Açık Gazete’nin köşelerinden Ekonomi Politik’te Ali Bilge, gündeme dair yorumlarını paylaştı.
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey merhabalar.
Ali Bilge: Merhabalar, iyi yayınlar, günaydın Ömer Bey,
ÖM: Özdeş de şu anda dışarıda, geliyor, onun da merhabası var.
Özdeş Özbay: Merhabalar.
AB: Merhaba.
ÖM: Bugün ne konuşuyoruz? Ekonomide harcamaların devamını mı konuşalım?
AB: Biraz Kıbrıs’tan bahsedelim sonra ekonomiye geçiş yaparız. KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı ve Türkiye arasındaki gerginlik hafta sonunun önemli başlıklarından biriydi. 1974 Kıbrıs harekatından sonra KKTC 1982 yılında kuruldu Bildiğim kadarıyla dünyada tanıyan tek ülke de biziz değil mi? Önce Pakistan vardı, sonra onlarda vaz geçtiler, Azerbaycan bile tanımadı.
ÖM: Evet.
AB: Dostumuz Aliyev bildiğim kadarıyla tanımıyor değil mi?
ÖM: Ben de öyle biliyorum, tanıyan sadece Türkiye olduğunu sanıyorum, KKTC yani Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti.
AB: 1974 harekâtından sonra ada fiilen ikiye bölününce, BM gözetiminde başlayan görüşmeler devam ederken, Türkiye’nin ‘yavru vatan’ dediği bölgeyi, 12 Eylül yönetiminin katkısıyla, KKTC’nin kurulduğu ilan edildi. Unutmayalım KKTC kurulurken Türkiye’de yönetimde 12 Eylül askeri cuntası vardı. 1982 yılından bu yana KKTC’yi tanıyan kalan tek ülke biziz. Yeni öğrendim, Türkiye'den başka hiçbir devletin resmen tanımadığı KKTC'yi, Libya'nın yeni yönetimi resmen olmasa bile fiilen tanımış durumdaymış! İşte yaşanan son gelişmelerle, sadece kendimizin tanıdığı ülkeyi dövüyoruz, dayak atıyoruz. Kıbrıs sorunu geçen 46 yıllık süre içerisinde uluslararası alanda en başat çözülmeyen sorunlardan biri olarak devam etti. Yakın dünya tarihinin çözüme kavuşturulmayan en eski sorunu olarak kaldı. Türkiye için özellikle AB süreci için hep ayak bağı oldu. Geçen süre içinde Türkiye’nin adadaki varlığı gittikçe arttı; adada ciddi askeri bir gücümüz bulunmaktadır, ayrıca adanın nüfus yapısında da ciddi değişimler oldu. Yerel Kıbrıslı oranı yarıdan az kaldı. Anadolu’dan göçlerle, Anadolu akınıyla nüfus yapısı değiştirildi. Bir taraftan da KKTC ekonomisi Türkiye’nin uydusu haline geldi, destek verilmediği müddetçe kendi gelirleriyle kendini idare etmesi imkânı yok, bir bağımlılık durumu söz konusu. Kimsenin tanımadığı bir ülke olunca iktisadi ve siyasi ilişki olmuyor. Sadece Türkiye ile nefes alıp veriyorsunuz. Son yıllarda, ülkemiz Türkiye’nin, yaşadığımız gezegende gergin, sorunlu olmadığı ülke pek yok gibi, değil mi? Şimdi bu seriye sadece kendi tanıdığımız ülke olan KKTC’yi de eklemiş olduk, ciddi bir gerginlik yaşıyoruz, kendi soydaşlarımız dediğimiz insanlarla da gerginlik yaşanıyor, yeni gerginliğimiz KKTC.
ÖM: Ben de şunu söyleyeyim izninizle, güney Kıbrıslı muadili Nikos Anastasiadis ile geçen Pazartesi tampon bölgedeki bir sanat sergisinde de bir araya gelmiş olan Akıncı İngilizlerin gazetesi The Guardian’a yaptığı açıklamalarda “adil federal çözüm içeren bir anlaşmaya tez zamanda ulaşılmazsa Ada’daki Türk ve Rum toplumlarının bölünmüşlüğünün kalıcı hale geleceği” uyarısında bulunuyor “acele etmemiz lazım, görüş ayrılıkları her yıl giderek daha kemikleşiyor, bunun yeniden birleşme ihtimalini azalttığını” söylüyor “bunca yıldan sonra dönüm noktasına belirleyici bir ana geldik. Yarım asırlık bölünmüşlükten sonra tek işler çözüm federal bir çatı altında yeniden birleşmedir. Yoksa Kuzey Kıbrıs’ın daha fazla bağımlı hale geçeğini, Ankara tarafından yutulabileceğini ve de facto yani fiilen Türkiye’nin iline dönüşebileceğini” dile getiriyor. Bölünmüşlüğün de gençlerin zihninde konsolide olduğu sağlamlaştığı, pekiştiği gibi bir uyarıda bulunmuş. “Yavru vatan değil bağımsız ve kardeşçe bir ilişki. Laik, demokratik ve çoğulcu kimliğimizi korumak istiyoruz, Türkiye’ye bağlanmak Türkiye’nin de çıkarına aykırıdır” dedikten sonra siz gayet iyi hatırlayacaksınız, biliyorsunuz, Tayfur Sökmen’den bahsetmiş. Suriye’deki Fransız mandasına bağlı Hatay devletinin 29 referandumuyla Türkiye’ye bağlanmasını kabul eden Cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen’e atıfla “ikinci bir Tayfur Sökmen olmayacağım” demiş. Bunları da Detay Kıbrıs gazetesinden aldım ben de.
AB: Son dönemde de şöyle durumlara tanık oluyoruz, Kıbrıs’ta Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni askeri tasarrufları gündeme geldi. Bunları da belirterek bu konunun sonuna doğru yaklaşalım. İnsansız hava İHA ve SİHA’ların üssü olması planlandı, ayrıca bir deniz üssü kurulması için kamulaştırmaya hatta üssün binalarının yapımına da başlandı. Bir askeri deniz üssü kurulacak, Geçitkale üssü insansız hava araçları üssü olarak belirlendi. Doğu Akdeniz Akdeniz’de yaşadığımız gerginlikte malum, gittikçe derinleşiyor. Öyle alışılmamış zamanlardan geçiyoruz ki, bütün bu gerginliğin arkasında gerçekten Türkiye’nin bir ilhak projesi mi gündeme geldi diye insan soru sormadan edemiyor. Bazı mahfiller bunun hazırlığı içinde midirler? Mutfakta ilhak mı pişiriliyor diye insan düşünmeden geçemiyor.
Doğu Akdeniz’deki haklarımızı kuvvetlendirmek için böyle bir ilhak düşüncesi mi var Erdoğan-Bahçeli iktidarının? Sonuçta biz Libya’ya asker gönderen, Suriye’nin içine girmiş savaşan bir ülkeyiz, KKTC’de bir kolordumuz var, bayağı güçlü bir askeri pozisyonumuz olmasına karşın orada askeri gücümüzü kuvvetlendiriyoruz. Dolayısıyla, ben bir gazeteci olarak Akıncı’nın bu tutumunu, tavrını ve direncini de görünce, masanın üstünde bilmediğimiz gerçekten bir ilhak projesi mi var? diye soruyorum.
Şunu unutmayalım, bu işte en önde olan Bahçeli, 2 seneyi geçmemiştir herhalde “82 Kerkük, 83 Musul olmalıdır” demişti, bunlar gerçekleşmedi ama KKTC’ye ilişkin iktidarın, milli güvenlik iktidarının zihninde bir ilhak projesi var mıdır? Mutade olmayan, alışılmamış zamanlardan geçiyoruz, inanamayacağımız durumlarla karşılaşıyoruz, Suriye’nin içinde bulunuyoruz, orada mahkemeler kuruyoruz, eğitimi düzenliyoruz, fakülte açıyoruz, Suriye yargı rejimin mevzuatını değiştiriyoruz, parkların isimlerini bile değiştiriyoruz. Böyle bir pozisyonda bir ülkeyiz ve Libya’ya asker, silah gönderiyoruz. Neden Kıbrıs’ta da askeri tasarruflar art arda geliyor? 2 tane üs kuruluyor. Neden? Doğu Akdeniz meselesinde elimiz kuvvetlensin diye Libya’ya kadar uzandık. Sanırım, KKTC’yi ilhakla Doğu Akdeniz’de elimizin daha güçlü olacağı düşünülüyor. Dolayısıyla insan, masanın altında ya da üstünde böyle bir ilhak projesi olup olmadığını merak ediyor.
ÖM: Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun da “hadsizliğin cezası sandıkta verilecekti” demiş. MHP genel başkanı Devlet Bahçeli de istifaya çağırmış Akıncı’yı “derhal istifa ederek emaneti Kıbrıs Türklüğünün iradesine tevdi etmesi kaçınılmaz ve hayati bir sorumluluktur. Akıncı ve yandaşları unutmamalıdır ki Kıbrıs Türk’tür Türk kalacaktır” demiş bu 1950, özellikle 1955’te 6-7 Eylül olayları sırasında çok sık tekrarlandığını hatırladığımız önemli bir faşizan slogan, aşırı milliyetçi. KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı da cevap vermiş “Kıbrıs Türk’tür Türk kalacaktır söyleminin gerçekle ilgisi yok, Kıbrıs Türk halkının Türkiye’ye sürekli bağımlı olmasını istemediğini” söylemiş. “Bu ‘Kıbrıs Türktür Türk kalacaktır’ siyaseti 50’lerin sloganıdır, gerçek durumla ilgisi yoktur. Kıbrıs Türk halkı Atatürk ilkelerine bağlı, laik ve demokratik, hoşgörülü, barış kültürünü içselleştirmiş bir halk olarak çağdaş Avrupa değerlerinde bir yaşam için mücadelesini sürdürmek istiyordur. Düzeyimi koruyarak vereceğim cevap budur. Yapılan bazı açıklamalarda istendiği gibi asıl cevap elbette halkın vereceği cevaptır” ifadesini kullanmış.
ÖÖ: Kuzey Kıbrıs halkının daha önceki bu BM’nin Kofi Annan’ın hazırladığı plana verdiği desteği yani 2004 öncesindeki referandumdaki desteği, birleşme konusundaki arzusunu, özellikle gençler arasında daha yaygın diye biliyorum. Bunu düşünecek olursak, eğer böyle bir planı varsa Türkiye’nin daha otoriter yani bir tür demokrasinin her türlü kırıntısını dahi ortadan kaldırmak durumunda olduğu insanın aklına geliyor. Böyle Küba’da Batista dönemini andırıyor, kumarhaneler, turizm, mafya, askeri üsler falan. Dolayısıyla Akıncı’nın herhalde sözleri de biraz buna gönderme.
AB: Bir kere Türkiye’de ne oluyorsa oraya yansıyor. Orada yaşayan insanlar dinci bir yönetim istemiyor, laik bir yönetim arzusu içerisindeler, Türkiye’de yaşanan tüm olumsuzluklar oraya yansıyınca, yerel insanlar rahatsızlık duyuyorlar, gelecek endişesi içinde yaşıyorlar. Türkiye iktidarları tarafından “asimile olmak istemiyoruz” diyorlar. AKP iktidarının Türkiye içerisindeki olağanüstü uygulamaları, anti demokratik uygulamaları oraya da yansıyor. Ada’nın pozisyonu, uluslararası algısı bundan da çok etkileniyor. İnsanlar, eskiden “konuştuğumuz karakteristik ada Türkçesini ağzımızı, Ankara Türkçesine göre uyarlamaya, değiştirmeye çalışırdık, şimdi direniyoruz kendi ağzımızla konuşmaya devam edeceğiz” diyorlar. “Asimile olmayacağız, haklarımızın aleyhimize değişmesine karşı duracağız” diyorlar Bir de unutmayalım, 1980 ve 90’larda Ada’daki Susurluk çetesi faaliyetlerini, bankaların kara para aklamalarını, kumar ve uyuşturucu faaliyetlerini, bunları dile getiren gazeteci Kutlu Adalı’nın katledilmesini, Ada’nın bir kara para aklama merkezi olarak kullanılmasının da altını çizelim.
ÖÖ: Daha sadece 1-2 ay önce olmuştu değil mi? Muhalif bir gazetede çıkan Türkiye karşıtı bir yazıya karşı yakmaya çalıştılar gazeteyi.
AB: Evet. Olağanüstü bir dönemde yaşıyoruz, normal siyasal tasarrufların olmadığı böyle bir dönemde ilhakın masanın üstünde olabileceğini düşündürttü bu gelişmeler bana. KKTC’yi de kapsayan bir demokrasi arayışı içinde olmak gerekiyor.
İsterseniz buradan ekonomiyle ilgili meselelere girelim. Geçen hafta üzerinde durduğumuz konular vardı. Hazine nakit ve bütçe gerçekleşmeleri, aynı zamanda Merkez Bankası kaynakları üzerinde durmuştuk. Yapılan operasyonlarla MB kaynaklarıyla bütçe makyajlanıyor, kötü durumda olan bütçe gerçekleşmeleri daha iyi gösterilmeye çalışılıyor. Bu uygulamalara devam ediliyor, ocak ayı bütçe gerçekleşmeleri de bu uygulamalara devam edildiğini gösterdi. Geçen sene MB kârına, yedek akçesine, değerleme hesabına el konulmasını, MB’sı ve kamu bankalarının katkısıyla, dövizde piyasa aktörlerine bırakılmayan müdahaleleri anlatmıştık. Peki neden böyle, neden bütçe patladı? Bütçenin patlamasının arkasındaki en önemli hususlar savaş, askeri harcamalar, göç. Maalesef bu rakamları şeffaf bir şekilde göremiyoruz, makyajlanan hazine -bütçe gerçekleşmelerini bu işin uzmanları sayesinde yapılan manipülasyonları görebiliyoruz ama askeri harcamaları, Barış Pınarı’na, Fırat Kalkanı’na, Zeytin Dalı’na ne harcandığını bilmiyoruz. Herhangi bir bataryanın bir yerden alınıp başka tarafa aktarılması bütçe harcamasıdır, bunun bir kısmını kaba olarak Millî Savunma Bakanlığı bütçesinde belki görürsünüz, başka kalemler üzerinden örtülü yapılan harcamaları göremezsiniz. Askeri harekatlar ve göçün kamu harcamalarını arttırdığı ve bütçe açıklarına sebep olduğu aşikâr. Ayrıca eski büyüme rakamlarına ulaşamaması, büyüyememe, zor büyüme nedeniyle vergi gelirleri de olmuyor. İşte batan şirketler var ve ek vergiler getirilmeye çalışılıyor, mesela pahalı konutlara ek vergi konusu oldu ama bildiğim kadarıyla uygulanmadı galiba,
ÖÖ: Vergiyi tabana yaymaktan söz ediyorlardı.
AB: O makus talihimiz, cumhuriyet boyunca vergi tabana şöyle yayıldı
ÖÖ: Açık açık da söylediler ama bunu.
AB: Zenginden de fakirden de aynı oranda, üstelik tüketim üzerine yüklenerek vergi aldığımız için adil olmayan bir vergi sistemine sahibiz. Serveti de vergilemiyoruz. Türkiye’de servet beyanı vardı çok eskilerde -Ömer Bey belki hatırlar- 30-35 yıl önce kaldırıldı. Vergi gelirleri de problemli, gelirler artmıyor, gelirler artmayınca gideceğiniz yer MB kaynakları oluyor. Geçmişte, MB kaynaklarına yüklenerek çok yüksek enflasyonları yaşadık. Türkiye dış kaynaklara, dış borca, fiziki yatırıma, sıcak para dediğimiz tahvile, bonoya, borsaya, mali enstrümanlara yatırım yapmak için gelen kaynaklara ihtiyacı olan bir ülke, onsuz döndüremiyor motorunu, çalıştıramıyor. O çalışırsa büyüme oluyor, buzdolabı satılıyor, araba satılıyor, gelen borç para tüketici kredisine, konut kredisine dönüşüyor. Ekonomik hayat canlanıyor. Artık böyle kaynak girişi azalıyor, sınırlı, dış borçlanma imkanları azalıyor , eskisi gibi akmıyor. Türkiye son döneme kadar dünya da çok cazip faizler veren bir ülkeydi, GOÜ içinde bu akıştan yararlanıyordu. Akış olmayınca ekonomik büyüme sorunu yaşıyor, vergiler azalıyor bütçe açığı fazlalaşıyor. Kamu kaynaklı ve iç talebi artırmaya dayanan büyümeyle seçim dönemleri aşıldı. Bunun için de MB kaynaklarına baş vuruluyor, açıklar bu şekilde örtülmeye çalışılıyor, hazine borçlanmaya çıkıyor MB satın alıyor hazine bonosunu, velhasıl bu durumdayız.
Ayrıca gittikçe iktidarın özel sektöre dikte ettiği otoriter ekonomik yönetim içerisindeyiz. Ekonomide bir sıkı yönetim de söz konusu, mesela şu anda tasarı halinde bulunan bir banka yasası değişiklikleri var, sadece onun bir maddesine gireyim O madde aslında üstü kapalı diyor ki “ekonomiyi eleştiremezsiniz!” Bırakın bizim gibi iktisatçıları, programcıları, gazetecileri, araştırma raporu yapan, yazan, piyasa iktisatçıları, piyasa oyuncuları, onların yayınladıkları raporlarda da eleştirmek zorlaşıyor eleştirmenin kapsamı genişletiliyor ve cezası arttırılıyor. Bunu gören de yabancı da çıkıyor, gittikçe nefes almak zorlaşıyor. Ekonomik kararları eleştiremez duruma geliyorsanız ki bunun örnekleri çok, açılan davaları geçen sene konuşmuştuk, kurdaki Cuma gününden itibaren yaşanan artışın altında nedenlerden biri olarak bu da gösterildi. Şunu da unutmadan aktarayım: Türkiye’ye 4 milyar Dolar cuma günü Libya Merkez Bankası’ndan para geldi.
ÖM: 4 milyar Dolar öyle mi? Onu görmedik!
AB: Evet. Haber ilk Arap basınında çıktı, Ahval bunu haberleştirmiş. Diyoruz ya, alışılmışın ötesinde olaylar yaşadığımız bir dönemden geçiyoruz, Libya Merkez Bankası 4 milyar Dolar TCMB’ye para havale etti. Buna karşılık bir güvence alınmadığı, bu paranın TCMB’nin yabancı para varlıklarını arttırmayı, döviz fiyatlarını kontrol altına almaya amaçladığı belirtiliyor. Bunu söyleyen de Libya Merkez Bankası Likidite Kredileri Komitesi Başkanı Remzi Recep El Aga. Tabii Libya Merkez Bankası da parçalanmış bir Libya’nın parçalanmış bir bankası. Dolayısıyla yapılan mutabakat çerçevesinde uygulamalar olduğu anlaşılıyor. Zırhlı araç, silah, drone gönderilmesini için yapılan anlaşmanın bir garantisi niteliğinde olduğu anlaşılıyor, haberin içeriğinde bunlar var.
ÖM: Son dakikaya da girdik, biz sizden sonra da belki 10’dan 10:30’a kadarki süre içindeki ekstra sürede şunu da konuşmak gerekebilir, yani gazetelerde çıkan fotoğraflarda, birinci sayfa fotoğraflarında bu Suriye’ye Türk Silah Kuvvetleri’nden İdlib gözlem noktalarına takviye kuvvet sevkiyatı, gece yarısı sevkiyatı, füze rampaları ve tank gönderildiği askeri araçlar, yani onların görüntüleri de muazzam bir masrafı da içeriyor olabilir ama ona girecek zamanımız kalmadı. Daha sonra belki birazcık ele alırız.
AB: Özetle Kıbrıs’taki gelişmeler, Suriye’deki gelişmeler ve Libya’daki gelişmeler, buralara için yapılan harcamalar Türkiye ekonomisini daha da zora sokan uygulamalar olarak karşımıza çıkıyor. İyi yayınlar.
ÖM: Çok teşekkür ederiz Ali Bey.
ÖÖ: Teşekkür ederiz.
AB: Hoşça kalın.
ÖM: Görüşmek üzere.