“Kaotik sürece girişimizin başlangıcı, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasıdır”

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik’te Ali Bilge, gündeme yönelik yorumlarını paylaştı. 

(5 Temmuz 2021 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)

Ömer Madra: Günaydın Ali bey!

Ali Bilge: Günaydın Ömer bey, günaydın Özdeş!

Özdeş Özbay: Günaydın!

AB: Günaydın Feryal, merhabalar!

ÖM: Biraz yayına girmekte problem çektik ama oluyor böyle şeyler bu dönemde maalesef, kusura bakmayınız. Neydi ana konumuz?

AB: Bağlanamadık bir türlü ciddi bir vakti harcadık pek çok konuya değinmeyi düşünmüştük, bunlardan biri, Zülfü Livaneli’nin CHP ve yakın tarihte sosyal demokrat liderler ve sosyal demokrat hareketler üzerine yaptığı değerlendirmeydi, özellikle Baykal üzerine. İrfan Aktan’la yaptığı söyleşide değindiği hususlara değinelim. 

ÖM: Gazete Duvar’da değil mi?

AB: Zülfü beyin dile getirdiği hususlar, Erdoğan’la Baykal arasındaki açıklanmaya muhtaç gizli ilişkiler son dönemde Sedat Peker tarafından da gündeme getirildi. Zülfü bey söyleşide, İsmet İnönü’nün ortanın solu kavramını ortaya atmasından bu yana, sosyal demokrat hareketi ve liderleri analiz etti, özellikle Baykal’ın kritik etti, kapsamlı bir değerlendirme yaptı., Uzun yıllardır Ekonomi Politikte Türkiye’de sosyal demokrat ve demokratik sol partileri pek çok kez değerlendirdik. Özellikle CHP’nin Baykal sonrası gelişmelerin çokça üzerinde durduk. Zülfü beyin değerlendirmeleri önemli, çünkü kendisi uzun yıllar milletvekilliği de yaptığı bir hareketi ortaya koyuyor. Özellikle Baykal’ın verdiği sözleri yerine getirmemesi ve aynı zamanda Baykal’ın kimliği ve görüşleriyle sola, sosyal demokrasiyle ilgisinin olmadığını vurgulanması çok önemli. Değerlendirmenin büyük bölümüne katılmakla birlikte vurgulanması gereken başka hususları da belirtmek istiyorum. 

Geçtiğimiz haftalarda CHP’nin içerisindeki ” iktidar hareketi“ oluşumunun raporunu programda gündeme getirmiştim. Bu rapor sanıyorum sadece Açık Radyo’da ekonomi politikte değerlendirildi, muhalif basında da görmezden gelindi. Bu raporda dikkat çekilen hususlar önemliydi, özellikle yıllardan beri üzerinde basa basa durduğumuz CHP’nin Kürt seçmeniyle ilgili temisiyeti barındırmanın altını çiziyordu rapor, Zülfü bey de bunu belirtiyor. CHP‘nin sağa kayma algısı üzerinde duruluyordu raporda. Zülfü Livaneli’de, CHP’nin Kültlerle teması olmayan bir parti olduğunu anlatıyor ve bunu tarihsel perspektif içine koyuyor. 

Ortanın soluyla kavramı ilk defa 1965 seçimleri öncesinde CHP Genel Başkanı İsmet İnönü tarafından gündeme getirilir. Bu yönelim partinin de sonrasında bölünmesine yol açacak bir seyir izler. Ortanın solu kavramı aslında CHP’nin 1960 sonrası kurulan hükûmetlerde yer alması ile yaşanan yıpranmanın sonucunda ortaya çıkar, partiyi yenilmek yeniden tanımlamak ihtiyacı doğar. Ayrıca Türkiye İşçi Partisi’nin yükselmektedir. Devlet, TİP’in gelişmesini endişe ile izlemektedir. Ortanın solu kavramını ortaya atmak suretiyle İsmet İnönü ve CHP, ülkenin sola, sosyalizme, yönelmesini önlemek istemiştir, bunun için yapılan bir manevra olduğunu o dönemde yapılan bir parti grubu toplantısında İnönü söylemiştir. 

Ortanın solu kavramının ortaya konmasından sonra, bu yönelim için bir kadro oluşmaya başlamıştır, bina edilen yeni kadrolaşmada Bülent Ecevit, Kamil Kırıkoğlu, Turhan Güneş gibi pek çok isim bulunmaktadır, daha sonra buna ilave olan Deniz Baykal gibi isimleri de görüyoruz. Bu kavramın ortaya konmasından sonra, CHP içinden Turhan Feyzioğlu ve Kemal Satır gibi güçlü isimlerin partiden ayrılıp yeni partiler kurduklarına tanık oluyoruz. 1972’de İsmet İnönü’nün yerine Bülent Ecevit’in geçmesiyle birlikte demokratik sol, sosyal demokrat kavramları çok daha fazla vurgulanmaya başladı. CHP’nin 1980 darbesine kadar bu ivmeyle yol aldığını görüyoruz. Bu dönem aslında CHP’nin altın dönemidir. 12 Eylül’den sonra parçalanmış bir hareketle karşı karşıya kaldık.

Zülfü bey Baykal’ın samimi olmadığını söylüyor, 2002 seçimlerinde AKP‘nin birinci parti olması ancak Erdoğan’ın milletvekili seçilme hakkının olmaması nedeniyle, yasağının Baykal tarafından kaldırılması ve seçilme hakkının verilmesinin bir anlaşmaya dayandığını söylüyor. Erdoğan’ın yasağının kalkması sırasında yapılan bir görüşmeyi Livaneli 2007’de yazmıştı. Baykal ısrarla teminatlar vererek, başta Livaneli olmak üzere CHP’li vekillerin Erdoğan’ın yasağının kalkmasına dair tutumunu değiştirmek istiyor. Livaneli, bu ısrarın bir anlaşmaya dayandığını söylüyor. Ayrıca “Baykal’ın hiçbir zaman sol siyasette yakın bir tavrı olmadı” diyor. 

Bu hususu biz de çok gündeme getirmiştik, Baykal’ın siyasi hayatının bir bölümü gazetecilik hayatımızda da şahit oldumuz süreçlerdir. Ankara gazetecisi, siyasi liderleri tanır, görür, onlarla bazı ilişkileri olur, hatırlıyorum 1990’ların sonlarına doğru bir genel başkan yardımcısı davet etmişti Baykal’la birlikte Ankaralı ağırlıklı olmak üzere ekonomi gazetecilerini, gece yarısına kadar Baykal’ın CHP’yi taşımak istediği yeni çizgiyi konuşmuştuk. O gece edindiğim izlenim, Baykal, iktisadi konularda ağırlıklı olmak üzere partiyi liberal, neoliberal bir çizgiye taşımak, Tony Blair’leşmek istiyordu, nitekim onu da gerçeleştirdi. 

İktisadi meselelerde liberalleşmek ancak Kürt sorununda devlet çizgisini sürdürmeye devam etmek! Çizgi buydu.

CHP, Kürt sorununda 1930’lara dayanan bakışını değiştirmiyordu, partinin içinde Kenan Evren gibi Kürt varlığını inkâr eden insanlar bulanıyordu. Beraberinde neo liberal değerlere aşırı derecede iltifat ediliyordu. Aynı zamanda CHP’nin kitleselleşmenin önünü açmak için otoriter laiklik çizgisinin yumuşatılması, hatta dindarlaşan, dini motifleri öne çıkaran bir pozisyona geçilmesi öngörülüyordu. Kürt gerçeğiyle yaşamak ve çözmek yerine, dindarlaşan, dini ve islami değerlere önem veren, otoriter laiklikten vazgeçen bir raya geçilmesi makas değişikliği Baykal ve sonrasının gerçeğidir. 

Vurgulanması gereken önemli bir Baykal gerçeği de şudur, 1990 ların ortalarında 1980 darbesi öncesindeki partilerin yeniden açılması imkânı oldu. Solda SHP ve Erdal İnönü vardı, onlarda CHP ‘nin yeniden faaliyete geçmesini istemediler, ancak Baykal ve arkadaşları CHP ‘yi faaliyete geçirmek için partilerinden ayrıldılar. O devirde CHP ‘nin yeniden faaliyete geçmesi isteğinin askerlerden, iç devletten, MGK’dan geldiği yaygın olmasa da bilinen bir durumdur. Bu da Baykal gerçeğidir. 

Maalesef Türkiye’de yakın dönem siyasi liderleri, hem Demirel için geçerli hem Ecevit için geçerli bu ‘devlet adamları’ dediğimiz kategoride yer alanlar, batı siyasetinde gördüğümüz gibi anılarını kitaplaştırmadan öldüler. Çok önemli bir eksikliktir, genelde liderler ve önemli siyasiler için yazılan portreler de bölük pörçük oluyor. Geçen 60 yıla damgasına vuran önemli siyasi liderlerin, Özal da bunun içindedir, diğer siyasi parti liderlerinde detaylı, iyi yazılmış biyografileri gerçek belgelere dayalı anıları maalesef yok. Biz, daha çok, daha sonraki yıllarda başka ülkelerin o liderler hakkındaki tuttuğu notlardan yararlanıyoruz. Aslında Livaneli, bu açıklamalarıyla Baykal gerçeğine bir tutamda olsa katkıda bulunuyor. Baykal’ın 2015 seçimlerinden sonraki AKP lideriyle yaptığı görüşmeleri bu programda konuşmuştuk, sonrasında yaşanan meclis başkanlığı seçimi fiyaskosu, vs. Açıklanmaya muhtaç olaylar, meseleler o kadar çok ki.. 

Açıklanmaya muhtaç önemli kararların biriside, içinde bulunduğumuz kaotik sürece girişimizin başlangıcı olan milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasıdır. Göz göre göre bugünlerin altın vuruşu gerçekleştirilmiştir. Bu altın vuruş Kemal Kılıçdaroğlu döneminde oldu. Kemal bey dokunulmazlıkların kaldırılması hususunda izlediği tutum, siyasi hayatında hesabını vermekte zorlanacağı en önemli kararıdır. Dokunulmazlıkları kaldırırken Türkiye’de gemi azıya almış bir otoriterleşme başlamıştı, her gün anti demokratikleşiyorduk, yargının, bağımsız yargının ortadan kalktığı bir süreçte dokunulmazlıkların kaldırılması kararı alındı. Kaldırılan dokunulmazlık kararının, kimlere işleyeceği ağırlıklı olarak da çok belliydi, adres belliydi, adres HDP idi. Livaneli bu konuya hiç değinmiyor ama biz altını çizelim, Kılıçdardoğlu’nun dokunulmazlıkların kaldırılmasını desteklemesi bir siyaset mühendisliğine yol açtı ve bu siyaset mühendisliği on binlerce HDP’linin hapishanelerde girmesine, eş başkanlarının içeriye atılmasına, Kürtlerin ve Kürt siyasetinin, HDP’nin budanmasına yol açtı. Yargı bağımsızlığının olduğu yerlerde elbette dokunulmazlıklar kalkabilir ama gerçekten bağımsız bir yargı varsa! Oysa Türkiye’de bağımsız yargı yoktu, bu nedenle dokunulmazlığın kaldırılması kaba bir siyaset mühendisliğine imkân verdi, otoriterleşmenin yolunu açtı, anahtarı oldu. Dolayısıyla vicdanlara dokunan bir karardır. 

Yargının bağımsız olmadığı halde dokunulmazlığın kaldırılması da Baykal modeli gibi bir karar mıdır ? Ortaklaşa alınan bir karar mıdır? Bu da önemli cevaplanması gereken bir sorudur. Bu hususu Livaneli değerlendirmelerine ekleyelim. Çünkü bundan sonra parlamento zayıflamaya ve otoriter anayasaya geçiş süreçleri işlemeye başladı. 

 CHP tarihini bilmek çok önemlidir, çünkü CHP tarihi bir anlamada ülke tarihi demektir. CHP’nin ortanın solu kavramını ortaya koymasının nedenlerini, arkasındaki itkileri de iyi ortaya koymak lazımdır. Bunun üzerine bina edilen sosyal demokrat, demokratik sol kavramları ile Ecevit’in ve Baykal’ın ne kadar samimi olduğu ne kadar benimsediği de, Livaneli’nin belirttiği gibi tartışma götüren konulardandır.

Livaneli’nin belirttiği, tanıklık ettiğimiz kişisel tarihimizden de etkileyeceğimiz çok husus var ama vakit azaldı. Livaneli önemli farklı konulara da değiniyor, ilginç bir söyleşi olmuş. İlk defa Sinan Cemgil’le ve Mahir Çayan’la arkadaş olduğunu da öğrendim, Livaneli Türkiye solunun 50-60 yıllında sanatıyla, siyasi duruşuyla tanıklık etmiş bir isim. Dolayısıyla onun da söyleşilerle yetinmemesi aynı zamanda bu süreçleri yazması gerekli, gelecek siyasi hayatımıza katkıda bulunur diye düşünüyorum. 

Türkiye’nin otoriterizme saplanmasında muhalefetin payını, CHP’nin payını hem Baykal’lın hem Kılıçdaroğlu ’nun payını görmezden gelemeyiz. Gelinen vahim durumda etkin muhalefetsizliğin, sinik muhalefetin ve siyasi geleceği iyi okuyamamanın, bunda sadece CHP değil, pek çok entelektüel aydınında bu süreçleri okuyamadığı gerçeğinin altını çizelim. Kürtlerden ve emek hareketinden kopmuş bir CHP var karşınızda. 

CHP geçenlerde bir video yaptı, bu videoda 2001 programı methediliyor, o programı ki bir IMF programıdır, 77 milyar Dolar’lık banka borcunun, kamu ve özel banka borcunun halka ödetildiği bir programdır. Yahya Demirel’lerin, Cavit Çağlar’ların Dinç Bilgin’lerin yarattığı borçları, geniş toplumsal kesimlere ödeten neoliberal programı göklere çıkartmak, ne demektir? Neo liberalizmi onaylamak demektir. O programın maliyeti geniş toplumsal kesimlere ödetildi, halkın değil, sermayenin bunalımı aşıldı. Orta sınıf yoksullaştı, yoksul dibe indi, iktisadi, siyasal ve sosyal travmatik sonuçları oldu. Toplumsal kesimlerde siyasal kırılmalara, dönüşümlere yol açtı, pek çok siyasi hareketi tasfiye ettiği gibi toplumun hiç bilmediği AKP’ye gönüllenmesine yol açtı. Böyle durumlarda, normal demokrasilerde kitleler, dini referansları güçlü bir hareketle buluşmaz, sosyal demokrat, yeşil veya sosyalist-komünist partilere buluşur. Ancak Türkiye de bu partiler güçlü değildi, dolayısıyla kitleler “gömlek değiştirmiş” AKP ile buluştu, hâlâ AKP ile olan buluşma çözülmüş değil. İşte bu buluşmanın nedeni, 2001 ekonomik krizinin bedelinin geniş toplumsal kesimlere ödetilmesidir. CHP bu ağır neoliberal programı övüyor! 

Otoriterleşmenin önünü açan dokunulmazlıkları kaldırılmasına destek verdi. Kendi tanımladığı laiklikten ödün verdi. Baykal kara çarşaflı kadına CHP rozeti takarak dindarlaşma sürecinin önü açılmasına katkıda bulundu. Meseleye, özgürlükler üzerinden değil semboller üzerinden baktı. Ancak esas mesele Kürt meselesinde takınılan yanlış tavırdı. Çözüm süreçlerinde, açılım süreçlerinde Baykal ve Kılıçdaroğlu vardı, bu konularda izledikleri tutum yanlıştı, bu süreçlerde CHP yoktu. Kürt sonunu çözmek AKP ‘ye bırakıldı . AKP’nin de çözmek gibi bir niyeti olmadığı kısa sürede anlaşıldı. 2019 seçimlerinde, yerel seçimlerdeki başarıyı HDP’ye borçlu olduklarını çok iyi bilmelerine rağmen bu tutumları maalesef devam ediyor.

ÖM: Evet.

AB: İsterseniz bu aşamada noktalayalım.

ÖM: Ali bey ben de...

AB: Çok derin ve kapsamlı bir konu 

ÖM: Ben bir kaç ilavede bulunmak istiyorum izninizle, bir tanesi bu şeyin altını çizelim, tabii İrfan Aktan’ın Zülfü Livaneli’yle yaptığı çok ayrıntılı bir mülakat, Gazete Duvar’da yayınlandı. O şeyi de çok ayrıntılı olarak bu Kürt meselesiyle ilgili olarak filan da tavrını eleştiriyor ve şey yapıyor Zülfü Livaneli. Bir de ben şu noktada bağlantılı olarak şunu söylemek istiyorum, CHP’nin de bu konudaki çekimser en iyimser tabirle, çekimser tabirle Kürt meselesinde bugün bir toplantı var İnsan Hakları Derneği’nin. Alba otelde Kızılay’da Ankara’da ve HDP’ye açılan kapatma davasıyla ilgili ‘HDP’nin siyaset yapma hakkını savunuyoruz’ konusunda ortak basın toplantısı yapılacak bugün saat 12:00’de. Buna çok sayıda çeşitli dernek, parti ve kuruluşun da imza verdiğini görüyoruz; yaklaşık 45 tane parti, dernek ve kuruluş var. Fakat onların arasında, destek verenler arasında mesela CHP’ne rastlanmıyor. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

AB: HDP eşbaşkanlar gözaltına alındığında, tutuklandığında CHP sesini yükseltebilseydi, muhalefet sesini yükseltebilseydi, Ömer Faruk Gergerlioğlu’nda sesini yükseltebilseydi, savaş tezkerelerine ‘ağlaya ağlaya’ onay vermeseydi . İktidarla birlikte hareket etti bütün bu süreçler boyunca. 

Dokunulmazlık kaldırılırken bu işin kendilerine bu kadar yöneleceğini tahmin etmiyorlardı, birebir görüşmelerimden biliyorum bunu, kendilerine bu kadar saldırılar olacağını tahmin etmiyorlardı. Enis Berberoğlu’nun tutuklanması ve adalet yürüyüşü oldu, sonrasında gerekenler yine yapılmadı. 2019 yerel seçimlerinde kazanılan başarı demokrasi cephesine dönüştürülemedi, hala güdük bir millet ittifakı ile yetiniliyor. 

CHP’de bugün 45 yıl geçmiş ama inanın 70’lerin esamisi okunmuyor, CHP’nin içindeki yer alanların çoğunluğu sosyal demokrat değil, oldukça sağcı karakterler, neoliberal ve anti Kürt unsurlarla dolu bir parti. 1970’lerin CHP’si, Kürt bölgesinde etkindi, Kürt milletvekilleri vardı. Ahmet Türk’ün CHP milletvekili olduğunu, Nurettin Yılmaz’ın CHP milletvekili olduğunu, Kürt bölgesinden pek çok milletvekilinin CHP’nin içinde olduğunu unutmayalım. 30’lar mantığına saplanmış insanlar var bu partide, şu an milletvekili olan pek çok arkadaşıma seneler önce Kürt varlığını anlatmak üzere çabaladığımı hatırlarım. Kürt meselesi başından beri sorunlu bir parti. CHP kendini yenileyebilen bir parti olmadı, tersine yenilendi, yeni kimlikli bir parti değil, hâlâ 80 sene önceki amblemini kullanıyor, o amblemdeki değerler çok farklılaşmış durumda. 

Daha önce de bahsettim 90’lı yıllarda 12 Eylül’de kapatılan partilerin açılmasına ilişkin anayasa değişikliği yapıldığında SHP’den Deniz Baykal, Ertuğrul Günay gibi isimler CHP’yi yeniden açtılar. Demirel’e “Adalet Partisini devam ettirecek misiniz” diye sormuştuk, “o tarihte kaldı” demişti. MHP ve CHP açıldı. Her daim devleti kuran parti olarak, İttihat ve Terakki’nin devamcısı olarak CHP iç devletin gözdesidir. 90’lardan sonra kendini yenileyen, yeşil siyaseti de kucaklayan sosyal demokrat, kimliğe sahip olamadı. Bunun kaynaklarını Zülfü bey İrfan Aktan’la yaptığı söyleşide ortaya koyuyor. 

Çokça dile getirdiğimiz CHP’nin hali pür melali böyle, malzeme böyle, Türkiye’de muhalefeti böyle. Bu malzemeden demokrasi cephesi çıkar mı? Yıllardır söylediğim, çabaladığım husus bu, tüm muhalif gelen hareketler, partiler bunu zorlamak durumunda, Türkiye bunu zorlamak durumunda. Çıkış modeli üzerine yapılan tüm çalışmaları desteklemek durumundayız ama akılı olan politikalar dizayn etmek durumundayız. CHP toplumun %28-30’una kadar ulaşabilen bir kesimi temsil eden bir parti. Dolayısıyla bütün zaaflarıyla ana muhalefet partisi, beğenmesek te yeniden inşa sürecinde önemli bir aktör. 

Sanıyorum süremiz bitti ama bir tek cümleyle Türkiye’nin savaşlarda çocuk asker kullanıldığına dair Amerika’da yayınlanan bir rapor oldu. Benim bilebildiğim tarihimizde ilk defa böyle bir listeye girdik. Türkiye’nin kurduğu Suriye ve Libya’daki ordularda çocuk asker kullanıldığı tespit edilmiş, Türkiye kara listeye dahil olmuş durumda, Fildişi Sahili, Kongo, Somali, Sudan gibi. Son cümle olarak da şunu söyleyeyim, Türkiye uluslararası çocuk temel haklar bildirgesinin ek protokolünü onaylamış bir ülke 168 ülke arasında bulunuyor. Çocuk askere karşıyım demiş, imzalamış .Şunu da belirtelim, çocuk askerlerin savaş alanlarında kullanılması, Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından savaş suçu olarak tanımlanıyor. Bugün hızlı program yapmış olduk. 

ÖM: Evet, peki çok teşekkür ederiz, görüşmek üzere.

AB: Hoşça kalın. 

ÖÖ: Görüşmek üzere. 

AB: Hoşça kalın!