadar geçmişteki doğal felaketlerle bütün insanların mücadele etme tarzı bir büyük devasa yangınla sonuçlanacak. Bu da, bu yangın şunun öfkesi; hükümetlerin ani ve beklenmedik krizlerle baş etmedeki yetersizliği, dini şeyler çıkacak, büyük öfkeler açığa çıkacak diyor. Ülkelerin içinde hükümetlerine karşı çıkacaklar, öfkeliler büyük dini akımlar olacak. Hatta belki de kıyamet günü tarikatları artacak. Ve her ülkenin içinde göçmenlere ve azınlık gruplarına karşı büyük şiddet ve düşmanlık olacak. Ve böyle kaynaklar üzerinde hem ülkeler içinde hem de hücreler arasında -özellikle de yiyecek ve taze içecek su için- kaynak savaşları olacak. Ve bana burası çok ilginç geldi: “Diğerkâmlık ve cömertlik körleşecek, ortadan kalkacak” diyor. Bunu on beş yıl önce CIA eski başkanı söylüyor. Ne diyorsunuz?

AB: Benzeri açıklamalar, uyarılar geçen yüzyılın sonunda olmuştur. Kendi tarihimiz üzerinden baktığımızda, 1992 yılındaki Rio’daki BM Çevre konferansına -ki o zaman yayınladığım dergiye kapak yapmıştım- bu konulara hassasiyetimiz o günden bu yana hep oldu, takibatımız da devam etti. Çevre ve iklim, tarım gıda ve beslenme sorunları, fosil yakıtlar ve su sorunları, tüm bu başlıkların geleceği uzun yıllar dar bir çevrenin sorunu oldu. Gelecek için yapılan tahminlerde durumun vahameti yer aldı, ama hükümetler bunları dikkate almadı. Kapitalizm devletleri yöneten bir düzeyde. Gezegende su kaynakları da önemli bir çatışma halindeydi, bugün de bu sorunu çok şiddetli bir şekilde yaşıyoruz. Şu anda Türkiye'nin de Fırat ve Dicle sularıyla ilgili güneyindeki iki ülkeyle problemi var ve dünya bu anlamda bir ayrışma içerisinde.

Derin konu dünyanın düzeni meselesi. Siyasal düzen olmadığı için savaşları yaşıyoruz; Avrupa'nın göbeğinde ciddi bir savaş yaşıyoruz, savaşı kanıksadık, değil mi? İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Bosna Savaşı ve şu anda devam eden savaş, normal bir vaka gibi devam eden bir savaş var.

ÖM: Evet, konuşulmuyor bile. Her türlü savaş suçunun, insanlık suçunun giderek artan sayıda işlendiği bir ortamdan bahsediyoruz aslında.

AB: Ve kuzeyde bir savaş var, güneyde de savaş var: Ukrayna ve Suriye savaşları…

ÖM: Evet.

AB: Türkiye ikisinin de arasında. Şu savaşlar bitse de iş yapsak, para kazansak diyenler ellerini ovuşturuyorlar. Ukrayna Savaşı’nın bitimini bekleyen bir iş dünyası var, başta müteahhitler. Hemen oradaki imara girecekler. Elbette Suriye'nin imarı da önemli. Her iki ülkede de trilyonlarca dolarlık yatırıma ihtiyaç var. Bu ülkelerdeki inşaat, liman, altyapı faaliyetleri için aportta bekleyen, havuz içi, havuz dışı firmalar ve dünya kreditörleri var. İstanbul'da bu tahıl anlaşmasının olduğu gün bir toplantı yapılacaktı, “Ukrayna Global Ekonomi Etki Forumu” adı altında bir toplantı olacaktı. Takip etmeye çalıştım ama toplantı herhalde olmadı, çünkü bir yansıması henüz olmadı. Savaş sonrası Ukrayna'nın imar ve inşaatını, Suriye'nin imar ve inşaatını bekleyen bir iş dünyası, bir kapitalist hayat var.

Venezuela'dan buğday ithalatı

Tarıma tekrar dönersek, Türkiye geçen sene ciddi bir düşüş yaşadı. Son 15-20 yılın en düşük buğday üretimi söz konusu oldu. Bu sene de özellikle artan girdi fiyatları olumsuz etkiledi, ancak yağış düzeninin iyi olması nedeniyle, Amerika Birleşik Devletleri'nin yaptığı tahminlere göre Türkiye, geçen senenin üzerinde bir üretim olacak. Ama Türkiye’ye yetmiyor, 9-10 milyon ton buğday ithal eden bir ülke. Neden ithal ediyor? Kaliteli buğday üretemediği için, kaliteli buğdayı da Ukrayna'dan ve Rusya'dan alıyor. Buğdayı makarnaya çeviriyor ya da un haline çevirip ihraç ediyor. Türkiye'de bu işi yapan böyle bir grup var, iktidara çok yakın bir grup. Bunun yanı sıra dikkatinizi çekerim; Türkiye'nin üç milyon hektar buğday üretimi yapılmayan, ekilmesi gereken arazisi bulunuyor. Ve bu arada nereye gidiyoruz? Venezuela'ya gittik değil mi? Yani insanın aklı almıyor, Venezuela nere, Türkiye nere... Arada nakliye denilen bir şey var değil mi? Hani sadece muhasebe, maliyet yönüyle baktığınızda…

ÖM: Dünyanın tam öbür ucu filan sayılabilir yani.

AB: Orada üretip buraya getirmeyi düşünmek akıl kârı mı? Bulgaristan'da üret, Azerbaycan’da üret anlarım da… Dünyada ilk buğday üretimi bu topraklarda oldu, Mezopotamya'da oldu; küçük Asya'da, Anadolu coğrafyasında oldu. Ve sizin halihazırda üç milyon hektar ekilmesi gereken araziniz duruyor.

ÖÖ: Ayrıca uzmanlar Venezuela'nın ikliminin buğday yetiştirmeye uygun olmadığını…

ÖM: Yani bir de nakliyeden gelecek olan ekstra fosil yakıt zaten işi baştan bitirmeye mahkûm. Yani kendi idam, intihar fermanı gibi bir şey mi?

AB: Kesinlikle. Ben de onu düşündüm, hatta araştırayım navlun maliyetini hesaplayayım diye düşündüm. Venezuela'dan ne kadar büyüklükte bir gemi olur da buraya gelir, bu gemi kaç milyon ton taşıyacak, ne kadar yakıt tüketecek, bunun karbon emisyonuna etkisi ne olur? Yani bunu düşünmek inanılır gibi değil. Bunun için heyet, bakan gitti ya! Bakan ve heyet orada bakmışlar “ya doğru, burada buğday zor, soya üretelim” filan demişler. Yani abuk bir durum. Her alanda olduğu gibi burada da var.

Sonuçta bu tahıl meselesi savaşla kangren oldu. Çözümü için savaşın bitmesi, öncesinde de ne yapılması gerekiyorsa yapılmalı... Afrika'da öyle ülkeler var ki açılık üçe katlanmış durumda. Dünyada bir-bir buçuk milyar insan zaten bunlarla doymaya çalışıyor, en azından yaşamını sürdürmeye çalışıyordu. Asıl mesele savaş değil, asıl mesele ondan önceki pandemi. Savaş pandemiyle birleşmiş, ama esas mesele gezegendeki iklim sorunlarına yol açan fosil yakıtlara dayanan kapitalistleşme modeli, sözleşmeli tarım da bunun uzantısı. Afrika sözleşmeli tarımı da şirketlere emanet edilmiş durumda. Dünyada tahılda bir kartel var, kartel ülkeler var. Beş ülke dünya tarımını yönlendiriyor: Ukrayna, Rusya, Kazakistan, Kanada, Amerika, Hindistan kendi kendine yetmeye çalışıyor ve bunların da şirketleri var.

ÖM: Evet, bunların arasında Cargill şirketi en büyüklerinden biri ve giderek büyümeye de devam ediyor. Muazzam kârları var.

AB: Türkiye'de bu yılı gübre kullanmadan, tarım ilaçları dedikleri zehirler kullanmadan üretim yapılmaya başlandı. Sonuçlarını göreceğiz. Yılda iki-üç kez tarımla ilgili program yapıyoruz, çarpıcı bir şey var: Türkiye'de çiftçi yaşı elli beş. Yani çok yaşlı bir yaş.

ÖM: Evet.

AB: Ortalama yaş elli beş. O yüzden işte Afgan çalıştırıyorsun, Suriyeli çalıştırıyorsun. Türkiye'de tüm sektörel alanlarda da olduğu gibi, tarım politikası da çökmüş durumda. Ve dediğim gibi, üç milyon ekilmesi gereken alanın dururken, üç milyon hektar dururken sen Venezuela’ya gidiyorsun. Yani bu Nas’a göre hareket etmekten beter bir şey. Sonuç olarak tahıl koridorunda Türkiye bir prestij elde etmeye çalışıyor. Merkez üssü İstanbul olacak, işte kontrolleri Türkiye'nin içinde yer aldığı bir ekip yapacak... Bombalamadan sonra nasıl gelişecek? Aslında savaşan her iki ülkenin de ihtiyacı var, Rusya da dahil oldu bu ticarete... Rusya'ya tahılda ambargo konmadı. Ayrıca Rusya ekonomisi de feci durumda.

ÖÖ: Hatta gazına da konmadı, sadece petrolüne.

AB: Evet, petrolüne kondu ama son anlaşmada Rusya da -gübre dahil- pek çok ürünü satabilecek. Mısır'la bir tahıl anlaşması imzaladı, Lavrov Mısır'daydı.

ÖÖ: Evet.

AB: Her iki ülkenin de buna ihtiyacı var. İki ülkenin de ekonomisi savaştan çok ciddi olarak etkileniyor. Bir dolar galiba 58 ruble oldu. Yani orada da durum kötü. Bir de ülkelerin gıda enflasyonuna bakalım -onu bulmam lazım- Türkiye'nin durumu sondan üçüncü galiba. Dünya gıda enflasyonu içerisindeki yerimiz inanılmaz.

ÖÖ: Hatta Ukrayna'dan çok daha yüksek.

Türkiye Lübnan, Zimbabve ve Venezuela'dan sonra en yüksek gıda enflasyonuna sahip ülke

AB: Ukrayna'dan kötüyüz, bulmaya çalışayım. Gıda enflasyonunda Rusya, Ukrayna bize göre çok iyi…

ÖÖ: Düşünsenize ülkenizin neredeyse dörtte biri işgal altında.

AB: Evet. Ukrayna’da gıda enflasyonu %27.7, Türkiye'de %93.9. Ülkelerin enflasyonunda gıdanın payını gösteren bir tablodan aktarıyorum, 2022’nin altıncı ay verileri… Feci bir durumdayız yani. Venezuela'da %155, Zimbabve %225.

ÖÖ: %155… Bizden daha kötü olan ülkeden mi toprak alıyoruz?

AB: Evet. Orada da buğday üreteceğiz. Surinam var, %60.9. Suriye %39.1.

ÖÖ: Bir başka savaş ülkesi.

AB: Evet, biz çok ayrışıyoruz diyoruz ya dünyadan… Üç milyon hektar buğday ekilecek arazin var, sen Venezuela'ya git. Bakan gidiyor bir de! Durum vahim. Ha, tabii Lübnan var bizden yüksek, %332. Lübnan ile Türkiye ekonomisi benzerliklerine bakar mısınız? Ama Lübnan kaşık kadar bir ülke, Türkiye bir G20 ülkesi. Gıda enflasyonu inanılmaz bir noktaya gelmiş durumda, nedenlerini haftalardır, aylardır açıklamaya çalışıyoruz.

Ama bu tahıl koridorundan Türkiye politik anlamda da kendisine itibar sağlamak istiyordu, çünkü itibarsızlaşmanın doruğunda bulunuyor. Savaşa nedeniyle düşük verimli hasatlar olmasına karşın Rusya'da da Ukrayna'da da ciddi tahıl stokları bulunuyor. Satamayınca silolar dolu durumda, yeni hasadı depolayacak siloları da kalmamış durumda, Ukrayna'nın özellikle.

Son olarak şuna da değineyim, Ukrayna Türkiye'yle anlaşma yaptı mı onu bilmiyoruz. Tahıl koridorundan Türkiye’ye tahıl gelecek mi? Gelirse, ithal buğday yerli üretimi ve fiyatları nasıl etkileyecek? Çünkü Türkiye’de Toprak Mahsulleri Ofisi buğday ve arpada alım fiyatlarını açıkladı. Ve çiftçiye destek primi de verilecek. Türkiye Ukrayna ile eğer bir anlaşma yaptıysa ve o anlaşmada buğday fiyatı çiftçiye verdiği fiyatın altındaysa, çiftçinin satma olanağı kalmaz. Muhtemelen çiftçileri korumak durumundalar. Ukrayna'dan çiftçiye verdiğiniz fiyatın altında bir fiyatta alırsanız, çiftçi elindekini satmakta zorlanır ama Toprak Mahsulleri Ofisi herhalde bir alım garantisi verecektir, vermiştir diye düşünüyorum. Yoksa köylüde ve çiftçide eriyen oylarınız daha da güme gider. Ama bilmiyoruz, şu anda Ukrayna bu tahıl koridorundan Türkiye'ye ne kadar tahıl verecek, verecek mi bilmiyoruz.

ÖM: Evet, bilmiyoruz. Moskova, Odessa saldırısını da üstlendi sonuç olarak. Ukrayna’da imha ettik, diyorlar. Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski de “Bu yalnızca bir şeyi kanıtlıyor: Rusya ne söylerse söylesin anlaşmayı uygulamamanın yollarını bulacaktır.” diyor

AB: Bu arada Ukrayna İstanbul Sözleşmesi'ni onaylamış biliyor musunuz?

ÖÖ: Evet, geçen hafta.

ÖM: Evet.

AB: Ukrayna Devleti arada derede bunu çıkartmış, atlamışım. Gündeme getirdiniz mi bilmiyorum, Türkiye, İstanbul Sözleşmesi'ni lime lime parçalarken savaş halindeki Ukrayna, İstanbul Sözleşmesi'ni onaylamış. Tabii Ukrayna'da muhalefet susturulmuş vaziyette değil mi? Komünist Parti de dahil olmak üzere Muhalif partilerinin hepsi kapandı.

ÖÖ: Rusya yanlısı partiler evet, öyleydi ama bu İstanbul Sözleşmesi kararı neredeyse parlamentoda olan parlamenterlerin hemen hepsinin desteğiyle geçmişti.

ÖM: Galiba burada süreyi de bitirdik. Geri kalanları haftaya tabii konuşmaya devam edeceğiz.

AB: Peki, size iyi yayınlar.

ÖM: Görüşmek üzere.

ÖÖ: Teşekkürler, görüşmek üzere.